İlk günden kupa tutkunlarıyla tanışarak yoluma başladım. Bu uğurda kaç kişiyle daha tanışacağım sayısını tutmaya karar verdim. Kupa boyunca çayımın taze olacak olması ise başka bir güzellik olacak.
Sarı balonların ufukta gezmeye çıktığı gibi* benim içimden de bir kaç milyon adet helyum gazı dolu balon havalara doğru beni de yanlarına çekercesine gezmeye çıkmaya çalışıyordu. Birkaç kez hazırlayıp boşalttığım valizlerimi kapıya koyup sabah uçakta da yemek için fazlaca aldığım poğaçalarımı hızlıca hazırladığım bir kahve ile mideye indirdikten sonra yola çıkmaya hazırdım. Her yolculuğumda olduğu gibi, önce anne öğütlerimi aldım yanıma, sonra da babam sağolsunla belki son birkaç uçuşumdan birinin ev sahibi Atatürk Havaalanı’na vardım erkenden.
İLK OYU BEN VERDİM
Bu sefer de bir hafta önce turnuvanın ev sahibi ülkede olabilmek için biletimi 7 Haziran’a almıştım. Maç biletlerimi aldığımda da, uçak biletimi aldığımda da, ki bu tarihler Mart’ın 3. haftasından nisan ayının 2. haftasına kadar olan 3 haftalık bir süreyi kapsıyor, ortalıkta seçim falan yoktu. Ne tesadüf ki uçak biletimi yurtdışı seçmenlerinin oy vermeye başlayacağı güne almışım da ikamet uzun bir süredir Köln’de olduğundan çıkmadan evvel oyumu, çok ince eleyip şık düşündükten sonra verip check-in alanına yöneldim.
İSTANBUL AKTARMALI DÜNYA KUPASI
Rus bir şirket ile uçacaktım. Rusyalı arkadaşlarım pek önermemişlerdi, “En ufak bir şeyde sorun çıkarabilirler, dikkatli ol” diyerek biraz fazla tembihlediler. Bu yüzden gergin bir şekilde geldiğim havaalanında check-in alanına ilk gelen ben olmuştum sanırım. Benden sonra check-in alanına Meksika formalı başka biri yanaştı. Daha Rusya’ya gitmeden Dünya Kupası macerası böyle başlayacaktı galiba. Valizlerimin kilolarını tartıp biçtikten sonra yeniden organize edip Şili’de bir futbol takımı olan Colo Colo takımının logosunu taşıyan heybemin içine bilgisayarımla dergilerimi de koyup omzuma astım. İspanya Milli Takımı logolu eşofman üstümün de oluşturduğu kombinasyonla Meksika formalıya attığım yem yerini buldu. “Hey Amigo, eres Chileno?”, “No, soy Turco! Pero Chile está en mi corazón” diyerek “Şili misin?”, “Değilim ama Şili kalbimde…” açılışıyla sohbete başladık. Tabii benim kupada yer almayacak iki takımla olan bu bağlantım başka bir makus talihin eseri sanırım.
İsveç’te yaşayan bir yarış atı eğitmeni olan Jose Carlos, işi bırakıp önce Avrupa’da Balkan turu yaptıktan sonra İstanbul’a gelmiş meğerse Rusya’ya gitmeden önce. İstanbul’da da bir Brezilyalı ve Arjantinliyle tanışmış Fatih’te kaldıkları hostelde. Çinli bir kadın da varmış aynı hostelde Rusya’ya giden. Biz sohbet ederken görevliler yerini aldı da sıra akmaya başladı sonunda.
Söylendiği kadar katı kuralları olan havayolu şirketinin yönlendirmelerine ayak uydurmak biraz zor ve sinir bozucu olsa da Putin Bey’in ülkesine gitmek, Dünya Kupası coşkusu yaşamak için katlandık. Örneğin aynı sırt çantasını 2 kere kontrol etmelerinin ne kadar gereksiz olduğunu uçaktaki kabin bagajı koyma alanlarının boşluğunu gördüğüm için aktarmam lazım.
LATİN ÇETESİNİ KURDUK
Uçağa binmeyi beklerken de Tatar Türklerinden olan Ebubekir ile tanıştım. Telefon numaralarımızı değiştikten sonra uçağa bindik ki tam arka koltuğuma ilk tanıştığım Meksikalının kuzeni Jose Luis denk düşmüştü. Onla da lafladıktan sonra oldukça rahat bir uçuşun ardından Moskova’ya indik. Taraftar kimliği ile geçiş kolaylığını sağladıktan sonra ekip olarak gümrük kapısının arkasında toplanmaya başladık. Önce, Luis Carlos çıktı, sonra Douglas geldi, ardından Mano da çıktı, Jose Luis yoktu. Uzunca bir süre bekledik ancak sonunda bir problem olmadan geçebildi. Sonradan öğrendik ki Jose Luis, taraftar kimliği çıkarttırdığı sırada kullandığı pasaportunu kaybetmiş ve yeni pasaport çıkarttırmış. Bundan dolayı doğan eşleşme probleminden dolayı işlemi uzun sürmüş.
Valizlerimizi alıp, maç biletlerimizi alacağımız FIFA bilet teslim alanına da uğradıktan sonra havaalanında ‘Gangsta Latino’ pozumuzu verdikten sonra Brezilyalı Douglas’ın önderliğinde taraftarlara sağlanan bedava ulaşım sayesinde yolumuzu bulduk. Moskova’nın efsane derecesindeki metro hatlarında geçerken bir yerden sonra mecburen yolları ayrıldı tabii ki. Fakat varacağım yere yakın duraklardan birine varmadan önce açılış maçının yapılacağı Luzhniki Stadyumu da yolumun üstünde olduğu için önce hikayenin esas çocuklarından birine uzaktan da olsa selam çaktığım kısa bir ziyaret gerçekleştirdim.
EL FRENİNİ ÇEKMEYİ UNUTAN TAKSİCİ
Kalacağım eve çok yakın bir metro durağı yoktu. O nedenle artık yorgunluktan da bitap düşmemek için bir taksiye atlamaya karar verdim. Takside beni sürprizlerin beklediği, şoförün valizlerimi bagaja koymak için arabadan indiğinde el frenini çekmemesinden belliydi. O bagaj kapısını açıp valizlerimi koyarken ben araba daha fazla ileri gitmesin diye elimle arabayı kendime çekiyordum.
İngilizce bilgisi oldukça kısıtlıydı sadece “My Brother English” deyip ağabeyini arayacağını söyledi. Rus alfabesinde bazı harfleri artık gözüm kesmeye başladığından ekrandaki ismin Ahmed olup olmadığını sordum ve biraz Türkçe anladığını, adının Malik ve Dağıstanlı olduğunu söyledi. O ağabeyine ulaşmaya çalışırken aklıma evinde kalacağım arkadaşımın adresini yazdığı kağıdı şoföre vermek geldi de sorunu daha fazla uzatmadan çözdük ve akşam 10 civarıydı artık evime vardım.
Uzun bir günün ardından bir aya yakın süre kalacağım evime varmak kadar keyifli bir şey yoktu. Ayaklarımı uzattım. “Ah şurada bir de Muslera’m ile Podolski’m de olsaydı” diyerek demlediğim Rize çayımı Atatürk portreli bardağımdan içerek Dünya Kupası’nı takip edeceğim evde ilk günü tamamladım.
*Köln’lü Queerbeat grubunun Köln yerel dili, Kölsch’çe söylediği ve cep telefonu saatimin alarmı olan “Stonn op un danz” şarkısıyla uyandığım ve güne başladığım için şarkıda geçen “Wie jelve Luftballons Flüchs do no’m Horizont” sözlerini Türkçe çevirisiyle kullanarak yazıma başlamak istedim içimdeki heyecanı anlatmak için.
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/10/cayi-demledim-dunya-kupasini-bekliyorum