Daha önce bu derecede futbol maçına gitmek isteyen bir kız görmemiştim kuzenlerim dışında. İki kuzenimin de kombine biletleri var. Arkadaşım Beni, benim ‘futbolcu’ kişiliğimi biliyor. Bir ay kadar önce tutturmuştu maça gidelim diye. Ama illa ki Beşiktaş maçına! Kendisinin Beşiktaşlı olduğunu da böylece öğrenmiş oldum. İstemiş ama götürmemişler onu maça, kavga falan çıkar bir şey olur kızcağıza başımıza iş almayalım düşüncesiyle… “Tamam lan” dedim gidiyoruz, ama “Derbiye falan götürmem”. Ben bile Sami Yen’de bir derbi izledim. Anlaştık. Takvime baktım. Beşiktaş’ın da öyle bir fikstürü var ki evlere şenlik… Sahasında oynayacağı maçların yarısı derbi. Ya Gençlerbirliği ya da Kayseri maçı vardı gidebileceğimiz… G.Birliği maçından sonra “ah ulan keşke o maça gitseydik” diye az kızmadım kendime… Kısmet son şansımız olan Kayseri’ymiş. Bu maç da önemliydi. Beşiktaş da daha oturmuş ve gün geçtikçe daha iyi oynayan bir takım olmuştu. Maçtan büyük zevk alacağımızı hissedebiliyordum. Taraftar çılgınlığı yaşamak istediğini hep dile getirdi Beni. Bende acaba erken buluşup, Beşiktaş ‘Çarşı’dan, takım otobüsüyle stata yapılacak yürüyüşe katılsak mı diye düşünmüştüm ama iyi ki düşüncede kalmışım, yoksa başına iş alan ben olacaktım… Baya bir olay yaşandı. Karşıdan geldiği için tam da o kalabalığın olduğu saatte inmiş vapurdan… Olaysız atlattı neyse ki…
Neyse sağ salim bir otobüs bulup, statın oraya geldi ve buluştuk. Önce biraz kaldırımda oturup sohbet edip, çekirdek çitlettik. Sonra maç anında karnı acıkmasın diye Beni de “maç köftesi”nden yedi. Tesadüf ki sınav günü karşılaştığım Beşiktaş’lı arkadaşım yeni açık kombinelerini bana verdi. 4 biletim vardı artık ben de bir diğerini ‘mahalleden’ Beşiktaşlı bir arkadaşıma verecektim. Maç öncesi buluşamadık. O, takım otobüsünü takip edecek grubun içinde olduğundan ve polisin biber gazlarına maruz kaldığından girişe 15 dk. kala gelebildi. Sırf onun yüzünden biz de maça geç girebildik. Yoksa Beni’yle Ernst’e oley yaptırmak iyi olacaktı…
Stata girişimizi takımların sahaya girişiyle aynanda yaptık. Hemen ardından da İstiklal Marşı… Yeni açığa hızlı bir giriş yaptık yani… Rüzgardan da daha fazla etkilenmemek için orta kattan en üste çıktık. Tam Kayseri kalesinin sol direğinin arkasında nefis bir yer bulduk ve başladık izlemeye…
Tabi ki bir kadınla maça giderseniz sorularla kaçınılmaz bir şekilde yüzyüze kalacaksınız. ‘Biz hangisiyiz?’ sorusundan, ‘Kendi kalene yanlışlıkla gol atarsan, yanlışlıkla olduğu için sayılmama kuralı var mı?’ sorusuna kadar ne ararsan sordu… =) (Yok yok o kadar sormadı) O anda yok öyle bir şey saçmalama şeklinde cevaplayabildim maça konsantre olduğum için. Fakat sanırım cevap şu olmalıydı. Nasıl ki gerçek hayatta yanlışlıkla yaptığın bir hatanın sayılmama ihtimali yoksa burada da yok. İşte futbolu bu yüzden hayatla bağdaştırıp çok seviyorum! Futbol bize yanlışlıkla yaptığın bir hatayı, kabullenebilme, bu hatayla yaşabilmeyi öğretiyor. Bununla yaşamak zorunda kalsan da telafi edebileceğini de gösterdiği gibi…
İlk yarı Beşiktaş nefis bir oyun sergiliyordu. İlk dakikadan itibaren atak üstüne atak yaptı. Beşiktaş sürekli olarak atak geliştirdikçe heyecandan ayaklanıp oturduk. E tabi Beni bu duruma kolay uyum sağlayamadı.
“En iyi kim şimdi bizim takımda?” diye bir sordu. İbrahim Üzülmez demedim elbette. “Fabian Ernst!” bir çırpıda çıktı ağzımdan… Maçın da en iyisi oydu hakkaten. “Şu kel olan var ya, işte o. Tabi bence. Yusuf Şimşek var bi de en teknik oyuncu o sahada. ” Arada bir Serdar Özkan, kimi zaman da İbrahim Toraman önce çıktı Ernst ve Yusuf dışında maçta…
Gol oldu. Beni Coştu!
Siyah-beyazlılar inanılmaz baskılı oynadı ilk yarıda. Bu durum o kadar baskındıki, Beni bile “Baksana abi kırmızıların kalesinde oynanıyor maç. Gelemediler bir kere bile.” demekten alıkoyamadı kendini. Kayseri’nin formalarını da çok kötü olarak nitelendirdi. Galatasaray’dan özendiklerini iddia etti.
Sağ kanattan Serdar Özkan’la çok sık gelmeye başlamıştı. Adama çok yüklendiler maç boyunca. Topu her alışında, verişinde bir küfür geliyordu sağdan soldan… İbrahim Üzülmez için de farklı değildi durum. Ama maçtaki en etkili isimler de bu ikiliydi.
Ben Ernst’i farklı bir gözle izledim bu maçta. Verdiği her pas, kaptığı her top kritik olur mu bir adamın? Olur! Kafasını kullanan her futbolcu bunu yapabilir. Ernst’de bunu yaptığı için çok teknik bir oyuncu olmamasına karşın şu anda takımın en önemli parçası. Bobo’ya bir ara pası verdi ki… Kendisine olan hayranlığımın artmasının bir sebebi oldu. Hele Serdar Özkan’a gol öncesi verdiği pas akıl doluydu. İki ikişinin arasındaki topa hızlıca , doğru müdahaleyle boştaki Serdar’a verdi. Kanattan gelen oyuncu Yusuf’a güzel bir orta kesince, sadece bir dokunuş yetti topun ağlara gitmesi için…
Tüm stat herkes ayaktaydı artık ve Beşiktaş’ını alkışlıyordu. Beni’yle omuz omuza üçlü başladı! İlk yarının ortalarında 10 kişi kalan Kayseri tandemde çok boşluk verince Beşiktaş 2’yi, 3’ü bulabileceği ataklar geliştirdi ama olmadı. Olan benim koluma oldu. Gol kaçtıkça, koluma yumruklar iniyordu Beni’den. Neyse ki bir şeyim yok. Ben de Beşiktaş’ın bu oyununu fırsat bilip canlı bahis oynamak için arkadaşlarıma kısa mesaj attım. Kesin olur diyordum, “Beşiktaş ikinci yarı ikiyi, üçü bulur…”
İkinci yarı kimsenin umduğu gibi geçmedi. Tüm stat daha fazla gol bekliyordu. Ben de öyle! İşin ucunda 1’e 2.5 katı bir gelir vardı! Sağlık olsun, para mühim değil ama Beşiktaş ikinci yarıda ne fena oynadı! Kabustu bence. Neden geriye çekildiler, neden ikinci yarının başında hemen Holosko girmedi? Bobo 47. dakikadaki müsait pozisyonu nasıl golle sonuçlandırmadı anlaması çok güç. Mustafa Denizli’ye kızdım neden ikinci yarı takımının böyle oynamasına izin verdiği için. Sanki 10 kişi kalan takım Beşiktaş’tı! Kayseri gol kaçıran taraftı ikinci yarının çoğunda. Beni de kızdı bu duruma! Hırsını yine kolumdan çıkardı. Hatta gol yedik bile sandı! Maç boyunca edilen her küfre kulak kabartıp, topluluk psikolojisi ile el kol hareketleri yapmaktan da mahrum kalmadı.
Tribün Eğlencesi
Galatasaraylı olarak Sami Yen’in her tribününde bulundum maç izledim. Ama hiçbirinde Beşiktaş maçındaki gibi eğlenerek, çoşkulu bir şekilde tezahürat yapmamıştım. En çok eğlendiğim kısımlar ise 60’tan 75’e kadar koordineli olarak eller,kollar, atkıların sallandığını yerdi. Evet Galatasaraylıyım ama bu maçta bir Beşiktaşlıdan farkım yokmuş gibi bağırdım. He, Fenerbahçe’nin maçına gitmiş olsaydım böyle bağırır mıydım? Hiiiiiç sanmıyorum… Üzgünüm, ne kadar tarafsız olsam da F.Bahçe karşısında bu tarafsızlığım geçersiz kalıyor. Belki evde oturup maçlarını desteklediğim olmuştur. Ama statına gidip,Beşiktaş’ım benim diyebildiğim gibi Fenerbahçe’m benim demem, diyemem… Belli de olmaz aslında hayat bu…
Maç bitince çok rahat bir şekilde stattan ayrıldık. Biletimin birini verdiğim Can’la buluştuk. Beni, Can ve ben hep beraber, Beşiktaş’a kadar yürüdük. Yürüyüş boyunca da Can sağolsun “Senfonik tezahürat”larla Beni’yi vapura kadar uğurladık…