Etiketler | "Euro 2008"

Ben transferin ismini değil, cismini severim


ozer_hurmaci_fb-250x250Bir Galatsaraylı olarak, takımımda görmek istediğim ne kadar yerli futbolcu varsa Fenerbahçe’ye, Beşiktaş’a gittiler. Mehmet Topuz değil belki ama Özer Hurmacı’yı inanılmaz istiyordum. Hatta Mehmet Topal gidecekse, Özer gelsindi takıma. Zira Özer, Topal’ın hem defansif hem de ofansif yeteneklerinden bir kademe daha iyi bir oyuncu bence. Neyse gitti Fener’e ya da paraya bilemeyiz o kadarını. Benim için artık önemli olan Ulusal Takım’ın aldığı başarıları olduğundan bu transferin bir şekilde ve illa ki Ay-Yıldızlı formaya olumlu etki edeceğini düşünüyorum. Aynı dileklerim Bekir İrtegün için de geçerli.

Beşiktaş da İsmail Köybaşı’nı kadrosuna kattı. Hiç izlemediğim ama Uğur Meleke tarafından çok methedilen Karşıyaka’lı sağ bek Rıdvan’ın da eli kulağında anlaşılana göre. Fakat bu transferde çok büyük bir zaaf var bence. Ne diyo lan bu lavuk…

Kategorisi GenelYorum (0)

Fenerbahçe’de genç futbolcu olmak…


Sene 2003’tü yanılmıyorsam. Abim Viyana’da okurken onun yanına gitmiştik annemle. O gün ya daha dışarı çıkmamış evde yemek yiyorduk ya da o gece dışarı çıkmayacaktık zaten… Uydu yayını sağolsun ya Kanal D, ya da Show Tv’den ümitler avrupa şampiyonası maçını izliyordum Sami Yen’de oynanan Türkiye ve Almanya arasındaki… Kadro efsane tabi ki… Tuncay,Kemal Aslan, Selçuk Şahin, Serkan Balcı, Servet Çetin, Mahmut Hanefi ve kalede de Recep… O dönemde kadrodaki oyuncuları kapma yarışına girişmişti üç büyük takım… En çok da Galatasaray’ın şu mükemmel kadrodan işe yarar hiç bir adam alamayışına üzülmüştüm. Tam aldık derken kaçırılan Tuncay’ı kaçırdık. Sırf Kemal Aslan yüzünden Gaziantepspor’u az seçmedim CM’de. Ardından Selçuk’u alırız, Serkan’ı alırız derken hepsi Fener’in yolunu tuttu. Neyse ki o kadroda bulunanlardan Sabri altyapısından çıkmıştı G.Saray’ımın da teselli olmuştu bana-bize..

137538O senelerin üzerinden çok geçmedi, hepsi şimdi Türk futbolunun lokomotif oyuncuları oldular. Ne yazık ki Fenerbahçe’ye transfer olanlar dışında.. Bir Tuncay bir de Servet vardı 2003 ümitlerinden F.Bahçe’ye transfer olup Euro 2008 kadrosunda da bulunan. Ve ne gariptir ki ikisi de Fenerbahçe’de değildi artık..

Kemal Aslan Kocaelispor’da dibe vurmuş,Serkan Balcı kendisini Serkan yapan hocasıyla yeni bir çıkış arayışında. Selçuk ise geldiğinden beri taraftarın sevgilisi olamadı. Recep de Fener’in kalesine geçip başarılı performans sergilese de 2008 yazında Aziz Yıldırım’dan veto yiyip Hacettepe’ye gitti. Kısacası şu güzelim Ümit Ulusal Takım kadrosu Fenerbahçe’ye geçince eridi gitti.. Onların Fener’e katkısı oldukça çoktu, fakat Fener’in onlara katkısı neredeyse sıfır oldu.. İki istisna dışında. Servet ve Tuncay…

Fenerbahçe izlediği transfer politikası gerçekten gıpta edilecek durumdaydı. Bu politikaya da devam ediyorlar. Uğur Boral, Kazım,Gökhan Gönül geldi bir-iki sezon evvel. İlhan Parlak da Ümit Ulusal takımda aldığı gol krallıklarıyla göz kamaştırmıştı. Kayseri’de sonradan girip attığı goller de cabası. Ve hemen ardından Fenerbahçe’ye geldi. Son olarak da Gökhan Emreciksin ve Abdülkadir Kayalı’yı kattılar kadrolarına..

Uğur Boral, Tuncay varken hiç bir zaman yeterli bir alternatif olarak düşünülmedi. Kazım’ın Aragones’ten yediği tokat kalmadı. Gökhan Gönül de eminim ki kendisinden daha iyisi olsaydı ilk 11’de olamayacaktı. Bu saydığım oyuncular şu anda “bence” zorunluluktan ilk 11’de forma giyebiliyorlar. “Yok canım sende” diyenlere sormak isterim, o zaman İlhan Parlak neden bu takımda en azından ikinci yarılarda ya da son 15 dakikada forma şansı bulamıyor?

151557Ben ne yazık ki bugüne dek Fener’in kadrosuna katılan genç Türk oyuncuların harcandığını, değerinin verilmediğine şahit oldum. Gökhan Emreciksin ve Abdülkadir Kayalı da kadroya katıldığından bu yana oynanan Bursa ve Tokat maçlarında ilk 18’e bile alınmadı Aragones tarafından. Zaten ben transfer istemiyorum diye bas bas bağırdı adam. Takım yeni yeni oturmuş bir de yeni oyuncuları takıma monte etmekle uğraşırsa biliyor ki zaman kaybedecek üstüne bir de puan kaybedecek. Şampiyonluk yarışından iyice kopacak. Bu iki ismi çok sık ne kadroya alacak, ne de sonradan oyuna sokacak kırmızı kart,sakatlık gibi istisnalar dışında. Gökhan’ın yine biraz şansı var ancak Abdülkadir’in pek şansı olduğunu düşünmüyorum antremanlarda kendini ispatlayamadığı sürece..

Teknik direktörün istemediği transferleri yaptı Aziz. Yine kendi bildiğini okudu. Yine gençlerin geleceğini şimdiden çöpe attı. Ya da gençler kendi geleceğini çöpe attı Manchester City isterken, Fenerbahçe’ye gelerek…

Kategorisi GenelYorum (0)

Sihirli değnek vardı da biz mi gör(e)medik?


Aziz Yıldırım’ın başkanlığından beri hedeflediği bir şey var. O da kupa kazanmaya alışmış takım yaratmak. Ancak 12 yıldır hala aynı hedefe gidilen bu yolda alınan kupa sayısı sadece şampiyonluklarla 5’i falan buluyor.

Şampiyonluklar yaşatan teknik direktörler Denizli,Daum,Zico sebepsiz! gönderilirken yerine EURO 2008’den önce son kupasını 1988’de kazanan Luis Aragones takımın başına getirilidi.

Şampiyonada İspanya’ya dünyanın hayranlıkla izlediği bir futbol oynatan “Dede”, yaz başında dünyanın en direktörüydü. Şimdi ise eleştirilerin hedef noktası (klişeleri seviyoruz!..) . İspanya’yı zirveye taşırken, elinde geçen senekinden daha iyi bir kadrosu olan Fenerbahçe’yi bu duruma nasıl düşürdü?

Tezimizin sunumu için küçük çaplı bir araştırma yaptım tabii. Önce Aragones’ten başlamalı.

“Modern Futbol” oyunu resmilik kazandıktan 40 sene sonra dünyaya gelmiş başkent Madrid’de. Bu şehrin “Güngören’i” Getafe’de futbolculuk kariyerine başlamış. Bir golcü olduğu için muhtemelen bir Zafer Biryol performansıyla Real Madrid’e transfer olmuş. 1958-1961 yılları arasında bulunduğu kulüpte ne kadar forma giymiş meçhul. Ama bu yıllar arasında her sene farklı takımlara kiralandığı görülüyor. Ya sözleşmesi bittiğinden ya da artık üs düzey mücadele hırsından takıdan ayrılıp -Çaykur Rize’ye- Real Oviedo’ya geçmiş. Bir kaç sezonda 33 gol attıktan sonra 1964-1974 yılları arasında -Ankaragücü’nüze gitmesin-, “Ankaragücü’ne” yani Atletico Madrid’de yıldızlaşıyor. 10 senede 5 kupa kazanıp gol krallıkları elde ediyor. Belki biraz Fatih Tekke misali yani. Fatih Biryol veya Zafer Tekke de denilebilemsi.

Futbolu bırakınca efsnane oyuncularını, teknik direktör olarak alelacele Atletico Madrid’in başına geçiriyorlar bundan tam 34 yıl önce. O da “sizi mi kırcam “amigos” “diyip 6 kupa da teknik direktör olarak kazandırıyor. Kupalardan ikisini  2’sini ilk 6 senelik A.Madrid flörtüyle değil, 5 senelik ikinci baharlarını yaşadıkları 1982-1987’nin tam ortasında, 1985 yılında müzesine götürüyor (klişeleri seviyoruz!..). Sonrası Yılmaz Vural misali… 1. senelik büyük takım tecrübesi, ardından tekrar Real Betis, biraz Valencia, biraz Sevilla, olmadı Real Oviedo, biraz adalara inip Mallorca, 4. kez Madrid -orası iyiydi-, yoksa adalar mı iyiydi diyip tekrar Mallorca. 2004’te  “ada ekibini” bıraktıktan sonra son durağı ise her yere 2’şer 3’şer kez gidebileceği İspanya Ulusal takımında duruyor.

Bu yıllar içinde, 2006 Dünya Kupası’nda çeyrek finalden dönülürken “Kara pislik” Henry’nin arkadaşları da Aragones’e cevabı sahada vermiş. 2008 Avrupa Şampiyonası’nda ise 4 senelik İspanya kariyeri sonrası kazanılan şampiyonluk var. 2 kadro arasındaki farka baktım. Kaleci, defans, ortasaha’nın 3-5’i ve forvet ikilisi neredeyse aynı oyuncular. Torres, Villa ileride, Casillas kalede, stoper’de Puyol ve muhtemelen yine Marchena ya da Navarro, beklerde ufak çaplı değişmeler, orta-sahada yine Xavi,Xabi sanırım bir de Guti(es geçemem) kadrodaki aynı isimler. Üzerinde 4 yıl boyunca ilk 11’de ısrar edilen 8 oyuncu var. Yani fark aslında olması gerektiği gibi. Maç için değişmesi muhtemel maksimum 3 kişi, yedekleriyle 6 kişi ediyor. Mecburi 2 kaleciyle şu haliyle bile takımda toplam İngiliz takımlarının bir lig maçına çıktığı oyuncusu sayısı(16) kadar adam var. Geri kalan 6-7 ise figüran ve genç yetenekler. Kısaca elinde kadro istikrarı bulunan ve zaten takımlarında şampiyonada oynadıkları futboldan farklı bir oyun segilemeyen 8 oyuncusu bulunan takıma bir de Ramos,Senna ve Fabregas eklenince başarı kaçınılımazdı. Hepimiz de bundan zevk aldık! (çarptırmaları seviyoruz!..)

Başarı dolu kariyere sahip futbol adamını takımın başına geçiren Fenerbahçe, sanırım zevkten dört köşe olduğu için bu adamdaki birkaç eksikliği farkedememiş. Öncelikle bu adamın istikrarlı bir şekilde takımın bulunması gerektiği çok açık. Çünkü ancak 10 sene başında kalabildiği takıma kupa kazandırabilmiş. ! sene yönetip kupa aldığı bir de Barcelona var ama o da “Barcelona!”…

Takımının başına “kupalara alışmış bir takım” yaratması için getirdiğin adam son kupasını 1988’de kazanmış. Bu yazıyı okuyanların bir çoğu 1988’de portakalda vitamindi!! (klişeleri seviyoruz!..) (gerçi ‘portakalda vitamin olmak iyidir’.. >> CenkErdem’i seviyoruz!..) Kupa kazanma alışkanlığını 20 sene önce yitiren bir teknik adamın 90’dan bu yana, değişen futbola ayak uyduramadığının kimse mi farkında değildi? 2008’deki İspanya çok farklı bir örnek onlar kendileri oynadı,Aragones oynatmadı. Takım istikrarına da ihtiyacı varken eline ise, darmadağın olmuş, 60. dakikalar için oyuna girecek alternatif sayısı da bir hayli az bir takım verildi. Bu takımla bu sene için ne yapılabilir ki daha fazla? Hala uyum süreci geçiriyorlar (klişeleri seviyoruz!..) .

Fenerbahçe’de Yıldırım başkan olduğu sürece sadece faşist rejimde istikrar oldu. Ne kadro, ne de çalıştırıcılarda belirgin bir istikrara şahit olamadık. Padişaha bir sandık altın değil de sadece elmas yüzük getirdi diye tezelden vuruldu kimini kellesi. (Bknz. Arthur Antunes Coimbra Zico) Kadıköy’de başarının istikrar gerektirdiği dersini veren Arsenal’den ders almak lazım biraz. Yoksa Aragones’in elinde takımı hemen kupalar kazanan yapıya sokacak sihirli değneği vardı, Dumbledore’du da biz mi görmedik?

Kategorisi GenelYorum (0)

Ka-fu!


Haftasonu maçları daha tamamlanmadan 30 kişilik ulusal takım aday kadromuz açıklandı. Müzmin sakatların sakatlıkları sebebiyle kadrodan çıkarıldı ve Serkan Balcı kadroya dahil edilerek toplamda 24 kişiden kadro son halini buldu.

Açıklanan kadroda sakatlanıp çıkarılan oyunculardan Gökhan Gönül dahil olmak üzere 4 tane sağ savunmacı pozisyonunda oynayabilecek oyuncu var. Üstelik bunların ikisi de defansif yönü kuvvetli olan Serdar Kurtuluş ve İbrahim Kaş. Üçüncüsü ise son oynanan Almanya maçında bu pozisyonda başarıyla görevini yapan Sabri Sarıoğlu. Gökhan Gönül’ün yokluğundaki birinci seçeneğimiz o.

Geçen gün Fatih Terim’in bir açıklamasını okudum. Aynen aktarıyorum…

Milli Takımlar Sorumlusu Fatih Terim, “Sağ bekte dünya futboluna yeni bir Cafu armağan edebilirim. Hem rengi de tutuyor” diyerek asıl yeri sağ açık olan Kazım’ı savunmanın sağında oynatacağının sinyallerini verdi.

Fatih Terim böyle bir açıklama yaparak elindeki sağ kanat savunucularının bütün motivasyonlarını sıfırlamıştır. Biri İspanya’da,diğer ikisi de ülkenin iki büyük takımında bu pozisyonlarda oynayan oyuncuların orada varlığını sorguluyorum şimdi. Elbette bu oyuncular da bu açıklamayı okudularsa böyle düşüncelere dalıp takımdaki varlıklarını sorgulayabilirler. Bu da tamamen bir motivasyon kaybı yaratacaktır.

Kazım’dan Cafu yaratmak meselesine gelince, yapılan açıklamanın şaka olduğunu düşünmek istiyorum. Çünkü cümlenin içinde bu yönde düşünmeye yönelten şaka unsurları bulunuyor. Mesela “rengi de tutuyor” demek başlı başlına bir espri havası yaratıyor bende.

Fatih Terim yine bir basın toplantısında egosal bir açıklamaya imza atarak, “Ümit Davala santrafordu sağ bek yaptık, Abdullah Ercan 10 numaraydı sol bek yaptık, Ergün Penbe orta sahaydı onu da sol bek yaptık…” demişti. Evet bu oyuncular futbola başladıkları mevkilerin çok uzağında devam ettiler kariyerlerine ancak bu onların “komple” futbolcu olmalarından kaynaklanıyordu. Hangi mevkide ne yapacaklarını bilen ve oynama hırsına sahip oyuncular olmaları onları oynamaları istenen mevkinin oyuncuları yaptı. Elbette ki onlardaki bu altyapıyı görüp oyun yapılarına şekil veren hocanın katkısı büyük. Ama Kazımdan sağ kanat savunucusu yaratmak bana hiç doğru gelmiyor.

Avrupa Şampiyonası kadrosundaki süpriz oyunculardan olan Kazım’ın Almanya maçı dışında göze batan bir oyunu yok. İlk şansını bulduğu Portekiz maçında mağlup durumdayken ve topun bizde durması gereken dakikalarda kendisine gönderilen uzun topları arkasında duran oyuncuyu itip yok yere bir çok faul yaparak topu rakibe teslim etti. Zaten konrtolüne alması çok rahat olan poziyonlarda bu hatayı aynı maç içinde 5 defa yapması o maçta beni çileden çıkardı. Ancak bu durumu sanırım Fatih Terim o maçın stresinden algılayamadı.

Defansif anlayışı da bir hayli zayıf olan Kazım, şu anda oynadığı pozisyonda kaptırdığı toplardan sonra takım defansına yardım etmeyerek, takım içi defansif görev dengelerini tamamen bozarken kendi futbol anlayışında defansa yer olmadığını bir çok kez kanıtladı. Bunları göz ardı edip bu açıklamayı uygulamaya geçirecekse saygı duyarım en azından sözünün arkasında durduğu için. Ama Kazım’dan Cafu yaratma düşüncesi benim hiç aklıma yatmıyor. Eğer bu mevkide oynatılacaksa Bosna-Hersek maçında ters kademe hatalarına, geri dönmeyeceği için sağ savunma bölgesinde açılacak boş alanlara hazır olun.

Kazım’dan Anelka olur,Tuncay olur,Deivid olur, Theo Walcott olur ama bu oyun disiplinsizliğiyle Cafu olabileceğini düşünmek ütopiktir…

Kategorisi GenelYorum (0)

“Bana tahammül etti”


Başlık bile tek başına her şeyi anlatıyor aslında. Aynı anda çok da önemli mesajlar barındırıyor. Bir futbolcu sahada 90 dakika mücadele ettikten sonra bu cümleyi sarfediyorsa döneminin sonlarına geldiğini anlamış olabilir mi?

Zeytinburnuspor’dan transfer edildiğinde ufacık çocuğa bu kadar para verilir mi diye kızmışlar Adnan Polat’a. Altyapı eğitimini aldığı Galatasaray forması altında 16 yaşında Borussia Dortmund maçında sahaya adımını attı. Daha o yaşlarda bir şeyler olacağı belliydi. 11 kez U-15, 37 kez de U-16 formasını giymiş olması bile bu yorumu yapmaya yeter. Ama o zamanlar çok daha büyük futbolcu olması gereken Emre Belözoğlu şimdilerin “tahammül edilen oyuncusu.

Galatasaray’da oynarken takımın “ufaklığı” Leeds maçında Kewell’dan sonra kırmızı kart görerek oyun dışı kalmıştı. Böylelikle final’de oynama şansını kaybettikten sonra kariyerine finale çıkan bir takımın oyuncusu olmayı ekleyebildi. Sonraki sezonda da şampiyonlar liginde çeyrek final oynadı. Buraya kadar her şey güzelken, sevenlerini bir kenara atıp bedelsiz olarak Inter’e gitti. Kariyer olarak çok iyi bir adım attı elbette. Ancak taraftar bu adamı vezir de eder rezil de… Galatasaraylılar yine de ona destek vermeye devam etti. Ne de olsa Avrupa’da bir “Galatasaraylı” vardı.

Bir sezonda minimum 50 maça çıkan takımda “il Turco” 4 sezon boyunca 78 maç oynayabilmiş. 200 maçın 79’unda oynamak bir şey olarak görülebilir ama Pele tarafından en iyi 100 futbolcu arasında gösterilen bir futbolcunun performansı tatmin edici olabilir mi? En mükemmel oynadığı 7.12.2002’deki Lazio maçı dışında akıllarda kalan bir performansı yok. Takımını beraberliğe taşıyan inanılmaz iki golünü unutmak mümkün değil tabi ki… Ancak 2004’te başlayıp peşini bırakmayan sakatlıklar sonrası kariyerinde ister istemez düşüşe geçti. Premier Lig İtalya Ligi’ne göre iyi konumda olsa takımlar karşılaştırılınca yeni takımı Newcastle daha düşük seviyede bir takımdı.

Yine sezonda aşağı yukarı 45 maç yapan bir takımda 3 sezonda 58 maç yapabildi. Yine fazla tatminkar olmaya bir performans sergilerken iyi oynadığı bir kaç maç dışında çok bir şey yapamadı. ‘Inter’de yıldızlara tercih edilip forma şansı bulamadı Newcastle’ı alır götürür…’ denilirken sakatlıklarla boğuşmak zorunda kaldı. Bu süreçte bir de Joey Barton gibi TFF 2. Lig’de bile oynayamayacak bir oyuncuya tercih edilir oldu.

Bu sene, muhtemelen evlilik sebebiyle, Avrupa’ya açılırken kalbini kırdığı taraftarların kalbini ikinci kez kırarak ülkeye geri dönüş yaptı. Kariyerinde bir geri adım daha atan Emre, ayrıca büyük bir taraftar kitlesini de kaybetti. Kaybettiği taraftar kitlesinin Milli Takım maçlarında ilk hatasında tepki göstermesi de bu yüzden. Onun açısından bakarsak, teklif edilen paraya hayır demek kolay değil.  Zaten son 7-8 senesini yaşadığı kariyerinde sürekli sakatlanan bir oyuncu olarak bu parayı da başka yerde vermezler.

2002 Dünya Kupası’nın ardından avrupanın aranan oyunculardan olan Emre, 2008 Avrupa Şampiyona’sı sırasında ise sahada “aranan” oyuncu oldu. Tek maça çıkıp sakatlandıktan sonra yedek kulübesinin demirbaşı oldu.  2010 Dünya Kupası yolunda da Ermenistan maçında “tahammül edilen” futbolcu. Bence tahmmül edilen oyuncu statüsüne 17-19 yaşları arasında ilk defa A takıma çıkan futbolcular girer.

Fatih Terim ise “90 dakika sahada tutarak oyuncumuza güven aşılamak istedik” diyor. Milli Takım’ın kaptanı ve en kariyerli futbolcusu özgüvenini kaybetmişse, burada hem o takım için hem de o futbolcu için çok büyük bir problem var demektir. Böyle kariyere sahip bir futbolcunun sahada güvensiz olmasının sebebini kendisi bulup, kendine artık çeki düzen vermeli. “Bana tahammül etti” diyerek bazı şeylerin farkına vardığı kesin. Ancak hala 16 yaşında Borussia Dortmund maçına çıkan güven kazanması için tahmmül edilmesi gereken biri olmadığını da unutmamalı. Çabucak toparlanmalı, çünkü devir artık Nuri Şahin’in, Mehmet Topal’ın, Selçuk İnan’ın, Uğur İnceman’ın devri… Eğer bu sene de bir şeyler yapamazsa bu kadar çok alternatif var iken onun için kapılar kapanabilir…

Kategorisi GenelYorum (0)

Ruben de la Red Gutiérrez


Geçen sezon Getafe’nin maçlarını izlerken önce ismi sebebiyle, sonra da oyun zekasıyla aklıma kazındı bu isim. Getafe geçtiğimiz yıl UEFA’da son sekize kalırken gruplarda Tottenham deplasmanında ve elemeli maçlarda 4.tur’da karşılaştıkları Benfica’ya deplasmanda attığı gollerle önemli role sahipti. Real Madrid altyapısının son mahsullerinden olan oyuncu trasfer döneminde yuvaya geri dönerken Bernd Schuster için de çok çok iyi bir alternatif olacağının sinyallerini verdi.

Real Madrid altyapı takımına 14 yaşında adım atan, de le Red takımın da en genç oyuncusu olur. İstenilen düzeyde olmadığına karar verilip CD Mostoles takımına gönderilir. Ancak kısa bir süre sonra tekrar takıma katılır. 4 sezon altyapı takımlarında oynadıktan sonra, dönemin altyapı teknik direktörü Quique Sanchez Flores Getafe’nin başına geçince de la Red’i de yanında götürmek ister. Ruben bu ilgiden çok memnun kalırken, her zaman ilk önceliğinin Real Marid olduğunu söyleyerek takımda kalmaya devam eder.

Real Madrid’in ‘Anadolu takımı’ edasıyla tenik direktör sirkülasyonu yaşadığı dönemde 4 aylığına takımın başına Mariano García Remón zamanında Kral Kupası maçında ilk defa A Takımın formasını giyse de pek fazla forma şansı balamaz. Capello’nun takımın başına geçmesiyle altyapıdan takım arkadaşları Miguel Torres ve Miguel Ángel Nieto ile 2007 sezonunun şampiyon kadrosunda bulundu.

Yolu Getafe ile geçen sezon tekrar kesişen de la Red, transfer sezonunun son gününde bu sefer bu takımdan gelen teklifi kabul eder. Bir önceki sezon kupa finali kontenjanından yararlanan Getafe ile UEFA Kupasında oynama şansına erişir. Takımıyla çıktığı 49 maçın 39’unda ilk 11’de başlarken bu maçlarda 7 gol atıp, 3 de asist yapmış. Zaten toplamda 9 gol ve 4 asisti bulunuyor. Böyle istatistiğe sahip bir oyuncuyu da Real Madrid’in forvetleri arasında gösteren en önemli istatistik sitelerinden olan webportalını garipsedim. (Bknz.) Her şey bir yana bu oyuncunun EURO 2008’de orta sahada oynadığının da mı farkında değiller ki zaman zaman Mehmet Topal gibi zorunluluktan defansta oynadığı da bilinen bir oyuncu. (Bknz 2.)

Milli Takım performansı ise kulüp kariyerine nazaran daha parlak bir görüntüye sahip denilebilir.  2004-2007 yılları arasında 21 yaşaltı takımında 15 maçta forma giyerek önemli bir rol üstlendi. 21 yaşaltı takımında hiç gol atamasa da oynadığı oyunla dikkatleri çekmeyi başardı. Getafe’deki parlak performansıyla da A takıma çağrılmaya başladı. İlk defa çağrıldığı İtalya maçı kadrosunda bulunmasına karşın, bu maçta forma giymedi. Forma giyip giymediği konusunda tam emin olamamakla beraber şampiyona öncesi Peru ve ABD hazırlık maçlarının kadrosunda bulundu. İsviçre ve Avusturya’daki şampiyonada İspanya’nın kadrosunda bulunan de la Red, Yunanistan karşısında Luis Aragones’in ilk 11’de tanıdığı şansı çok iyi değerlendirip, ilk resmi maçında çoğu kalecinin çıkaramayacağı ‘delici’ bir gol attı. Diğer maçlarda forma giymese de şampiyon olan takımın kadrosunda bulunarak kariyerinde önemli bir başarıya ulaştı.

Bu yazıyı yazmama sebep olan Valencia’yla oynanan Süper Kupa maçındaki golüyle aklımın bir köşesine  yazdım bu adamı. Başlı başına inanılmaz bir maç olan karşılaşmada 9 kişi  kalan Madrid ekibinin 3. golüne imza attı. İlk maçın 3-2’lik skor dezavantajını attığı golle 85. dakikada attığı golle avantaja çevirirken, rakibin moralini öyle yerle bir etti ki; moralman çöken rakip 88. dakikada 4. golü de yedi. 30-35 metre mesafeden attığı golle tekniğini, oyun görüşünü, kafası her zaman havada oynadığını ve her zaman golü düşündüğünü gösterdi de la Red. Real Madrid ligde sezona kötü başlarken Deportivo maçında veliahtı olacağını tahmin ettiğim ”Guti”nin -isim benzerliği tesadüf müdür? José Maria ‘Gutiérrez’ Hernández- yerine 81. dakikada girerek pek fazla varlık gösterememiş olsa da ileride kendisinden çok fazla söz ettireceğini düşünüyorum.

Kategorisi GenelYorum (0)

Roaring for Galatasaray: Arda Turan


Galatasaray’s youth programme continues to produce quality young talents. Its latest shining star is Arda Turan. He was a well known player in Turkey, through his involvement at every level of football up to his eventual breakthrough for Galatasaray’s senior team. The talented youngster announced his arrival on the international stage at this summer’s Euro 2008 championships in Austria/Switzerland.(insidefutbol)

In Turkish football Galatasaray have an important role and many look to them to provide some of the talented youngsters that will form the next generation of international players. We could call them the Ajax of Turkey in this respect. Tugay Kerimoðlu and Emre Belözoðlu are the well known players in England that came from the Galatasaray youth setup. Further players of note are Okan Buruk and Bülent Korkmaz.  They all started their professional career at “GS” just like Arda Turan. They have become world stars and now it is his turn.

Arda Turan began at the amateur club of his quarter, “Bayrampasa Altintepsispor” and he didn’t take long to display a high level of technical ability far beyond his tender years. Legendary Galatasaray coach Fatih Terim saw the potential in him, and signed him to the Galatasaray youth team when he was just 12. He played consecutively for four years in the youth teams of “GS” and as part of the so called “Golden Generation” team he won many titles as he progressed.

In Turkey, youth players are often given the job of ball-feeders at official games. Once Arda Turan was feeding the ball back in play to Hagi. When Georghe Hagi arrived as coach at Galatasaray, in 2004-2005, Arda found himself a place in the first team. Even if he could play in friendly games before the season, he couldn’t get so many chances to play throughout the season proper. In the 2005-2006 season he has loaned out to Vestel Manisaspor. Arda didn’t lose faith at being loaned out and simply worked even harder for the time he was at Manisaspor, even though on some occasions he was played at right-back! He improved his skills throughout the season with very good performances, clocking up 15 games and two goals, even making an assist that didn’t go unnoticed against none other than Galatasaray!

When Arda returned to Galatasaray for the next season he proved to coach Eric Gerets that he was a player worthy of being involved in the senior squad. He started in the first eleven in a Champions League qualification game against Mlada Boleslav. In his very first game in European competition, Arda scored twice in an excellent performance and helped Galatasaray to reach the next stage. Arda was fast on the road to being considered as indispensable to the first team.

Arda continued his good European form soon after by picking up the Man of the Match award in his first Champions League game at home to Bordeaux.

A dream came true for the young potential star. Arda was given the chance to become an important part of the first team by coach Gerets and managed to play in all Galatasaray’s games in the group stage of the Champions League, except Liverpool. The reason for him missing the Liverpool game was a so called “moment of madness”. The Turkish youngster was punished by the referee in the group game against Bordeaux after he headbutted the French side’s Pedretti. After this incident Arda garnered much critiscm from the Turkish media, who before had had nothing but praise for the young star. Arda was forced into making a public apology and declared he did not know what had come over him, but that it would not happen again.

Last season at Galatasaray began with high expectations for Arda, especially with the signing of Brazilian Lincoln, who everyone was eager to see him link up with. The pressure didn’t get to him and he continued where he had left off the season before by providing two assists in the first game of the season. During the title winning campaign Arda clocked up 30 league appearances, fourteen assists and seven goals. Perhaps his most important performance for his club came right near the end of the season when the pressure was on in the title race, Arda fired in a hat-trick against rivals Sivasspor in a game that moved his club closer to that Super Lig crown.

Arda’s international career started with the youth national teams where he picked up twenty one caps, scoring eleven goals. However, the reason everyone now knows Arda Turan is all due to his performances in Euro 2008. Even in the qualifying stages he was making a name for himself, playing nine games and providing three assists.

Arda may not have started the first game of Euro 2008 against Portugal, because of Fatih Terim’s gamble of playing Kazim and Mevlut, but he did get a chance against Switzerland, and how he took it! Arda’s fantastic run and shot in the 92nd minute sent Turkey into that last game against the Czech Republic with a real chance of qualifying from the group.

One of Arda’s often overlooked skills is his ability to hold up the ball and wait for his team-mates to join the attack. Some people think the reason he does this is because he lacks pace, but he has often said before that he feels it is important for the team to attack together. Against the Czech Republic and Croatia Arda did this many times and the team were much stronger when they attacked in force.

Whilst Arda has an amazing ability to dribble past opponents, what he perhaps lacks is a powerful shot from outside the box. People who saw his great strike against Switzerland in the Euros would be surprised at this, but in Turkey it is well-known. The goal against Switzerland however did show that this is an area of his game he is working hard at.

To be a world star, a player should win many titles says tennis player Roger Federer. Winning titles is necessary but furthermore, to do this, you need a strong character, which Arda has, too. Arda is a livewire in training, joking with his team-mates and always motivated.

With his comments after the Euros he showed that he has the potential to be a world star. For example, he scored the first penalty against Croatia, and when a journalist asked him about taking the first penalty he said: “It was an important opportunity not to miss, because you can not play all the time in the semi-final. You can not know what the future brings, maybe that is my last competition. It was a big risk but I’ve taken it and raised my hand when my boss asked who is going to take the first penalty.” That is Arda, never afraid to shy away from taking responsibility and feeling, importantly, that not to take responsibility is to miss out.

The youngster’s biggest dream was to play with Hakan Sukur, a dream he realised, and whilst Arda says he hopes to play more times alongside this legend of the Turkish game, that seems impossible now he has departed Galatasaray.

After the Euros ended there were many transfer rumours about this potential star. In my opinion he should make the move to a big European team in another league to continue his personal development. The national team would surely feel the benefit of that. Also if Arda left then perhaps the next star can emerge from the Galatasaray youth factory.

At the time of writing however a move for Arda looks out of the question. Galatasaray president Adnan Polat stated that none of the team’s stars will move before the Turkish giants have won a European Cup. So for this next year it seems certain that Arda will stay a Galatasaray player and that is something the fans will not compain about!

Kategorisi GenelYorum (1)

Euro 2008: View from Turkey


In qualification Turkey didn’t play so well against their rivals from the group. But apart from the game in Istanbul against Greece, the side did begin to show they have the ability to change the result of a game with great comebacks. This has been repeated and for us Turkey fans the three group games have been like deja-vu. (insidefutbol)

Against Portugal Fatih Terim tried to go down as a hero. He played an attacking line-up starting with Mevlut and Kazim on the wings and Gokhan Zan in the centre of the defence (I expressed my doubts about him in my preview of the squad). For the first 15 minutes Turkey couldn’t find that goal, although our attacks looked quick and dangerous. Even though the attacks of Ronaldo, Simao and Deco were stopped in the first half, the defence forgot about Pepe who was a huge threat from set-pieces. After the Portuguese goal, Kazim made a number of fouls which constantly gave the play back to Portugal. After going behind in this game it was all over.

Going into the game against Switzerland neither team could afford to lose. Fatih Terim learnt from his tactical mistakes in the first game and started with Arda and Gokdeniz on the wings. But, with the heavy rain, the tactics of both teams were washed down the drain. Switzerland found the goal due to adapting better and playing a long ball up field, that with Emre Asik and Volkan’s positional mistakes helped Turkey go behind.

Turkey learnt and began too to play with long balls, in order to play this way Terim brought on Semih to replace Gokdeniz and importantly, Mehmet Topal for Aurelio, to hold the midfield against the Swiss. These substitutions and the change in style helped Turkey to change the game and play around the Swiss 18 yard area.

Crosses coming from the wings allowed Turkey to get the important goal, and though the Swiss did find some goalscoring positions, Volkan was at his best to deny them. His save in the 83rd minute was particularly important and many Turkish fans believe this is the moment when destiny intervened. The rest is history as Turkey threatened more and more and eventually Arda, the young shining star from Galatasaray, got the goal in the 92nd minute. If he continues such displays you have to wonder whether Galatasaray will be able to hold onto him for much longer.

The final group game against the Czech Republic was a final game that deserved its name. If the scores were level then it would go to penalties and neither team really wanted that. Turkey struggled to cope with Jan Koller and the ball stuck to him up. Nothing passed the big man as he held the ball up, he was like a wall. His goal in the 34th minute was not a surprise.

After the first half we again saw Terim change the game. He brought on Sabri who offered much more of an attacking threat. Sabri swapped positions with Hamit. This confused the Czechs as Hamit charged forward at will. The opposition still throught he was a right-back. Through playing closely with Sabri and constantly swapping position, both players were able to attack more effectively. The participation of Kazim too, meant that Turkey were able to own the right wing.

Turkey’s domination of that wing helped the second goal arrive, with the help of Cech and the rain of course! But we should not forget the follow up work of Nihat. He was acting like all good poachers do and waiting for the mistake.

The Czechs were of course puzzled to lose their two goal lead and the incredible through ball from Hamit followed by an amazing finish from Nihat gave Turkey their third and sent the Czechs out.

Looking at the Croatian game, all Turkish fans know they obtained fantastic results against England in qualification. This play has been repeated against Germany, so we all know it was no flash in the pan.

With their players like Modric, Kranjcar and Corluka, they seem to have re-discovered something of the spirit they had in the 1998 World Cup, which brought them third place.

Both Turkey and Croatia will fight hard because both are trying to make a place for themselves between the traditional footballing giants. Croatia coach Slaven Bilic’s admission that he fears Turkey’s ability to play in an unsystematic way (swapping positions constantly) makes many in Turkey believe that they are one step closer to victory.
Turkish fans are sure that thanks to the comebacks against Switzerland and the Czech Republic, the team are sure to go into the game with so much confidence. The feeling is that even if Turkey went a goal behind, it is never over and the players always feel they can win.

Of course the decisions of the managers of each team will be crucial. For Turkey though, the position in which Hamit will play will be very important, and missing Servet for the match is a real blow. But I cannot help but think that the match will in fact be decided by the number 14’s of each team, that is to say Modric and Arda. One will continue their journey in the Euros to become a star, but even if one is left behind, we will not forget their excellent play.

Kategorisi GenelYorum (0)

Ya kaybetseydik?


İki teknik direktörün, “kazanan” Fatih Terim ile “kaybeden” Karel Brückner’in basın toplantıları aynı saatlerde yapıldı. Kazananın neyi bilmediği de işte burda belli oldu. (MedyaKronik)

Fatih Terim basını toplantıya, azarlamak için davet etmiş gibi görünüyordu. Geriden gelip, biraz da şansla, iki maç kazanmış olan tek takım olmanın gururuyla, “Mucizeler zaman alır” manşetini attı önce. Ardından da sanki bunu gerçekten bilinçli yapıyormuş gibi, “İşinizi biraz zora sokuyoruz, yazılarınızı son 15 dakika yırtmak zorunda kalıyorsunuz ” diyerek zaman zaman kendisini dinleyenlere “latifelerde” bulundu. Tavırları mesafeli, ama çoğu zaman soğuk ve sertti. Masaya yumruğunu vurarak koşuştu zaman zaman.

Acaba kaybetseydik böyle bir toplantı düzenleyecek miydi? Kazanırken bile bu tavrı sergileyen futbol adamı, turnuvaya veda toplantısında basına nasıl davranacaktı?

Aynı saatlerde, benzer bir toplantıda mikrofonların arkasına geçen Çek Teknik Direktör Karel Brückner’in, gülümser bir ifadeyle sarf ettiği sözlerine kulak verelim:

“Futbol çok güzel bir oyun ama insafsız. Acı veren yenilgiler ve harika zaferler birbirine aittir. Futbol bu iki şey olmadan yaşayamaz. Bu karmaşık durum, sadece bu oyuna özgü bir durum ve bu durumdan fazlasıyla mutluluk duyuyorum, çünkü insanların bu oyuna duygularını katabilmesinin tek yolu bu.”

Karel Brückner bu toplantıda, milli takımdaki görevini bıraktığını duyurdu. Basın mensupları teknik adamı, alkışlarla uğurladı. Bu alışılmadık uğurlamayı fazlasıyla hak ediyordu. Ümit milli seviyesinden başlayarak, tam 10 yıldır ulusal takımın başındaydı. “Çek ekolü”nü ayağa kaldırdı. 2004 Avrupa Şampiyonası’nın en iyi oynayan takımını yarattı ve kupanın şampiyonuna yenilerek elendi. Euro 2008 elemelerine, Almanya’nın bulunduğu grubun yenilgisiz birincisiydi ve bu takımı iki maçta da yenmeyi başardı.
Gelgelelim Fatih Terim “Kaybetseydik darağaçları kurulur, oyuncularımızla birlikte orada asılabilirdik” diyordu. Büyük ihtimalle tüm basın da buna hazırlanıyordu gerçekten. Ama kazandıktan sonra da eleştirilmek, gerekirse “darağacına asılabilmek”, o koltuğun ve futbolun bir gereği değil mi?

İki basın toplantısı bize iki teknik diretörün değil, iki anlayışın farkını öğretiyor. Kaybeden, futbolun güzel bir oyun olduğunu, kayıplar ve zaferlerin birbirine ait olup bu ikisi olmadan futboldan bahsedilemeyeceğini ve kaybetmenin de kazanmak kadar değerli olduğunu söylüyor. Kazanan, “Mucizeler zaman alır” diyor. Takımı 2-0 gerideyken rakibin direkten dönen topunu ya da dünyanın en formda kalecesi Cech’in elinden topu kaydırmasını kendi hakkımıymış görerek “mucizeci”liğe soyunuyor.

Bu ülkeye en büyük sevinçleri, ilkleri yaşatan Fatih Terim’dir kuşkusuz. Ben de bir “Fatih Terim’ciyim” diyebilirim rahatlıkla, çünkü onun sayesinde Avrupa Kupası mutluluğunu yaşayabilmiş bir taraftarım. Ama bu kadarı gerçekten çok fazla. Kazansa da çok itici. Bırak biz seni kahraman ilan edelim Fatih Hocam, zaten kahraman yaratmaya müsait bir ülkeyiz.

Futbol dünyası, iki teknik adamı ve iki basın toplantısını unutmayacaktır. Sarf edilen sözler, kariyerini daha büyük başarılarla donatmayı hedefleyen Fatih Terim’in CV’sinde
hiç de azımsanmayacak büyüklükte puntolarla yazılacak. Çek meslektaşı Karel Brückner’ın veda sözlerini ise, FIFA veya UEFA’nın hazırladığı bir kitabın önsözünde göreceğiz.

Kategorisi GenelYorum (0)

“Atarsa benim oğlum atar” demişti Semih Şentürk’ün annesi!


Bir reklam yazarı, futbolu milli takım teknik direktöründen daha iyi bilebilir mi?  (MedyaKronik)

Bir ölüm kalım maçı oynandı dün gece Basel St. Jakob Park Stadı’nda. Kazanan taraf şampiyonaya devam etme umudunu son maça taşıyacaktı. “Kendisini hatırlatmaya” gelen ve bunun için de sahaya gerçek kimliğini koyması gerektiğini hatırlayan milli takımımız kazanandı. Bu galibiyetle de bizi 2006 Dünya Kupası’nın dışına iten İsviçre’yi, kendi evindeki “parti”den kapı dışarı etmiş olduk.

Avrupa Şampiyonası’na ilk kez katıldığımız 1996’dan beri sahip olduğumuz geleneği bozmamış ve ilk maçımızda Portekiz karşısından puansız ve golsüz ayrılmıştık. Bu mağlubiyetin endişe veren tarafı gol atıp ve puan toplayamamamız değil, futbolumuzu bile hatırlayamamızdı.

Milli takım rakipten çok koşsa da bir türlü bir icraat geliştirememişti Portekiz karşısında. En güzel yorum Fenerbahçe’nin eski yıldızı Van Hooijdonk’tan geldi. “Evet Türk Milli Takımı çok koştu. Aurelio kimi tutacağını ararken, Tuncay’da geriye gelip top almak için çok koştu.” Artık istatistiklere nitelik olarak değil de nicelik olarak bakılmasının zamanı gelmiştir diye düşünüyorum.

Açılış maçında Çeklere yenilen İsviçre ile oynanan maç, final havasına bürünmüştü bu nedenle.

Neden kaybettik, nasıl kazandık?

Portekiz maçını kaybettik çünkü hazırlık süreci boyunca “4-3-3 oynayacağız” diyen Fatih Terim, takımı 4-1-3-1-1 dizilişinde sahaya sürdü. Kanatları çok kullanan ve en önemli gücü kanat futbolcuları olan Portekiz’e sökmeyecek tek diziliş idi bu . Çünkü orta üçlünün sağındaki ve solundaki oyuncular defansa dönük “vefasız” oyunlarıyla bilinen isimlerdi. Bu, defanstaki kanat savunucularını zor durumda bıraktı. Tek forvet oynamaması gerektiği vurgulanan Nihat Kahveci ortada oynatıldı ve varlık gösteremedi.

İsviçre maçını kazandık çünkü Fatih Terim, bu sefer doğru oyuncuları seçti. Doğru taktikle maça başlandı. Yağmurla birlikte saha şartları bozulana kadar da, sahadaki kadronun yanlış olduğunu gösteren bir durum yaşanmadı. Nihat, daha doğrusu Nihat’ın yine tek forvet oynatılması dışında. Terim bu yanlıştan da ikinci yarıda döndü. Mehmet Aurelio’nun yanına bir kesici oyuncu daha ekleyerek orta sahanın ortasını sağlama aldı. Arda ve Tuncay’ı kanatlara gönderdi. Semih’i oyuna alarak Nihat’ı. kaybolduğu santrfor bölgesinden Semih’in arkasına, serbest bölgeye taşıdı. Nitekim ilk golün ortası da Nihat’tan geldi.

İkinci golün, mutlaka ve mutlaka oynamasını savunduğumuz Arda’dan gelmesi de bir tesadüf değil. gol atması Tuncay’ın ters kanada ters ayağıyla aktardığı topun, topu ayağında iyi saklayıp çalım atabilen Arda’ya gelmesi golün gelişimindeki en mühim andı. Hollanda’nın İtalya karşısında kendi yarı alanından, hızlı ve yön değiştirerek çıktığı ve gollerini bulduğu atak organizasyonunu uygulayabilmemiz bu goldeki büyük etkenlerden biriydi. Bu gol şühpesiz ki Arda’nın kariyerini de inanılmaz bir şekilde etkileyecek.

Reklam yazarının tercihi

Bu noktada belki de Terim’in 180 dakikanın sadece son 45 dakikasında vazgeçmeyi başarabildiği inadını bir tarafa bırakıp, milli takım futbolcularının annelerine kulak vermek gerekiyor. “Oğlum diye söylemiyorum, atarsa benim oğlum atar” diyordu Semih’in annesi Rabiye Şentürk TTNET reklamında. Arda’nın annesi Yüksel Turan ise “Arda’cığım takımın beyni” repliğiyle sesleniyordu diğer annelere. Sanırım oğlu da, bu takımın beyni olabileceğini gösterdi.

Geriden gelip kazanmış olmamız, Çeklerle oynayacağımız “final” maçı için umut verici. Ancak Fatih Terim rotasyon yapacaksa, ki Tümer Metin ve Emre Belezoğlu’nun yokluğunda buna mecbur, futbolun doğrularından şaşmamalı, maceraya baş vurmamalı yani İsviçre maçının ikinci yarısındaki kadrodan verim almalı. İkna olmuyorsa, anneleri konuşturan reklam yazarını dinlemeli.

Kategorisi GenelYorum (0)

Takip et // Follow

Açık Radyo – Efektifpas

15 günde bir her pazartesi 19.30'da, 94.9 Açık Radyo'dayız. Duyurularımızı takip etmek için Twitter hesabımızı takip edebilirsiniz...

RadyoEfektifpas

Programlarımızın tüm podcast kayıtları online olarak bulunmasa da dinlemek isteyenler için bir kaç adet program mevcut

‘Salvador’ Guti

Johan Cruyff

Arşivler

Bülent Korkmaz – 3

Tottenham Hotspurs

Nazım Hikmet Ran

HaberVesaire Spor

Video Bug Report

Açılmayan bir video varsa resme tıkla, videonun linkini yolla Teşekkürler...

Facebook Hayran Sayfası

Eylül 2023
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930