Archive | Dünya Kupası Rusya 2018

Dünya Kupası’nın en gollü günü

İkinci maçların tamamlanmasıyla birlikte elenenler ve gruptan çıkanlar yavaş yavaş belli oluyor. Son maçlara girilirken, İspanya, Brezilya, Almanya, Arjantin ve Portekiz’in hâlâ elenme ihtimalinin olması kupanın heyecanını diri tutuyor.

Uzun ve yorucu bir haftanın ardından sabahın erken saatlerinde evde olmak kadar güzel bir şey yoktu. Günün maçlarına hazırlanmak üzere çayımı demledim, kahvaltımı yaptım. Türkiye için de oldukça önemli olan bir gündü. Bir yanda seçim ekranı, bir yanda maç ekranı açık bir şekilde geçecekti ilk iki maç. Son maç heyecanı ise evde çekilmezdi. Hava soğuk olsa da evde durmaya niyetim pek yoktu.

SANDIKLAR KAPANMADAN PANAMA DA ATTI

F Grubu’nun fikstürü eğer şüpheci yaklaşırsak, Belçika ve İngiltere ilk maçlarında bol gol atabilsin de son maç final havasında geçsin diye düşünülerek hazırlanmış gibiydi. Belçika ilk iki maçını toplamda 8 gol ve 6 gol averajıyla tamamlayınca, grubu birinci bitirip çıkmak isteyen İngiltere’ye son maçta beraberliğin de yetebilmesi için Panama maçında gol olup yağması gerekirdi. Yapabilirler miydi? Yapabilirlerdi.

Oy verme süreci başlar başlamaz sandığa koşanlar gibi İngiltere de gole koşuyordu. Sağlı sollu ataklarla başladıkları maçta John Stones muhteşem bir köşe vuruşu organizasyonu sonrasında harika bir golle takımını öne geçirdi. Harry Kane, kazanılan penaltıyı en iyi yaptığı şekilde gole çevirdi. İlk maçın son vuruşlardaki başarısızı Jesse Lingard harika bir golle kendisini eleştirenlere cevabını verdi. İngiltere’nin duran toplara ne kadar çok çalıştığını bir kez daha kanıtlarcasına, bilardo oynar misali bir gol daha buldu İngiltere. John Stones son noktayı koydu kaleciden dönen topta. Uzun süredir böyle bir gol görmemiştik. Semih Saygıner bu golü kıskanmış mıdır acaba? Devreyi bitirmeden bir gol daha geldi penaltıdan. Harry Kane yine aynı vuruşu yaptı ve topu ağlarla buluşturup ilk yarının skorunu ilan etti.

Acaba daha fazla gol olur mu? Almanya’nın 7 gollü bir maçı olur mu? Macaristan’ın El Salvador’a gol yemeden attığı 10 gollük rekoru geçebilir mi İngiltere diye düşünmedik değil devre arasında. Daha bir de Jamie Vardy oyuna girmemişti. Devreye rölanti başladı İngiltere, yorulmadan oynuyordu. Dele Alli’nin yerine formayı kapmış olan Ruben Loftus-Cheek’in şutu Harry Kane’e çarpıp ağlarla buluştu. 6-0 oluverdi bir anda ve Harry Kane de kendi tarihindeki en istemeden(!) zorlanmadan yaptığı hat-trick’i yaptı. Zorla bir adama hat-trick yaptırmak isterseniz ancak böylesi olurdu. İngiltere 6-0’ı yakalayınca grupta Belçika’ya karşı averaj avantajını da yakaladı. Maç böyle biterse son maça daha rahat girecekti İngiltere. Fakat sandıkların kapanmadan Panama İngiltere’ye attığı golle Felipe Baloy’u Dünya Kupası meclisine sokuyordu. Bu gol Panama’nın tarihteki ilk golüydü. Ayrıca İngiltere’yi de Belçika maçı öncesi baraj altına çekiyordu. İngiltere skoru değiştiremedi ve günü grupta ikinci olarak tamamladı. Son maçta 3 puan kazanmaları zorunlu olacak birinci olmaları için. İngilizler, bu skorla çoktan ‘It’s coming home’ şarkısını dillerine dolamışlar. Panama’ya atılan 6 golle girilecek hava, söylenecek şarkı değildi bu.

H GRUBU’NDAKİ SON MAÇLAR ALEV ALACAK

Senegal, Afrika takımları arasında ilk maçlarda galibiyet alabilen tek takım olarak Japonya maçına çıktı. Kolombiya karşısında, rakibinin 10 kişi kalmasının da avantajıyla sahada olan Samuraylar’ın savunmasız anında Sadio Mane harika bir refleks ile takımını erkenden öne geçirdi. Japonya’nın erkenden pes edeceği yoktu, kültürlerinde de olmadığı gibi. Yuto Nagatomo’nun asistinde İnui ilk golü attı takımı adına. 2002 ruhuyla kulübede olan Senegal için sahada da aynı ruhu görebildiğimizi söylemek mümkündü. Sağ savunmacıları Moussa Wague’nin hücuma kadar çıkarak attığı gol Senegal’i 2-1 öne geçiriyordu. Japonya’nın pes etmeye niyeti hiç mi hiç yoktu. Yıllardır kendisinden yeni Hidetoshi Nakata olması beklenen ve 2010 Dünya Kupası’nın da en unutulmaz gollerinden birini atan Keisuke Honda bu turnuvada yedek kuvvet olarak takımda yer alıyordu. Kagawa’nın yerine giren Honda, maçın Japonya adına en iyilerinden Inui’nin pasını değerlendirip topu ağlarla buluşturdu ve skoru ilan etti. Bu sonuç iki takımın da şansını son maça bırakmalarına neden oldu.

SAHNE TUNUSLULARIN

Son maç için Kızıl Meydan’ın arka sokaklarına attım kendimi. Nikolskaya metro çıkışının hemen yakınında her ülkeden taraftar vardı. Ancak sahne Tunuslularındı. Belçika’dan 5 gol yememişçesine eğleniyorlardı. Bu sefer fotoğraf çektirmek için onlarla sıraya girmişti Ruslar. Fransızlar ve Danimarkalılar da yavaş yavaş şehre geliyordu. Brezilyalılar da çoğunluğu ele geçirmeye başlamıştı. Kolombiyalılar yok denecek kadar azdı. Ara sokaklarda taraftar sayısı da ilk günkülere göre azdı. Herkes haliyle maçlar için takımlarının şehirlerine dağılmıştı. Moskova’da havanın soğuk olması da buna etkendi. Zaman zaman yağmur çiseliyordu ama sırılsıklam etmiyordu.

Polonya, grubun zayıf halkasıydı. Kolombiya ise ilk maçta hayal kırıklığı yaratanı. Avrupa temsilcisinde öne çıkan oyuncu sayısı 2’yken, Kolombiya’da bu sayının bir elin parmaklarından fazla olması, Güney Amerika ekibini bir adım öne çıkarıyordu. İlk maçta ilk 11 başlamayan James Rodriguez de bu sefer sahadaydı. Cuadrado, Quintero, Rodriguez ve Falcao hücum hattı yeteri kadar korkutucuydu. Kahveciler ilk yarı kontrolü ele almıştı, baskıyı kurmuştu. Duran topta ileri çıkan Barcelona’lı stoper Yerry Mina Dünya Kupası’nda gol atma hayalini gerçekleştirip takımını ilk yarı soyunma odasına önde götürüyordu.

BREZİLYALILAR ARJANTİNLİLERLE UĞRAŞMAKTAN MAÇ İZLEMEDİ

İkinci yarı Polonya tüm riskleri almaya hazırdı ancak Quintero’nun nefis ara pasını Falcao eski günlerini hatırlatırcasına tamamladı ve takımını 2-0 öne geçirdi. Kırmızı beyazlı takım hiç olmazsa bir gol daha diyordu ancak, James Rodriguez son dönemdeki en güzel gol paslarından birini verdi Cuadrado’ya. Bekletmeden sol çizgiden içe doğru gönderdiği topu ağlarla buluşturmak takımın ülkesinde en çok sevilen oyuncusu Cuadrado için zor olmadı. Kolombiya fişi çekti, Polonya turnuvaya veda etti. Maç sonu tribünlerde ağlayan Polonyalı ufaklığa, Kolombiyalıların ‘Polska’ tezahüratları gecenin tribünlerdeki en sevimli anıydı. Moskova sokaklarında ise Güney Amerika bir olmuştu ancak Brezilyalılar’ın tek derdi Arjantin’in turnuvada nerede olduğuydu. Tüm gece boyunca yan masada uğraştıkları Arjantinliler ve Perulularla verdikleri dostluk fotoğrafı, Dünya Kupası’nın taraftarlarca bir festival ve dostluk organizasyonu olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu.

İkinci maçlar sonunda Suudi Arabistan, Mısır, Fas, Peru, Kosta Rika, Tunus, Panama ve Polonya elenenler takımlar oldu. Gruptan çıkması kesin olanlar ise, İngiltere, Belçika, Hırvatistan, Fransa, Rusya ve Uruguay. Brezilya, Almanya, İspanya, Portekiz, Kolombiya ve Arjantin’in hâlâ elenebilecek olması ise kupaya oldukça heyecan katıyor.

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/25/dunya-kupasinin-en-gollu-gunu

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

Almanya kendini hatırladı

Şu ana kadar bu Dünya Kupası’nın en çok gol atılan günü trende geçirmek sinir bozucuydu. Fakat Almanların yine son dakikada kazanması daha da sinir bozucuydu.

Volgograd’daki maceramı sonlandırmak üzere geceyi geçirdiğim tren istasyonu Nijeryalı taraftarlarla doluydu. Birkaç saatliğine de olsa gözümü kapayabildiğim için mutluydum. Tren saati yaklaştığında görüşmek için sözleştiğim Azeri ‘qardaş’ım Elçin’le buluştuk. Yarım saat kalmıştı trenin kalkmasına ve bir an evvel trendeki odama yerleşmek en iyisiydi.

ZAMANLAMASI MANİDAR OPEC ANLAŞMASI

Yine trendeki azınlığa denk gelmiştim. İki Rus ve bir Filipinli ile aynı odadaydım. Bir diğer Rus ile fazla sohbet etmedik ama ilk tanıştığım kişi enteresan bir karakterdi. Nijerya – İzlanda maçında aynı stadyumdaymışız meğerse. Rusya’nın sonraki turlardaki şansından ve ilk maçlardaki başarısından bahsettiğimizde içimdeki kötü hissi de ilettim: “Rusya kötü oynamadı ilk maçta ama Suudi Arabistan da Uruguay’a karşı kötü performans göstermedi. Bu işte bir bit yeniği var. Turnuvadan sonra Rusya ve Suudi Arabistan arasında ticari anlaşma görürsem şaşırmam” dedim.

Kupanın bitmesini beklememe gerek olmadığını belirterek OPEC ile yapılan petrol anlaşmasından bahsetti. Anlaşma da maçtan sonraki günde açıklanmıştı. İlk gece, benimle aynı yolu kullanarak konutuna giden Putin için yolun trafiğe kapatıldığında benimle aynı taksiyi paylaşan Rusların dediklerini hatırladım. Açılış maçı olduğu için Putin, o anda ülkede bulunan yabancı devlet liderlerine bir davet veriyordu. Suudi Prensi’nin geldiğinden de, iptal olan halı saha maçından haberdardım. O geceden beri içime düşen kurt, trende tanıştığım devlet ile ilişki halinde ve önemli bir kademede çalışan ekonomik analist Rus oda arkadaşım tarafından da dile getirilmişti. Daha sonra Reuters’in bu konudaki haberine baktım ki, açılış maçı aslında saha dışında kazanılmıştı. Mısır’ın Rusya ile Mayıs Ayı’nda yaptığı 50 yıllık Süveyş Kanalı anlaşmasını da düşünürsek A Grubu’nda oluşan durum pek masum durmuyordu. “Pazartesi günkü grup birinciliği için Uruguay’la ne anlaşması yapabilir?” diye beyin fırtınası yaparken bulduk kendimizi. Gerçi onlara bir şey vermeye gerek yoktu, tur nasılsa geçilmişti. Portekiz ile İspanya için Rusya ne yapabilirdi onu düşünmeye başlamışken uyku bastırdı. Evvelsi günün yorgunluğunu atmak için yataklı kompartımanın avantajıyla Belçika maçına kadar enerji depolamak da gerekti.

BELÇİKA ŞAŞIRTMADI

Trende maçları takip etmek hiç de kolay değil. Ancak her odada farklı bir şirketin internetini kullanan insanın olması sonuçlara ulaşmayı biraz daha kolaylaştırıyordu. Belçika, Tunus karşısında aslında kendinden bekleneni yapıyordu. Gerçi Video Asistan Hakem kararıyla maça başlamak da sanırım bu turnuvanın en unutulmaz özelliği olacak. Kırmızı Şeytanlar’ın 2 gol yemesi şaşırtıcı olsa da Tunus’un İngiltere’ye de gol attığını unutmamak lazım. Ancak bu maçta Lukaku’nun durdurulamıyor oluşu, Hazard’la birlikte takımlarına yaptıkları gol katkısıyla skoru getiriyordu. Şahsen EURO 2016’da büyük destek verdiğim ve daha iyisini yapmasını da beklediğim Belçika’nın bu turnuvadaki oyunu umut vericiydi. Bu tür turnuvalarda attığından fazlasını yemediğin sürece bir sorun olmaz. Fakat bu maçlar da ilerisi için ölçü olmaz. Sadece ve sadece çok önemli olan İngiltere maçı ve ileriki turlar öncesi takıma çok iyi moral olabilir.

Meksika – Güney Kore maçı için ‘Feda’ dedim. Kısıtlı internet erişimi nedeniyle zorlamanın pek manası yoktu aslında. Çünkü Meksika’nın açık ara favoriydi. Rusya’da kullanmak için aldığım hat beni hayal kırıklığına uğratmıştı bu tren yolculukları sürecinde. Ancak elbette ki işimi görmüştü ama yine de akşamki Almanya maçında Türkiye’de kullandığım hattı açıp maçı izlemek daha iyi olabilirdi. Carlos Vela ve Chicharito’nun golleri Meksika’yı 6 puana ve bir sonraki tura taşımıştı bile.

GECENİN KRİTİK MAÇI

Son maç öncesinde uyanıp trenin restoranına göz attım ilk önce. Havanın sıcaklığı, mutfağın sıcaklığıyla karışmıştı. İçeride durabilmek pek de mümkün değildi. Yiyecekler ise normalden pahalıydı. Yolluksuz tabii ki çıkmamıştım yola, fakat akşam yemeği niyetine sıcak suyla karıştırıp yenilebilen hazır makarnalardan alıp Azeri yoldaşım Elçin’in odasına geçip yemeğimizi yerken Türkiye’deki seçimden, Azerbaycan’daki siyasetten, kültürel ve dil olarak var olan benzerliklerimizden bahsederken Almanya maçının başladığını fark ederek ilk yarıyı açmaya karar verdim. Gün içinde Mesut Özil’in yedek oturacağını okuyabilmiştim. Reus sahadaydı onun yerine. Defansta da revizyon vardı, orta sahada da. Almanya baskılı oynuyordu. Fakat golü Neuer’in gereksiz öne çıkışının da katkısıyla İsveç’in Finlandiya asıllı golcüsü Ola Toivonen atıyordu. Elçin’in oda arkadaşı Andrey bu duruma üzülmüştü. Çünkü Almanya’nın Güney Kore ile oynayacağı maça bileti vardı. Son maçında iddiasız bir Almanya’yı izlemek kim isterdi ki?

İnternet sinyali güçsüzleşince müsaade isteyip odama geçtim. Almanya’nın neler yapacağını, kaybederse neler olabileceğini fazlasıyla merak ediyordum. Bir yandan kaybetmesini, bir yandan da kazanmasını istiyordum. İlk yarıda oyuna giren İlkay’ın gol atmasına dair bir isteğim de vardı, son dönemdeki tartışmaların da etkisiyle. İtalya’yı eleyen İsveç savunma gücüne güveniyordu.

GOLLER İSTENİLEN ALMANLARDAN

Devrenin başında Türkiye hattımın internetini açarak maçı izlemeye başlar başlamaz Marco Reus attı golü. Uzun süredir Almanya’nın en iyi gole yakın 10 numaralarından biri olan oyuncu üstü üste yaşadığı sakatlıklardan dolayı katılamadığı turnuvaların ardından yer alma imkanı bulduğu Dünya Kupası’nda hem kendisinin hem de takımının ilk golünü attı. Golün devrenin başında gelmiş olması skorun daha farklı olabileceğini düşündürürken İsveç’in de yarattığı tehlikeler, direkten dönen toplar Almanların yüreklerini ağızlarına getiriyordu. Filipinli oda arkadaşımla bu sırada hem Almanya üzerine hem de futbol taraftarlığı üzerine bir sohbete girişmiştik. Koridorda da maçın izlendiği belli oluyordu Nijeryalıların pozisyonlara verdikleri tepkilerden. Can sıkıcı yanı benim ekranıma gelen görüntü onların ekranına daha önce gidiyordu ve aslında son saniyede gelen golü de duymuştum. Fakat nasıl olduğunu görmeden de kapatmak olmazdı ekranı. Kroos müthiş bir gole imza atmıştı Almanya’nın tur umutlarını son maça taşırken. Son yaşanılan tartışmaların ışığında gollerin ‘takımda görmek istenilen Almanlar’ tarafından atılmış olması Almanların milli takıma olan yaklaşımlarına nasıl bir derinlik katacağı şimdiden merak uyandırıyor.

LİNEKER’İN DE GÜNCELLEYEREK DEDİĞİ GİBİ 

Aslında Meksika maçı futbolun 22 kişinin oynadığı ve sonunda Almanların kazandığı tezini çok net çürütmüştü ama İsveç karşısında Gary Lineker’in 1990’da söylediği unutulmaz sözü kendini hatırlatmıştı. Dünya üzerinde eski futbolcular arasında yorumculuktan en çok para kazanan İngiliz Gary Lineker, Almanya’nın İsveç karşısındaki galibiyetini meşhur sözüne yenilik katarak Twitter’da paylaşıp maça sosyal medyada damgasını, geceye de noktasını koydu: “Futbol 82. dakika boyunca 22 adamın topun peşinden koştuğu, kalan dakikalarda 21 adamın peşinden koşup sonunda Almanların kazandığı bir oyundur.”

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/24/almanya-kendini-hatirladi

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

Nijerya’nın büyüsü Arjantin’e yaradı

Dünya Kupası’nda D Grubu’nun son maçları öncesi takımların kaderini çizecek maç olan Nijerya-İzlanda mücadelesi için Volgograd Arena’nın önünde toplanan Nijeryalılar’ın büyüsü skoruna kadar tuttu. Sonuca Nijeryalılar’dan çok Arjantin taraftarları sevindi.

Arjantin maçının şoku hâlâ üzerimdeydi. Erken kalkıp maç öncesi işlerimi tamamlayıp stadyuma gitmeden önce Stalingrad Savaşı’yla ilgili müzeye gitmek istiyordum fakat Volgograd’a Dünya Kupası için yapılan metro çalışmıyordu. Metro olmadığı için müze planını iptal edip taraftar alanının yanındaki restoranlardan birine geçip Brezilya – Kosta Rika maçını izleyip maç öncesi havayı koklamaya başladım.

Üstü açık askeri bir araçta İzlandalılar tur atıp tezahüratlarını söylüyorlardı. Bir başka yerde grup halinde yürürken karşılıklı tezahüratlar yükseliyordu ada ekibi taraftarından. Daha sonra o askeri araç önümüzde durdu ve İzlandalılar aşağı indi. Anlaşılan o ki girişimci bir Rus kupa sırasında nasıl para kazanacağını bulmuştu.

Nijerya taraftarları ile yan yana oturup maçı beklerken kazanıp kazanamayacaklarını sordum ikiliye. Biri kaybederlerse biletini 400 dolara satacağını söyledi. “300 yap alırım” diyerek ağzını bir yokladım ama aşağı inmedi. Kosta Rika’nın savunma yaparak Brezilya maçından puan koparmaya çalışacağı belliydi. Bir önceki Dünya Kupası’nda da pek başka bir şey yapmamışlardı. Üstelik ellerinde dünyanın en iyi kalecilerinden biri Keylor Navas vardı. Müthiş bir direniş gösteriyordu Kosta Rika. Nijerya – İzlanda maçının saati yaklaştıkça sokaklardaki kalabalık yerini değiştirmeye başlamıştı. Ben ise koltuğumdan ayrılamıyordum. Koltuk sevdalısı olduğumdan değil, Brezilya aradığı golü bulduğunda orada olabilmek için. Fakat olmam gereken yerin cazibesi beni stadyuma doğru çekti.

İZLANDALILAR COŞKULUYDU

Mamayev Kurgan ile Volga Nehri’nin arasına konumlandırılmış stadyuma şehir merkezinden kalkan otobüslerde İzlandalılarla gittim. Coşkulu taraftar grubu EURO 2016’nın en popüleri “Will Grigg is on fire” tezahüratını “Iceland is on fire, Nigeria is terrified”* yapmış söylüyordu. Nehir kenarından yürürken de İzlandalılarla birlikteydim. Arjantin maçının özgüveniyle bu maçı da kazanacaklarından eminlerdi. Aynı özgüven Nijeryalılar’da da vardı tabii ki. Ancak ne olur ne olmaz her zamanki gibi maç duasını etmeden stadyuma girmek istememişlerdi. Stadyum önünde toplanan grup maç duasında totemlerin en büyüğünü yaptı ve skor verdi: “Nijerya 2! İzlanda 0!” Kayda alındı ve stadyumun içine doğru hızlanmaya başlandım.

DÜNYA KUPASI’NDA BİR TÜRK DAHA

Güvenlik ve stadyum arasındaki boş alanda müzisyenlerin çaldığı şarkıya pandomim sanatçıları danslarıyla eşlik ediyordu. Sağa sola bakınırken İzlanda tişörtlü ve Galatasaray atkılı Selim’i gördüm. İzlanda sevdalısı bir arkadaşıyla İzlanda maçlarına biletlerini almışlar. Kendisiyle stadyum merdivenlerini çıkana kadar hoş bir sohbet gerçekleştirdik. Söylediği şeylerden en ilgi çekici şeylerden biri Rusların onları İzlandalı sanıp arabalarına alarak stada getirmiş olmasıydı. Ancak genel olarak da ne kadar misafirperver ve yardımcı olmaya hazır olduklarını anlattı yaşadığı tecrübelerden yola çıkarak. Ruslar, kendileri hakkında yaratılan algıyı kırmak için Dünya Kupası fırsatını gayet iyi kullanıyordu anlaşılan.

BÜYÜLÜ BİR MAÇTI!

Mücadeleye sahaya birkaç metre öteden şahitlik edeceğimi anladığımda heyecanım bir hayli büyüdü. Yerime geçtim, maçı beklemeye başladım. İlk yarı ağırlıklı olarak İzlanda’nın ataklarıyla geçiyordu. Devrenin ortalarına doğru, hepsi bir arada olamasalar da stadyumun dört bir yanına dağılmış olan İzlandalılar senkronize bir şekilde “HUH!” diyerek balina tezahüratı yapmaya başladı. Karşılaşma her anıyla güzel geçiyordu. Ancak gol henüz gelmemişti. Oturduğum yerin önünde Arjantin bayrağı açan iki kişi vardı. Onlar da başka bir totem için buradaydı anlaşılan. Bayrağın üzerine “Biz bu oyunu bozarız!” yazmamışlardı elbette ama yazdıkları da başka bir anlamlıydı: “Nijerya lütfen Messi için kazan!” Tüm dünyanın ilgi odağı olan bu ikili hemen yanımdaydı ve sohbete başladığımda Arjantinli olmadıkları ortaya çıktı! Gönülleri Arjantin milli takımıyla olan bir evli çift İsrailli Araplardanmış. İsrail’in Peqi’in köyünden gelen Nadine ve Faris ile maç sırasındaki sohbetimizde “Nijerya kazansın istiyorsunuz ama kazanmaları Arjantin’in işini matematik olarak daha çok zora sokacak. Berabere kalsalar olmaz mı?” soruma “Nijerya yensin sonra biz onları da yeneriz” diye yanıt verdi Nadine.

Yerime geçtim, Nijerya 1-0 öndeydi. İkinci golünü arayan Nijerya’da Musa yine sahneye çıktı ve nefis bir golle stadyumdaki, İzlandalılar’a göre az sayıdaki Nijeryalıları coşkuya boğdu. Büyü işe yaramışa benziyordu. Nijerya İzlanda karşısında harika bir kontra atak futbolu oynayarak skor avantajını elde etmişti. Maçın son dakikalarına doğru İzlanda, Video Asistan Hakem uygulamasından gelen uyarıyla penaltı kazandı. Sigurdsson topun başındaki isimdi. Golü atarsa belki bir ihtimal beraberlik de gelir miydi? Stadyum sessizleşti kaptan topun başındayken etrafımdaki İzlandalılar dudaklarını sıkmış golü bekliyordu ki, kupada bir penaltı daha kaçtı. İzlanda moralman düşmüş, Nijerya üçüncü golünü ararken son düdük çalındı. Bu, Nijerya’nın kazandığı anlamına geldiği kadar büyülerinin tuttuğu anlamına da geliyordu. Belki de Sigurdsson’un penaltısını kaçırmasının nedeni buydu!

İKİ TARAFIN DA ÖZGÜVENİ YERİNDE

Maç sonu İzlandalılar hayli üzgün olsa da, konuştuklarımdan biri “Bir saate geçer” demişti. Nijeryalıların coşkusu görmeye değerdi. Arjantin’i de yeneriz diyerek stadyum etrafında yürüyorlardı. Nasıl yenebileceklerini, Arjantin’in en zayıf noktasının neresi olduğunu sorduğumda, “Messi onların en zayıf noktası. O yoksa yoklar.” demişti. En güçlü oyuncuya, en zayıf nokta olarak bakmak başka bir yaklaşımdı. Taraftar alanına gitmek için otobüse doğru yürürken 1.97 boyundaki İzlandalı’yı bulmuştum. Tek özelliği bu olsa iyi, İzlanda’nın Türkiye’deki bürokratlarından birinin oğlunu bulmuştum. Tryggvi örn Gunnarsson, Hırvatistan maçlarından umutluydu: “Eleme grubunda yendiğimiz takımı burada neden yenemeyelim? Arjantin de Nijerya’yı yenerse biz çıkarız bu gruptan.”

Maç sonu stadyumun etrafındaki lunaparkta eğlence, iki ülke taraftarlarının formalarını değiştirip Rus şarkıları eşliğinde dans etmeleriyle devam etti. Son maç için taraftar alanına geçtiğimde skoru 1-0’dan 1-1’e getirmişti İsviçre. Maçın bitimine az süre kala Shaqiri skoru 2-1 yapmış, Sırbistan’ı grupta arkasına almış, son maçlar öncesi avantajı eline almıştı. Ancak benim gözüm ise, Dünya Kupası maçı gösterilen dev ekranın önündeki yolda kendi maçlarını yapan çocuklardaydı. Dünya Kupası böyle zamanlarla çok daha güzel!

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/23/nijeryanin-buyusu-arjantine-yaradi

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

Rusya’daki Türkiyeli seçmen ‘değişim’ istiyor

Dünya Kupası ile gündemde olan Rusya’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı seçmen geçen hafta sonu oylarını kullandı. Konuşmaktan çekinmeyen ve kime oy verdiğini de söyleyen Rusya’daki seçmenin görüşlerinin ortak noktası ise ‘değişim’ istemeleri.

MOSKOVA – Mehmet Düz, Rusya’da yaşayan tekstil işiyle uğraşan bir Gazete Duvar okuru. Dünya Kupası’nı izlemek için Moskova’ya geldiğimden bu yana bana bir çok konuda yardımcı oldu. Rusya’da da sandıkların 16-17 Haziran’da açık olacağını söylediğinde oy vermeye birlikte gitmeye karar verdik. Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği binasında onlar oylarını kullandı ben de Rusya’daki seçmenin nabzını tutmaya çalıştım…

Seçim günü oyunu verdikten sonra Mehmet’le Türkiye’deki iktidarın Rusya’daki hayatını nasıl etkilediği, kime neden oy verdiği hakkında konuştuk.

Oyunu kime ve hangi partiye verdin? Neden?

Parlamento için HDP’ye Cumhurbaşkanlığı için de Muharrem İnce’ye oy verdim. Muharrem İnce’ye destek verdim çünkü şu anda bizim için değişiklik yaratabilecek yegane insan o ve en yakın aday da o. Meral Akşener ve diğerleri daha önce gelmiş ve denenmiş kişiler, bakanlık yaptığı dönemleri de biliyoruz. Muharrem İnce en azından bu gidişe dur diyebilecek bir adam. İktidara gelince ne yapar ne eder bilemiyorum. Çok da büyük bir beklentim yok. Ülkeyi normale döndürsün, tekrar demokratik bir hale getirsin o bile bizim için şu anda lüks yani… İnsanlar eskisi gibi kime oy verdiğini söylesin. Seçecekleri adamlar cezaevine girmesin. Siyaset yapabilsin. En azından eski günlerdeki gibi olsun. Yoksa kalkıp bize köprüler, bağlar, bahçeler yapsın gibi bir beklentim yok.

Sen 23 yıldır buradasın, Türkiye’de 16 yıldır AK Parti iktidarda. Daha önce de koalisyonlar vardı. İlk geldiğinden bu yana Rusya’daki hayatında neler değişti? Türkiye’nin Rusya’yla ilişkileri senin hayatını nasıl etkiledi?

İlk geldiğimde yıl 1995’ti. Tansu Çiller iktidardaydı. Rusya ile yakın bir ilişkimiz yoktu. Ticari olarak bakınca Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı Rusya’yla en iyi ilişkileri kuran iktidar. 20 senedir gördüğüm, şahit olduğum bu. Bu konuda başarılı oldu. Buradaki bürokrasiyi hızlandırmak için Rusya’yla vizeyi kaldırması çok önemli bir olaydı. Ama çok sürmedi. Uçak krizi başladıktan sonra her şey değişti. Bütün burada 12-13 yılda yaptığı her şeyi yerle bir etti. O olayın izleri hâlâ temizlenmedi. Ruslar bunu hiç unutmadı, unutmayacak da. Ruslar bu olaydan sonra Türklere şöyle bakıyor: “Türkler bizi sırtımızdan hançerlediler yarın bir daha hançerleyebilirler.” Zaten bu Putin’in sözüydü. Şu anda Türkiye hükümetinin barışmak için geri manevra yaptığını ve bazı tavizler verdiklerini biliyorlar. Eskiden bir güven ilişkisi vardı iki ülke arasında şimdi ise çıkar ilişkisi var. Ama bu da pamuk ipliğine bağlı. İpler de Rusya’nın elinde. Barışma niyeti de oydu Rusya’nın, bir takım tavizler kopartmaktı. Herhangi bir olumsuzlukta Ruslar her şeyi kesebilir.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sence ikinci tura kalacak mı?

Bence ikinci tura kalacak ve muhtemelen Muharrem İnce kazanır.

Peki neden milletvekili seçimlerinde HDP’ye oy verdin?

HDP’nin muhakkak mecliste olması lazım. Seçimin kilit partisi. Bir takım usulsüzlükler olacağını hissediyoruz. O yüzden HDP’ye maksimum destek verip onları bir şekilde meclise sokmamız lazım. CHP’nin milletvekilliği seçimlerinde barajı geçeceği kesin, 23 ya da 25 ile almasının öneminden ziyade HDP’nin alacağı fazladan yüzde 1 daha oy daha önemli. Ahmet Şık gibi tanıdığımız bildiğimiz demokrat insanlar bu partiden aday üstelik.

Fenerbahçe’deki değişim, meclise de yansısın!

Oyların verildiği gün Büyükelçilik binasının dışında oy verenlerle konuşmaya çalıştığımda genel olarak çekingen bir hava seziliyordu. Konuşmak istemeyenlerin sayısı az değildi. Farklı seçmen profilleri bulmakta zorlandığımı söylemeliyim. Fakat daha sonra Mehmet’ten eski seçimlerdeki durumu da öğrendim. Rusya’da genel olarak zaten hep CHP önde çıkıyormuş, onu HDP ve AK Parti takip ediyormuş. Mehmet’in eşi Viktoria ve arkadaşı Hakan’ın eşi Anya da oy kullandı bu arada. Türkiye vatandaşlıkları olan iki Rus hanımefendiden biri Muharrem İnce’ye diğeri de Selahattin Demirtaş’a oy vermiş. 3 farklı jenerasyondan seçmenin seçime dair görüşlerini ve sonuca dair tahminleri ise şöyle:

Derya Yalçın (19): İlk defa oy veriyor, bu yüzden çok heyecanlıydı. Referandumda oy verememiş. Rusya’da olmasına karşın sandık kaydı İstanbul’da çıkmış. Oyunu biraz da babasının yönlendirmesiye Muharrem İnce’ye vermiş. Erdoğan’ın değişmesini istiyor, ‘kötü yönettiğini’ düşünüyor. “Sadece Erdoğan olmasın, yeter” düşüncesinde. Fakat yine de Erdoğan’ın kazanma şansının daha fazla olduğunu söylüyor.

Erdal Yalçın (50): 25 senedir Rusya’da yaşıyor, inşaat sektöründe çalışıyor. Ailece CHP’liler, bugüne kadar da değişiklik olmamış oylarında. “Türkiye için bir değişiklik olmasını istiyoruz” diyerek bunun nedenini de şöyle anlatıyor: “Çok uzun süreli iktidarlar bence bir süre sonra değişmeli Fenerbahçe’de olduğu gibi. Değişim rüzgarının meclise de yansımasını istiyorum.” En çok 2016’daki uçak krizinde sıkıntılar yaşamış ama sonrasında ortak dil bulununca rahatlamış. Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. tura kalabileceğini ancak sonrasında neler olacağını bilemediğini söylüyor. “Parlamento’da Millet İttifak’ı çoğunluğu alır ama Erdoğan herhalde tekrar Cumhurbaşkanı seçilir” diye düşünüyor.

Hakan Lülebaş (42): Her zaman olduğu gibi oyunu CHP’ye vermiş. Cumhurbaşkanlığı için de İnce’ye tabii. Turizm sektöründe çalışıyor. İki ülke arasında şu anda dostluğun iyi olduğunu düşünüyor. Herhangi bir sıkıntı yaşanmadığı görüşünde. Uçak krizinden sonraki sıkıntıların aşıldığını belirtiyor. Örneğin o da turizm sektöründe rekor bekliyor bu yıl. Şimdiden her yerin rezerve edildiğini belirtiyor. Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının ise 2. tura kalacağını düşünüyor ve Muharrem İnce’nin kazanmasını ümit ediyor.

Kadir Cöbek (35): “Oyumu inceden inceden kullandım. Böyle yazabilirsin” diye başladı sözlerine. 12 senedir Rusya’da özel bir şirkette yöneticilik yapıyor. Parlamento seçimleri için de oyunu Millet İttifakı’na vermiş. İki ülke arasındaki gelişmeler elbette etkiliyor hayatını ve çocukları da dahil olmak üzere, yaşanan krizler nedeniyle sorunlar yaşandığını söylüyor: “Türkiye’de ideallerime uygun bir parti yok ama eldekilerden bana uygun olanına oy verdim diyebilirim.”

Serkan Ünal (35): O da Muharrem İnce’ye oy vermiş. ‘Mütevazı olmasına’ güveniyor, dürüst olduğuna inanıyor. Parlamentoda da Millet İttifakı’na oyunu vermiş. Daha önce de CHP seçmeniymiş. İki ülke arasındaki krizlerden dolayı hem maddi hem manevi olarak çok sorun yaşadıklarını söylüyor. Yeni dönemde bu tip şeylerin olmamasını ümit ediyor. Bu tür krizlerin Rusya’daki seçmenin de oy verme eğilimini değiştirdiğini söylüyor. Tanıdığı insanların yüzde 80’inin daha önce mevcut iktidara oy vermesine karşın artık kararlarını değiştirdiklerini belirtiyor.

https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/06/22/yesil-sol-parti-standina-saldiri

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

Her gole bir shot: Arjantin’e ve Messi’ye

Dünya Kupası tarihinin en önemli günlerinden birini yaşadık Rusya’da. Her kupa kendi tarihini yazar. Her futbolcu da kendi tarihini… Messi’nin müthiş kulüp kariyerine karşın milli takım kariyeri ve Arjantin futbol tarihi dün yerle bir oldu. Gece tüm kadehler tangoculara kalktı.

Tuna’nın beri yanı Rostov’dan, Volgograd’a olan yolculuğum tamamlandığında dünyanın en mutlu insanıydım. Beni karşılayacak arkadaşım gelip beni aldığında ve eve gidip aklanıp paklandığımda daha da mutlu olmuştum. Volga Nehri’nin kıyısındaki bir milyonluk şehir Volgograd’ı gezmeye, keşfetmeye ve maçları takip etmeye hazırdım.

POLİS BİZİ HOLİGAN SANDI

Gelmeden önce Volgograd hakkında birkaç bir şey okuma imkanım olmuştu. Burası 2’nci Dünya Savaşı’nda Sovyet Rusya’nın en çok kayıp verdiği yerlerden olduğu gibi büyük bir direnç gösterip ayağa kalkarak Stalin’in önderliğinde en büyük zaferi de kazanmıştı, tam 200 gün sonra. Savaşta sekiz kez el değiştiren tepeye, Mamayev Kurgan’a gitmek için yola çıktık gelir gelmez. Fakat evvelinde kısa bir problem yaşadık. Niko’yla Dünya Kupası için yapılmış trene atlayacakken polis ikimizi de çevirdi ve kimlik kontrolü yaptı. Turist olduğum için benimle bir sıkıntıları olmadığını söylediler. Çünkü Rus bir holiganı arıyorlardı! O kesinlikle ben değildim. Niko da değildi ancak benzetmişlerdi Niko’yu aradıkları holigana bir kere. İçeri alındık! Metro istasyonundaki polis odasıydı girdiğimiz yer. Öğrenmeye çalışıyordum hangi gerekçeyle bir holigan aradıklarını ve Rusya Televizyonu’nun internet sitesinde bulduğum haberi gösterdim. Konunun bunla alakalı olup olmadığını sorduğumda, haberi ilk defa gördüklerini söylediler. Haber BBC’de olsa anlardım da haber Putin’in kurdurduğu uluslararası televizyon kanalındaydı. Bilmezden geldiklerinden emindim ama üstlerine de varmadım. Yaklaşık 10 dakika yanlarında oturduktan sonra gitmemize izin verdiler.

Metrosu olmayan şehirlerden biri Volgograd. Çünkü nehrin hemen yanında ve şehrin altında su var. Ancak Mamayev Kurgan’a gitmek için kullandığımız, belki İstanbul’daki, Karaköy’den İstiklal Caddesi’ne çıkan nostaljik tramvayla eşleştirilebilecek bir estetiğe sahip Dünya Kupası için yapılmış hafif metro dışında raylı sistemi yok Volgograd’ın. Tepeyi görmeyi düşünürken ilk olarak İngiltere – Tunus maçına ev sahipliği yapan ve Nijerya – İzlanda maçına ev sahipliği yapacak Volgograd Arena’yı gördüm sağda. İnmemiz gereken yere gelmişiz, soluma baktığımda anladım. Büyük bir tarihi ve acıları barındıran tepe ile stadyum yan yanaydı.

Monolit olarak yapılmış ‘Motherland Calls’ (Anavatan Çağırıyor) heykeli kılıçla 85 metre, kılıçsız 58 metreydi. Erişmek için kullanılan ilk merdivenler ise savaşın sürdüğü gün sayısıyla eşit: 200. Devasa büyüklükteki heykelin olduğu tepeye çıkana kadar ise etraftaki anıtlar ve heykellerle Volga şehrinin nasıl acılar yaşayıp bugünlere geldiğini iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz. Burası için açık hava müzesi tanımı doğru tabir olabilir. Kazanılan zafer sonrası Kahraman Şehir olarak da anılıyor resmi tarihte tabii ki. Eğer yakın tarihe meraklıysanız muhakkak görmeniz gereken bir yer burası.

‘BURADA IRKÇILIK YOK’

Mamayev Kurgan’ı gezmeyi sonlandırırken iki Nijeryalı Charles (51) ve Chinedu (48) ile karşılaştım. Yanlarına yaklaşmadan önce devasa heykele yansıtılan ışıkları koruyan kadın güvenliklerden biri fotoğraf çektiriyordu. Kısa bir röportaj vermek isteyip istemediklerini sorduğumda çekinmediler. Rusya’da stadyumlardaki ırkçılık konusu büyük bir tartışmaydı. Bu konu hakkında görüşlerine başvurduğum ikili, “Gelmeden önce Rusya hakkında biz de hiç güzel şey duymadık fakat geldikten sonra, okuduklarımız ve bize söylenenler gibi kötü bir durum görmedik. Baksana kadın yanımıza gelip fotoğraf çektiriyor ve bu da ilk değil. Onun dışında da herkes bize çok sevecen ve sıcakkanlı davranıyor. Ülke ise çok güzel. Bir problem yaşamadık.” dedi. Bu soruyu atlattıktan sonra elbette ki biraz futbol konuştuğumuzda, “1994-1996 yıllarındaki Okocha’lı, Amokachi’li, Uche’li, West’li takımı özlüyor musunuz?” diyerek can damarlarına bastım. Efsane kadro gibisi gelmedi gerçekten de. Chinedu bu kadrodan Etebo’yu beğendiğini söyledi. Gerekçesi de sahada topla büyük bir özgüvenle oynamasıymış. Charles ise “Obi Mikel’i defansif oynatmak gerek” diyor. Alex Iwobi ve Victor Moses’dan İzlanda karşısında beklentileri büyük.

‘DÜNYA KUPASI OLMASA ŞEHİR HIZLICA GELİŞMEZDİ’

Günün ilk maçını izlemek için FIFA’nın taraftar alanına yakın bir Gürcü restoranına oturduk. Biraz da karın doyurmak lazımdı. İzlandalılarla birlikte izledik Danimarka – Avustralya maçını. Yussuf Poulsen’in ikinci maçta da penaltı yaptırmış olması gerçekten akıl almaz bir durum. İlk maçta bir gol atarak kendini affettirmişti ancak gördüğü sarı kartla son maçta oynayamayacağından yerini Braitwhite’a bıraktı.

Mücadeleyi izlerken Niko ile sohbete daldık. O bana “Türkiye’deki kadınlar neden çok sigara içiyor?” diye merak eden annesinin sorusunu iletti. Bu sorunun cevabı bende yoktu. Varsayımlarla da bir yere varamazdık. Benim merakım ise onun için Dünya Kupası’nın nasıl geçtiğiydi: “Dünya Kupası sayesinde şehir yenilendi. Kupa olmasaydı bu kadar çabuk ve erken yenilenmeyebilirdi. Ancak bence iyi hazırlanamadı Volgograd. Turnuva için yapılmış ancak dışı bitse de içi tamamlanmamış, hotel olacak bir binamız var ve şimdi o bina öyle duruyor. Yanında da birkaç inşaat hâlâ devam ediyor.  Turnuvaya ev sahibi şehir olmak mutluluk verici. Daha önce bu kadar insan buraya gelmemişti.”

KUPADAN ELENEN İLK ARJANTİNLİ

Sohbet ederken maç 1-1 tamamlanmıştı. Danimarka dört puana ulaşarak şansını sürdüren taraf oldu. Fransa – Peru maçının sonucu tura ne zaman çıkacaklarını belirleyecekti. Günün ikinci maçı için taraftar alanına gittik. Galiba Rusya’daki en güzel taraftar alanlarından biriydi; en azından Moskova’dakinden iyi olduğunu söylemem gerek. Ekran nehre sırtını vermiş ve hemen nehrin kenarına konumlandırılmıştı. Ekranın baktığı yer ise nehir kenarına inen merdivenlerdi. Doğal bir tribündü burası. Taraftar alanı kurmak için çok güzel bir yer seçilmişti. Kimsenin kimseye engel olmadan maç izlediği alanda az sayıda Fransa taraftarı vardı, Perulular ise çoğunluktaydı. Maçı en öne geçerek izlediler. Tribün yapıyorlardı adeta. Turnuvada sahadaki futboluyla iz bırakan takım olduklarını kimse inkar edemez sanırım. Fakat sonuca ulaşmakta zorlanıyorlardı. Defanstan çıkarken kaptırdıkları topta Pogba’nın pasında Giroud’nun şutu defansa çarpıp havalanınca kalecinin üstünden geçen topa Mbappe’nin dokunması yetti. Maç ise böyle bitti. Maç sonu konuştuğum Perulular evine erken giderken günün ilk Arjantinlisi, Peru’nun teknik direktörü Ricardo Gareca, kupadan elenmişti.

KADEHLER ARJANTİN VE MESSI’YE

Son maçta bana evlerini açan ve birlikte tipik bir Rus ailesi yemeği teklif eden arkadaşlarımı kıramazdım. Eve girer girmez maçı açtım. İlk yarıyı izlerken masa kurulmuş ve yemekler yeniyordu. Haşlanmış patates, lahana turşusu, pancar ve yeşil bezelyeli salata, domates, salatalık, ve tuzlanmış çiğ selyodka vardı. Balığı çiğ yemek benim için bir değişik bir tecrübeydi. Aynı sırada maçı izlerken Caballero’nın hatasını Ante Rebic affetmeyince evde maçı takip eden ve bunun ne anlama geldiğini anlayan tek kişi olarak tek şok yaşayan bendim. Ev sahibim için ise bunun anlamı, gol başına votka demekti. Maçta en fazla bir gol daha olur diye düşündüğümden sorun etmedim bu teklifi. Ancak önce Modric, sonra Rakitic Arjantin ağlarını havalandırdığında yaşadığım yıkım ve şoku tarif edebilecek söz bulmakta zorluk çekiyordum. Ev sahibim ve ailesi ise seviniyordu gollere. Dünya futbolu tarihi bir gün yaşıyordu ama umurlarında olan tek şey gol başına shot oyunuydu. Büyük acıların yaşandığı bu şehirde, Arjantin futbol tarihinin en büyük acısına şahitlik ederken gece kadehler Arjantin için havaya kalktı.

BECKETT VE MESSI

Son maç için eve geçmeden bir Arjantinli’yle sohbet etme imkanım oldu. Arjantinliler takımın şansı hakkında ne düşünüyordu meraktaydım. Marcelo ile uzunca konuştum: “İşimiz çok zor. Messi’nin etrafında ona yardım edecek oyuncumuz çok fazla yok. Ona çok bağımlıyız.” demişti. Mücadeleden sonra Messi’nin 2016’daki Copa America sonrası milli takımı bırakırken yaptığı açıklamayı hatırladım: “Milli Takım kariyerimin sonu olduğunu düşünüyorum, bana göre değil burası. Takımla şampiyonluk kazanmak için çok çalıştım ama olmadı. Sanırım herkes için ve benim için de en iyisi bu. Her seferinde çok denedim ama olmadı.” Acaba o gün milli takımı bıraktığında hiç dönmese miydi Messi? Yetenekli oyuncunun şu günkü haliyle milli takım kariyerini en iyi Samuell Beckett’in meşhur sözü özetliyor: “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.”

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/22/her-gole-bir-shot-arjantine-ve-messiye

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

Dünya Kupası, sadece Dünya Kupası değildir

Uruguay – Suudi Arabistan maçının oynanacağı Rostov’da hava sıcaktı; kentin yerlilerinin taraftarlara olan yaklaşımı daha sıcaktı…

Rostov’a giden trende kısa aralıklarla uyuyabilmiştim. Havalandırmanın yetersizliğindendi. Ancak güneşi uçsuz bucaksız arazilerin yeşilliğinde Hazar Denizi’nin üzerinden doğuyorken izlemenin yarattığı huzur ile herkesin uyuduğu saatlerde tren sesinin aksak ritmine eşlik etmek, bazı yetersizlikleri geriye bırakma nedeniydi.

Odalardaki insanlar yavaş yavaş uyanıyordu. Ufak bir Suarez vardı trende. Aynı vagonda yolculuk yapan Meksikalı ve Uruguaylıların sabahı çoktan açmıştı. Gece kısa süreliğine de olsa söyledikleri şarkı ile koridoru inleten Meksikalar’a çok keyif verdiklerini söyledim. Fotoğraf çekme teklifime hayır demediler ama benle de çektirmek istiyorlardı illa. Geceye ve kupaya keyif katan bu güzel insanları nasıl kırabilirsiniz ki…

Dünya Kupası treninden indiğimde Rostov adeta yanıyordu. 33 derecelik bir hava karşılaşmıştı trenden inenleri. Şortla gezenleri geçtim, erkeklerin çoğu üstüne çıkarmıştı. Şöyle kısa bir tur attım tren garı etrafında. Bir tavuk döner sardırdım. Fiyat verim endeksi yüksek dürümü yapan yer Azerbaycanlıydı. İşler “Yahşi” gidiyormuş. Döviz Bürosu bulmam lazımdı, nasıl gideceğimi sordum ancak o arkadaşını çağırmayı uygun gördü. Arjantin’de süper işlediğine şahit olduğum döviz karaborsası burada da varmış. Ancak anlaşamadık. Başka bir yöntem bulacağımdan emindim. Şehre inen taraftar otobüslerini buldum ve yarı yolda indim. Kısıtlı saatimde hem şehri tanımak hem de taraftarın nabzını tutmak lazımdı.

DÜNYA KUPASI YALNIZCA KAPİTAL DEĞİL SOSYAL BİR OLAYDIR

Küçük bir yazlık kasaba izlenimi veren Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri yatağında bulunan Rostov’da, sadece günün maçı için gelen turistler yoktu. Uruguaylı ve Suudi Arabistanlı olduğu kadar Meksikalılar da oradaydı, zaten her yerdelerdi. Rostov’da bulunmak için gerekçeleri de vardı. Muhtemelen gruptan çıkacaklarını kesinleştirecekleri Güney Kore maçı için şehre akın etmişlerdi. Nehir kenarı saatin çok erken olmasına karşın kalabalıktı. Moskova’da görmek mümkün olmayan seyyar satıcılar buralarda yerlerini almışlardı.

Özellikle şehrin yerlileri turistlerle, ki eğer yüzünüz boyalı ya da eğer Rusya’da çok sık görülmeyen bir aksesuara sahipseniz, hele ki o bir Sombrero (Meksikalıların meşhur hasır şapkası) ise fotoğraf çektirmek için can atıyordu. Tanıştığım Luis ve arkadaşı Carlos ile 60 yaşında hanımefendiler de 6 yaşındaki minik kız çocukları da hevesle fotoğraf çektirmişti mesela.

Saatler ilerledikçe, Suudlar ile Uruguaylılar daha görünür oluyordu. Güneş de daha fazla yakıyordu. Sıcağın alnında pişmemek ve maçlara hazırlanmak için sahil turumu hızlıca tamamladım ve bir yere oturdum. Her fırsatta karşı karşıya gelen Uruguay ve Suudi Arabistan taraftarları ise bir arada poz veriyordu. Hani bazen, sahada birbirinden alakasız iki takımın yaptığı maça anlam biçilemiyor ya, işte o maçlar esas anlamını yeşil sahada değil sahanın dışında buluyor. En az iki farklı ülkenin insanı kısa süreliğine de olsa birbirini tanıma, anlama imkânı buluyor. En azından bir fotoğraf karesinde yer alarak bir an paylaşıyorlar bir daha hiç paylaşamayacakları. Günün birinde birinin ülkesinde kötü bir şey olduğunda birbirlerini ve geçirdikleri zamanı hatırlayıp birbirlerine yardıma koşacaklar belki de yaratılan bu iletişim sayesinde. Kendimi çok optimist gördüm ve Dünya Kupası övgüsü yaparken sobeledim ancak bu büyük organizasyonun böyle de bir sosyal olduğunu es geçmemek gerekli.

KABUL EDELİM, CRİSTİANO RONALDO MESSİ’DEN İYİ

Günün ilk mücadelesini izlemeye koyuldum. Cristiano Ronaldo, yine maçın başında sahneye çıkarak turnuvadaki 4. golünü attı. Arjantinliler Messi’den ümidini çoktan kesmişti kimin daha iyi olduğu konusunda. Sanırım bugünden sonra ya da en azından dünya bugün son bulacaksa Cristiano Ronaldo’nun dünyanın en iyisi olduğu gerçeğiyle batacak o dünya. Maçı da onun attığı tek golle kapatan Portekiz, 4 puana çıkarak İspanya’yı akşamki maçı öncesi biraz endişeye sürüklemişti.

URUGUAYLILAR DEĞİŞİMDEN UMUTLU

İlk yarıyı bitirdikten sonra, oturduğum yerden de görülebilen ancak gitmesi bir hayli uzun olan ve bulunduğum yerden de toplu taşımayla erişilemeyen -çünkü nehrin öte yakasında- Rostov Arena’ya doğru yürümeye başladım. Sıcağın alnında doğru karar mıydı emin değilim ama alabileceğim de başka bir karar yoktu. Zira tek yol buydu. Yolda yürürken Diego ve Daniel ile tanıştım. Üzerime giydiğim ve Uruguay’da yapılan ilk Dünya Kupası afişinin yer aldığı tişörtüm böyle bir işe yarıyordu. Takımdaki genç oyuncuların durumunu, hangisinin daha iyi olduğunu düşündüğünü sordum, “Bir süreç içindeyiz, gelişeceğiz” dedi. Bir çoğu 2013 yılında 20 yaş altı takımlarıyla Türkiye’de izleme imkanı bulduğumuz oyunculardı. Gelişime de açıklardı.

KONUM GÜZEL, ALAN İÇİN MESAFELER ÇOK

Rostov Stadyumu’nun konumu çok güzel belirlenmişti. Hemen yanında nehir, nehrin yanında da bir park vardı. İnsanlar buralarda hem normal bir günde hem de maç günlerinde çok keyifli vakit geçirebilecek bir alana sahipti. Parkın arasından fazla bekleme yapamadan direkt geçerek trenden inip maça, maçtan çıkıp Volgograd’a gideceğim için önce sırt çantamı bırakacağım çanta odasını aradım ve buldum. Uygulama güzel ancak, konumlandırma sıkıntılıydı. Çantayı bırakmak için ben en az 30 dakika harcadım. Giriş yapacağım kapının önünden geçip aynı yeri tekrar alarak bunu yapmak daha da zorlayıcıydı. Çünkü maç sonu aynı yolu tekrar yürüyecektim. Stadyumun başka yerlerindekiler için bu çok daha zor olacaktı belli ki. Bunun yerine her tribünün arkasında daha küçük konteynerlar konsa, çantanı emin ellere bırakabilmenin rahatlığına daha büyük bir rahatlık katılmış olunurdu.

TABAREZ’İN DÜŞÜNCESİ BAŞKA

Heyecan dorukta stadyuma girmiştim. Rusya’nın 5-0’ından sonra, Uruguay’ın de benzer bir tarife ile cevap verebilme ihtimalini sevmiştim fakat bunun yerine 100. milli maçına çıkan Suarez’in 52. golüne şahitlik etmekle yetindim. Hepimiz tabii ki, sahadaki oyuncuların sezon boyu 35-40 maça çıktığını da unutarak müthiş hızlı paslarla oynayan, rakiplerinin sürekli belini kıran, sürekli şut atan bir Uruguay görmek istiyoruz; ama gerçek öyle değil ve Tabarez’in planları farklı. Rusya ile oynayacakları maç çok daha önemli. Sakatlık ya da yorgunluk istemiyorlar. “Ölümüz yeter” havasında oynuyorlar ki yetiyor ve yetti. Sonraki turda da Portekiz ve İspanya var. Neden tüm enerjilerini Suudi Arabistan’a harcasınlar ki! Sen, ben gol göreyim diye oynamıyor onlar, meraklanmayın Dünya Kupası da gol izletmek için yok zaten. Organizasyonu yapanların derdi başka.

DÜNYA KUPASI’NDA 9 YAŞINDA BİR TÜRK

Maçı izlerken sıcaktan ve sıkıntıdan bayılmayı teğet geçtim. Bu adamları ilk izlediğimde de Jamaika’yı da 1-0 yenebilmişlerdi zaten. İtalya’dan daha İtalya olan Uruguay’ın galibiyetine dair tek sevincim Muslera’yı bu sefer Dünya Kupası’nda izleyebilmiş olmaktı. Maç sonunda çantamı aldım, yürüyerek trene hızlıca yürümeye başladım. Galatasaray formalı bir ufaklık babasıyla maça gelmişti. Suarez, Cavani ve Muslera aşkıyla yola düşmüşler. FIFA’nın ilk bilet satış sürecinde 3 bilete başvurmuşlar: İspanya – Portekiz, Brezilya – İsviçre ve Uruguay – Suudi Arabistan. Oğlu Oğuz Tuna 9 yaşında Dünya Kupası izlemenin coşkusuyla kulakları ağzında ne sorsam cevap veriyordu. Kadir Bey’in , “Vizyon kazansın istedim” diyerek oğlunu buraya getirmesi takdire şayandı. Anneler ve babalar, lütfen çocuklarınız maça götürün.

Akşamı Rostov’da geçirmeyecektim. Nijerya – İzlanda maçı için adımlarımı sıklaştırdım, ancak arada ayaklarımı Tuna Nehri’ne sokmayı da ihmal edemezdim. Nehrin öteki yakasına geri yürümek lazımdı. Otobüsleri bulamamış, aslında biraz da aramamıştım, ancak yürüyenlerin hepsi otobüse gitse muhakkak sıra beklemekten trene geç kalırdım. Sırtımda 10-15 kiloluk yük ile ne cesaret ben de anlamadım ama kendimi yollara vurup şehrin içinden yürüyerek trenime vardım ve Volgograd’a gitmeye hazırdım.

BEDAVA DEDİK DE O KADAR DEMEDİK

Taraftar kimliği ile şehirler arası bilet almak mümkündü demiştik. Fakat ancak gideceğiniz yere talep büyükse veya duraklarınızdan birinde büyük şehir varsa tren bulabiliyordunuz. Rostov’dan, Volgograd’a bedava kullanılabilen taraftar için tren yoktu. Koca bir treni istemiyorduk ama bir vagon ya da vagonlardaki odalardaki yeri kimliğini gösterene vermeliydi FIFA. Kendimi düşünmeyi bir kenara bırakıp Rostov’da yaşayan birinin Volgograd’daki maça aldığı biletle ve FAN ID’si ile Rostov ve Volgograd arasındaki yolculuğu bedava yapamadığının mantıklı bir açıklaması yoktu bence. Dünya Kupası için 50 gün vize muafiyeti açıklamışsan taraftara, ulaşım konusunda biraz daha çeşit ve imkan tanınabilmeliydi.

20:00’de biten maçının ardından 21:54’te kalkacak trenimin hareketine 8 dakika kala oradaydım. Biletimi 3. sınıftan almıştım ve beklemediğim bir manzarayla karşılaştım. Taraftar treninden kat be kat alakasız olan 3. sınıftan bilet satın almak geceyi trende çalışmayı planlamış biri olarak hiç mantıklı değilmiş. Rostov’da gün boyu 33 derecede eşortmanla gezmek de. Öğrendim ki gecenin son maçının galibi İspanya da 90 dakikadan 1-0 ile ayrılmış.

https://www.gazeteduvar.com.tr/spor/2018/06/21/dunya-kupasi-sadece-dunya-kupasi-degildir

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

Ruslar kupayı kazandı da gülmedi mi?

Uruguay – Suudi Arabistan maçına bilet alırken, Rusya’nın Mısır’ı 3-1 yenip bir sonraki tura çıkmayı neredeyse(!) garantilediği bu tarihi maçına Rostov’a giden iki Rusla tanıklık edeceğimi bilmiyordum. Maçı ise 70’lerde radyodan dinlemek için sinyal arayanlar gibi internet sinyali arayarak geçirdik. Sonu mutlu bitti, makinist sağ olsun!

Taraftar kimliği ile şehirler arası bedava ulaşım imkanının olması beni Rusya’daki Dünya Kupası’na gitmeye cesaret ettiren en büyük gerekçeydi. FIFA ile akreditasyon sorunu yaşadıktan sonra maç bileti alma kararını vermiştim. Bileti alır almaz da şehirler arası trenleri kontrol etmiştim. Fakat trenler çoktan dolmuştu bile! Tren biletimi ancak Rusya’ya geldikten sonra, ek seferler sayesinde 9 Haziran’da ayırtabilmiştim. Yolculuk 19 Haziran’da saat 12:20’de başlayarak 23 saat sürecek ve ertesi gün 11:19’da sona erecekti. Bilet aldığım Uruguay – Suudi Arabistan maçının başlama saati ise 18:00’deydi. Maça yetişecektim de, merakla beklediğim H Grubu’nun maçlarını ve Rusya – Mısır maçını kaçıracaktım. Değer miydi? Değerdi! Ve o gün sonunda geldi…

STADYUMDA BİR MAÇ TV’DE ÜÇ MAÇA BEDEL

Şehirler arası trenlerin kalktığı Kurskaya tren istasyonuna geldiğimde formalı insan sayısı artmıştı. Doğru yere geldiğimi de anlamıştım bu sayede. Büyük bekleme salonlarının, mağazaların ve restoranların bulunduğu ve oldukça merkezi bir yerde denilebilecek tren istasyonundaki en büyük kazıkçı ise döviz bürosuydu. Kolay anlaşılması için yuvarlak hesapla söylersem 55’e alıp 64’e satıyordu. Adeta vurgun olan bu tekliften sonra aklıma Vizontele’de sinema filmini tanıtmak için “Vurguncular, Vurguncular, bu hafta sinemalarda” diye gezen çığırtkan geldi. Yeterli yolluk vardı yanımda neyse ki. Hemen kenardaki marketten iki muz, iki elma, iki de sandviçle 1.5 litre su almıştım. Bundan iyisi can sağlığıydı.

Trenlerin kalktığı yeri bulduğumda çoğunlukla Meksikalı ve Uruguaylı taraftarlardan oluşan kalabalık platformlarda içeri girmek için sıradaydı. Cruyff’un sırt numarası olduğundan yine 14 numaralı vagonu seçmiştim, 16 numaralı yatak tercihimin nedeni de yarı memleketim olmasındandı. Sonuçta Sabri yıllarca memleketi Samsun diye 55 giydi. Dünya Kupası trenimin yatağını memleketim seçmişim çok mu? Yıldız vermem gerekirse üç yıldızlı bir yataklı trendi kalite açısından. Biraz daha kaliteli olabilir miydi? Evet. Ama yeterli miydi? Ona da evet. Odamı bulduğumda iki Rus ile aynı odada olacağımı anladım. Bütün Meksikalılar’ın ve Uruguaylılar’ın arasında Rusları bulmam da benim şansımdı. Çünkü akşam Rusya maçı vardı. İngilizce konuşmuyorlardı Boris ve Dan. Bir yandan iyi bir yandan kötüydü. Fakat neyse ki mobil telefonlarımızda sözlükler vardı.

H GRUBU FEDA OLSUN

Paketler içindeki tertemiz çarşafımı, yastık ve yorgan kılıfımı çıkarıp yerleştirdikten sonra yolculuğa hazırdım. Maçları nasıl izleyebileceğim diye düşünürken trende kablosuz internet olduğu ibaresi gözüme çarptı. Bu tür hizmetlerin tam randımanlı çalışmadıklarına çok kez şahitlik etmiştim. Almanya’daki otobüslerde mesela sınırsız internet var diye bilet aldığım otobüste anten bozuk olabiliyor ya da şehirler arası otobanlarda, ki bu çok normal, çekmeyebiliyordu. En olmadı mobil internet hattımı denerim düşüncesiyle biraz yazı yazmaya oturdum. Fakat gece 2’de yatıp önce Açık Radyo’daki programımı sonra da günlük Gazete Duvar yazımı hazırlamak için sabah 5’te kalkarak güne başladığımdan uyku bastırmıştı. Bir, iki saat kestirdikten sonra Kolombiya – Japonya maçı saatinde uyandım.

Maçı izlemek üzere cep telefonumdan kanalı açar açmaz Carlos Sanchez’in kırmızı kart gördüğü anı yakaladım. Bir futbolcu gerçekten bu kadar akılsız olabilirdi. Daha üçüncü dakikada takımını yalnız bırakıp rakibine penaltı kazandıran bir futbolcu için daha ağır kelimeler de kullanılabilir pek tabii. Maçın ilk yarısına dair görüp görebildiğim buydu. İkinci yarıyı açtığımdaysa skorun değişmiş olduğunu gördüm. 1-1’di. Şansım vardı da internet sinyalim hâlâ güçlüyken golün tekrarını görebildim. Kolombiya’nın yeni James Rodriguez’i Juan Quintero nefis bir yere göndermişti topu kullandığı serbest vuruşta. Hakemler bu maçta da kararlarını teknolojiyle vermişlerdi. 1. FC Köln tarihine, takımı Avrupa Ligi’ne taşıyan oyuncu olarak kazıtan Osako, 73’üncü dakikada galibiyeti getiren golü atmış sonradan gördüğüme göre.

İkinci maçı internetten izleyebilmek konusunda ümitli değildim. Biraz çalıştıktan sonra yine yattım, birkaç saat kestirdim. Bozuk uyku düzenime oksijensizlik de eklenince ortaya böyle bir durum çıktı ve ikinci maçı izleyemedim. Fakat kulübedeki 2002 ruhunun sahaya yansırsa bir şeyler yapabileceğine dair inancım olan Senegal’in kazanmasına bir hayli sevindim uyandığımda. Ayrıca turnuvada ilk maçların ardından üç puan alabilen tek Afrika temsilcisi olmaları da, takibe değdiklerini gösteriyordu. Kolombiya ile oynayacakları son grup maçlarını düşününce heyecan basmıştı bile beni.

TARİHİ GÜNDE TRENDEYDİM

Saat 9’a yaklaşıyordu. Gün içinde dijital sözlüğümüz aracılığıyla konuşarak maçı nasıl izleyeceğimiz sorduğum Boris ve Dan, heyecanlanıyordu mücadele için. Üçümüzde de farklı telefon hattı vardı ve bir de trende kablosuz internet vardı ancak birimizin bile ümidi yoktu maçı kaçırmamak konusunda, gün boyu yaşadıklarımızın tecrübesiyle. O sırada odadaki kulaklık yerine kulaklığını takan Dan, bir ihtimal maçı radyodan anlatan bir yayın vardır diye deneme yapıyordu ama sonuç hayal kırıklığıydı. Yine de denemekten vazgeçilemezdi. Rusya adına kritik bir maçtı. Turnuvaya devam edip etmeyeceğinin belirleneceği bir karşılaşmayı kaçırmak istemiyorduk. Şansımıza maçın ilk birkaç dakikasını ben yakaladığım internet ile açmıştım. Ben üstte yatağımda Boris ve Dan de altta oldukları için telefonu kendi elimle görebileceğim bir şekilde aşağı doğru tutuyordum. Sonra bir anda kafama dank etti. Ahtapot tripodumu çantamdan çıkarıp yanımdaki yatağın tutma yerine asıp telefonu yerleştirdim ve ‘Tadaaa!’ maçı izleyebiliyorduk derken yine hat gitti. 70’lerde radyodan maç dinlemek için dalga kovalar, anten oynatır gibi bir şey yapıyorduk aslında. Fakat itirazımız vardı, Putin Bey’e ve FIFA’ya! Taraftarlar için bedava tren uygulamanız çok güzel de, hadi her odaya olmasa da belki trenlerdeki ortak bir alana ya da her vagona bir tane olmak üzere maç izleme ekranı koyamaz mıydınız?

Hareket halindeyken yakaladığımız sinyallerde oyunu izleyebiliyorken yer değiştirdikçe ya takıla takıla da devam ediyorduk izlemeye ya da tamamen gitmişse kafamızda oynuyorduk maçı. Rusça bilmesem de, “Şimdi bir açıyoruz öndeymişiz” diye konuştuklarını verdikleri skor sayılarından anlıyordum. İlk devreyi bir şekilde takıla takıla öyle ya da böyle bitirdik.

İkinci yarı için tekrar aynı emeği harcamaya başladık. İkilinin kendi arasında içinde bulunduğumuz duruma dair dedikleri gerçekleşti. Sinyali yakaladığımızda bir baktım ekrana, sonra dönüp Dan’e 1-0 olduğunu söyledim inanamadılar. Ekranı görünce anlaştık. Gol olur olmaz açmışız ki tekrarını yakaladık. “Önemli olan golü görmekti” dedim sözlük aracılığıyla. Sonra internetimiz yine gitti. Tren içindeki, tam da yanımda duran kablosuz ağ vardır yazısına bakıp sövüyorduk. Hak ediyordu; derken tekrar ekranımda maçın akmaya başladığını gördüm ve skor çoktan 3-0’dı. İnanılmaz bir geceye şahitlik ediyorduk. Uruguay – Suudi Arabistan maçı olmasa Moskova’da olacakken Rostov’a giden trendeydik. Bu da bizim şansımız! Dzyuba’nın golü gerçekten çok iyiydi. O sırada ben ikinci golü kimin attığını araştırırken maç öncesi kendisinden gol bekledikleri Dzuyba’dan sonraki diğer isim Cherysev’in yine sahneye çıktığını gördüm ve arkadaşlara ilettim.

RUSLAR ŞİMDİ GÜLÜMSEDİ

Maçın sonlarına doğru Mohamed Salah’ın penaltıdan attığı golde de Video Asistan Hakem etkindi. Daha sonra bir süredir yavaşlayan trenin maçın son beş dakikasında durduğunu fark ettim ve bu bitiş düdüğüne kadar da bu devam etti. “Bence makinist de maçın sonunu izlemek için durdu, belki de bizi düşünüyordu” dedim Ruslara. Çünkü yayın akmıştı. Maç sonrasında Dan’in daha turnuva başlamadan son satışlarda A Grubu 1.’si ve B Grubu 2.’sinin Sochi’de oynayacağı maça bilet aldığını öğrendim. Rusya birinci çıkarsa tabii ki daha iyi olurdu ama Uruguay da birinci çıksa fark etmez; rakip İspanya veya Portekiz olacaktı, o yüzden kaliteli bir maça bilet aldığı için rahattı.

Maç sonunda Moskova da, St. Petersburg da uyumamıştı. Turnuva öncesi röportaj yaptığım “Turu atlarsak Gagarin’in uzaya gitmesi gibi bir şey olur” diyen Robert Ustian ise, “Yuri Gagarin şimdi gülümsüyor olmalı” diye tweet atmıştı. Gülmek, Ruslar için işte ancak bu kadar önemli bir şey gerçekleştiğinde mümkündü. “Ruslar gülmüyor” bir klişe. Doğru ve değerli anı bekliyorlar. Yoksa Ruslar Dünya Kupası’nı kazandılar da gülmediler mi?

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/20/ruslar-kupayi-kazandi-da-gulmedi-mi

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

Maç COPA 90’la izlenir!

Günün maçlarını COPA 90’ın Moskova’da kiraladığı kulüp evinde seyrettim. Sabahında ise güya Türkiye’deyken evime kadar ulaştırılacağına garanti verilen Nijerya – İzlanda maçı biletimi almak için şehri güneyden kuzeye kat etmek zorunda kaldım. Çileli bilet satın alma sürecim ile birlikte COPA 90 ekibi ve kulüp evine gelenlerle mücadeleyi nasıl izlediğimin harmanlandığı bir yazı oldu.

Dünya Kupası’na gelişimin esas nedeni aslında tam olarak maçlara girmekten ve tribünlerde olmaktan ziyade turnuva sırasında şehirde gezerken sokakların Dünya Kupası ruhunu nasıl yaşadığını anlayabilmek. Ev sahibi ülkeye gelen katılımcı takımların taraftarlarının kültürlerini, eğlenme biçimlerini, farklı bir ülkeye nasıl adapte olabildiklerini ya da olamadıklarını anlamaya çalışmak. Elbette ki ve tabii ki hem mesleki hem de futbol sevdam nedeniyle Dünya Kupası’nda maç veya maçlar izleme arzusu bâki. Bu seferki Dünya Kupası maceramı gerçekleştirebilmemin en önemli kolaylaştırıcısı ise daha önce de söylemiş olduğum gibi maç bileti almanın Rusya’ya vize almadan giriş izni sağlaması ve şehirler arası yolculukları ücretsiz yapabiliyor olmak.

BİLETİMİ TICKETBIS’TEN ALMAK HATAYDI

Girizgâhın nedeni gideceğim maçlara aldığım biletlerden birinin teslimatı konusunda yaşadığım sıkıntıyı aktarmak. Biraz içimi dökeyim. Nisan ayında Gazete Duvar için yazdığım yazımda aracı şirketten Dünya Kupası maç bileti almanın yarattığı bazı sorunlardan bahsetmiştim. Gerçekten bu konuda Ticketbis bir dünya markası olduğunu kanıtladı, en azından benim için şu anda öyleler. Çünkü sağ olsunlar buradayken bile başımdan sorunu eksik etmediler. 28 Mart’ta satın aldığım bileti çok sefer tembihlemiş olmama karşın 7 Haziran’da Rusya’ya uçmadan önce Türkiye’deki adresime göndermeyi beceremediler. Moskova’ya gelene kadar sıkça irtibatta kaldığım Juan Carlos isimli müşteri hizmetleri temsilcisi uçağıma binmeden evvel kişisel garanti vermiş, biletimi 7 Haziran’dan önce göndereceklerini belirtmişti. 6 Haziran’daki yazışmamızda ise “Yapabileceğim bir şey yok. Bana Moskova’daki hotel/ev adresinizi verebilir misiniz? Oraya gönderelim” olmuştu cevabı. Ben de “Yapabileceğin bir şey var, özür dilemeli ve bundan sonra da kimseye kişisel garanti vermemelisin” dedim ve biletimin gelmemiş olmasının da yarattığı gerginlikle uçağa bindim ertesi gün.

Moskova’ya geldikten sonra, turnuvanın başlangıcına kalan bir hafta içinde kendimi dışarı atıp şehir, metro, mekan keşfi, çeşitli röportajlar yapmak için plan program yaparken kafamın içinde biletimin bana ne zaman ulaşacağı düşüncesi dönüp duruyordu. 11’inde gelen mailde 13’ünde biletimin evime ulaşacağı söylenmişti. Bir dakikalık kapı açıp kapama bileti alma işlemi için akşam 17.00’ye, 18.00’e kadar evde oturamazdım. Öğlene kadar da bilet gelmedi ve o gün o saatte dışarı çıkmam gerekti. Eve döndüğümde biletimi posta kutusunda bulma ümidi taşıyarak atmıştım o gün kendimi dışarı. Bir mail gelmişti, ancak dijital olarak. Mail’de biletin tarafıma ulaştırılamadığı yazıyordu. Juan Carlos’tan da başka bir mail gelmişti. Kendisiyle başlatmış olduğumuz yazışmalara üçüncü ve dördüncü kişiler girdi. Yazışmalarda üç kez, “Bilet evime ulaşmadı ve ofisteyse bana Moskova’daki kargo şirketinin telefon numarasını ve adresini verin ben gidip alırım, beni uğraştırdığınız için teşekkür ederim” diye belirtmeme karşın ne bir telefon numarası ne de bir adres verebildiler. Onlar telefon numarası verene kadar ben zaten ABD merkezli bu kargo şirketinden Moskova ofislerinin telefonunu almıştım ama bakalım bu ara şirket bana ne kadar sürede cevap verebilecek diye merak etmiştim.

Bana önce “Bizde adresleri yok.” diyerek bir telefon verdiler ki o da yanlıştı. İkinci maillerinde de birlikte çalıştıkları şirketin adreslerinin kendilerinde olmadığını söylemiş, onlar bana iletene kadar benim çoktan ulaşmış olduğum iletişim numarasını bana göndermişlerdi. Hayatımda daha önce “Biletini teslim almak istiyorsan şu telefonu ara, adresi öğren, git al…” tavrı görmemiştim hizmet sektöründe. Böyle hizmet olmaz. Adeta biletimi satın aldıktan sonra bir de onu teslim almak için uçak bileti, internet hizmeti, telefon hizmeti ve otobüs bileti parası ve saatlerimi verdim. Üstüne üstlük bir de dün daha erken saatlerde yayınlanması gereken yazımın da, sabahın erken saatlerinde şehrin öte tarafındaki, üzerinde bana mail atıp takip numarası veren aracı kargo şirketin logosunun bile olmadığı yeri bulup biletimi teslim almak için yollara düşmem nedeniyle geç yayınlanmış olması da cabası.

Çok zor oldu o bileti elime almam ama sonunda edindim. Bilmediğim bir şehirde bazen yolları da şaşırmamdan dolayı 15-20 dakikadan fazla süre yanlış durakta bilet teslim noktasına gitmek üzere otobüsü beklediğimden daha fazla zamanımı aldı biletime ulaşmam. Bir şekilde Rusya’da tabii ki akıllı telefonumun da sayesinde kaybolmadan bu işlemi sonlandırabilmiş olmamdan dolayı çok sevinçli ve rahatlamıştım. Artık gönül rahatlığıyla Ticketbis’teki görevlilere de söylediğim gibi sitedeki üyeliğimi iptal edebilirim! Biletimi aldıktan sonra da sistem güncellemesi mailinde, “Bilet teslim edilmiştir” yazması (yazılımda teslim alındı olmayabilir pek tabii) büyük bir pişkinlik olarak aklıma kazındı.

Biletimi alıp maçları izleyeceğim COPA 90’ın kulüp evine dönmek için bineceğim otobüse doğru giderken daha kargo şirketinin ofisinden 100 metre yürümemiştim ki karşıdan birkaç Güney Amerikalı üstüme doğru yürüyordu. “Bilet almaya gidiyorsanız, şu turuncu yere devam edin” diyerek otobüse yürümeye devam ettim. Şansıma tek otobüsle varmak mümkündü COPA 90’ın kulüp evine.

BİRAZ DA KONSOLDA FUTBOL OYNADIK

Vardığımda İsveç–Güney Kore maçının başlamasına henüz 15 dakika vardı. Bir yandan dün okuduğunuz yazıyı yazarak maçı izledim. Turnuvanın en faullü mücadelesiydi sanırım. Güney Kore ve İsveç birbirlerinin kalelerinde pozisyonlar bulsalar da yetenek eksikliği nedeniyle gol gelememişti bir türlü. 65’inci dakikada bir kez daha video asistan hakemin sahneye çıktığı maçta Zlatan’sız İsveç mücadeleden üç puanla ayrılmayı başardı. Maçtan önceki gün Bolşoy Tiyatrosu civarında konuştuğum İsveçlilerin “Zlatan’sız daha iyi bir takımdaşlık var. Onun olması bunu bozardı.” cümlelerinin sahada yansımasını görmek mümkündü. Günün ikinci maçı başlamadan önce Brezilya maçını birlikte izlediğim İsviçreli arkadaşım Pakistan asıllı Assad da dün bahsettiğim bu güzel alanı bulmuştu. Maç arasındaki bir saatlik boşluğu konsolda İsviçre – Türkiye maçı yaparak geçirdik. İyi bir FIFA oyuncusu değilimdir, 2-0 yenildim. Tesadüftür ki Assad ilk golünü, Brezilya’ya gol atan Zuber ile 53’üncü dakikada (Brezilya’ya da bu dakikalarda gol atmıştı) atmıştı. Akşamki randevusuna yetişmek için erken ayrıldı.

Bir dönem Bursaspor’a transferi söz konusu olan ABD’li eski Milli Futbolcu Heath Pearce ile röportaj için sözleşmiştik. COPA 90 ekibinin ABD ayağının sunucusuydu ve bu nedenle o da hep kulüp evindeydi. Sözleşirken, “Sana Bursaspor’a transferimin neden ve nasıl gerçekleşmediğini tüm detaylarıyla anlatacağım” demişti. Sohbet etmesi hem çok keyifli hem de gerçekleşmeyen transferlerin detayları o kadar uzundu ki Belçika – Panama maçının ilk yarısını tam anlamıyla izleyemedik, neyse ki Belçika golleri 2. yarıda attı da büyük sorun yaşamadık. Bu röportaj görüntülü olarak Youtube’daki kanalımda, yazılı olarak da Gazete Duvar’da yer alacak.

ÖNCE TUNUS, SONRA İNGİLTERE, DAİMA HARRY KANE

İngiltere maçı öncesinde ise Perulu “90 Dakika” ekibi bir kısa film gösterimi yaptı. Film Uganda sivil savaşı sırasında futbolla hayata tutunmaya çalışan ‘Mao’ isimli bir gencin hayatını anlatıyordu. Sadece FIFA’nın Dünya Kupası içinden futbol kültürü paylaşımı açısından çeşitli ülkelerden Rusya’ya gelen insanların kaynaşmasına aracı olmak gibi önemli bir göreve de sahip olan bu kulüpte “Mao’nun Dünyası” filmini izledikten sonra İngiltere – Tunus maçına geçtik. Bir dönem gidilen Tunus ziyaretinden hediye gelen ve arkasında Jaziri yazan formamı giydim. COPA 90 Londra ekibinin sunucularından Poet de meğerse yarı Jamaika yarı Tunusluymuş ve formam olması vesilesiyle Tunus’un Video Asistan Hakem ile kazandığı gole sevinen onca İngiliz’in arasında bir biz olmuştuk. Harry Kane’den beklentim yüksekti. Son dakikaya kadar İngilizlerin yüreğinin ağzına gelerek izlediği maçta açılışı yapan Harry Kane’in kapanışı da yapmasıyla tüm salon bir anda çılgına döndü. Gol gelince hemen Tunus formamı değiştirip İngiltere formamı giyerek kutlamalara, zıplamalara karıştım kısa süre ve ardından hemen sokaklara, yollara vurdum kendimi. Eve dönüş yolumu, aynı sabah olduğu gibi uzatmayı becermiştim. Bir daha göster deseniz nereden geçtiğini ve ulaşılabileceğini bilmediğim Sirkeci – Halkalı trenlerini andıran trene atlayıp eve döndüm.

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/19/mac-copa-90la-izlenir

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

Başkentin adı Moskova değil Meksika!

Son şampiyon Almanya yenilirken son Dünya Kupası’nın ev sahibi Brezilya puan kaybetti ve bu sonuçlara bu iki ülke insanları dışında herkes sevindi. İlk yarısını Rusya’nın açık hava müzesi niteliğine sahip Kültür Park’ını gezmeye feda ettiğim maçın ikinci yarısında Kolarov attığı gol ise Sırbistan’ı grubunda liderliğe taşıdı. Güne ‘İstanbul’ Restoran’da kahvaltıyla başlamak ise kalan saatleri keyifli tamamlamama yetti.

Cumartesinin yoğun mesaisi pazar günü güzel bir kahvaltıyla şenlendirilmeliydi. Daha önceki yazılarımda da size bahsettiğim 23 yıldır Moskova’da yaşayan Gazete Duvar okuru Mehmet’in, pazar sabahı kahvaltıya gitme teklifi aklımda ilk bu düşünceyi uyandırmıştı. Hem pazar günü de cumartesi kadar uzun olacaktı ve iyi bir kahvaltı etmek gerekliydi. Adres, şehrin kuzeyinde yer alan Tsarigrad, yani Çar Şehri, yani İstanbul Restoran’dı. Antik Travel turizm şirketinin sahibi Hakan Bey’in daveti için restorana vardığımızda masa hazırdı bile.

Uzun soluklu bol çaylı, yediğimizin önümüzde yemediğimizin arkamızda kalmadığı, çünkü her şey o kadar lezzetliydi ki yemediğimiz bir şey olmadı ki arkamızda kalsın, kahvaltı sohbeti sırasında, Caner Erkin’den, Hasan Kabze’den, Fatih Tekke’den, Gökdeniz Karadeniz’den bahsederken her Türk erkeğinin hayatının bir bölümünü kapsadığı gibi lisanslı futbolculuk hikayelerine daldığımızı fark ettik. Mehmet de, Hakan da biraz şanslı ve doğru yerde doğru zamanda doğru insanların yanlarında olsalar, bir ihtimal Süper Lig, belki de 1. ya da 2. Lig’de profesyonel futbolcu olarak onları da görebilirdik. Hakan’ın ağabeyi Hayrettin Lülebaş bu söylediğim seviyelere gelebilmişti. Ama bu hikayede doğru yerde doğru zamanda doğru insanlarla bir arada olan biri vardı, o da bendim.

HER ÇOCUK BİR GÜN LİSANSLI FUTBOL OYNAYACAKTIR!

Futbolculuk hikayelerine o kadar çok dalmıştık ki saat 13.00’ü geçiyordu masadan kalktığımızda. Günün ilk maçına daha vardı da öncesinde, Türkiye’nin en kritik seçimlerinden biri için oy verme zamanıydı. Detayları Rusya’daki seçmenlerin (heyecandan olsa gerek aşağı yukarı 150’ye varan) nabzını tuttuğum yarın yayınlanacak özel röportajımda okuyabileceksiniz.

Şimdi gelelim, Sırbistan – Kosta Rika maçının ikinci yarısını, sanatı ve 3 Rusya’yı iliklerime kadar hissettiğim Moskova’nın açık hava müzesi Kültür Park gezintim için feda ettikten sonra, gezintimden sonraki Almanya-Meksika maçına… Yaklaşıyordu yaklaşmakta olan ve ben aslında parkta olmak değil de kendimi yollara vurmak ve Almanya maçında ‘alanda’ olmak istiyordum. Yolları karıştıracağımdan emin olduğum için saat 17.00 olmadan kendimi vurdum yollara. Çarlık Rusyası’nın önemli ‘Kaptan-ı Derya’sı 1. Petro’nun (Muhteşem Peter diye de bilinir) muhteşem heykelinin yanından geçip Moskova’nın dini günlerindeki devlet düzeyindeki seremonilere ev sahipliği yapan Kurtarıcı İsa Kilisesi’nin yanından geçip Kızıl Meydan üzerinden Bolşoy Tiyatrosu arkasında kalan Let’s Rock Bar’a vardım. Almanya’dan tanıştığım gazeteci arkadaşım Nastya BVB formasını geçirmiş yerimizi tutmuş maç için çoktan hazırdı.

SON ŞAMPİYON YENİLDİ

Almanya’da İlkay yoktu, Mesut ilk 11’deydi. Sane’nin yerine kadroya girdiği düşünülen Brandt yedekti, kariyerinin vasat sezonlarından birini geçiren Khedira ilk 11’deydi. Konfederasyonlar Kupası’nın gol kralı, Bundesliga’nın yükselen yıldızı Goretzka yedekti. Meksika ise her jenerasyonundan her birini geliştirerek takıma kattığı oyuncularıyla sahadaydı. Her zaman hareketli, hızlı ve cesur oyun tarzına sahip Meksika ilk yarıda da bunu sahaya yansıtarak Almanya karşısında çok iyi bir oyun sergiledi. Bir ara maç, sakatlıktan kısa bir süre önce dönen kaleci Manuel Neuer’i ısındırma antrenmanına da döndü, Orta Amerika ekibinin sayısız şutu nedeniyle. Meksikalıların dünya futboluna yeni yeni sürdüğü yıldızı Hirving Lozano, nam-ı diğer Chucky takımını 1-0 öne geçiren golü atınca, Nastya bir hayli sinirlendi. Maç boyunca Almanya iyi performans sergileyemedikçe “Neler oluyor size?“ diye takıldığım Nastya “Hey üstünde Almanya forması var ne demek siz? Sen hangi takımlısın açık konuş. Kim dost kim düşman bilelim.“ deyince ortamı germemek için son 1.5 senedir olduğum gibi maç bitene kadar ‘Alamancı’ oldum. Fakat turnuva boyunca bu oyunla Almanya taraftarı olmak çok zor olacak gibi gözüküyor bu maça bakınca. Maçın en akılda kalan ânı daha ilk maç olmasına karşın son şampiyon Almanya’nın kalecisiyle son dakika gol arıyor olacak kadar endişeli ve çözümsüz olmasıydı. 2014’ün ve 2017 Konfederasyonlar Kupası’nın kazananı turnuvaya kötü başlamıştı. Maçı izlediğimiz yerde sadece arkadaşım Nastya üzgündü. Son şampiyonun yenilmesine ya da Meksika’nın kazanmasına en çok sevinenler arasında Kolombiyalılar, Arjantinliler ve Brezilyalılar yani neredeyse maçı izleyen herkes vardı.

İSVİÇRE’DEKİ TEK(!) PAKİSTAN ASILLIYI BULDUM

İkinci maç için de aynı mekanda olmaya karar vermiştim. Birçok maçımı da orada izleyebilirim sanırım. Biraz tuzlu olsa da Rock’n’Roll ve futbol da ucuz bir karışım değil, hem iki maç arasında ACDC dinlemek de paha biçilemez. Fakat bu sefer Brezilya-İsviçre maçı öncesinde küçük bir tur attıktan sonra içeriye girmeden evvel bir kaç Brezilyalı ve etraftaki tek İsviçreliyle maç öncesi fikirlerini almak üzere sohbet ettim. Brezilyalı olanın adı Leo idi: “2-1 kazanırız” dedi. İsviçreli olan ise Pakistan asıllı Assad’dı. Rock barın kapısında sohbet ettik kısa süre. “Bir puan olsun bizim olsun, olmasa da ziyanı yok, sonuçta Brezilya…” görüşüne sahipti. Maçı bir süre içeride ayakta izledikten sonra nereye gitsem diye düşünürken Assad’ın yalnız oturduğunu gördüm ve çöktüm yanına.

VAR NEDEN VAR?

Coutinho’nun enfes golü biraz canını sıkmıştı. Aynı mekanda izlediğimiz Brezilyalılar ise çığlık çığlığa seviniyordu. İlk yarı bu şekilde sonlanırken, devre boyunca Assad ile sohbetimiz bir hayli koyulaşmıştı. Euro 2008’de İsviçre maçında tribündeymiş. Çok üzmüşüz onu ama “Ne maçtı ama..!“ diyerek biraz göğsümü kabarttım. İsviçre Milli Takımı’nda ve Türkiye Ligi’nde forma gitmiş oyunculardan bahsetmeden olmazdı. Çocukluk kahramanım, forma numarası 11’i babaanneme formama diktirdiğim Kubilay Türkyılmaz’ın adı ağzından çıktığında tüylerim diken diken olmuştu bile. Sohbet o kadar derindi. Aklımda kalan en İsviçreli futbolcunun adı Pascal Züberbühler’di. Tam ondan bahsederken, güncel İsviçre kadrosunda yer alan benzer isimli Zuber skoru 1-1 yaptı. Faul olduğu açıktı. Hakemin neden Video Asistan Hakem’e danışmadığına ben anlam veremedim açıkçası. Brezilya maç sonuna kadar rakip yarı alanda oynamasına karşın, Avrupa elemelerinde sadece Portekiz’e yenilen İsviçre’ye diş geçiremedi. Maç sonunda sadece İsviçreli Assad değil İsviçre taraftarı olmayan herkes sevinmişti. Özellikle de maçı yakından, ‘düşmanlarını’ daha yakından izleyen Arjantinliler.

ALEXSEVER FEBERVAHÇELİLERE SELAMLAR

Maç sonunda, 90 dakika öncesinde konuşup fikrini aldığım Leo ile yine karşılaşmıştım. 1-1’den dolayı mutsuzdu ve Arjantinlilerin İzlanda için yaptığı eleştiriyi o da İsviçre’ye yapıyordu: “İzlanda’nın Arjantin’e oynadığı gibi kapalı oynadılar. Ayrıca attıkları gol de fauldü, ama Miranda da bunun faul olduğunu hakeme gösteremedi. Gruptan çıkacağımıza inancım tam.“ dedi. Ayrıca Coritiba taraftarı olarak idolüm olan Alex de Souza sever Fenerbahçelilere de selamlarını iletmemi istedi.

Eve dönüş yolunda, Brezilya-İsviçre maçı sırasında Moskova’da Almanya ile oynadıkları maçın ardından şehir merkezine inen Meksikalılar, bir geceliğine de olsa Moskova’yı Meksika’ya çevirdiler. Son kupanın yarı finalistleri günün kaybedenleri, Meksika ise kazananıydı.

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/18/baskentin-adi-moskova-degil-meksika

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

‘Messi, bir Ronaldo değil’

Dünya Kupası’nın 3. gününde ilk kez teknolojinin kullanıldığınaa şahitlik ettik. Yararlı olduğu görüşü şimdilik hâkim. 5 penaltı atılan 4 maçta 2’sini kaçıranlar Güney Amerikalılar’dı. Günün kazananları ise Avrupalılar. Maç sonrasında sık sık yanlarına gidip konuştuğum Arjantinliler’den bir tanesinin yorumu ise çok çarpıcıydı.

Kupanın üçüncü gününde dört maç birden vardı. Fransa – Avustralya mücadelesinin Avrupa saatiyle 13:00’e denk gelmesinin tek mantıklı açıklaması, Avustralya yerel saatine uygun bir şekilde buna karar verilmiş olmasıydı. Sonuçta futbol ağırlıklı olarak yayın haklarının gelirleriyle dönüyor. Günün erken saatlerine gelen bu karşılaşmayı nerede izlemem gerektiğini 2 gün boyunca düşündüm. Dışarı mı çıksam, evde mi kalsam derken ilk mücadeleyi evde izlemeye karar verdim.

İYİ Kİ VAR DEDİRTTİ

Avustralya her daim sempatik bulduğum bir takımdı. Fransa’ya o kadar fazla sempatiyle bakamadım hiç. Fakat bu sene Avustralya’ya olan sempatim biraz zedelenmişti turnuva öncesinden. Takımın burada olmasını sağlayan hoca Agne Postecoglou teknik direktör koltuğunda yoktu. Elemelerde Suudi Arabistan’ın çalıştırıcısı olan Hollandalı Teknik Direktör Bert van Marwijk yedek kulübesindeydi. Sadece turnuva için takımın başına getirilmişti. Fransa karşısında kötü bir oyun sergilediklerini söylersek ayıp ederiz ancak ilk kez bu turnuvada uygulanan teknolojik gelişmeler mi yoksa Fransa’nın yetenekli ayaklarına mı yenildiler demek lazım maç sonucu için benim gibi bir çok kişi de kararsız. Oyun artık bu kadar kameranın içine gömüldüğü için de milyonların ve dünya kupası için konuşuyorsak milyarların gördüğünü hakemlerin göremiyor olması artık değişmeliydi ve hem Video Asistan Hakem ile gol teknolojisi uygulanacaktı bu turnuvada. İkisinin birlikte ilk kez uygulandığı bu maçta 2 golünü de bu sayede bulabildi Fransa. Teknolojik gelişmeler olmasa atamazdı demek biraz ayıp kaçar. Hem Griezmann’ın içinde kaldığı pozisyon penaltı, hem de Pogba’nın vuruşu (çizgiyi geçmişti) goldü. Pozisyonu görünce Frank Lampard’ın 2010 Dünya Kupası’nda Almanya’ya karşı çizgiyi geçip de verilmeyen gol aklına gelenler parmak kaldırsın?

Günün ilk maçına bakarsak teknolojinin ‘VAR’lığı Dünya Kupası’nda girdiği sınavı geçmişti. Arjantin – İzlanda maçını izlemek için Kızıl Meydan ve civarlarında olmaya karar vermiştim. Moskova büyük yine bir 10-15 dakikalık maksimum gecikmeyi hesaba katmıştım da metroya ulaşmak için kullandığım 6 şeritli yolun üstündeki trafik kazasını tahmin edememiştim. Gecikmemek için taksiye transit geçiş yaptım ve aslında 10 dakika öncesinde gitmek istediğim bölümündeydim şehrin. Kızıl Meydan’a doğru ilerlerken, şehirdeki neredeyse tüm Arjantinlilerin Moskova’da oynanan maçta olmalarının da etkisiyle ana sokaklarda boşluklar vardı. Yine de büyük restoranlarda maçlar açılmış, ilk içkiler sipariş ediliyordu. Günü birlikte geçirdiğim arkadaşım Nastya ise buluşma yerimize gelirken çektiği fotoğrafı ve şahit olduğu anı anlatınca içmeye saat daha 13.00’te başlayan ve ikinci şişe vodkalarına başlayanların varlığından da haberdar oldum. Kızıl Meydan’ın civarında maç izlenebilecek çok fazla yer yoktu. Maçlar ilgisi olmayan Dünya Kupası turistleri meydana akın etmişti. Bazı dar sokaklardan geçmek bu yüzden oldukça zordu. Maç başlamıştı biz Kızıl Meydan’da kalabalığa karıştığımızda, bu nedenle ne Agüero’nun golünü, ne de Finbogasson’un golünü canlı canlı görememiştim. Üzerimdeki Arjantin formama biraz ayıp olmuştu ancak zaman zaman soranlarınıza da cevap niteliğinde olacak şekilde hatırlatayım: Dünya Kupası’nı yerinde takip etmek sabah akşama tüm maçları izlemek anlamına gelmiyor. Eğer öyle olursa o esnada başka bir yerde, şehrin ana ve ara arterlerinde kimin ne yaptığını görüp de kupanın şehirdeki havasını koklamak pek mümkün olmuyor.

HREİNASSON HEM YAZDI, HEM OYNADI

Devre biterken çok güzel bir rock bar bulmuştuk. Devreyi oturacak yer bekleyerek ayakta tamamladık. Devre arasında 28 yaşındaki Arjantinli Ivan’la konuştum. Takımın performansından hiç memnun değildi. Takım berbat bir ilk yarı geçirmişti ona göre. Sampaoli’yi de pek beğenmiyordu. Sistemi takıma daha tam oturmamıştı onun düşüncesinde göre. Özellikle Biglia’nın değişmesi gerektiğinin altını çizmişti. Görmek istediği oyuncu Lo Celso’ydu… İçeri girdim, maça devam etmeye. O sırada Kolombiyalı Oscar masalarındaki diğer 2 sandalyeye davet etti bizi. Oturduk maçı güzel bir yerde izlemeye başladık en sonunda. Arjantin, bir türlü İzlanda kilidini açamıyordu. Ceza sahası etrafında paslarla bir sağdan bir soldan içeri girmeye çalışıyordu set hücumuyla Tangocular ama bir türlü başaramıyorlardı. Sonunda bir penaltı oldu ve Messi topun başına geçti. Arjantin aradığını buldu diye düşünürken kendinden beklenmeyeni yaptı yıldız oyuncu ve penaltıyı atamadı ve mekanda alkışlar yükseldi. Etrafıma dönüp bir daha baktığımda içeride bir sürü Brezilyalı’nın varlığını bir kez daha hatırladım. Film yönetmeni de olan İzlandalı kaleci Hannes Thor Halldórsson başrolünde kendisinin olduğu daha iyi bir senaryo yazamazdı herhalde. Filmin sonunun da onun bu kahramanlığıyla bitmiş olması cabası. İzlanda ilk Dünya Kupası’ndaki ilk maçında bir puanla dönüyordu. Maç sonunda konuştuğum Gianni, “İzlanda’ysan ve Dünya Kupası’ndaysan böyle oynamazsın. Sürekli defanstaydılar ve atağa çıkmadılar. Sonraki maçlarda Hırvatistan daha fazla önde oynayacağı için daha fazla pozisyon bulma şansımız olabilir.” Sampaoli hakkında fikirlerini de sorduğumda, “Arjantin’dekiler Şili’deki zamanlarını çok beğenmez. Çünkü Şili’de Bielsa’dan sonra takımın başına geçti. Ve o mirası devam ettirdi.” dedi. Gruptan çıkacaklarına dair güveni ise tam.

‘DÜNYA KUPASI’NI KAZANMIŞ GİBİYİZ’

Peru – Danimarka maçı sırasında biraz şehri gezmek istedik. Arjantinliler de maçtan çıkıp merkeze geleceklerdi. Stadyumda olanların da fikirlerini almak önemliydi. Yavaş yavaş geliyorlardı Kızıl Meydan’a maçtan çıkan Arjantinliler ve İzlandalılar. Maçın berabere bitmesinden dolayı bir hayli hoşnuttular. Bir televizyon kanalına verdiği röportajına kulak kabarttığım İzlandalı ekip “Dünya Kupası’nı kazanmış kadar sevinçliyiz şu anda” diyordu. Artık varın gerisini siz düşünün bu puana verdikleri önemin değerini. Meydan’da görüp konuşmak istediğim Arjantinliler pek keyifli değildi. Konuşmak istemiyorlardı. Bir tanesini ancak ikna edebildim. Messi’nin Ronaldo kadar iyi bir futbolcu olmadığını söylerken şunun altını çizgiyordu Jorge: “Çok iyi futbolcu tabii ki ama Ronaldo çok daha fazla kendini veriyor maçlara. O yüzden Messi bence bir Ronaldo değil. 10 senedir bizimle ama takıma henüz bir şey veremedi…”

Ara ara baktığım Peru-Danimarka maçında, Bundesliga’da çok canlar yakan ve turnuvada da parlamasını beklediğim Youssef Poulsen’in gol attığını cep telefonumdan öğrendiğimde sevindim. Sonradan özete baktığımda gördüm ki Cueva’nın gözyaşlarıyla sahaya veda etmesine neden olan kaçırdığı penaltı pozisyonunda da Poulsen başroldeymiş. Golü atmış olması bu yüzden biraz daha önem arz ediyor olmalı sanırım onun için.

ARJANTİN İÇİN 1 DAKİKALIK SAYGI DURUŞU

Günün benim için olayı, telefonda kuzenimle konuşurken beni 5 metre öteden üzerimdeki Arjantin formam nedeniyle gözüne kestiren Brezilyalılarla karşılaştığımda hepsinin koro halinde, “Arjantin için 1 dakikalık saygı duruşu” sözlerini içeren tezahüratı söylemeleriydi. Ne kadar “Arkadaşlar ben Türkiye’den geldim Arjantin’li değilim sorun yok… Kızdıramazsınız” desem de neşeleri yerindeydi Brezilyalıların. Bakalım onlar bu gece neler yapacaklar İsviçre’ye?

Günün son maçında ise Moskova’nın işlek turistik caddelerinden diğeri Arbat’taydım. Her yer kalabalıktı ve maç izleyecek yer bulmakta bir hayli zorlandık. Sonunda girdiğimiz kafede izlediğim Hırvatistan maçı beklendiği şekilde sonuçlandı. Maç sonu aklıma takılan konu şuydu: Bu Nijerya’dan ne zaman cacık olacak çok merak ediyorum. Üstelik bir de formaları da yeşil…

https://www.gazeteduvar.com.tr/spor/2018/06/17/messi-bir-ronaldo-degil

Kategorisi Dünya Kupası Rusya 2018, Gazete Duvar, Köşe Yazıları0 Yorum

Takip et // Follow

Açık Radyo – Efektifpas

15 günde bir her pazartesi 19.30'da, 94.9 Açık Radyo'dayız. Duyurularımızı takip etmek için Twitter hesabımızı takip edebilirsiniz...

RadyoEfektifpas

Programlarımızın tüm podcast kayıtları online olarak bulunmasa da dinlemek isteyenler için bir kaç adet program mevcut

‘Salvador’ Guti

Johan Cruyff

Arşivler

Bülent Korkmaz – 3

Tottenham Hotspurs

Nazım Hikmet Ran

HaberVesaire Spor

Video Bug Report

Açılmayan bir video varsa resme tıkla, videonun linkini yolla Teşekkürler...

Facebook Hayran Sayfası

Nisan 2024
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930