Her zaman başkasını rakip görürüz kendimize , kendimizle rakip olduğumuzu düşünmek hep saçma gelir. Her zaman bakarız ki başkası ne yapmış, ne yapmamış sonra onu karşılaştırırız kendimizle. Kendimize rakip gördüğümüzü geçtiysek dururuz orada ‘tamam ben oldum’ deriz yayarız kendimizi, sonra bırakırız çalışmayı. ‘En iyisi benim’ kompleksi de bitirir yok eder. Bir de başkalarını karşılaştırırz , kimin daha iyi veya daha tecrübeli olduğunu anlamak, anlatmak, kanıtlamak için… Ama aynı olmayanlar karşılaştırılır mı hiç?!
Hiç şüphe yok ki Türkiye liglerinde oynamış , gelmiş geçmiş en büyük oyuncu olarak akla gelen ilk isim Hagi’dir. Aslında Taffarel de denilebilir. Çünkü,Hagi’de olmayan Dünya Kupası’na sahiptir kendisi, ama kaleci olmasından dolayı adı pek anılmaz. Belki Hagi gibi eksikliğini hissettirmediğinden de olabilir. Hagi gitti gideli , Galatasaray bir Hagi kompleksine girdi. O gittikten sonra oyun kurucu olarak gelen her oyuncu onunla kıyaslandı. Aslında gerçekten iyi futbolculardı ama Hagi’yi görmüş kişileri tatmin edecek kalitede değillerdi. Hagi öyle unutulmaz bir futbolcuydu ki, yedek kalmaktan sıkılıp ayrıldığı Barcelona takımının taraftarları , onu ve gollerini unutamamış, 1994’te Celta Vigo’ya attığı golü Barcelona tarihinde atılan en güzel goller listesinde zirveye çıkarmış.
Hagi gitti , ondan sonra onun gibisi gerçekten gelmedi. Onun yetiştirdiği , onun gibi olanını da elimizden kaçırdık. Peki ya Hagi’den önce ‘Onun gibisi gelmez ‘ dediklerimiz olmadı mı? Oldu elbette. Hagi’den önce, gollerini ancak belgeselleşmiş Galatasaray filmlerinden izleyebildiğim Cevad Prekazi vardı. Hagi gibi miydi? Hayır. Daha mı kötüydü? Hayır. Aynı oyun tarzına da sahip değildiler. Ama yaşattıkları ile Galatasaray tarihinde kendilerine fazlasıyla yer edindiler. Prekazi’den önce de vardı 10‘un gibisi olmayan. Filmlerde oynadı, gollerine plaklar dolduruldu , ağları deldi , Palermo’da efsaneleşti. Ama Metin Oktay gibisi gelmedi.
Çok tartışmamız bile, onun iyi bir futbolcu olduğunu gösteren Alex için de dediklerim geçerli. Onun gibisi de gelmeyecek Fenerbahçe’ye ama istatistik olarak… “İki buçuk sezonda 57 gol, 69 asist… Bu rakamlar Anadolu Ajansı tarafından tutulmuş Alex de Souza istatistikleri…” Kaba bir hesapla 85 maçta 126 gole yataklık etmiş Alex. Bu kadar gol Fenerbahçe’ye kupa olarak sadece 2 lig şampiyonluğu getirmiş.
Alex’in takımına getirdikleri, transfer edilme amacından çok uzakta. Çünkü avrupada elle tutulur bir başarı getirmemiş. En yakın maçlarına bakalım Fenerbahçe’nin UEFA’da oynadığı. AZ Alkmaar’a iki maçta toplam 5 gol atılmış. Bir tanesini Alex atmış. Alex’in attığı golün pasını veren ve sadece Türk olduğu için , Alex’in gölgesinde kalan Tümer Metin 3, kanımca artık avrupada oynaması gereken Tuncay 1 gol atmış. Defansı Newcastle Utd. ve W.Bremen tarafından 8 gol ile darmadağın edilmiş takıma karşı, hiç bir varlık gösterememiş Alex. Ama bakıyoruz, B36 Torshavn Randers Freja, “eksik” Palermo karşısında sahada döktürmüş. Bu takımları Alex olmadan da rahatça yenebilirsin. Zaten elinde 2002 yılının ümit milli takımının bütün yıldızları var. Yarısı 2003 Konfederasyon Kupası 3.lüğü madalyalı.
Küçük maçlarda ortaya çıkıp yaptığı “futbol makyajıyla” , transfer edilme amacının göz ardı edilmesini sağlayıp, bütün Fenerbehçe taraftarlarının, Türkiye Ligi egosunu okşuyor. Gözü boyanmış, egosu okşanmış ve artık tek amacı Galatasary’ı yenmek olmuş Fenerbahçe taraftarları, yaratılan bu pembe körlükte “Bizim Alex’imiz var” diyerek çıktıkları avrupa maceralarından hüsranla dönüyorlar. Her sene aynı romantik trajikomediyi izlemekten de sıkılmıyorlar…
Karşılaştırarak hakaret edildiğini düşündüğüm Hagi için büyük, küçük ayrımı hiç olmadı. Vanspor’a da Monaco’ya da ortasahadan gol attı. Hemde ’94 Dünya Kupası’nda attığı golün aynısıydı Monaco’ya attığı… ’88 yılında Galatasaray’ını finalden etti, Milan maçında Hasan’ın kafasına topu da çarptırdı, hem Rapid Wien’i hem de Ercan Taner’in sesini darmadağın edip, Grasshoopers maçında attığıyla , attırdığıyla Türk Futbol Edebiyatı’na “Hacı Arif” olarak geçirildi Ümit Aktan tarafından.
Biraz da kariyerlerine göz atalım bu ikilinin. Kısa ve özünden başlayalım. Alex de Souza kendi ülkesinin istikrarsız takımlarında “istatistik” yapmış. Parma’da tutunamamış, ülkesine dönüp sonra Fenerbahçe’ye “makyör”lüğe gelmiş. İkinci sınıf Brezilyalıların oynadığı Copa America kupası ve Toulon Turnuvası dışında pek de kayda değer olmayan başarılarına Fenerbahçe’de pek de “beklenmeyen” iki lig şampiyonluğu daha eklemiş.
Hagi neler yapmış? 23 yaşında Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’nde oynamış. Kendi ülkesi ve Galatasaray dışında , ikişer sene Real Madrid, Brescia , Barcelona ‘da top koşturmuş. 2’şer Dünya Kupası ve Avrupa Kupası görmüş. Biraz gariptir ki, kariyerinde kaldırdığı 15 kupaya kendi ülkesi ve Galatasaray’da ter döktüğü yıllarda kavuşabilmiş.
Oyun tarzları sadece “oyun kurmak” konusunda birleşen bu iki oyuncunun kariyerleri, her hangi bir maçta takımlarına kattıkları, Dünya futbolunda bilinilirlikleri, takımlarında bıraktığı izler göz önüne alındığında, aralarındaki dağlar kadar farkı görmemek, futbolu bilmemekle eş değerdir.
Aralarında bu kadar fark olan iki futbolcuyu aynı kefeye koyup tartışmak hem Hagi’ye hem de Alex’e haksızlıktır, hakarettir. İkisi de farklı futbol terbiyesi almış, farklı futbol kültürlerinde olgunlaşmış iki futbolcudur. Her geleni gideniyle karşılaştırmaya kalkarsak , gelene haksızlık etmiş oluruz. Çünkü ne giden ne de gelen aynı kişilerdir. Geleni giden yapmaya çalışmak kadar , gideni gelenle bağdaşdırmak boş çabalardan öteye gitmez. Bırakın giden gitmeden yaşattıkları ile , gelen de yaşattıkları veya yaşatamadıkları ile kalsın…