Erkek egemen tezahürat
Son iki ay içerisinde futbol aracılığıyla gündelik hayatta kabul görmeyen bir çok söylemin ve eylemin aldırışsız dışavurumuna şahit olduk. Bir çok ülkenin yasalarında ve uluslararası sözleşmelerin içinde de yer alıp karşılığında ağır cezaları bulunan eylemlerden ve söylemlerden bahsediyorum. Tecavüz, dayak ve ayrımcılık.
Türkiye’nin en önemli yazarlarından Vedat Türkali’nin hem romanını hem de senaryosunu yazdığı “Fatmagül’ün Suçu Ne?„ eseri günümüzde dizi olarak ekranlara geldi. Türkali’nin, tecavüzün kadınları maruz bıraktığı durumun vahametini anlatarak tecavüzün bir hayatı nasıl mahvedebileceğini ibretlik örneklerle kaleme aldığı eseriyle günümüzde sadece tecavüz kısmıyla ilgilendik. Önce medya bunun promosyonunu yaptı, ardından da ataerkilliğin en çok görüldüğü ve cinsellik arsızı tribün söylemleri literatürüne yeni bir deyim ekledi.
Türkali’nin Fatmagül’ün suçsuzluğunu vurgulamak için filmine verdiği yakarış dolu “Fatmagül’ün sıçu ne?„ ismi cinselliği bastırılarak alıcılarıyla oynanmış erkeğin sonunda(!) Fatmagül’ün suçunu(!) bulmasına neden oldu. Fatmagül’ün suçu rakip takımı tutmasıydı. Bu meşruiyet yöntemi nasıl olur da akıllara gelmemişti(!). Artık Fatmagül’e de, Fatmagül yerine konan rakip takıma da tecavüz edilebilecekti. Hatta bunun üzerinden bir savunma mekanizması da geliştiren tribünler “Biz onu Bihter sandık„ söylemiyle evli olduğu adamın yeğeniyle ilişkiye giren Bihter’e de tecavüzü meşru kıldı.
Bu işin iki vahim yönü var. Birisi Türkiye Futbol Federasyonu, Disiplin Talimatı’nın 52. Maddesi’ne göre Fatmagül’ün tecavüzünü meşrulaştırıcı tezahürat ve pankartları “Çirkin ve Kötü Tezahürat„ kapsamına almayarak, üstelik maddede “taciz edici nitelikte„ tabiri de bulunuyor, takımları cezalandırmadı. Futbolun organizatörleri buna göz yumdu. Diğer bir taraftan da bu pankartın arkasına geçen kadın taraftarlar tribündeki erkek hegemonyasının içimize ne kadar işlediğini göstermiş oldu.
Futbolda şovenizm
Spor medyasında yer alan bir çok kişi futbol söylemindeki şiddetin azalması için kadın taraftarların ve sunucuların sayısının artması gerektiği konusunda hemfikirdi. Ancak Bursaspor TV spikeri Seda Çapcı bu savunuyu bir saat içerisinde yerle bir etti.
Bursa’da oynanan maçta Trabzonspor’un Bursaspor’u 2-0 yendiği maçın ertesi sabahı Bursaspor TV’de gazetelerden haberleri okuyan Seda Hanım, yenilgiyi ve maçta Bursaspor aleyhine yapılan tezahüratları hazmemedemiş olacak ki program boyunca haddini aşan açıklamalar yapmaktan kendini alamadı. Önce formalarının arkasında „Bize her yer Trabzon“ yazan Trabzonsporlu taraftarlarını Bursa Heykel Meydanı’na davet etti. Ardından da kendisinde nereden bulduğunu anlayamadığımız bir hakla, Bursa’da dükkan açıp yaşamlarına devam etmelerine izin verdikleri Trabzonluları bir anda „hemşehrilik“ten atıverdi. Bursaspor TV sunucusu açıkça Trabzonluları formalarıyla düelloya davet etti. Ayrıca Trabzonluların artık Bursa’da yerinin olmadığını dile getirdi. Açıkça “Bursaspor ve Bursalı milliyetçiliği„ yaptı. Sonrasındaysa Trabzon taraftarlar “Bize her yer Trabzon„ yazan formalarıyla Heykel’de „izinli“ yürüyüş gerçekleştirdi. Bursasporlular engel olmak istedi. Bir kaç kişi göz altına alındı, Seda Çapcı işinden oldu ve olay kapandı.
Benzer bir “milliyetçilik„ içerikli olay da İstanbul, İstiklal Caddesi’nde yaşandı. Fi-Yapı İnönü Stadı’nda oynanan Beşiktaş maçından yürüyerek semtine dönen Kasımpaşa taraftarları Model adlı müzik grubunun üyelerini tartakladı. Üstelik Model grubu üyelerinin de tek “suçu„ siyah beyaz renklerde eşofman giymesiydi. Bu olay da sadece bir, iki gazetede yer aldı. Merak ediyorum da bu tartaklama durumu acaba futbol üzerinden yaşanan bir karşıtlık yüzünden değil de etnik köken üzerinden yaşansaydı kaç gazete, kaç sayfa ayırırdı yaşananlara?
Görülüyor ki spor alanlarında yaşanan şiddet içerikli olaylar ve söylemler kadın taraftarların sayısının artmasıyla çözülebilecek bir şey değil. Zaten o kadar kolay olsaydı her şey çoktan çözülmüştü. Mühim olan kadınların da biliçaltına işlemiş erkek egemen söylemin azaltılabilmesi. Bunun kolay olmadığını biliyorum ancak bunun üstüne gitmeyerek nereye kadar devam edilecek?
****
Bu yazıyı bitirdiğimde tarih 1 Aralık’tı. Yayınlamama nedenim okulda çıkaracağımız aylık dergi-gazete için saklıyor oluşumdu. Yazdığımda benzer tartışmalar günyüzüne çıkmamıştı ancak şimdi polislerin, dolaylı olarak devletin, öğrenciye uyguladığı şiddetle taraftarlara uygulayamadığı şiddet karşılaştırılıp konuşuluyor. (Sonunda!)
Taraftarlar iki rengin peşinde koşturarak, kafayı başka bir şeye takmayarak tamamen devletin istediği gibi uyumaya devam ediyor. Polislerde uyandırmamaya… Aynı polis-devlet, uyanmış öğrenciyi şiddetle ehlileştirmeye çalışıyor.