Eklendigi tarih 28 Mart 2010. Etiketler: Arda, Elano, Fenerbahce, Galatasaray, Galatasaray-Fenerbahçe derbisi, gio dos santos, Giovani Dos Santos, Leo Franco, Mehmet Topal, Mustafa Sarp, Rijkaard
Derbi sonrası aklımdan dökülenler…
Çok önce yazmışım. Bu iki adam Galatasaray’ın adamı değil gelmesin diye. (Bknz. Musatafa ve Leo Franco gelmesin.) İkisi de bir kez olsun bir halta yaramadı. “Büyük takımın kalecisi maç kurtarmalı” diye klişe bir laf vardır. Klişeler ne kadar canımı sıksa da bu büyük bir takımın kalecisinde olması gereken bir şey. Zaten maç boyu iki pozisyon geliyor. Onları da kurtaracaksın. (Bknz. Rüştü Beşiktaş-Eskişehir: 2-0 iken Mehmet Yılmaz’ın şutu) Leo Franco ile yollar kesinlikle gönderilmeli. Kale Aykut veya Ufuk’un olmalı.
(TV’de Rijkaard’ın basın toplantısı var) Rijkaard’a katılmamak elde değil. Gio Dos Santos ikinci yarının başındaki golü atsa takımın kazanmak için isteksiz olduğundan ve takımdaki konsantrasyon kaybından bahsedebilecek miydik. Servet’e de fena geçirdi. “Bir derbiden sonra Servet’in “Çok çalışmadık” demesi olabilecek en kötü şeydir.”
Giovani, ilk yarı mükemmel bir oyun çıkardı. Fakat Arda’yı sola çekip Gio’yu, Jo’nun (sonra da Baros’un) arkasında oynatmak akıllıca değildi. Gio hızlı bindirmeleriyle ilk yarı Fener’in beklerini çokça yordu. Tehlikeler yarattı. Arda kanatta daha iyi olabilir ama ortada topu tutup, vücudunu koyarak, ara paslar atarak Keita ve Gio’yu kanatlarda koşturabilecek yeteneğe ve mentaliteye sahip. Gio ise tamamen bir kanat oyuncusu. Galatasaray’ın Aaron Lennon’ı olabilir.
(Rijkaard’ın basın toplantısı devam ediyor) “Arda çok oynamak istedi. Bence tam olarak iyileşmemişti. Ama hafta boyu çok oynamak istediğini söyledi. Bence iyi bir değişiklik olmadı. Çünkü sakatlığı oyununa yansıdı.” O zaman almasaydın hocam…
Gelecek yıl için Haldun Üstünel’den ricam: Mustafa Sarp geldiği gibi gitsin. Mehmet Topal artık kendini geliştiremiyor. Talepleri varken gönderilsin. Barış’ı Almanya’ya falan gönderilsin. Ayhan da askerlikten yırtmak için İsveç’e, Yunanistan’a, Portekiz’e falan gitsin. Gaziantepspor’dan Murat Ceylan, Kayserispor’dan Abdullah Durak mutlaka takıma alınsın. Özer kaçtı bunlar kaçmasın. (Altay’dan Musa Çağıran zaten yolda)… Altyapıdaki Caner, Sinan, Cumhur ve Emre gibi oyuncular yer bulmaya başlasın.Yabancılardan da Elano Dünya Kupası kadrosuna çağrılırsa ki bu kuvettli bir ihtimal, (Dunga çok seviyor Elano’yu) kupa sonrası hemen gönderilsin. Jo takımda kalsa da olur gitse de ama Gio Dos Santos kesinlikle kalmalı. (Al sana yeni Ribery!) Yabancı oyuncu alınacaksa da, sırf yabancı diye, şu ligde bu ligde oynadı diye aman şu kadar milli olmuş diye yabancı alınmasın artık. Gözümüzü isimle değil oyunla boyayacak bir takım kurun. Rijkaard’a adam gibi takım verin lütfen… Gerçi şampiyonlar ligine gidemezsek yine bize kim gelir ki…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 20 Ağustos 2009. Etiketler: Arda, Elano, Galatsaray, Keita, Kewell
Uzun zamandır buralarda bir Galatasaray yorumu yok. Takımı görmeden yorum yapmayı sevmiyorum. İzlediğim maçlardan sonra yorum yapamamayı hiç sevmiyorum. Bugüne dek iki Tobol, birinci Netanya, Gaziantep ve Denizli maçlarını izledim. Bir tek de ilk Tobol maçından sonra yazabilmişim 17 Temmuz’da. O maçta da dikine oynamak gerek diyerek aslında kendimce bir reçete vermiştim. Dikine oynamadığımız ilk Tobol maçında zaten gol atmakta zorlanmıştık oldukça. İkinci Tobol maçında ise Sami Yen faktörüyle yedeklerin ağırlıklı olduğu bir takımla da olsa alıp götürmüştük maçı.
Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 12 Nisan 2009. Etiketler: Arda, Baros, Bülent Korkmaz, Bursa, Deivid, derbi, Edu, Emre, Emre Aşık, Fenerbahce, Galatasaray, Gaziantep, Hagi, Hakan Şükür, Kewell, Konya, Lugano, Popescu, Prekazi, Selçuk, Ümit Karan
Hiç bir önemi yokmuş gibi bekliyorum akşamki derbiyi. Kazananın şampiyonluk ümitlerini yeşerteceği, Şampiyonlar Ligi’ne gitme ihtimalini arttıracağını söylüyor ya, kısmen doğru olsa da gülüyorum… Çünkü bu maç henüz hiç bir şeyi belli kesinleştirmeyecek. Öyle ki Fenerbahçe de Galatasaray da çok iyi oynayıp yendiği bir maçın ardından farklı yenilebiliyor. İkisi de birbirinden dengesiz iki takım. Ne kadar iki takımın kadrolarını bir çırpıda sayabiliyorsak da bu takımların oturmuş takım yapılarından değil, eldeki malzemelerden daha iyi oyuncuların olmamasındandır. Oturmuş takım olsalardı, kadro istikrarı skorlara da yansımış olurdu. Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 23 Mart 2009. Etiketler: Arda, aurelio, Ayhan, Baros, bulutsuzluk özlemi, emre belözoglu, Fatih Terim, Galatasaray, Hakan Balta, Kazım, Kewell, kimse barıştan söz etmiyor, M.Topal, Meira, Nuri Şahin, Servet, UEFA Kupası, werder bremen
Barış’ı Werder Bremen istiyormuş. Çok hoş! Etrafımdaki bir çok kişi de bu transferin gerçekleşmesi için can atıyordur. Çünkü “kimse Barış’tan söz etmiyor“… Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 27 Ocak 2009. Etiketler: Arda, Ayhan, Barış Özbek, Baros, Galatasaray, Galatasaray-Sivasspor, Lig TV, Sivasspor, Ümit Karan
Haftasonu oynanan Sıvas-Galatasaray maçının ne yazık ki sadece ilk yarısını izleyebildim. 45 dakika boyunca oyunu hep rakip yarı alanda oynadık. Ofsayt diye durdurulan Baros’un direkten dönen topu dışında ciddi bir pozisyon hatırlayamıyorum şu an ama sanırım bir iki tane daha tehlikemiz vardı. Bir de Barış’ın sağdan içeri girip iki çalım attıktan sonra yaratmaya teşebbüs ettiği değişik bir pozisyon daha vardı. Teşebbüs dedim çünkü iki kişiyi geçtikten sonra attığı pas, attığı çalımlara yakışmadı gerçekten. Devre biterken Ümit Karan’ın atılıp atılmadığını anlayamadım bile. O sırada dışarı çıkmak için hazırlanıyordum. Televizyon açıktı, gittim geldim, odamda dolandım bir baktım ileride pres yapan tek adam Baros hemen arkasında en yakın adam Arda. Pazubandı da Ayhan’da! Ne oldu ne bitti anlayamadım. Lig Tv de pozisyonu ne zaman, kaç kere tekrarladı hiç göremedim bile. Zaten Lig Tv’nin yayıncılıkta yarattığı katliamın haddi hesabı yok. Ayrı bir ileti konusu-serisi bile olur bu konu.
Maç bitmeden Ümit Karan’ın yediği kırmızı kart hakkında ilk düşüncem şu oldu. “Ulan be adam! Yönetim sen kuralları öğren diye tesislerde sana ders veriyor. Kuralları anlattırıyor. Senin yaptığına bak! Üstelik şampiyonluğu etkileyecek bir maçta yönetimin bunca önlemine karşın böyle bir hatayı nasıl yapar!? Son iki aydır forma giyemediği için küskün olan ancak en önemli maçta Lincoln’ü kesip takıma girmişsin. Kaptanlık pazubandı da sende! Bu kadar adam sana bu kadar güvenirken sen bu hatayı nasıl yaparsın!” Yaptı işte! Oldu…
Sonra baktım, pozisyonu bir kaç kere tekrar izledim. Olay benim izlenimime göre şu: Ümit Karan omuz omuza mücadele veriyor Sıvaslı’yla. Taç çizgisine doğru giderken Ümit kayıp düşüyor. Kalkarken şöyle hakeme bir bakıp, ona bir şeyler söylüyor. Kalkıyor ve kara,yağmura, ıslak zemine isyanından etrafındaki karlara tekme atıyor. Bunlar hakeme bakmadan gerçekleşiyor. Sonra hakeme bakıp bir şeyler söylüyor. Ağzından okuduğum kadarıyla da “Çok ayıp” diyor sonra sahaya girerken. İlk kısmında söylediği sözleri ağzını tam göremediğim için okuyamadım bilemiyorum ama; yan hakeme koşup, üzerine yürüyüp el kol sallamıyor. Neye göre kırmızı kart verildi ben anlamadım.
Eğer sadece çok ayıp lafına kırmızı kart çıktıysa “çok ayıp”! Hakemlerimizin bu yüzden yurtdışında fazla maç yönetemediğini düşünüyorum. Her hafta izliyoruz ya. Rooney ne küfürler, ne Fuck Off!’lar çekiyor Howard Webb’e. Ne el kol sallıyor. Ama uzun zamandır ben bu sebepten kırmızı kart yediğini görmedim. Hiçbir zaman psikoloji kitabı okumadım. İlgi alanıma sokamadım, giremedi belki de. Ama futbolcu psikolojisinden anlarım. Haksızlığa uğradığını düşündüğü andan sonra 5-7 saniye içinde gösterdiği tepki bilinçdışıdır. Neyi, neden yaptığını bilemez o an. Ve itiraz eder, küfreder, isyan eder, topa tekme atar, yere vurur, tepinir, bağırır çağırır… Ama bu hareketler hakemin verdiği bir karar sebebiyle yapılsa dahi direk olarak hakeme-kişiye yapılan bir isyan değildir. Oradaki isyan “genel”dir. Topa, zemine, hakeme, yağan yağmura, formasını kirleten çamuradır. Hakemler bunları göz önüne alarak kartlarını çıkarmalı… Burada iki tarafın da yaptığı “çok ayıp”.
Not: Ümit Karan, en son bizim muhitte oturuyordu. Hala öyle mi bilmiyorum ama gördüğüm ilk yerde bizzat soracağım.
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 12 Kasım 2008. Etiketler: alex, Alex de Souza, Aragones, Arda, arsenal, atarsa semih atar, Benfica, Deivid, Deivid de Souza, derbi, Emre Aşık, Fenerbahce, Fenerbahçe-Galatasaray, Galatasaray, Josico, Kewell, Lincoln, Lugano, Luis Aragones, Michael Skibbe, Milan Baros, Morgan De Sanctis, roberto carlos, Selçuk Şahin, Semih Şentürk, Servet, Servet Çetin, Tottenham, Ümit Karan, Volkan Demirel
Maç öncesi yorumumu mecburiyetten kısaca yazmıştım. Kısa zamanda yazdıklarımın kısmen maçda yaşananlarla örtüşmesi hem sevindirdi hem de üzdü. Deivid’in kilit oyuncu olması, Emre Aşık’ın ise defanstaki kilit adam rolünü başka bir sahnede yerine getirmiş olması, doğru tercih Josico’nun iyi performans sergilemesi, Volkan’ın devam eden Arsenal performansı, Sarı-Lacivertli takımın Alex ve Emresiz sahaya çıkacak olmasının sahada koşan 11 Fenerbahçeli olacağını söylemem, Galatasaray’ın ileri dörtlüsünün Benfica maçındaki presini maçın ilk yarısında devam ettirip rakibi zorlaması, “ben demiştim” bölümünde değerlendirilecek gerçekleşenler.
Maç nasıl geçer geyiklerine daha başlayamadan ofsayt mı değil mi tartışmaları arasında kısmen şans,kısmen de akıl dolu bir gol buldu Galatasaray. Ümit’in kafasıyla verdiği pas pek bilinçli durmuyor ama Arda’nın attığı pas ofsayt olma ihtimalini hesap etmeden verilmiş olsa da akıl doluydu. Lincoln’de bitiricilik dersi verdi. Hazır bulmuşken kasım maçlarının rövanşını alır mıyız diye düşünmeye başladık ama maçın bir diğer kilit adamı olacağını tahmin ettiğim Ayhan’ın kale ağzından çıkardığı top kendine gel tadında, enseye şaplak modundaydı. Ancak bu durumu algılamakta zorluk çeken Galatasaray defansı, maçın yıldızlarından Selçuk Şahin’in sağ ayak dış denemesinde topu ağlarında gördü. Kimsenin Selçuk’u takip etmemesi sezon başından beri kornerlerde adam paylaşımı sorunu yaşayan Galatasaray’ın bu durumu çözmeye yönelik bir adım atmadığının göstergesi oldu. Maçtan çıkacak sonucu takımların ilk 10 dakikadaki performansı belirleyecek diye düşünmeye devam ederken maçta çabucak biri sayılmayan 3 golün olması derbilerin en ilginçlerinden birine şahit olacağımızın habercisiydi. (klişemsi cümlelerin hastasıyız!..) İlk 10 dakikada yaşananların maçın genel özetini nasıl yansıttığını biraz derinlemesine değinelim.
Galatasaray’ın ilk dakikalarda bulduğu gol, maçı istediklerine ve ilk golü atarsak istatistiklere göre kazanırız düşüncesinde olduklarını gösteriyordu. Benfica maçından sonra alınan övgülerle de kazanılan özgüven ve rahatlık Arda’nın ceza yayı üstünde o hareketleri yapabilmesinin sebebiydi. Fenerbahçe’nin golünden önce kazandığı kornerlerde yarattığı tehlikeler kolay yem olmayacaklarının sinyallerini vermişti. Bu ataklardan birinde de Ayhan topu kale ağzından çıkararak maçtaki tek artısını gerçekleştirdi. Selçuk’un golünde ise adam paylaşımındaki hata aylardır çözülemeyen eksiğimiz. Belki bireysel bir hata ama rakibin Fenerbahçe olduğunu düşünerek hareket etmek gerekli. Kimi maçta rakibinı boş bırakman golle sonuçlanmayabilir ama topa vuran kim olursa olsun rakibin Fenerbahçe olduğunu unutulmamalı.
Bence maçın en kritik dakikası yine ilk 10 dakikada yaşanan ve Galatasaray’ın maçtaki genel ruh halinin bir yansıması olduğunu düşündüğüm Lincoln’ün frikiği idi. Derbilerde atılmış en güzel golü görmüş olmanın heyecanıyla herkesi ayağa kaldıran gol, çift vuruş olduğu gerekçesiyle sayılmadı. Burada suçu hakeme atmak da mümkün eğer kolaycıysanız. Fakat buradaki en büyük hata Lincoln’ün dikkatsizliğidir. Hakem topa vurabileceğin bir yerden faule hükmetmişse ve eğer sen kaleye vurmayı kafana koymuşsan verilen kararın çift vuruş mu, tek vuruş mu olduğuna dikkat etmek zorundasın. Çünkü gördüldüğü üzere maçın gidişatını, takımının kaderini etkileyen bir pozisyonun yaşanmasına sebep olabiliyorsun. Lincoln’ün bu dikkatsiz, konsantrasyon eksikliği hakim, laubali ruh halinin tüm takıma yansıdığının düşüncesindeyim. Yoksa Baros ve Nonda’nın topa kritik dakikalarda elle müdahale etmesinin, yenilen üçüncü golde Galatasaray’ın ceza alanında 6 Fenerbahçeli varken bir Galatasaraylı’nın olmasının başka bir açıklması yok! Bu adamları birileri çıkıp uyarmalı. Baros daha önce de topu önüne eliyle alarak sarı kart görmüştü. Şimdi de bu yüzden sarı kart sınırında!
Galatasaray’ın ilk yarıda Fenerbahçe’ye göre daha atak bir oyun sergilediğini söyleyebiliriz ama Fenerbahçe’nin Arsenal maçındaki defansif oyununu devam ettirmesi Galatasaray’ı zorladı. Galatasaray kanatlardan gelmeye çalışırken o bölgeye çok iyi toplanıp alanı daraltan Fenerbahçe’nin bu planını bozmanın en kolay yolu oyunun yönünü terse çevirmekti. Ancak bunu yapması beklenen Ayhan bu maçlık al gülüm ver gülüm (klişeleri seviyoruz!..) oyunu tercih edip, Lincoln de ceza alanına gömülünce topu diğer kanada taşıma şansını bulamadı Galatasaray. Böyle olunca da atak yolları tıkandı ve ikinci golü bulmak için teşebbüste bile bulunamadılar. Galatasaray da Fenerbahçe’nin alan daraltma planını uygulamak istese de, topu hızlıca ters kanada taşımayı başaran Sarı-Lacivertli ekip böylece daha kolay rahatsız etti rakip kaleyi. Kendi yarı alanının sol tarafından alıp sağ kanada aktarılan paslarla Fenerbahçe biraz da şansıyla ikinci golü bulunca çok rahatladı. İkinci gol için suçlanacak birini aramaya gerek yok. O top Emre’yi aşsa Güiza’nın önüne düşecekti. De Sanctis’in o topu çıkarma ihtimali veya “okçu”nun o golü kaçırma ihtimali elbette vardı. Ama olasılıklar üzerine konuşmak bir tek istatistikte işe yarar. Fenerbahçe maçlarının talihsiz adamı Emre Aşık bu golden sonra da belini doğrultamadı. Yenilen ikinci golden sonra Galatasaray’ın bir penaltısının verilmediğini belirtmeli. Selçuk’un altıpasta kafa topunda kambura yattığını söylemek gerek. Ümit Karan o pozisyondaki itirazında haklı. Ama yenilginin sebebi tabi ki bu değil. (Hakem hataları ile alakalı ayrıntılı yazı için durma tıkla!)
İkinci yarının başında gelen gol maçın bitiş düdüğünü çaldı. De Sanctis’in baraj yaptırmamasını eleştirenlere “Barthez baraj yaptırdı da ne oldu?” demek istiyorum. Böyle şutlarda topun nereye gideceğini topun vurulduğu 35. metreden görerek pozisyon almak isteyen kaleci sayısı çok. Yamulmuyorsam Van Hoijdonk’a da baraj yaptırmayan bir kaleci vardı. (Mondragon?) De Sanctis ile Roberto Carlos, o şutun ilk topta gol olup olmayacağına bahse girse kazanan İtalyan olacaktı. Çok da kolay olmayan bir topu çıkarmayı başardı. Asıl hatalı olduğu yer topu çeldiği bölge. O topu aldı direğin kenarından altıpasa doğru Lugano’nun önüne tokatladı. Hadi şutu atan Carlos olduğu için topu çeleceği yönü hesaplayamadığını varsayalım ama ceza alanına giren 6 Fenerbahçeli’yi takip etmemek nasıl bir rahatlıktır! nasıl bir koyvermişlik, umursamazlık, laubaliliktir!!! O dakikada bıraktı işte maçı Galatasaray.
İkinci yarıya bir gol daha yiyerek başlamak tüm planları suya düşürdü haliyle. İlk yarıdaki oyun umut vermişti. Ama derbilerin ruhunu çok iyi bilen Ümit Karan’ın oyundan çıkmasıyla Galatasaray’ın rakip derfansla dövüşen gücü yok oldu. Yine Ümit gibi savaşçı oyun yapısına sahip Baros’un çıkması aynı etkiyi yaratmadı çünkü sağ kanada hapsedildi. Bana kalırsa akıllı bir oyunla Baros, hızıyla o kanatta daha verimli kullanılabilirdi. Tottenham’daki Robbie Keane tadında bir oyun sergilettirilebilirdi. İkinci yarıya Baros-Kewell değişikliği ile başlamak yeterli olurdu. Ama Nonda, Lincoln, Kewell gibi sakatlanmama korkusuyla Ümit kadar boğuşmayan oyuncuların sayısı arttığı için ceza alanını zorlayamadı sarı-kırmızılı takım. Oyuna ikinci yarı giren Kewell da topla bu yüzden 60. dakikada buluşabildi. Onun da ne yazık ki tek hareketi kullandığı serbest vuruştu.
Skor farkı 2 olunca Galatasaraylı oyuncuların sinirleri hemen bozuldu. Arda’nın bazı pozisyonlarda gereksiz itirazları, Ayhan’ın Volkan’ın sakatlığından sonra Carlos’un önünde prese devam etmesi centilmenliğe sığmayan bir hareketti. Benfica’daki güzel oyunuyla kilit bir rol oynamasını beklediğim Ayhan, tam tersi bir şekilde çirkef oyunuyla takımının sinirlerini gererek kilti bir rol üstlendi.
Skora bakarak Fenerbahçe’nin ezici bir oyun oynadığını ve bu galibiyetle artık bileğinin bükülmeyeceğini düşünmek yanıltıcı olur. Çünkü Fenerbahçe gollerini planlanmış veya atağın gidişatına göre harika organizasyonlarla bulmadı. Galatasaray’ın hatalarını çok iyi değerlendirdiler. Ve daha istekli, özgüvenli bir oyunla haklı bir galibiyet aldılar. Oyun olarak Arsenal maçındaki defansif dirençlerinin üstüne koyarak oynadılar. Josico ve Deivid’in ilk 11’de oyuna başlaması Londra’daki oyuna atak gücünün eklenmesini sağladı. Aragones’in bu değişikliği (Londra’da bir puanı kazanan bir takım vardı), Skibbe’nin “kazanan 11’i değiştirmeme tezini” çok iyi çürüttü. Akıllı, verimli, ne yaptığını bilerek oynayan Fenerbahçe’yi tebrik etmek gerek. Önlerinde zor bir dönemeç var. Eskiden Alexsiz varlık gösteremeyen Fenerbahçe onsuz da ezeli rakibini yenmeyi başarmış olması Aragones’i zorlu bir tercihe, Galatsaray yönetimini de Skibbe konusunda zor bir karar sürükleyecek…
Kategorisi Genel