Eklendigi tarih 04 Kasım 2008. Etiketler: 1986 Dünya Kupası, 1990 Dünya Kupası, 2002 dünya kupası, 2010 Dünya Kupası, ABD, Argentina, arjantin, Arjantin Milli Takımı Teknik Direktörü, Arjantin-İngiltere Maçı, Armando Maradona, beckenbauer, Bianchi, Chavez, Che, Diegito, Diego Armando Maradona, Diego Maradona, Dünya Kupası, Efsane, El Mano Di dio, Ernesto che guevara, Fidel Castro, franz beckenbauer, Hem teknik direktör hem de futbolcu olarak dünya kupası kazananlar, İtalya 90, İtalya Dünya Kupası, Johann Cruyff, Maradona, Maradona dini, Mario Zagallo, Meksika 1986, meksika 86, Meksika dünya kupası, Ottavo Bianchi, Papa, Tanrı, Zagallo
(Cumhuriyet Spor Eki Sayı:119/04.11.2208 – SantralHaber)
“İki rüyam var. Birincisi dünya kupasında oynamak,ikincisi oynadığım kupada şampiyonluk yaşamak” hayalleriyle futbol yaşamına başladı. Bu iki dileğini gerçekleştirmekle kalmayıp futbol tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Futbolcuğu sonrası bir dönem kokain ve obeziteyle uğraşan dünyanın en yetenekli ve gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından ‘Diegito’nun çalıştırcılık tecrübesi ise nerdeyse yok. Bu nedenle çıkan tartışmalara karşın Arjantinli futbol efsanesi Ulusal Takımın Teknik direktörülüğüne getirildi. Eğer Maradona 2010 Dünya Kupası’nı kaldırırsa hem teknik direktör hem de futbolcu olarak kupayı kazanan Beckenbauer ve Zagallo’dan sonra 3. futbol adamı olacak.
Sokağın Son Yıldızı
Cruyff der ki; “Sokakta top oynuyorsan, düşmek zordur, çünkü canın acır. Bu yüzden benim gibi ufak tefek oyuncular kalıplı oyunculardan nasıl uzak duracağını öğrenir” İşte Maradona tam da bu sebeple sokak futbolunun yetişdirdiği son yıldızlardandır. 1986 yılında Meksika’da düzenlenen Dünya Kupası’nda İngiltere’ye 6 kişiyi çalımlayıp attığı ikinci gol ise bu unvanı ne kadar hakettiğini kanıtlar. “Tanrı’nın da yardımıyla” takımına kazandırdığı kupa sonrası tüm Meksika’nın “Argentina” tezahüratlarıyla inlemesine neden olur. 1990 yılında İtalya’da düzenlenen kupada bu kez Napoli şehrini “Arjantinlileştirir” yaşanır. Tüm şehir İtalya-Arjantin maçında “Argentina” nidalarıyla inler. Başlıca nedeni ise şehrin takımına en başarılı yıllarını yaşatan Maradona’dır.
Kendini takımın merkezine koymaması da çağımızın gerçekliği içinde çok zor yer alacak bir olgudur. Öyle ki tarihinde bir daha şampiyon olamayan Napoli’ye ilk şampiyonluğunu yaşatan Maradona’nın o dönemdeki hocası Ottavio Bianchi’nin “Dört yıl boyunca onun takım arkadışlarına serzenişte bulunduğunu görmedim. Doğal yeteneklerini diğer oyuncular üzerinde baskı aracı olarak kullanmadı. Hata yapanları yüreklendirici sözler sarf etti, onları azarlamadı.” sözleri onun bu özelliğini çok iyi yansıtır.
Gelmiş geçmiş en iyi oyunculardan biri olarak gosterilen Maradona futboldan sonraki hayatında obezite ve kokainden çok çekti. Hatasını “Tanrı bu ayaklarla birlikte bana budalalık ve bazı bağımlılıklar da verdi” sözleriyle kabullenen Maradona iki beladan da vücut çalımlarıyla kurtulup hayata tekrar iki elle sarıldı.
Seyirci değil, “taraftarlık” ruhuna uygun bir şekilde futbolu halkın arasında izlemeyi tercih eden Maradona, “Bohem futbolculuğun” en güzel örneğidir. ‘Devrimci-sol’ ideolojiyi, tutumuyla, yarattığı tartışmalarla ve açıklamalarıyla benimsediğini gösteren Diego, bir futbolcunun apolitik kalmaması gerektiğinin en güzel örneklerden biridir. Şili’li diktatör Pinochet’in tutuklanmasına ne kadar sevindiğini, Bush’un bir katil olduğunu, uyuşturucu kullandığı sebebiyle 2002’de ki Dünya Kupası’nda kendisini ülkeye almayan Japonya’ya “En azından A.B.D gibi bir çok insanın ölmesine sebep olmadım” diyebilecek kadar açık sözlüdür. Hatta Katolik Hristiyanların dini lideri Papa’yı eleştirebilecek özgüvene desahiptir. Ne de olsa hayranlarının kendisi için yarattığı bir din ve mezhepi vardır.
Arasının iyi olduğu devlet adamlarından biri kendisini Küba’da tedavi eden Küba başkanı Fidel Castro’dur. Öyle ki bacağına Castro dövmesi yaptırmıştır. En kısa zamanda da Venezüella başkanı Chavez’in de övmesini yaptıracağını müjdelemiştir. Kolunda ise kendisine en yakın hissettiği bir diğer arjantinli ‘Che’nin dövmesi vardır.
Arjantin ve Boca Juniors maçlarını tribünde, üzerinde takımın formasıyla izleyen bir futbol fanatiği olan Diego gol sevinçlerinde zaman zaman formasını da çıkarıp sallamıştır. Maradona’nın teknik direktörülüğe getirilişini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Ulusal takımının maçlarını büyük bir tutkuyla izleyen “Tanrı’nın futbol elçisi”ni, Arjantin gol attığında izlemeyi dört gözle bekliyoruz. Başarılı olup olmayacağının cevabı ise Napoli’deki teknik direktörü Ottavo Bianchi’nin sözlerinde gizli.
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 08 Eylül 2008. Etiketler: 2002 dünya kupası, Adnan Polat, borussia dortmund, emre belözoglu, Euro 2008, Fatih Terim, Fenerbahce, Galatasaray, inter, internazionale fc, italya ligi, joey barton, Kewell, Mehmet Topal, newcastle, Nuri Şahin, Premier Lig, selçuk inan, tff 2. lig, Türk Milli Takımı, UEFA Kupası, uğur inceman, zeytinburnusppor
Başlık bile tek başına her şeyi anlatıyor aslında. Aynı anda çok da önemli mesajlar barındırıyor. Bir futbolcu sahada 90 dakika mücadele ettikten sonra bu cümleyi sarfediyorsa döneminin sonlarına geldiğini anlamış olabilir mi?
Zeytinburnuspor’dan transfer edildiğinde ufacık çocuğa bu kadar para verilir mi diye kızmışlar Adnan Polat’a. Altyapı eğitimini aldığı Galatasaray forması altında 16 yaşında Borussia Dortmund maçında sahaya adımını attı. Daha o yaşlarda bir şeyler olacağı belliydi. 11 kez U-15, 37 kez de U-16 formasını giymiş olması bile bu yorumu yapmaya yeter. Ama o zamanlar çok daha büyük futbolcu olması gereken Emre Belözoğlu şimdilerin “tahammül edilen oyuncusu.
Galatasaray’da oynarken takımın “ufaklığı” Leeds maçında Kewell’dan sonra kırmızı kart görerek oyun dışı kalmıştı. Böylelikle final’de oynama şansını kaybettikten sonra kariyerine finale çıkan bir takımın oyuncusu olmayı ekleyebildi. Sonraki sezonda da şampiyonlar liginde çeyrek final oynadı. Buraya kadar her şey güzelken, sevenlerini bir kenara atıp bedelsiz olarak Inter’e gitti. Kariyer olarak çok iyi bir adım attı elbette. Ancak taraftar bu adamı vezir de eder rezil de… Galatasaraylılar yine de ona destek vermeye devam etti. Ne de olsa Avrupa’da bir “Galatasaraylı” vardı.
Bir sezonda minimum 50 maça çıkan takımda “il Turco” 4 sezon boyunca 78 maç oynayabilmiş. 200 maçın 79’unda oynamak bir şey olarak görülebilir ama Pele tarafından en iyi 100 futbolcu arasında gösterilen bir futbolcunun performansı tatmin edici olabilir mi? En mükemmel oynadığı 7.12.2002’deki Lazio maçı dışında akıllarda kalan bir performansı yok. Takımını beraberliğe taşıyan inanılmaz iki golünü unutmak mümkün değil tabi ki… Ancak 2004’te başlayıp peşini bırakmayan sakatlıklar sonrası kariyerinde ister istemez düşüşe geçti. Premier Lig İtalya Ligi’ne göre iyi konumda olsa takımlar karşılaştırılınca yeni takımı Newcastle daha düşük seviyede bir takımdı.
Yine sezonda aşağı yukarı 45 maç yapan bir takımda 3 sezonda 58 maç yapabildi. Yine fazla tatminkar olmaya bir performans sergilerken iyi oynadığı bir kaç maç dışında çok bir şey yapamadı. ‘Inter’de yıldızlara tercih edilip forma şansı bulamadı Newcastle’ı alır götürür…’ denilirken sakatlıklarla boğuşmak zorunda kaldı. Bu süreçte bir de Joey Barton gibi TFF 2. Lig’de bile oynayamayacak bir oyuncuya tercih edilir oldu.
Bu sene, muhtemelen evlilik sebebiyle, Avrupa’ya açılırken kalbini kırdığı taraftarların kalbini ikinci kez kırarak ülkeye geri dönüş yaptı. Kariyerinde bir geri adım daha atan Emre, ayrıca büyük bir taraftar kitlesini de kaybetti. Kaybettiği taraftar kitlesinin Milli Takım maçlarında ilk hatasında tepki göstermesi de bu yüzden. Onun açısından bakarsak, teklif edilen paraya hayır demek kolay değil. Zaten son 7-8 senesini yaşadığı kariyerinde sürekli sakatlanan bir oyuncu olarak bu parayı da başka yerde vermezler.
2002 Dünya Kupası’nın ardından avrupanın aranan oyunculardan olan Emre, 2008 Avrupa Şampiyona’sı sırasında ise sahada “aranan” oyuncu oldu. Tek maça çıkıp sakatlandıktan sonra yedek kulübesinin demirbaşı oldu. 2010 Dünya Kupası yolunda da Ermenistan maçında “tahammül edilen” futbolcu. Bence tahmmül edilen oyuncu statüsüne 17-19 yaşları arasında ilk defa A takıma çıkan futbolcular girer.
Fatih Terim ise “90 dakika sahada tutarak oyuncumuza güven aşılamak istedik” diyor. Milli Takım’ın kaptanı ve en kariyerli futbolcusu özgüvenini kaybetmişse, burada hem o takım için hem de o futbolcu için çok büyük bir problem var demektir. Böyle kariyere sahip bir futbolcunun sahada güvensiz olmasının sebebini kendisi bulup, kendine artık çeki düzen vermeli. “Bana tahammül etti” diyerek bazı şeylerin farkına vardığı kesin. Ancak hala 16 yaşında Borussia Dortmund maçına çıkan güven kazanması için tahmmül edilmesi gereken biri olmadığını da unutmamalı. Çabucak toparlanmalı, çünkü devir artık Nuri Şahin’in, Mehmet Topal’ın, Selçuk İnan’ın, Uğur İnceman’ın devri… Eğer bu sene de bir şeyler yapamazsa bu kadar çok alternatif var iken onun için kapılar kapanabilir…
Kategorisi Genel