Galatasaray futbol takımı başarılı olursa, yöneticilerin başarısızlığını değil, teknik direktörlük kurumunun gerekliliğini tartışmaya başlayacağız. (MedyaKronik/HaberVesaire/14.04.2008) + Gökhan Tan
– Galatasaray Futbol Takımı Özhan Canaydın’ın başkanlığından beri, takımın yaşadığı bütün başarısızlıkların sorumlusu olarak gördüğü ve sezon sonu kellesini aldığı teknik direktör listesine Karl Heinz Feldkamp’ı da ekledi. Feldkamp’ın ayrılışı zamansızdı ama pek çok kişi için sürpriz olmadı. Teknik adam, çalıştığı süre boyunca sadece basın tarafından değil, kulüp içinde de sürekli eleştirildi.
Eleştirilere tek başına göğüs geren, elbette “Kalli”yi getirmek için bir “one man show” sergileyen Adnan Polat’tı. Polat 22 Mart 2008’deki seçimini kazandı ve kendi sözleriyle “düşlerini süsleyen başkanlık rüyasını” gerçek kıldı. Ve bu rüyanın ilk icraatı, tek başına kefil olduğu teknik direktörünün kulüpten kopmasını sağlamak oldu.
“Kalli” Feldkamp, kağıt üzerinde istifa etmiş görünüyor. Ama işine karıştırmayan, karışıldığı anda da tepki vereceği çok açık olan teknik adama “Artık ön libero deneme, Nonda’ya şans ver, futbolcularla iyi geçin” gibi uyarılarda bulunulması zaten istifasının istenmesi anlamına geliyordu.
Bu süreçte kaçınılmaz katkısı bulunan spor basını da yeterince sorgulamadı Feldkamp’ın gidişini. Öyle ya, adam ikide bir hasta olup, takımı yalnız bırakıyor, bir maçta orta sahada oynattığı adamı, diğer maçta “stoper” yapıyor, vazgeçilmezleri kadro dışı bırakıyor, özetle koskoca takımı “tek patronmuş gibi” yönetiyordu!
Takımın tek patronu. Feldkamp’ın futbol şubesindeki konumu aslında tam da buydu. Bu onun, yıllar önce Fatih Terim örneğinde olduğu gibi, kendini kabul ettirmek için mücadele ederek kazandığı bir ayrıcalık değildi. Aksine, durum tam da tersiydi. Polat bir taraftan Feldkamp’ı göreve getirmek için kendi yönetimiyle mücadele ederken, diğer taraftan da Feldkamp’ı bu göreve ikna etmek için didindi. Adnan Polat bir önceki yönetimi temsil ediyorsa -ki Feldkamp göreve geldiğine göre bunu sorgulamak artık yersiz-, “Kalli”nin takımın tek patronu olması kulübün kararıydı.
Kulüp, Feldkamp’ın gelişini “geleceğe yatırım” olarak duyurdu. Teknik adama önerilen şey, futbol şubesinin danışmanlığıydı. Sadece futbolcuları değil, şubede bulunan tüm takımların organizasyonunu ve teknik direktörlerini de o belirleyecekti. 74 yaşındaki “Kalli”nin, istememesine rağmen yönetimin “ricasıyla” eşofmanlarını giyip A takımının başına geçmesi de “geleceğe yönelik” bu planın ilk adımıydı.
Gelinen nokta, Türk futbolunun “henüz”, bu kadar ileriye bakmaya hazır olmadığını, hatta niyeti bile olmadığını gösteriyor. İsmi ve başarılarıyla, uzun vadeli plan yapmaya belki de en yakın kulübümüzün bile karnesi sınıf geçmeye yeterli değil. Kafamız, düşünce yapımız, temelimiz buna uygun değil.
Feldkamp’ın ayrılmasının Galatasaray açısından yarattığı en hazin tablo, kulübün “yeni” yönetiminin, gündeminde herhangi bir plan olmadığını ortaya koyması. Daha bir ay öncesinde rotasını, Karl Heinz Feldkamp’ın fikirlerine göre çizeceğini açıklayan yönetim, piyasadaki birçok teknik direktöre teklif götürmeye başladı. “İyi bir isim olsun da, kulübün büyüklüğünü anlaşılsın” görünümündeler. Bu isimlerin oyun anlayışlarının çok farklı olması, bu “yeni” döneme dair bir strateji geliştirilmediğini gösteriyor.
Galatasaray, Süper Lig şampiyonluğunu kovalarken ve Türkiye Kupası’nın en güçlü adayıyken, Feldkamp’ı hatırlamamız mümkün değil. Onu, Galatasaray şampiyon olunca hatırlayacağız: “Bak, teknik direktörsüz takım daha başarılı” diyeceğiz. Ya da “takım teknik direktörsüz şampiyon oldu, düzgün birini başa getirirlerse daha neler yaparız” diyeceğiz.
Kimse, dokuz ay önce söylediğini, başkan olur olmaz çiğneyen Adnan Polat’ı hatırlamayacak. Evinde emekliliğini kutlayan futbol adamını, kulübüne rağmen, bin bir ricayla takımın başına getiren o günkü ikinci, bugünkü asil başkanın “başarısızlığını” göremeyecek.
Hadi o kadar abartamayalım. Elbette birileri çıkıp, onun hakkını verecek:
“Vay be, adam işi biliyormuş!”
Feldkamp “yeniçeriler”e karşı
(Volkan Ağır-MedyaKronik) – Karl Heinz Feldkamp’ın, hakkındaki onca olumsuz eleştiriye rağmen takıma kattıkları kaybettirdiklerinden kat be kat fazla. Tıpkı Galatasaray’ın başında olduğu 1992-1993 sezonunda olduğu gibi Türk futbolunun çehresini değiştirme potansiyeli çok yüksek oyuncular topluluğu bıraktı ardında. Ve tıpkı o sezon kazandığı şampiyonluğu tekrarlamak ister gibi bir görüntü çizdi.
16 yıl önce Bülent Korkmaz, Mert Korkmaz, Tugay Kerimoğlu, Arif Erdem, Suat Kaya, Hakan Şükür, Okan Buruk gibi isimlere güvendiği gibi, şampiyonluğu gençlerle almak istediğini göstermek istedi. Uğur Uçar, Orkun Uşak, Barış Özbek, Serkan Çalık, Mehmet Güven ve Mehmet Topal sürekli forma şansı bulan yeni isimler oldu.
Her zaman Avrupa kupalarında başarılı olmayı daha çok önemsemiş bir kulüp olan Galatasaray’ı UEFA Kupası maçlarında alınan sonuçlar hiç bir zaman tatmin etmedi. İlk maçtan, son maça kadar futbol şansıyla yürüdü takım Avrupa’da. Gruptan bir üst tura çıkma şekli bir hayli mucizevi ve bir o kadar da acınası olan -Austria Wien maçının son düdüğünden sonra Bordeux maçının sonucunu öğrenen oyuncuların sahada “sevinçten” nasıl koşuştuğunu görmeliydiniz- takımın bu durumu çokça eleştirildi.
Leverkusen karşısında alınan 5-1’lik mağlubiyetle UEFA Kupası’ndan elenmeyi hiç mi hazedemeyen yönetimde kimsenin Kalli’ye güveni kalmadı. Sadece Özhan Canaydın, Adnan Polat ve Adnan Sezgin kaldı. Bu elenmenin şokunu atamayan takım da üst üste aldığı süpriz mağlubiyetlerle şampiyonluk yarışından kopma noktasına geldi. Ama oyuncular ve Kalli de maç boyunca maçı değişterek hiç bir harekete kalkışmadı. Günümüz futbolunda mağlup durumda olan takımların maçı çevirmek için forvet sayısının değil, orta sahadaki oyuncuların sayısının fazla olmasının gerektiğini gözleyememiş olacak ki Kasımpaşa maçında sahada beş forvet vardı takımda. Orta sahada onlara top atacak adam yokken o beş forvet ne yapabilir ki? Kalli bu konuda bence gerçekten geride kalmış.
Kalli, Fortis Türkiye Kupası’nda Fenerbahçe ile Ali Sami Yen’de oynanan maçın kazanılmış olmasına rağmen yine aynı hataları yapmaya devam etti. Hatta bu sefer abartarak, son dakikalarda oyuna giren Serkan Çalık son 10 dakika defansta son adamdı. Bol kartlı geçen ve şans golüyle kazanılan maçın yorumu ise Adnan Polat’tan geldi. “Saçmasapan bir maçtı.”
Sene boyunca oyuncuların yerini sürekli değiştirdi Feldkamp. Hazırlık maçlarında ve menejerlik oyunlarında yapılmasına tahammül edilebilir mevki değişikliklerini lig maçlarında yapması ve verim alamamasına rağmen bu konuda ısrar etmiş olması Galatasaray’daki herkesi çileden çıkardı. Emre Güngör’ü ön liberoda, Hasan Şaş’ı sağbekte, Ismael Bouzid’i ön liberoda, Nonda’yı orta sahada, Barış Özbek’i sağbekte deneyen Kalli, oyuncuları da futboldan o kadar küstürmüş ve sabırlarını o kadar taşırmış olacak ki, takım içindeki huzursuzluklar medyaya oyuncular tarafından verilen demeçlerle yansıdı.
Mart ayındaki seçimleri kazanıp başkan olan Adnan Polat, 4 Nisan 2008 akşamında oyuncularla tek tek görüşüp, “Bazı arkadaşlar hiç alışık olmadıkları yerde oynatılıyor ve taraftarların önüne atılıyor. Bizi hep yanlış oynattı. Kalli olmazsa şampiyon oluruz. Yoksa sonumuz kötü” cevabını alması ve kendi getirdiği Kalli’yi göndermesi, bir nevi yeniçeri ayaklanması olarak Galatasaray’ın tarihine geçecek bir olay haline geldi.
Galatasaray’ın içine düştüğü bu oyuncuya dayalı düzen kısa zamanda farklı sonuçlara yol açabilir. Bundan önceki Gerets’li dönemde kazanılan şampiyonlukta, parasızlıkla boğuşan ve tamamen duygularıyla oynayan oyuncular bu sezon iki kupaya da bu şekilde ulaşabilir. Ancak asıl soru şu ki, eğer bu iki kupa da bu şekilde kazanılırsa, gelecek sezon takımın başına geçecek teknik direktör karşısında teknik direktörsüz de şampiyon olabilen bir takım varken istediklerini nasıl yaptıracak? Yönetim ise iki kupa da kazanıldıktan sonra oyunculara karşı nasıl bir tavır alacak? Çünkü böyle bir durum gerçekleşirse oyuncuların herhangi bir yönetimsel sıkıntı da, yöneticiler üzerinde fazlasıyla baskı ve istediklerini yaptırabilme gücü olacaktır.
103 senelik bir kulübün oyuncuya dayalı düzene gelme potansiyelinin zirve yapmış olması, kulübün tarihiyle, prensipleriyle, gelenekleriyle çelişen bir görüntü çiziyor. Duygusal bir topluluk olduğumuz için kısa vadede başarılara ulaşmak için bir çözüm olabilir bu düzen. Ancak yönetimin uzun vadede bu düzeni nasıl şekillendirip, dönüştüreceği merak konusu.