Eklendigi tarih 19 Haziran 2011. Etiketler: Atletico Madrid, Fatih Terim, Forlan, Galatasaray, reyes, Ujfalusi
Baya oldu yine Türkiye’deki futbol ortamı hakkında yazmayalı galiba. Gerçi bir Bursaspor giydirmesi yapmıştık ama olsun, o farklı. Geleleim transfer sezonunda Galatasaray’ın içine düştüğü durum ve çıkamadığı ve çıkamayacağını düşündüğüm hallere.
Öncelikle belirteyim Galatasaray Selçuk İnan’ı Fenerbahçe, Trabzonspor ve Beşiktaş’ın ve hatta avrupadaki kulüplerin elinden kaparak önemli bir transfer yapmıştır. Bunu es geçmeyelim. Johan Elmander de isabetli bir transferdir. Umarım sonu vatandaşı Linderoth gibi olmaz ki Linderoth da çok isabetli bir transferdi. İskandinavya da bir Gravesen bir de Linderoth gelirdi akla 6 numara deyince. Sonrasında bir de Ceyhun Gülselam katıldı takıma. O da yerine bir transfer. Orta saha ve defansta oynayabilen ve ayağına hakim biri. Türkiye’de seveni yok ama ben Unterhaching günlerinden beri takip eder severim… Fakat ya sonrası.
Bugün Galatasaray’ın kadrosuna bakınca, bugünü geçtim geçen 2 yıldaki başarısızlığa bakınca orta sahada büyük eksikliklerden olduğunu söylesem hayır diyen çıkar mı? Mustafa Sarp geldiği gün bıraktım bu takımı diye yazmıştım. Barış Özbek’se kendini Kalli dışında gösteremedi geliştiremedi. Ayhan da hep taraftar sevgisizliğinden tahammül edilemeyen adam oldu. Yanındakilerin iyi olduğu dönemde ne kadar iyi maçlar çıkardığına şahitlik ettik. Bu bölgede Galatasaray’ın alternatifsizliğini Neill, Hakan Balta, Sabri gibi isimlerin orta sahaya devşirilmeleri kanıtladı. Lorik Cana ve Culio ise durumu biraz toparlasa da Galatasaray gibi bir takımda -eğer 3’lü orta saha oynandığını varsayacaksak- orta sahanın 2 ya da 3 adamı olabilirler ancak. 1 numaralı, yani Xavi’si, Lampard’ı, Emre’si, Selçuk İnan’ı, Guti’si olamazlar…
Kadrodaki forvet ve yabancı sayısına bakınca da inanılmaz bir enflansyon yaşandığı görülüyor. Baros, Stancu, Elmander, Pino yabancı forvetler. Kazım ve Mehmet Batdal da var. Arda’yı saymadım. Belirsizliğinden sayamıyorum. Yabancı sayısına bakınca da Lorik Cana, Culio ile bu sayı şu anda 6. Yani ilk 11’de oynatabileceğin oyuncunun sınır sayısı. Ve üstüne de bugünlerde çıkan haberlere bakıyoruz ki üç tane daha yabancı oyuncu gelecek. Bu 3 ismin de 2’si 6 tane forvetin olduğu bölgede oynayan oyuncular. İsimlerinin hiç bir önemi yok benim için. Çağdaş futbol oyunu çift yönlü oynayan orta saha oyuncularıyla oynanmaktadır. 6 tane forvetle dünyanın en iyi takımı olunsaydı Manchester City çoktan olurdu.
Galatasaray’ın transfer politikasının bölgeye olan ihtiyaca göre değil de rakiplerin transfer ettiği yıldız isimlere göre tercihler yapıldığını düşünüyorum. Fenerbahçe’de Alex var, Niang ve Lugano da yıldız isimler. Beşiktaş’ta Quaresma, Simao, Guti, Almeida, Trabzonspor’da da Zokora bulunuyor. Fakat unutmamak gerek ki geçen yıl Trabzonspor’un başarısında en önemli isimlerden biri nokta transferlerden biri olan isimsiz Glowacki ve Norveç Ligi’nden gelen Alanzinho idi.
Galatasaray eski şaşalı günlerine dönmek istiyorsa Hagi, Popescu, Taffarel üçlemesi yapması yerinde olacaktır, fakat bu adamların yanına da Ümit Davala, Capone, Ergün Penbe, Suat Kaya gibi gibi isimlerin bulunması gerekmektedir. Bu yönde bir hamle yapılmadığını görünce de Galatasaray’ın transfer politikasının olmadığını düşünüyorum. Varsa da ben anlamadım.
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 29 Ağustos 2010. Etiketler: Atletico Madrid, madrid, rakı, şiirci, uefa süper kupa
Süper Kupa finalini izlenebilecek en ilginç yerde izlemeyi tercih ettim. Evde izlemediğim açık sanırım. Taksim’e gittim. Bir bara girip izleyeyim dedim ama orada da kendine ait kablosuz internet yoktu. Neyse Şiirci Kafe’ye girdim. Haydar abi içmiş, keyfi yerine gelmişti. =) İçeride Türk Sanat Müziği çalıyor ben kendime bir duble rakı siparişi veriyordum. Bilgisayarımı açtım. Oradan da Avrupa Süper Kupa Finali’ni izleyebileceğim finali. En mutlu olduğum şey ise Kanal D’de İlker Yasin mağduru olmayacağımdı.
Evet laptop’tan süper kupa finalinin, şiirci’den Türk Sanat Müziği ve boğazımdan geçen rakıyla ancak son 1 saatini izleyebildim. Çok ortada bir maçtı. Atletico da, Inter de arasıra ataklar geliştiriyordu. İlk sonuca ulaşan Reyes ve Atletico Madrid oldu. Julio Cesar elinin altından kaçırdı, şanssızdı. İkinci golde Agüero’nun gol atması mutluluk verici idi, çünkü böyle isimlerin sezona moralli başlaması futbolseverlere her zaman gollü bir sezon izletir.
Inter’in kadrosunda neredeyse hiç bir değişiklik yaşanmadı yaşanamadı. Ancak Milito, Pandev, Chivu gibi çok üst düzey olmayan futbolculardan kurulu aynı takımı Mourinho Avrupa’nın en iyisi yapmıştı. Rafael Benitez’le ise bu oyunculuar eski üst düzeyliğini kaybedip sıradanlaşmış. Öyle ki geçen yıla nazaran daha düşük profilde bir oyun sergileyip Atletico’ya mağlup oldular. Bu da “o takım bende de olsa ben de şampiyon yapardım” diyenlerin alabileceği en güzel cevap oldu. Herkes aynı takımla, aynı başarıyı yakalayamazmış.
Atletico Madrid mi? Eleriz biz bu takımı ya. Oh yolumuz açık! Bu düşünceyle biz daha çok Tromso, Lviv faciaları yaşarız… Tebrikler Atletico Madrid…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 10 Temmuz 2009. Etiketler: Agüero, Alex Ferguson, Atletico Madrid, Diego Forlan, Dimitar Berbatov, Manchester United
Cristiano Ronaldo’nun Real Madrid’e gidişine 94 milyon Euro karşılığında izin veren Alex Ferguson’un yıldız oyunucun yerine illa ki bir planı vardır. Bundan hepimiz eminiz. Belki Macheda parlayacak bu yıl, belki Nani sonunda beklenen patlamayı yapacak, belki Michael Owen muhteşem işleyen makinenin dişlilerine uyum sağlayıp ikinci baharını yaşayacak ve transferlere ‘broşür’ yaklaşımını taşıyacak, belki de Tevez, Rooney’le takımın önder şeytanlarından olarak Ronaldo’yu aratmayacak.
Ama okudum ki Ferguson’un bir diğer planı da Atletico Madrid’in japonca rumuzlu forveti Agüero’yu kadrosuna katmakmış. Sıklıkla takip ettiğim, spoiler blogunun AS gazetesinden arkadaşları bu haberi uçurmuşlar kendisine… Hepimiz biliyoruz ki ispanyada futbolcu kontratlarında futbolcunun serbest kalması için ödenmesi gereken bir maximum tutar yazılır -ki yazılması zorunludur-. Futbolcu içi bu fiyat ödenirse ve futbolcu gitmek isterse bağlasan durmaz. Agüero’nunkinde de 60 milyon Euro yazıyormuş. (Her cent’i helal olsun.) Manchester United bu transferi çok da rahat yapabilecek bütçeye sahip Florentino sağolsun. Fakat AS gazetesine göre Ferguson trink olarak bu parayı çıkarmak niyetinde olmayacak ki Agüero’yu kadrosuna katmak için 40 milyon Euro+Nani teklifinde bulunmayı planlıyormuş. İki kanat-forvet oyuncusunun takası herkesi tatmin edebilir. Ama ispanyolların tercihi Berbatov+20 milyon Euro imiş. Bu demektir ki Berbatov 40 milyon Euro değerinde bir futbolcuymuş. Eder mi ki? Bence etmez de , neye göre, kime göre…
Kun: Ne diyorsun Forlan? Manchester’a gitsem mi, n’apsam bilemedim…
Forlan: Bıdık! gidersen senin kariyerin için sevinirim elbette. Fakat bu uyumu bozmak istemiyorum. Sensiz nasıl gol atarım kanka ben…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 09 Temmuz 2009. Etiketler: 2006 Dünya Kupası, Atletico Madrid, Mariano Andrés Pernía Molina
Bu Mariano Andrés Pernía Molina. Atletico Madrid’in 32 yaşındaki sol beki. Arjantinli olmasına karşın ikinci pasaportu sayesinde 2006 Dünya Kupası’nda İspanya Ulusal Takımı’nın sol savunma kanadında görev aldı. Geçen yıl da 36 maçta forma giydi.
Bu alttaki de geçen gece Pernia’nın kazadan kurtulduğu araba. Çok da büyük bir sağlık sorunu yaşamıyormuş. Nasıl kurtuldu bilmiyoruz. Ama az kalsın Atletico Madrid formasını çıkarıp, kefeni giyiyormuş. Tanrı korumuş. Verilmiş sadakası olmak böyle bir şey sanırım.
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 20 Mayıs 2009. Etiketler: Atletico Madrid, Bülent Korkmaz, Galatasaray, Harry Kewell, Jose Pekerman, Leo Franco, Mustafa Sarp, Ntvspor, Ragıp Başdağ, Trabzonspor
Yahu vallahi inanılmaz şeyler bunlar. Bir süredir uzağım futboldan. Pek sıkı takip edemiyorum. Saat 00:20 NTVSpor açık bilgisayar önündeyim… Kulağıma çarpan haber, suratıma çarpan bir tokattan daha çok acı verdi bana. Galatasaray gelecek yıl Leo Franco ile anlaşmış. Sezon sonu imzaya gelecekmiş 32 OTUZİKİ yaşındaki kaleci. Kariyerinde 32 yaşına kadar gelebildiği en yüksek takım Atletico Madrid. Dünya Kupası 2006’da Arjantin’in kalecisi oydu. Fakat sonra olabildi mi? Belli ki o yıl takımın başında bulunan Jose Pekerman’ın özel tercihi idi Leo. Gelecek yıl da Şampiyonlar Ligi’nde mücadele etme ihtimaline sahip Atletico Madrid, Şampiyonlar Ligi’nde Leo Franco ile olmayacağını düşünüyor olabilir mi? İspanya Ligi’nde de ilk dörtte olup da 56 gol yiyen Atletico Madrid’in yüzüne bakmadığı adama milyon eurolar dökeceğiz, çok üzücü… Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 08 Mart 2009. Etiketler: Abel Resino, Agüero, ajax, arjen robben, arsenal, Atletico Madrid, Chelsea, Forlan, Guti, Heerenveen, Iker Casillas, Klaas Jan Huntelaar, Kun, Lassana Diarra, Le Havre, Maxi Rodriguez, messi, nicolas anelka, Portsmouth, Rafael Nadal, Raul Gonzales, real madrid, Roger Federer, Sergio Agüero, Sergio Ramos
Maçın ilk yarısında hafif kestirdim. Günün yorgunluğu kontrollü futbola yenik düştü.. Forlan da golünü o arada atmış.. İkinci yarı gerçekten enfesti diyebilirim. Çok hızlıydı. En az Rafael Nadal-Roger Federer tenis maçı kadar bir oraya bir buraya gitti top. Orta sahaların oyundan düşmesi olarak değil de, takımların hızlı oyunu tercih etmesi, bu yüzden topları direk ileriye atmaları oyunu hızlandırdı. Real Madrid’in defansını ileride kurmasıyla A.Madrid’de Agüero, Forlan, Maxi Rodriguez ile kontralara çıktı. Konuk takımın istediği de buydu zaten. İki takım da çok fırsat kaçırdı. Özellikle Sergio Agüero. 3-4 gol atıp İspanya’da yılın oyuncusu olabilirdi tek maçla… En azından Madrid derbilerinde yeri çok özel olurdu.
Bence ve sebepleriyle maçın “en”leri… (İzlediğim kadarıyla)
Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 03 Kasım 2008. Etiketler: arsenal, Atletico Madrid, Aziz Yıldırım, Barcelona, Cenk Erdem, Daum, David Villa, Dede, Denizli, Dumbledore, Euro 2008, Febragas, Fenerbahce, Fernando Torres, İspanya Milli Takımı, İspanyol Futbolu, Luis Aragones, Puyol, Ramos, Real Betis, real madrid, Torres, Xabi, Xavi, zico
Aziz Yıldırım’ın başkanlığından beri hedeflediği bir şey var. O da kupa kazanmaya alışmış takım yaratmak. Ancak 12 yıldır hala aynı hedefe gidilen bu yolda alınan kupa sayısı sadece şampiyonluklarla 5’i falan buluyor.
Şampiyonluklar yaşatan teknik direktörler Denizli,Daum,Zico sebepsiz! gönderilirken yerine EURO 2008’den önce son kupasını 1988’de kazanan Luis Aragones takımın başına getirilidi.
Şampiyonada İspanya’ya dünyanın hayranlıkla izlediği bir futbol oynatan “Dede”, yaz başında dünyanın en direktörüydü. Şimdi ise eleştirilerin hedef noktası (klişeleri seviyoruz!..) . İspanya’yı zirveye taşırken, elinde geçen senekinden daha iyi bir kadrosu olan Fenerbahçe’yi bu duruma nasıl düşürdü?
Tezimizin sunumu için küçük çaplı bir araştırma yaptım tabii. Önce Aragones’ten başlamalı.
“Modern Futbol” oyunu resmilik kazandıktan 40 sene sonra dünyaya gelmiş başkent Madrid’de. Bu şehrin “Güngören’i” Getafe’de futbolculuk kariyerine başlamış. Bir golcü olduğu için muhtemelen bir Zafer Biryol performansıyla Real Madrid’e transfer olmuş. 1958-1961 yılları arasında bulunduğu kulüpte ne kadar forma giymiş meçhul. Ama bu yıllar arasında her sene farklı takımlara kiralandığı görülüyor. Ya sözleşmesi bittiğinden ya da artık üs düzey mücadele hırsından takıdan ayrılıp -Çaykur Rize’ye- Real Oviedo’ya geçmiş. Bir kaç sezonda 33 gol attıktan sonra 1964-1974 yılları arasında -Ankaragücü’nüze gitmesin-, “Ankaragücü’ne” yani Atletico Madrid’de yıldızlaşıyor. 10 senede 5 kupa kazanıp gol krallıkları elde ediyor. Belki biraz Fatih Tekke misali yani. Fatih Biryol veya Zafer Tekke de denilebilemsi.
Futbolu bırakınca efsnane oyuncularını, teknik direktör olarak alelacele Atletico Madrid’in başına geçiriyorlar bundan tam 34 yıl önce. O da “sizi mi kırcam “amigos” “diyip 6 kupa da teknik direktör olarak kazandırıyor. Kupalardan ikisini 2’sini ilk 6 senelik A.Madrid flörtüyle değil, 5 senelik ikinci baharlarını yaşadıkları 1982-1987’nin tam ortasında, 1985 yılında müzesine götürüyor (klişeleri seviyoruz!..). Sonrası Yılmaz Vural misali… 1. senelik büyük takım tecrübesi, ardından tekrar Real Betis, biraz Valencia, biraz Sevilla, olmadı Real Oviedo, biraz adalara inip Mallorca, 4. kez Madrid -orası iyiydi-, yoksa adalar mı iyiydi diyip tekrar Mallorca. 2004’te “ada ekibini” bıraktıktan sonra son durağı ise her yere 2’şer 3’şer kez gidebileceği İspanya Ulusal takımında duruyor.
Bu yıllar içinde, 2006 Dünya Kupası’nda çeyrek finalden dönülürken “Kara pislik” Henry’nin arkadaşları da Aragones’e cevabı sahada vermiş. 2008 Avrupa Şampiyonası’nda ise 4 senelik İspanya kariyeri sonrası kazanılan şampiyonluk var. 2 kadro arasındaki farka baktım. Kaleci, defans, ortasaha’nın 3-5’i ve forvet ikilisi neredeyse aynı oyuncular. Torres, Villa ileride, Casillas kalede, stoper’de Puyol ve muhtemelen yine Marchena ya da Navarro, beklerde ufak çaplı değişmeler, orta-sahada yine Xavi,Xabi sanırım bir de Guti(es geçemem) kadrodaki aynı isimler. Üzerinde 4 yıl boyunca ilk 11’de ısrar edilen 8 oyuncu var. Yani fark aslında olması gerektiği gibi. Maç için değişmesi muhtemel maksimum 3 kişi, yedekleriyle 6 kişi ediyor. Mecburi 2 kaleciyle şu haliyle bile takımda toplam İngiliz takımlarının bir lig maçına çıktığı oyuncusu sayısı(16) kadar adam var. Geri kalan 6-7 ise figüran ve genç yetenekler. Kısaca elinde kadro istikrarı bulunan ve zaten takımlarında şampiyonada oynadıkları futboldan farklı bir oyun segilemeyen 8 oyuncusu bulunan takıma bir de Ramos,Senna ve Fabregas eklenince başarı kaçınılımazdı. Hepimiz de bundan zevk aldık! (çarptırmaları seviyoruz!..)
Başarı dolu kariyere sahip futbol adamını takımın başına geçiren Fenerbahçe, sanırım zevkten dört köşe olduğu için bu adamdaki birkaç eksikliği farkedememiş. Öncelikle bu adamın istikrarlı bir şekilde takımın bulunması gerektiği çok açık. Çünkü ancak 10 sene başında kalabildiği takıma kupa kazandırabilmiş. ! sene yönetip kupa aldığı bir de Barcelona var ama o da “Barcelona!”…
Takımının başına “kupalara alışmış bir takım” yaratması için getirdiğin adam son kupasını 1988’de kazanmış. Bu yazıyı okuyanların bir çoğu 1988’de portakalda vitamindi!! (klişeleri seviyoruz!..) (gerçi ‘portakalda vitamin olmak iyidir’.. >> CenkErdem’i seviyoruz!..) Kupa kazanma alışkanlığını 20 sene önce yitiren bir teknik adamın 90’dan bu yana, değişen futbola ayak uyduramadığının kimse mi farkında değildi? 2008’deki İspanya çok farklı bir örnek onlar kendileri oynadı,Aragones oynatmadı. Takım istikrarına da ihtiyacı varken eline ise, darmadağın olmuş, 60. dakikalar için oyuna girecek alternatif sayısı da bir hayli az bir takım verildi. Bu takımla bu sene için ne yapılabilir ki daha fazla? Hala uyum süreci geçiriyorlar (klişeleri seviyoruz!..) .
Fenerbahçe’de Yıldırım başkan olduğu sürece sadece faşist rejimde istikrar oldu. Ne kadro, ne de çalıştırıcılarda belirgin bir istikrara şahit olamadık. Padişaha bir sandık altın değil de sadece elmas yüzük getirdi diye tezelden vuruldu kimini kellesi. (Bknz. Arthur Antunes Coimbra Zico) Kadıköy’de başarının istikrar gerektirdiği dersini veren Arsenal’den ders almak lazım biraz. Yoksa Aragones’in elinde takımı hemen kupalar kazanan yapıya sokacak sihirli değneği vardı, Dumbledore’du da biz mi görmedik?
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 21 Ekim 2008. Etiketler: Asamoah, Atletico Madrid, Darwinizm, FIFA, Hitler, john Barnes, Karim Benzema, kick it out, Lazio, Le Marseillaise, Le Pen, Liverpool, Luis Garcia, Marco Zoro, marsilya, Messina, Mussolini, Napolyon Savaslari, Paolo Di Canio, PSG, ronaldinho, Samuel Eto'o, Sarkozy, Stand up speak up, Thierry Henry, UEFA, Vicento Calderon
Avrupa futbolununun kronikleşen sorunu bu kez Vicente Calderon’da kendini gösterdi. Atletico Madrid’le Marsilya arasında oynanan Şampiyonlar Ligi maçında Madridli taraftarların yaptığı tezahüratlar sonrası ırkçılık yine yeşil sahaların gündemine oturdu. Yaşananlardan sıkıntı duyan İspanyol Luis Garcia, “Artık herkes İspanyolların dünyadaki en kötü millet olduğunu düşünecek. Oturup düşünmek ve ülkenin imajını düzeltmekte yarar var” açıklamasını yapmak zorunda kaldı. Garcia endişelerinde oldukça haklı. Çünkü bu olay son birkaç yıldaki İspanyol tabanlı ırkçı sorunlardan sadece biri… (Cumhuriyet Spor Eki:117 / 21.10.2008)
Kamerunlu Samuel Eto’o, Real Zaragoza maçındaki ırkçı tezahüratlar sonrası sahayı terk etmek istemişti. Ancak Ronaldinho ve Larsson tarafından ikna edilen futbolcu oyundan çıkmadı, 1 golün asistini yaptı. Goller sonrası tüm futbolcuların Eto’o’ya gitmesi de ırkçılığa karşı omuz omuza verilmesi gerektiğine güzel bir örnekti. Birçok farklı etnik kökeni içinde barındıran İspanya’da Athletic Bilbao da Bask kökenli olmayan futbolcuları kadrosunda bulundurmayarak farklı ırklara kapalı bir tutum sergiliyor.
Kökleri “Napolyon Savaşları” ve Darwinizm’e dek uzanan ırkçılık olgusunun spor ve futbolla tanışması faşist liderler Mussolini ve Hitler dönemlerine denk geliyor. Mussolini’nin desteklediği Lazio, ‘gestapo’ları anımsatan ‘SS’ (aslında Societa Sportiva anlamına gelen) takısını değiştirmeyip kulüp politikasını açıkça gösterdi. Bu duruşunu devam ettirmekte olan kulüp, 2001’de kadrosuna babası İtalyan olan siyahi Liverani’yi katana dek siyah tenli oyuncu bulundurmuyordu. Bu tutumları da “Tüm Lazio taraftarları ırkçı değildir ama tüm ırkçılar Lazio taraftarıdır” sözünün oluşmasına yol açtı. İtalyan Paolo Di Canio da 2005’te Lazio’da oynarken bir maçta gol sevincini faşist selamıyla kutlayarak yeşil sahalarda politik görüşünü açıklamaktan çekinmedi. Aynı yıl Messina’da forma giyen Fildişi Sahilli Marco Zoro, ırkçı tezahüratlara dayanamayarak Eto’o’nunkine benzer bir tepki göstermişti.
Hitler Almanya’sının ‘saf ırk’ politikası ise günümüzde ütopik kaldı. Zira bugün Almanya Ulusal Futbol Takımı’nda ‘safkan’ bir Almana rastlamak pek mümkün değil. Polonya, Brezilya, Gana asıllı oyuncular çoğunlukta… Bu futbolculardan Gana asıllı Asamoah, 2006’da oynanan Hansa Rostock (am.) sınavında ırkçı tezahüratlara uğrasa da 9-1 biten maçta 2 gol atıp 3 golün de asistini yaparak yanıtını sahada verdi. Ancak söylemlere dayanamayan Sachsen Leipzig’in Nijeryalı oyuncusu Adebowale Ogungbure ise tepkisini bir eliyle Hitler bıyığını yapıp diğer eliyle de faşist selamı vererek gösterdi.
Sömürgeci devletler arasında başı çeken Fransa, bunun sonuçlarını sahada hem avantaj hem de dezavantaj olarak yaşıyor. Fransa’ya ilk ve tek Dünya Kupası’nı kazandıran kadronun birçoğunun Afrika asıllı olmasını sindiremeyen Fransız ırkçı lider Le Pen bu büyük zaferi, “Bu takım 5 para etmez” diyerek karalamaya çalışmıştı. Yeşil sahalarda Le Pen’e Paris Saint Germain (PSG) taraftarları ‘Sadece beyazlara ait’ pankartı açarak eşlik ediyor. Siyah – beyaz ayrımcılığı dışında etnik kökenleri yüzünden ülkede ırkçı sorunlar yaşayan futbolcular da var.
Fransa – Tunus maçında yaşanan olaylar ise ırkçılığı ülkede yeniden gündeme taşıdı. Kuzey Afrika kökenli taraftarların protesto amacıyla Fransa Ulusal Marşı ‘Le Marseillaise’i ıslıklamalarına kendisi de göçmen bir ailenin çocuğu olan Fransa Başbakanı Sarkozy, ırkçı söylemlerle tepki verdi. Fransa’nın 3-1 kazandığı maçta Kuzey Afrika ülkesi olan Cezayir asıllı Karim Benzema’nın 2 gole imza atmış olması, ‘futbolun ırkçıları’na güzel bir yanıt oldu.
Günümüzde kadrolarında yerli futbolcudan çok yabancı oyuncu bulunduran İngiliz kulüpleri, 1970 ve 1980’lerde şimdiki kadar ‘açık’ değildi. İlk olarak West Bromwich Albion Kulübü, cesaret edip 3 siyahi oyuncu birden kadrosuna katmıştı. Birçok takım taraftar tepkisinden çekinerek uzun yıllar aynı davranışı gösteremedi. Tepkilere en iyi örnek ise Liverpool’un kadrosunda 1987-97 yılları arasında bulunan Jamaika doğumlu John Barnes’a yapılanlar… Siyahi oyuncu Arsenal deplasmanında maç öncesi ısınma hareketleri yaparken Liverpool taraftarları sahaya fıstık ve muz atarak kendi oyuncuları aleyhine tezahürat yapmıştı.
Uzun süre futboldaki ırkçılıktan fazlasıyla nasibini alan İngiltere, şimdilerde bu konuda karşı propaganda üretmedeki en aktif ülke konumunda. 90’lı yılların başından itibaren kurulmaya başlanan kuruluşlar arasında öncü olarak göze çarpan ‘kick it out’, ırkçılığı yeşil sahalardan uzak tutmak için UEFA ve FIFA’yla ortak projeler yürütüyor. Bir spor firması da Thierry Henry, Rio Ferdinand gibi futbolcuların önderliğinde ‘Stand up, Speak up’ sloganıyla ırkçılık karşıtı bileklik promosyonuyla bir farkındalık yaratmıştı.
Irkçı holiganlar olduğu sürece yeşil sahalarda ırkçı tezahüratların devam edeceği de bir gerçek… Ancak ırkçılığa karşı propagandada başı çeken İngiltere’nin bu olgunun kötü etkilerini azaltmak için futbol altyapı okullarında farklı etnik yapıdaki çocuklara bir arada eğitim veriyor. Bu uygulama ırkçılığın kötü etkilerini azaltma yolunda ileriye dönük en verimli çözüm olarak göze çarpıyor.
Kategorisi Genel