Etiketler | "efektifpas.com"

RADYO | Efektifpas’ın konuğu Dağhan Irak’tı – 22-07-2013


Açık Radyo’da 37. yayın döneminde her pazartesi 19.00’da yayınlanan Efektifpas Spor Programı’nın bu haftaki konuğu spor yazarı Dağhan Irak’tı. Dağhan Irak ile Türkiye’de taraftarlara karşı alınmak istenen polisiye tedbirleri ve son kitabı Hükmen Yenik üzerine konuştuk.

 

İndirmek için sağ tıklayıp farklı kaydet seçeneğini seçin.

Kategorisi 7-RadyoEfektifPasYorum (0)

Hak odaksız spor medyası


Beşiktaş’ta parasını alamayan sporcular haklarını hukuki yönden ararken, medya mağdur durumdaki sporcuları suçlayan nitelikte haberler yayınlıyor.

Yıldırım Demirören Beşiktaş’ın başına geçtiğinden beri kulübe maddi olarak yarattığı zarar gün geçtikçe arttı. Her başkanlık seçiminde de babasının koltuğuymuş gibi -artık babasının koltuğu demek de mümkün- mevkisine yapıştı ve “paramı verin başkanlık sizin olsun” tehditini savurmaktan da çekinmedi. Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün başkanlık koltuğunu satın aldı ve kimsenin de gıkı çıkmadı.

Tam sayıyı bilmiyorum ama bugünlerde Beşiktaş’ın borcu 400 milyon TL’nin kapılarını tıklamakta. UEFA kriterleri de kapıda. Bu süreçte kulübün borçlandıkları arasında tabi ki sadece kurumlar veya Yıldırım Demirören yok. Futbolcular, basketbolcular, voleybolcular, hentbolcular, diğer sporcular, kulüp çalışanları, Ümraniye personeli vesaire. Hal böyleyken herkes alacaklarını tahsil etmek için hukuki yollara başvurmaya başladı.

Bu konudaki ilk haber, basketfaul.com sitesinde yer alan, takımın basketbol oyuncusu Bekir Yarangüme’nin başkanın makam otosuna yaptığı haciz işlemi oldu. Bu haberi çok okunan-yaygın medyada pek fazla göremedik. Daha sonra geldiklerinde omuzlarında taşınan ama bugünlerin belalı çetesinin üyesi Portekizli Hugo Almeida, FIFA’ya ihtar çekip parasını aldı. Ardından Holosko, Sivok ve Fernandes de aynı yöntemle paralarını aldı. Sonrasında ise Eurosport Türkiye kendi imzalı haberinde Fabian Ernst’in de aynı yöntemle parasını alma girişiminde bulunduğunu yazdı. Ve son olarak da Nihat Kahveci’nin aynı yöntemle alacaklarını tahsil etmek için girişimlerde bulunduğu haber TRTSpor ‘dan geldi. Ferrari, Del Bosque, Tigana, Zapotocny’yi saymadım bile.

Derdim futbolcuların paralarının alıp alamamalarından çok, spor medyasında bu haberlerin nasıl yazıldığı.

Görsel TRTSpor.com.tr adresinden alınmıştır.

Sabah.com.tr : Kadıköy’de, ezeli rakibi Fenerbahçe’ye yenilen Beşiktaş’a bir darbe de futbolcusu Almeida vurdu. Portekizli oyuncunun geçtiğimiz ay FIFA’ya başvurup “Ücretim zamanında ödenmiyor” diyerek ihtar yazısı gönderdiği ve Beşiktaş’ı şikayet ettiği öğrenildi.

Eurosport Türkiye : Yakaladığı çıkışın ardından son üç maçını kaybeden Beşiktaş’a Fabian Ernst’ten de kötü haber geldi. Maddi sıkıntılar ile mücadele etmek zorunda kalan siyah-beyazlılar’da orta sahanın dinamosu Alman futbolcu alacaklarını tahsil edemediği gerekçesiyle FIFA’ya başvurdu.

TRTSpor.com.tr: (Anasayfasındaki manşet) – Bir darbe de ondan – Udinese ve Ferrari’yle mahkemelik olan, futbolcularının alacaklarını ödeyemeyen Siyah-Beyazlılar’a son darbe Nihat Kahveci’den geldi. . İşte bu olumsuz şartlarda bir de Nihat Kahveci’nin geçmişten kalan alacakları nedeniyle mahkemeye başvurduğu ortaya çıktı. Yaklaşık 2 milyon 440 bin Euro alacağı bulunan yıldız futbolcunun icra takibi başlattığı, Beşiktaş cephesinin itiraz için 1 hafta süresinin bulunduğu kaydedildi.

Görüldüğü üzere tüm haberlerde hakkı olanı isteyen ve bu açıdan hukuki süreçlere başvuran futbolcuların, Beşiktaş’a darbe vurduğu yönünde yazılmış. Haberlerde kullanılan bu dile göre futbolcular Beşiktaş’ın bu zor günlerinde kulübüne böyle bir şeyi yapmamalılar çıkarımına varmak mümkün. (bknz. İşte bu olumsuz şartlarda bir de Nihat Kahveci’nin geçmişten kalan alacakları nedeniyle mahkemeye başvurduğu ortaya çıktı.-TRTSpor) Bu durumda şu soru akıllara geliyor: Beşiktaş Jimnastik Kulübü , geçindirmek zorunda olduğu bir ailesi olan sözleşmeli futbolcusunun hakkı olan emeğinin karşılığı parayı sporcusuna vermeyerek, onun ailesine ve hayatına bir darbe vurmuyor mu? 

Yazılan bu haberlerde kullanılan dile göre hakkını aramak suçlu olmak manasına geliyor. Hele ki bu suçu Beşiktaş’a, Galatasaray’a karşı falan işlemek suçların en büyüğü haline getiriliyor. Fakat Türkiye spor medyası (bu genellemenin dışında kalanlara saygım sonsuz) İtalya, İspanya, İngiltere gibi liglerde sporcuların yaptığı hak arama eylemlerini öve öve bitiremeden sayfalarında, ekranlarında yer veriyor. Sonrasında da en oturaksız hayıflanma sorusu geliyor: “Bizim futbolcularımız neden sendikalaşmıyor? Biz de neden böyle bir eylem yapılmıyor?”

Bu ülkede spor medyası sporcuların hakkını aradığı haberleri bu şekilde, bu dille yayınladıkça sporcular sendikalaşamayacak. Çünkü bu şekilde medya sporcuyu kulübe düşman, dolayısıyla kulübüne aşık taraftarına da düşman konuma getiriyor. Halbuki tam tersini yapsa, mesela “Ernst hakkını arıyor” manşeti atsa ya da “Futbolcuların hak mücadelesi” dese bu konuda bir kamuoyu yaratıp belki de medyanın bu etkisiyle futbolcular daha kolay örgütlenebilecek. (Tabi ki bu konuda başka engeller de var ancak ben medya ayağını eleştirmekteyim bu yazımda.) Ama ülkemin medyası bu tür başlıkları atmak, bu tür eleştirileri için altındaki koltuğunu kaybedebileceği korkusunu da göğüslemek zorunda kalıyor. Ya da bu tür bir eleştiri yaptığında “Ne oldu, Vatan’dan istifamı ettin Güntekin?” sorusunun muhatabı olmak zorunda kalıyor. Ne zaman, yaygın medyada yukarıda verdiğim örnekler gibi başlıkları görmeye başlarız, ne zaman Vatan Gazetesi, Milliyet Gazetesi (ikisinin de sahibi Demirören olduğu ve konu da Beşiktaş’tan çıktığı için örnek verilmiştir. Yapmışlarsa da gözümden kaçmış.) spor servisleri bu tür hak haberlerini manşetten vermeye başlayabilir, o zaman yavaş yavaş sporcu sendikaları kurulabilir. Şirket-patron yandaşı spor gazeteciliği değil de, hak odaklı spor gazeteciliği talebimi de buradan duyurayım.

Bitişi de aşağıdaki fotoğrafla yapalım. Sloganı şöyle dönüştürelim:
Baba Hakkı yarattı. Demirören dağıttı. 

 

Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, Beşiktaş, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, YorumlarYorum (0)

Ligimizin kalitesi


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Süper Lig’in tepesindeki takımların puan kayıpları Türkiye’deki futbolun kalitesiz olduğunu gösterir mi?
(HaberVesaire) 

Spor Toto Süper Lig’de geride kalan haftalar, oynanan futbolun kalitesizliği üzerine bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Puan tablosunda 20 puanı geçen tek takımın bulunmasının üzerinden ligin kalitesiz olduğunu söylemek kimi yorumculara göre doğru kimisine göre yanlış.

Şike soruşturması nedeniyle ertlenen ve bir ay geç başlayan Süper Lig’de oynanan futbol bir çok yorumcuyu ve izleyiciyi memnun etmiyor. Saha zeminlerinin kötülüğü, oyuncuların futbol yeteneği açısından yetersiz olduğu düşüncelerinin yanı sıra sıkıştırılmak zorunda kalan fikstür de bu kalitesizliğin etkenleri arasında gösteriliyor. Dokuz hafta sonra lig sıralamasında takımların puanlarının birbirine yakın oluşu da bu kalitesizliğin somut bir sonucu olarak öne sürülüyor.

Ligin kalitesi takımların topladığı puanlarla açıklanabilir mi? Bu soruyu ve sık maç oynamanın kaliteye etkisini üç yorumcudan cevaplamasını istedik.

Maç başı puana göre kalite 

Bugüne kadar 10 maç oynayan Fenerbahçe maç başına 2,1 puan, Galatasaray ve Manisaspor 1,8 ve Orduspor 1,7 puan topladı. Dokuz maç oynayan İstanbul Büyükşehir Belediyespor ve Beşiktaş 1,7 puan, Trabzonspor ise 1,6 puan aldı. Alp Ulagay’ın önerisine göre maç maçına toplanan bu puanlar ligin kalite standartlarının yükseğe yakın olduğunu gösteriyor.

Benzer istatistiği şu anda dünyanın en kaliteli ligi olarak gösterilen İspanya La Liga’ya uyguladığımızda 10 hafta sonunda ilk altıda yer alan takımlar Real Madrid (2,5), Barcelona (2,4), Levante (2,3), Valencia (2,1), Sevilla (1,7) ve Malaga (1,6) şeklinde sıralanıyor. İngiltere’de ise 10 hafta sonunda sıralama Manchester City (2,8), Manchester United (2,3), Newcastle United (2,2), Chelsea (1,9), Tottenham (2,1) ve Liverpool (1,8) şeklinde.

Son yıllardaki atağıyla, özellikle de seyir zevki olarak, İtalya Serie A’yı geride bırakan Almanya 1. Ligi’nde ise 11 hafta sonunda durum şöyle: Bayern Münih (2,2) , Schalke 04 (1,9), Borussia Dortmund, Werder Bremen ve Mönchengladbach (1,8), Stuttgart (1,6).

Futbolcuların yorumları da ligimizde kalite düzeyinin yüksek olduğunu işaret ediyor. Şu anda “süperliği” tartışılan ligimizin en kariyerli oyuncularından Trabzonsporlu Didier Zokara 3 Ekim’de verdiği bir ropörtajda aynen şöyle diyor:

“İngiltere ve İspanya liglerini bu tartışmada hep bir kenara koyarım. Ama geri kalan ligler içerisinde, Türkiye Ligi’ni Almanya Ligi ile aynı klasmanda sayabilirim. Fransa Ligi’nin Türkiye’den daha düşük bir düzeyde ve cazibe içinde oynandığını söyleyebilirim.” 

Beşiktaş’ta forma giyen yıldız isim Guti ise “Gelen futbolculardan sonra ligin kalitesi de her geçen gün artıyor. Türk futbolcusunun da kalitesi artıyor. İlerleyen zamanlarda Türk futbolu da Avrupa’daki çok önemli liglerin arasında olacaktır” sözleriyle bu konuyu farklı bir yönden yorumlarken tartışmaları arttırıyor.

Yorumcuların yaklaşımı, futbolcuların görüşü ile birleştiğinde sonuç olarak ligimizin kalite standartının yüksek bir seviyede olduğunu söylememiz mümkün. Ancak seyirci sayısı ve maçların yayınlandığı ülke sayısının bu “kaliteye” orantılı olarak artmaması hala alacak yolumuz olduğunu gösteriyor. Yayıncı kuruluş, Türkiye Futbol Federasyonu ve bilet fiyatlarını belirleyen kulüpler de kendilerini düşen görevleri titizlikle yaparlarsa seyir zevki yüksek ve marka değeri artma eğilimi göstermeye başlayacak bir lige daha hızlı kavuşabiliriz.

Alp Ulagay (Hürriyet) : “Takımların arası açılmış ise o lig kalitesizdir” 

Ben bir ligin kalitesini ölçmek için takımların hafta başına aldığı ortalama puana bakıyorum. Ligin üstündekiler ortalama 2 puan, altındakiler 1 puan almış mı? Benim kriterim bu. Bir takım 10 haftanın ardından hafta başına 2 puan almışsa çok iyi. Alttaki takımların haftalık puan ortalaması 1’in altındaysa o takım ve lig kötüdür.Takımlar arasındaki puan açıklığı çoksa bu o ligin kalitesizliğini gösterir.

İspanya La Liga’da dipteki bir çok takımın ortalaması 1 puanı bile bulmuyor. Bu da tam olarak çekişmenin yüksek olduğunu gösterir. Sık maç yapmak daha önce bu tempoya alışkın olmayan bir ligin kalitesini etkileyebilir. İngiltere aşağı yukarı 50 yıldır böyle bir tempoda oynuyor. Ama bir sorun gözükmüyor. Türkiye’de ise bu kadar sık tempoya alışık mıyız? Çok değiliz sanırım. Lig başındaki takvimde yaşanan bozulma sonrası fiziki yüklenmelerin yetersiz kalmış olması da buna etken olabilir.

Hilmi Türkay (Cumhuriyet) : “Puan tablosuyla kalitesizlik kanıtlanmaz” 
Puan tablosu ligin kalitesiz olduğunu kanıtlamaz. Yeni takımların gelmesi lige ayrı bir renk kattı. Hepsi olağanüstü oynuyorlar. Orduspor geçen haftayı üçüncü sırada tamamladı. Şu anda da ilk beşin ensesinde altıncı sıradalar. Ayrıca Samsunspor ve Mersin İdman Yurdu da kıran kırana maçlar çıkartıyorlar.Çok sık maça çıkmak gibi bir durumla daha önce karşılaşmamıştık. Biraz da olsa kaliteyi düşürüyor. Sakatlıklar, yorgunluklar oluyor. Tribünler de ekonomik nedenlerle yeterince dolamıyor. Eğer böyle devam edilecekse de buna alışmalıyız. Fenerbahçe’nin performansı bende hayret uyandırdı. Mersin İdman Yurdu, Fenerbahçe ve Sivasspor’un küme düşeceği konuşuluyor. Bu çoktan kesinleştiyse, ki öyle yazılıyor, ben bundan sonra Fenerbahçe’yi yazmayacağım demiştim. Ama tam tersine oldu, camia birleşti. Kafalar karışıkken ne olacağı belli değilken futbolcuların bu oyunu takdire şayan.

Ali Ece (TRT, Tivibu) : “Kalite olsaydı Avrupa maçlarına yansırdı”
Ligin kalitesiz olduğunu anlamak için puan tablosuna bakmaya gerek yok. Kalite olsaydı bu kalite takımlarımızın Avrupa maçlarında performanslarına yansırdı. Kalitenin arttığı dönemde Avrupa’da başarılı olduk. Gerçekten kalitesi artan bir lig varsa o da Almanya’dır. Son 141 maçtır Bayern Münih’in hem içeride hem de dışarıdaki maçlarında bilet tükeniyor. Geçen sezon küme düşen Eintracht Frankfurt ortalama 47 bin 365 kişiye oynadı. Bir ligin kalitesi ayrıca izlendiği kadardır. Bizde ise maçlar dolmuyor. Çünkü bilet fiyatları toplumun ekonomik gerçeklerine uygun değil. Fiyatlar oynanan futbola göre kazık.İki günde bir maç olağan sebeplerden ötürü yapılsaydı anlaşılabilirdi.

Herkes ilk açıklanan tarihe göre lige hazırlandı ama geç başlandı. Bu da yorgunluk ve sakatlıklara sebep oluyor. Marka değeri gerçekten yüksek liglerde ağustostan mayısa kadar her maçın tarihi belli olur ve hiç değişmez.

Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nin oynandığı günler lig maçı koymak, hele derbi koymak, hem oyunun asıl sahibi taraftara büyük haksızlık hem de UEFA talimatlarına aykırı. 2010’da UEFA kendisine üye tüm federasyonlara bu günlere lig maçı koymama talimatı yolladı, herkes de kabul etti. İşlerine geldiğinde UEFA arkasına saklanıyorlar, işlerine gelmediğinde UEFA’nın arkasından dolaşmaya çalışıyorlar. Sık maç olmalı ama olağan şartlar içinde bu durum değişmeli. Fikstür ne zaman açıklandıysa sonrasında değişiklik olmamalı. Böylece de herkes kendini ona göre hazırlar. Böyle olmazsa durumlar farklılaşır, bilgisayarda “mavi ekranla” karşılaşırız.

Kategorisi 0-Özel Dosyalar, İncelemeYorum (0)

Kanada 2-2 İngiltere U-17 (goller-video)


Kategorisi 1-Futbol, 17 Yaş altı, 2011 Meksika, 6-EfektifpasTV, Dünya Kupası, Erkekler Dünya Kupası, Uluslararası TurnuvalarYorum (0)

Uruguay 1-0 Ruanda U-17 (goller-video)


Kategorisi 1-Futbol, 17 Yaş altı, 2011 Meksika, 6-EfektifpasTV, Dünya Kupası, Erkekler Dünya Kupası, Uluslararası TurnuvalarYorum (0)

Uruguay 3-0 Kanada U-17 (goller-video)


Kategorisi 1-Futbol, 17 Yaş altı, 2011 Meksika, 6-EfektifpasTV, Dünya Kupası, Erkekler Dünya Kupası, Uluslararası TurnuvalarYorum (0)

Serkan Akkoyun’la Anadolu’dan Futbol – Efektifpas-RadyoVesaire


Biraz beklerseniz yukarıda açılacak videodan programın bant kaydını dinleyebilirsiniz.

Yaz sezonunda da durdurak bilmeyen Efektifpas radyo programının son programının konuğu Serkan Akkoyun’du. Bir Adana Demirspor’lu olan Akkoyun’la lacivert mavili takımın gidişatını, önemli simalarını konuşmanın yanı sıra Adana’daki o meşhur şehir derbisinin arkasındaki, rekabeti arttıran nedenlere, konulara değindik. Bank Asya’yı da sıkça takip eden Serkan, Süper Lig’e bu yıl çıkan Samsunspor, Orduspor ve Mersin İdman Yurdu hakkındaki görüşlerini bizlerle paylaştı. Yenilmez armada tartışmasına da son noktayı koydu.

Anadolu futbolundan sonra NBA’ye yeni draft edilen Enes Kanter’in geleceği üzerine atıp tuttuk. Basketbol Kadın Milli Takımımızın son durumu ve U-17, U-21 Erkek Şampiyonaları ile Kadınlar Dünya Kupası’ndan son haberlerle kapattık…

Program sonunda canlı yayın heyecanıyla soramadığımız, sormayı unuttuğumuz sorulara da facebook üzerinden şöyle cevapladı…

-Serkan Akkoyun, Efektifpas radyo programına neden geldi, ne umdu, ne buldu??

Efektif pas denk geldikten sonra zaten dinlediğim bir programdı. hatta içimden “keşke ben de katılsam” derdim. Utku bhsedince de düşünmeden kabul ettim geldim. Yayın olmasaydı, gel sohbet edelim deseydiniz yine gelirdim orası ayrı 🙂
Açıkçası gelirken keşke şöyle bir şey olsa programda diye düşünmedim. Söyleyeceğim hemen hemen her şeyi söyledim. Eksik kalan bir tek abimin doğum günüydü bugün onu yayınlan kutlayamadım, buradan kutlamış olayım 🙂 Şarkıları da ona hediye ediyorum…

Ben katıldığım için çok memnunum. Ne zamanda hadi çık gel derseniz gelirim. Sizin kafadan adamlarla takılmak, keyifli ve öğretici bir aktivite 🙂

Teşekkürler Serkan Akkoyun

programda çalınan şarkılar
kardeş türküler – kara üzüm habbesi
edip akbayram – her şey senin uğruna
servet kocakaya – zor günler (şiirsiz versiyon)
selda bağcan – adaletin bu mu dünya
dark tranquility – the mind’s eye
servet kocakaya – keke (kürtçe)
erkan oğur – yarim senden ayrılalı
babazula – bir sana bir de bana
Zuğaşi Berebe(Kazım Koyuncu) – Ernesto

soldan sağa sırıtıklar
utku gökerküçük – haydarpaşa demirspor
serkan akkoyun – glasgow celtic
volkan ağır – boca juniors

Kategorisi 7-RadyoEfektifPasYorum (0)

Metin Kurt’tan inciler… (1)


Metin Kurt’un ilk 11’i

Metin Kurt: “Ben ancak bu takımın iyi bir öğrencisi olurum.”

Mustafa Suphi , Nazım Hikmet – Kemal Türkler – Behice Boran – Ahmed Arif , Sinan Cemgil – Mahir Çayan – Harun Karadeniz – Ahmet Kaya, Yılmaz Güney – Deniz Gezmiş.

***

Metin Kurt’un futbolculuk yıllarındaki devrimci mücadelesini anlattığı bir de kitabı var. Vecdi Çınaroğlu’nun kaleme aldığı Gladyatör isimli kitapta futbolcuların haklarını almak ve korumak için yaptığı girişimler ve hayatından kesitler yer alıyor.

***

Bir gün köprü altında içiyorum. Bir tane çocuk geldi. Metin abi sen Eyüp’te teknik direktörlük yaparmısın? dedi. Yaparım dedim.

***

Bana destek verip oyuncularının parasını vermeyen yöneticinin benimle konuşma ya da bana destek verme şansı yoktur.

***

Galatasaray kötü bir dönemden geçiyor. Galatasaray’daki seçimlere de hangi başkan adayı sendikaya destek verir ya da vermez gibi bakıyorum. Ama bizim sendikal mücadelemiz açısından kimin kazandığı çok da önemli değil.

***

Emre Belözoğlu ya da Hakan Şükür gibi isimlerin yerine bir kulübün bir çaycısını üye yapmak için 10 kere giderim. Benim için çaycıyla Hakan Şükür’ün arasında bir fark yok.

görsel: Mürsel Çoban

 

Kategorisi GenelYorum (0)

Sol Çizginin Adamı: Metin Kurt


Türk futbolunda sendikal hareketin öncüsü Metin Kurt, aileden sosyalist. Babasının küçükken ona verdiği nasihat hayatının dönüm noktalarından biri olmuş. Bir de Galatasaray’a gelip, takımı yöneticilere karşı örgütlemesi… Futbol oynadığı dönemde halka yakın olmak için tribünlerin kenarı olan kanatları, özellikle de sol çizgiyi seçen 64 yaşındaki Kurt, solcu kimliğinin nasıl taşınması gerektiğine iyi bir örnek. Önce spor emekçilerinin haklarını korumak için sendika kurdu. Şimdi de Türkiye Komünist Partisi’nden İstanbul 2. Bölge’de milletvekili adayı. 68 kuşağının son kalesi Metin Kurt, kuşağının en büyük hatasının 78 Kuşağını yaratmak olmasından dertli

Futboldan önce Metin Kurt’un hayatı nasıldı?

Nufüs kâğıdımda 15 Mart 1948 Kırklareli yazar. Oysaki doğrusu 15 Aralık 1947 Fatih Karagümrük’tür. Babam Selanik’ten, annem de Bulgaristan’dan gelmiş. 8 kardeşiz biz. Bizim ailede bize öğretilenler vardı. Aile içinde kesinlikle maddiyata dayalı şeyler konuşulmazdı. Babamız bize “Sakın sizden zayıflarla uğraşmayın. Zayıflara yardımcı olun. Eğer ille de biriyle mücadele edecekseniz sizden daha güçlüsü olsun” derdi. Babam tam olarak dile getiremese de tam bir sosyalist yaşam biçimi vardı bizim aile içinde. Senin paran benim param ayrımı olmazdı. Babamı 8 yaşındayken yitirdim. Babam Kırklareli’nde iş yaptığı için biri orada biri İstanbul’da iki evimiz vardı. O vefat edince iki evi idare edecek gücümüz kalmadı. O sırada abim İsmail Galatasaray’da oynamaya başladı. Bazen abimden gelen parayla, bazen de babamdan kalanları satarak geçinmeye devam ettik. Abim İsmail evlendiği anda ailemin birçok ihtiyacı devam ediyordu. Küçük kız kardeşlerimin okul ihtiyaçları vardı. Abimin futbol hayatı da bitince artık İsmail abim de bizim elimize bakmaya başladı.

Sizin futbol hayatınız nasıl başladı?

Çok çocuklu ailelerde bir tane adam mutlaka sivrilmelidir. Yoksa o aile yaşantısını sürdüremez. Biri çıkıp aileyi sistem içinde tutup koruyacak. Abim evlenince yerine birinin geçmesi gerekiyordu. Çıkması gereken adamın ben olduğuma karar verdim. Matematik öğretmenim beni atom mühendisi yapacağını sanıyordu ama ben liseyi bıraktım. Futbola başladım. Sonra dışarıdan bitirdim liseyi. Futbola Beyoğlu Yeni Çarşıspor’da başladım. Sonra Alibeyköy Adaletspor’a ilk transferimi 3 bin Lira karşılığında yaptım. Anneme gidip “Al bu para senindir. Bundan sonra aileye ben bakıyorum“ dedim.

Galatasaray’daki futbolcuları örgütlediğiniz döneme geri dönelim. Neler oldu o dönemde?

Bazı konularda bize uymayan bir demokrasi bulunsa da takım içinde oyuncular olarak ciddi bir örgütlenme kurmuştuk. Galatasaray Kulübü batıya açılan kapıdır. Ben başka bir kulüpte olsaydım, bana o kadar faaliyet yürütme şansı vermezlerdi. 1970 yılında Galatasaray’a geldim. O zamanlar da kitaplar okur gözlemler yapardım. Artık eyleme geçmenin zamanı geldiğini hissettim. O dönemde mukaveleler iki yıllık tek tip sözleşmelerdi. İki yıl sonra kulüp isterse tek taraflı olarak mukaveleni, federasyona mukavele ücretini yatırıp uzatabiliyordu. İstemezse de uzatmıyordu. Kulüp izin vermeden başka takıma da gidemiyorduk. Biz üç sene üst üste şampiyon olmuştuk. Sözleşmemiz bitince çağırdılar bizi. Yasin Özdenak, Gökmen Özdenak, ben ve iki arkadaşım daha masadayız. Bir yönetici geldi, “Arkadaşlar hayırlı olsun hepinize 110’ar lira veriyoruz. Buyurun imzalayın” dedi. Ben “Böyle transfer görüşmesi mi olur? Bana sormayacak mısınız bir emekçi olarak ne kadar istediğimi?” dedim. Eskiden 225 bin Lira alıyordum. İki yıl sonra 110 bin Lira önerdiler. “Ben 220 bin Lira istiyorum” dedim. Yönetici şaşırdı: “Vermeyiz. 28 bin Liraya uzatırız sözleşmeni” dedi. “Tamam uzatın ben de oynarım ama canınıza okurum. Bu anti-demokratikliği ortaya çıkarırım, utandırırım sizi“ dedim, kalktım gittim. İki sene boyunca o paraya oynadım mücadelemi de verdim.

Ne tür olaylar yaşandı bu mücadeleniz sırasında?

Ankaragücü’nü kupadan eledik. Prim yönetmeliğine göre 10 bin Lira almamız lazım. Para gelmedi. Ben takımın sözcüsüydüm. Oyuncular bana soruyor primleri. Ben de kulüp tarafından takımla ilgilenmesi için parası ödenen Turgan Ece ile konuşmaya gittim. “Turgan abi biz Ankaragücü’nü eledik primlerimiz yatmadı” dedim. “Ne primi ya! Primi mi hak ettiniz? Top mu oynadınız?” cevabını verdi. Bende: “Siz elersek para veriyorsunuz. İyi oynayıp elenseydik para mı verecektiniz?” dedim “Çok konuşuyorsun sen” dedi. Bağırdı çağırdı çıktı soyunma odasından. Arkadaşlarıma döndüm, “Bu söylenenler bana değil hepimize söylenmiştir. Ben bunu protesto edeceğim. Benle beraber misiniz? Yoksa ben tek başıma yapacağım?” dedim. Herkes desteğini verdi. Ertesi gün antrenmanı yarım saat boykot ettik. Bizim deyimimizle Franco-Turgan bir diğer deyişle Faşist General Turganko, yarım saat geç de olsa gittiğimiz antremanı iptal etmiş. Biz gidince geri geldi. “Türk futboluna anarşiyi soktunuz. Elebaşı da sensin” dedi bana.  “Sevgili Generalim Turganko. Nasıl da bildin benim elebaşı olduğumu” dedim. Yasin ve Mehmet’e döndü “Siz de bunun yardakçısısınız” dedi. Bir kaç kişiyi daha bizle birlikte kadro dışı bıraktı. Topladım yine arkadaşlarımı, “Mücadeleye devam ediyor muyuz?” diye sordum. Herkesten sözü aldım yine. Kaptan Yasin ile Cağaloğlu’na gittik. Orada bir basın toplantısı düzenledik. Anarşi yaratmadığımızı hakkımızı aradığımız söyledik. Basın toplantısından sonra bir baktık ki tüm takım kampa girmiş. Biz olmayınca tehditlere boyun eğmişler. Biz en son beş kişi kadro dışı kaldık. Sonraki maç da Fenerbahçe’yleydi. Biz olmadan da kazandılar maçı ve Turgan Ece avantaj yakaladı. “Sporda kazanan haklıdır” her zaman.

Mücadelenizin istediği gibi bitmediği gözüküyor? Neden böyle oldu?

Aksine tam da mücadeleyi kazanacak noktaya gelmiştik. Tribünler bizi geri istiyordu. Ertesi gün Milliyet Gazetesi’ne bir baktım, Yasin ile Büyük Mehmet özür dilemiş. Haberi gördüm, beynimden vurulmuşa döndüm. Onlar özür dilemeden önce de “Benim dışımdakileri kadroya alın, benle uğraşın” diye açıklama yapmıştım. İşin kötü tarafı Abdi İpekçi onları çağırmış, “Metin Kurt iyice sola kaydı. Onun işi bitti. Siz de özür dileyip kendinizi kurtarın” demiş. İsmail Cem’le de benzer bir durum yaşadık. “Sakın bir emekçiyi zor duruma düşürecek bir anlaşma için çağırma” dedim. Sonra aradı, “Seni rahat bırakacağım” dedi. Abdi İpekçi’nin yaptığını kabul edemiyorum. Onun yazılarını okurduk biz.

Özür dilediler de ne oldu peki?

Özür dilediklerinin gazeteye çıktığı akşam, Büyük Mehmet bizim eve geldi. Kendisi adına bir veda mektubu yazmamı istedi. Ben sağlam bir edebiyat yaptım. Mehmet’e “Sen bunu okursan sana jubile yapmazlar. Sen jubile yapmak istiyorsun” dedim. Sonra da görüşmedik. Ardından ben Kayseri’ye gittim. Hiçbir şey değişmedi. Sonra Mehmet Fenerbahçe’ye, Yasin Amerika’ya transfer oldu.

Futbolculuğu bıraktıktan sonra neler yaptınız?

Eyüpspor’da, Kayserispor’da, Sivasspor’da teknik direktörlük yaptım. Kayserispor’u birinci lige çıkardım. Sonra Sivasspor’a geçtim. Kayseri’deki bazı oyuncularım sonrasında Sivas’a kiralık gitmişlerdi. Eski öğrencilerim aradı Sivas’a gittim. Başkanla konuşup çocuklara bir maç kazanırlarsa paralarını alacaklarını söyledim. Giresunspor maçını kazandık. Şehrin girişinde karşılandık. O hafta para verilmedi. Ertesi hafta kendi sahamızda Mardin’i 3-1 yendik. Maç öncesi parayı alacağımızın sözünü de almıştık. Başkan benden evvel gitmiş soyunma odasına. “Parayı getirdin mi?” diye sordum. Cevap veremedi. Kovdum odadan. Çocuklara dönüp bu adamların sahtekar olduğunu söyledim. Özür dileyip istifa ettim. Dışarıdaki gazetecilere: “Yöneticilerin hepsi sahtekâr. Çocuklara verdikleri sözü tutmadılar ben de istifa ettim” dedim. Sabaha eve dönmek üzere otele gittim. Gece, olay bölgesinde gizli bildiri yayınlamaktan içeri alındım!

Türkiye’de kirlenmiş futbol ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Futbol nedir? Siyasettir. İddaa nedir? Kumardır. Şike nedir? Rüşvetin spordaki adıdır. Bugün Türkiye’de futbol ortamında hepsi vardır. Siyaset sporun babaevidir. Kumarda şike kesinlikle vardır. Mafya bunların olmazsa olmazıdır. Şiddet, küfür, ırkçılık, cinsel ayrımcılık bunların hepsi spor ortamına yerleştirilmiş olgulardır. Arenalardaki kanun budur. Egemenlerin iktidar araçlarından biridir arenalar. Kitleleri manipüle eder. Son dönemde olumsuzluklar açığa çıksa bile fazla umursanmaz oldu. Özal ne dedi; “Benim memurum işini bilir”. Onun sporcusu da işini biliyor.

Önce Spor-Sen’i, oradan ayrılıp sonra da Spor-Emek-Sen’i kurdunuz? Ayrılığınızın nedeni neydi?

İkisinin de kurucusu benim. Başbakan’ın Dolmabahçe’de spor açılımı yapacağı günün derdimizi anlatmak için büyük fırsat olduğunu düşünüyordum. Açılımların protesto edilmemesine de çok kızıyordum. Çünkü açılımlar sorun yaşayanları dinlemeye yönelik değil, Başbakan’ın kendisini anlatmak üzerine kurulmuş şeylerdi. Bizi de çağırmamışlardı. Haberi alınca arkadaşlara şöyle dedim: “Böyle bir açılım bizim gibi tabandan kişilerle konuşmadan olmaz. Protesto edeceğiz”. Kurucu heyetteki arkadaşlarım, “Bekleyelim görelim hem yönetim kurulu kararı gerekiyor” dediler. Dedim ki; “Sizi kurucu yapan benim ne yönetim kurulu ya! Ben protesto ediyorum. İster gelin ister gelmeyin”. Protestoya gelmediler ama tabandan arkadaşlarla örgütlenip Dolmabahçe’ye gittik. Sonrasında Spor-Sen’de bir toplantıda bana kınama cezası vermek için bir öneride bulunuldu. “Biz bu sendikayı gerçekten spor emekçilerinin haklarını korumak, spor alanını doldurmak, diğer sendikal hareketlere örnek olabilmek için kurduk” deyip ayrıldım. Sonrasında da protestoya gelip mücadele eden arkadaşlarımla Spor-Emek-Sen’i kurduk. Yaptığımız eylemlerle de herkese örnek olduk.

Spor-Emek-Sen de 1 Mayıs’taydı. Nasıl geçti bu yıl sizin için?

Sanayi devrimi döneminde İngiltere’de, topraklarından koparılan insanlar devrimci burjuva demokratik sisteminin doğal uzantısı olan modern köleler olarak 18 saat çalıştırıldı. O sırada İngiltere’de de etkileyici bir sendikal hareket vardı. 1 Mayıs 1848’de ilk kez işçiler-emekçiler patronlarını masabaşına oturtup, on saatlik işgününe imza attırdılar. Her 1 Mayıs’ta aslında o tarihi zafer anı kutlanır. Son 1 Mayıs’tan buruk ayrıldım. Çünkü 1 Mayıs sisteme karşı mücadelenin simgesi olmak zorunda. Renklerin kardeşliği hikayesi değil, sınıfın kardeşliğidir olay. Bu yıl bu ayrım yapılamadı. Kürsülerden sınıfın kardeşliği üzerine değil renklerin kardeşliği üzerine mesajlar verildi. Sistemle bütünleşmenin , sistemi savunanların mesajları verildi. Oysa ki bizim kurtuluşumuz. Sistemi dönüştürümektir. Sistemle mücadeledir. Bu yüzden bu 1 Mayıs bana göre eksik kaldı.

Spor-Emek Sen’in kuruluş amacı nedir?

İşçi sınıfı üretim sürecinde yaptığı mücadeleyi yeniden üretim sürecine taşıyamamış. Oysaki sömürü, yeniden üretim sürecinde sanat, kültür, spor gibi etkinliklerle devam ediyor. Şu anda milyarların döndüğü sektörde spor emekçisi tanımı iş kanununda bile geçmiyor. Ama diğer taraftan sigortalılar da. Amatör sporcular, sözleşmesiz, sosyal güvencesiz sporcular, profesyonel sporcular da sözleşmeli ama yine sosyal güvencesiz sporcular. Hepsi sosyal güvencesiz. Bizim meselemiz sistemle. Sistem değişmediği müddetçe kaç sporcu üye olursa olsun fark etmez. Bizim derdimiz tabandan başlayan bir örgütlenme kurabilmek.

Spor-Emek-Sen’de örgütlülüğünüz ne durumda?

Spor-Emek-Sen şu anda spor alanında meşruiyeti kabul edilmiş bir sendikadır. Galatasaray’ın yeni stadının açılışındaki olaylardan sonra, Başbakan’ı protesto etmek için, Spor-Emek-Sen olarak 5 bin kişiyi bir araya getirdik. Bunu yapabilirsen ülkede solculuk bitmemiştir. Doğru mesajla tüm Galatasaraylıları, Fenerbahçelileri bir araya getirebildik. Seçim sonrası Spor-Emek-Sen genel kurulunda neler yapılabileceği netleşecektir.  Türkiye’de bir sendikaya üye olmak için o iş kolunda mutlaka sigortalı çalışmak lazım. Sendikaya destek olan 100’e yakın teknik direktör var. Ama emekli oldukları için üye olamıyorlar. Çünkü sendika kanununa göre üye olmak için emekliliklerinden vazgeçmeleri gerekiyor. Amatör futbolcular var. Onları üye yapsak kulüpten kovulacaklar. Bunu da yapacağımız eylemlerle değiştirebiliriz. Derdimiz üst düzey sporcuları örgütlemek değil. Bugün binlerce işsiz teknik direktör var. Bu mesele sistemle mücadele etmeden çözülecek bir şey değil.

TKP’den aday olup seçilmeniz durumunda sol için, spor için ne tür projeleriniz var?

Türkiye Komünist Partisi’nden gelip aday olmam konusunda tekliflerini ilettiler. Bende Türkiye Komünist Partisi’nin İstanbul 2. Bölge Milletvekili adayı olmayı kabul ettim. TKP’li değilim. Ama TKP’nin cepheleşme çağrısının Türkiye’de soldaki dağınıklığını toparlamak için önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda kendileriyle aynı mücadeleyi veriyorum. Seçilip seçilmeme derdim yok. Önemli olan doğru mesajı iletmek. Siz gençlerden de bir ricam var. Oyuna gelmeden oyunuzu kullanın. Geçenlerde Grup Yorum “Tam bağımsız Türkiye” sloganıyla 500 bin kişiyi topladı. Peki Türkiye Komünist Partisi’nin İstanbul 2. Bölge Milletvekili adayı olarak “500 bin boyun eğmeyen insan” sloganımız hayalcilik mi?

Türkiye’deki siyasi ortamı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünya’da iki tane sosyal demokrat parti vardır. Birincisi demokrasiye açık, komunistlerden sosyalistlerden korkmayan, devrimci mücadelede yere alacak kişilerden oluşandır. Bir de sosyal demokrat olduğunu iddia eden kapitalist ve emperyalist sistemin yedek lastiği olan partiler vardır. Bir bankanın reklamı vardı. Sloganı da şöyleydi: “Yok birbirimizden farkımız ama biz X bankasıyız”. Burada dürüst de bir mesaj var. Bu sistem partilerinin de durumu bu sloganda anlatılandan farksız. Birbirlerinden farksızlar. TKP’nin birleşik cepheleşme çağrısına uygun olarak, kendini solda tanımlayan ama oyum boşa gitmesin diyen kapitalistlerin yedek lastiğine doğru mesaj vermek lazım.

Peki sol bitti mi sizce?

Ben 68 kuşağından gelen bir kişiyim. Yaşama soldan bakan 68’li gençler olarak 78 kuşağının yaratılmasına seyirci kalmamız doğru değildi. Bizim sizlere karşı yaptığımız en büyük hata 78 kuşağını yaratmak oldu.

12 Eylül Faşist darbesinden sonra çıkan süreçte sol örgütsel olarak dağıtıldı. Ama sol yenilmedi. Yenilmez de. Bu tekmili birden yobazlara mı boyun eğeceğiz? Tarihteki kardeşlerimiz hiç boyun eğdi mi? Boyun eğen unutulur. Boyun eğmeyenler hala hatırlanıyor. Şu anda Türkiye’ye büyük bir sol sempatisi var. 1 Mayıs’ta Taksim’de gördük. Bu sandığa yansımıyor ama.

Çünkü solun güvendiği bir parti yok. Bir ayrılmışlık var. Küçük küçük partiler bulunuyor…

12 Eylül Faşist darbesi örgütlü solu dağıtmıştır. Sol şu anda dağınıktır. Bu dağınıklığı gidermek bize düşüyor. Bundan sonra yapılacak tek bir şey vardır. Tabandaki örgütlenme sistemle mücadeleye inanmak zorundadır. Sistemi değiştirmeden hiçbir şey olmaz. İşsizlik çözülünce sistem değişmez. Seçimlerden sonra bir araya gelip sistemi değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunmamız gerek. Bu ülkede demokrasi sadece ve sadece egemenlerin kendi seçtiği adamların parlamentoya gönderdiği sistemdir. İstisnalar da bu sistemin çeşnisidir. Bu ülkede sistem sorgulanmadan, sistemi dönüştürme planı yapılmadan, sistemle mücadele edilmeden sistemin yarattığı sorunlara çözüm bulunması mümkün değildir.

Dergimizin adı size ne ifade ediyor?

Eksiyirmidört iktidarların gençlere yaklaşımının bir ürünü. Bütün iktidarlar öncelikle gençlik üzerine çalışır ve onları örgütlemeye odaklanır. Ama onların da yukarıdan aşağı doğru giden dikey hiyerarşik bir örgütlenmeleri vardır. Bizim aşağıdan yukarı bir örgütlenmemiz var. Bu “-24” sadece size yönelik bir olay da değil. Böyle bir mücadele içinde olmanız bizi çok mutlu ediyor. “Eksiyirmidört” adı süper bir duruş ve güzel bir simge. Beni de etkiledi. Aynı zamanda günümüzün mücadelesi içinde bir başlık. Bu başlığı doldurmak gerek. Bu başlığı doldurmak için bir katkım olacaksa buyrun ben buradayım.

bu ropörtaj İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrenci yayını eksiyirmidört‘ün 2. sayısında yayınlanmıştır.
görseller: Mürsel Çoban

Söyleşimiz sırasında farklı kişiliğini yansıtan Metin Kurt’un ropörtajda detaylı yer veremediğimiz incilerini okumak için tıklayınız…

Kategorisi GenelYorum (0)

Sportif Milliyetçilik – Bursa Basını Örneği


Bursa şehrinin ve insanının milliyetçilik konusunda eline kimsenin su dökemeyeceğini önceki sezon Bursaspor-Diyarbakırspor maçındaki olaylarını hatırlatmak yeterli kanıt olacaktır. Bir de son Trabzonspor maçı sırasında ve sonrasında olanları da ekleyelim. Bu şehrin nasıl bu hale geldiğini tarihsel olarak açıklamayacağım fakat nasıl sürdürüldüğüne dair küçük bir örnekten ama büyük bir gazetecilik hatasından bahsedelim.

Bursa Hakimiyet Gazetesi transfer sezonundaki gelişmeler hakkında takımın teknik direktörü Ertuğrul Sağlam ile bir ropörtaj yapmış. Sağlam, 16.06.2011’de sayfalarında yer alan haberde giden oyunculardan, gelecek oyunculara dair yorumlarda bulunmuş. Fakat bir cevap var ki işte milliyetçilik orada tavan yapıyor.

Bulgar kaleci Dimitar Ivankov’un takımdan ayrılmasının ardından kaleci arayışlarına giren yeşil-beyazlı takımın bir süredir PSG’nin kalecisi Apoula Edel ile birlikte anılıyordu. Bu konudaki cümleleri Bursa Hakimiyet Gazetesi’nin haberini sitesine taşıyan bursasporum.com’dan direk alıntılıyorum: “Bursaspor’un transfer gündeminde olan ve Yeşil Beyazlı takımla anlaştığı belirtilen PSG’li Kamerun asıllı Ermenistan vatandaşı Apoula Edel ile ilgili net tavır koyan Ertuğrul Sağlam; “Ben o karakterdeki bir futbolcuyla çalışmam. Transfer listemde yok ve bu oyuncuyu istemiyorum” diyerek transferde ayrı bir pencere açtı”

Ertuğrul Sağlam açık bir şekilde Apoula Edel’i karakteri nedeniyle istemediğini belirtiyor. Bursa Hakimiyet Gazetesi ise Apoula Edel ile ilgili sadece “PSG’li Kamerun asıllı Ermenistan vatandaşı” bilgilerini veriyor. Bunu okuyan ve zaten Ermenilere karşı doldurulan kişi Ermeni asıllı olduğu için karaktersiz olduğunu düşünebilecek Edel’in.

Apoula Edel’in karakteri hakkında bilgi vermeyen, Ertuğrul Sağlam’ın karakteri hakkında neden olumsuz konuştuğuna açıklık getirmeyerek Ermenilere karşı insanları dolduruşa getiren Bursa Hakimiyet Gazetesi’ne ve bursasporum.com’a selamlarımızı iletiyoruz. Belki Bursa Hakimiyet Gazetesi bu konuda küçük bir kutu açmıştı da bursasporum.com buna yer vermedi. Ya da tam tersi, bilemeyoruz… Bu açığı kapatalım hemen kısa bir bilgiyle.

Apoula Edel 2010 yılında kimlikte sahtecilik yapmış bir kişidir. Aslında Ambroise Beyamena isminde 30 yaşında Kamerunlu biri Edel. 30bin Euro’luk borcundan kaçmak için bu tür bir yöntem seçmiş. Doğum yılını 1986, milliyetini de Ermenistan olarak değiştiren Edel 2004-2005 yılında da 6 kez Ermenistan Milli Takımının formasını giymiş. Yakalanınca daha da büyük cezalar ödemiştir.

Kimlikte sahtecilik yapmak büyük bir karaktersizlik örneğidir. Ertuğrul Sağlam bu yüzden Edel’i istemiyor olabilir. Fakat Bursa Hakimiyet Gazetesi ve bursasporum.com da bu konuda eksik bilgi vererek çok büyük ve önemli bir “karakter” örneği göstermişlerdir.

 

Kategorisi GenelYorum (0)

Takip et // Follow

Açık Radyo – Efektifpas

15 günde bir her pazartesi 19.30'da, 94.9 Açık Radyo'dayız. Duyurularımızı takip etmek için Twitter hesabımızı takip edebilirsiniz...

RadyoEfektifpas

Programlarımızın tüm podcast kayıtları online olarak bulunmasa da dinlemek isteyenler için bir kaç adet program mevcut

‘Salvador’ Guti

Johan Cruyff

Arşivler

Bülent Korkmaz – 3

Tottenham Hotspurs

Nazım Hikmet Ran

HaberVesaire Spor

Video Bug Report

Açılmayan bir video varsa resme tıkla, videonun linkini yolla Teşekkürler...

Facebook Hayran Sayfası

Mayıs 2023
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031