Eklendigi tarih 31 Mart 2009. Etiketler: Abelardo, Albert Ferrer, andoni zubizaretta, Anelka, avrupa kupalarında ispanya futbol takımı, Barcelona, Del Bosque, Dünya Kupalarında ispanya futbol takımı, fernando hierro, Fransa milli takımı, guardiola, Henry, javier clemente, Kiko, Luis Aragones, Luis Enrique, Mauro Tosetti, morientes, raul, Roberto Baggio, Salgado, Trezeguet, Türkiye milli takımı, valeron, vicente del bosque, Zidane
İçinde bulunduğumuz yıl içerisinde 100. yaşını kutlayan İspanya Futbol Federasyonu önderliğindeki İspanya Ulusal takımı 2008 yazında İsviçre ve Avusturya’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası finalinde kupayı kazanarak tarihinde ilk kez FIFA Dünya sıralamasında 1. sıraya yükseldi. Hiç Dünya Kupası kazanmadan FIFA Dünya sıralamasında 1.’liğe yükselen tek takım İspanya Ulusal Takımı’nın futbol tarihi hep hayal kırıklıkları ile dolu.
İlk resmi maçını 1920 yılında Belçika’da düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nda Danimarka’yla oynayıp 1-0 kazanan‘Kırmızılar’, Oyunları Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 12 Kasım 2008. Etiketler: alex, Alex de Souza, Aragones, Arda, arsenal, atarsa semih atar, Benfica, Deivid, Deivid de Souza, derbi, Emre Aşık, Fenerbahce, Fenerbahçe-Galatasaray, Galatasaray, Josico, Kewell, Lincoln, Lugano, Luis Aragones, Michael Skibbe, Milan Baros, Morgan De Sanctis, roberto carlos, Selçuk Şahin, Semih Şentürk, Servet, Servet Çetin, Tottenham, Ümit Karan, Volkan Demirel
Maç öncesi yorumumu mecburiyetten kısaca yazmıştım. Kısa zamanda yazdıklarımın kısmen maçda yaşananlarla örtüşmesi hem sevindirdi hem de üzdü. Deivid’in kilit oyuncu olması, Emre Aşık’ın ise defanstaki kilit adam rolünü başka bir sahnede yerine getirmiş olması, doğru tercih Josico’nun iyi performans sergilemesi, Volkan’ın devam eden Arsenal performansı, Sarı-Lacivertli takımın Alex ve Emresiz sahaya çıkacak olmasının sahada koşan 11 Fenerbahçeli olacağını söylemem, Galatasaray’ın ileri dörtlüsünün Benfica maçındaki presini maçın ilk yarısında devam ettirip rakibi zorlaması, “ben demiştim” bölümünde değerlendirilecek gerçekleşenler.
Maç nasıl geçer geyiklerine daha başlayamadan ofsayt mı değil mi tartışmaları arasında kısmen şans,kısmen de akıl dolu bir gol buldu Galatasaray. Ümit’in kafasıyla verdiği pas pek bilinçli durmuyor ama Arda’nın attığı pas ofsayt olma ihtimalini hesap etmeden verilmiş olsa da akıl doluydu. Lincoln’de bitiricilik dersi verdi. Hazır bulmuşken kasım maçlarının rövanşını alır mıyız diye düşünmeye başladık ama maçın bir diğer kilit adamı olacağını tahmin ettiğim Ayhan’ın kale ağzından çıkardığı top kendine gel tadında, enseye şaplak modundaydı. Ancak bu durumu algılamakta zorluk çeken Galatasaray defansı, maçın yıldızlarından Selçuk Şahin’in sağ ayak dış denemesinde topu ağlarında gördü. Kimsenin Selçuk’u takip etmemesi sezon başından beri kornerlerde adam paylaşımı sorunu yaşayan Galatasaray’ın bu durumu çözmeye yönelik bir adım atmadığının göstergesi oldu. Maçtan çıkacak sonucu takımların ilk 10 dakikadaki performansı belirleyecek diye düşünmeye devam ederken maçta çabucak biri sayılmayan 3 golün olması derbilerin en ilginçlerinden birine şahit olacağımızın habercisiydi. (klişemsi cümlelerin hastasıyız!..) İlk 10 dakikada yaşananların maçın genel özetini nasıl yansıttığını biraz derinlemesine değinelim.
Galatasaray’ın ilk dakikalarda bulduğu gol, maçı istediklerine ve ilk golü atarsak istatistiklere göre kazanırız düşüncesinde olduklarını gösteriyordu. Benfica maçından sonra alınan övgülerle de kazanılan özgüven ve rahatlık Arda’nın ceza yayı üstünde o hareketleri yapabilmesinin sebebiydi. Fenerbahçe’nin golünden önce kazandığı kornerlerde yarattığı tehlikeler kolay yem olmayacaklarının sinyallerini vermişti. Bu ataklardan birinde de Ayhan topu kale ağzından çıkararak maçtaki tek artısını gerçekleştirdi. Selçuk’un golünde ise adam paylaşımındaki hata aylardır çözülemeyen eksiğimiz. Belki bireysel bir hata ama rakibin Fenerbahçe olduğunu düşünerek hareket etmek gerekli. Kimi maçta rakibinı boş bırakman golle sonuçlanmayabilir ama topa vuran kim olursa olsun rakibin Fenerbahçe olduğunu unutulmamalı.
Bence maçın en kritik dakikası yine ilk 10 dakikada yaşanan ve Galatasaray’ın maçtaki genel ruh halinin bir yansıması olduğunu düşündüğüm Lincoln’ün frikiği idi. Derbilerde atılmış en güzel golü görmüş olmanın heyecanıyla herkesi ayağa kaldıran gol, çift vuruş olduğu gerekçesiyle sayılmadı. Burada suçu hakeme atmak da mümkün eğer kolaycıysanız. Fakat buradaki en büyük hata Lincoln’ün dikkatsizliğidir. Hakem topa vurabileceğin bir yerden faule hükmetmişse ve eğer sen kaleye vurmayı kafana koymuşsan verilen kararın çift vuruş mu, tek vuruş mu olduğuna dikkat etmek zorundasın. Çünkü gördüldüğü üzere maçın gidişatını, takımının kaderini etkileyen bir pozisyonun yaşanmasına sebep olabiliyorsun. Lincoln’ün bu dikkatsiz, konsantrasyon eksikliği hakim, laubali ruh halinin tüm takıma yansıdığının düşüncesindeyim. Yoksa Baros ve Nonda’nın topa kritik dakikalarda elle müdahale etmesinin, yenilen üçüncü golde Galatasaray’ın ceza alanında 6 Fenerbahçeli varken bir Galatasaraylı’nın olmasının başka bir açıklması yok! Bu adamları birileri çıkıp uyarmalı. Baros daha önce de topu önüne eliyle alarak sarı kart görmüştü. Şimdi de bu yüzden sarı kart sınırında!
Galatasaray’ın ilk yarıda Fenerbahçe’ye göre daha atak bir oyun sergilediğini söyleyebiliriz ama Fenerbahçe’nin Arsenal maçındaki defansif oyununu devam ettirmesi Galatasaray’ı zorladı. Galatasaray kanatlardan gelmeye çalışırken o bölgeye çok iyi toplanıp alanı daraltan Fenerbahçe’nin bu planını bozmanın en kolay yolu oyunun yönünü terse çevirmekti. Ancak bunu yapması beklenen Ayhan bu maçlık al gülüm ver gülüm (klişeleri seviyoruz!..) oyunu tercih edip, Lincoln de ceza alanına gömülünce topu diğer kanada taşıma şansını bulamadı Galatasaray. Böyle olunca da atak yolları tıkandı ve ikinci golü bulmak için teşebbüste bile bulunamadılar. Galatasaray da Fenerbahçe’nin alan daraltma planını uygulamak istese de, topu hızlıca ters kanada taşımayı başaran Sarı-Lacivertli ekip böylece daha kolay rahatsız etti rakip kaleyi. Kendi yarı alanının sol tarafından alıp sağ kanada aktarılan paslarla Fenerbahçe biraz da şansıyla ikinci golü bulunca çok rahatladı. İkinci gol için suçlanacak birini aramaya gerek yok. O top Emre’yi aşsa Güiza’nın önüne düşecekti. De Sanctis’in o topu çıkarma ihtimali veya “okçu”nun o golü kaçırma ihtimali elbette vardı. Ama olasılıklar üzerine konuşmak bir tek istatistikte işe yarar. Fenerbahçe maçlarının talihsiz adamı Emre Aşık bu golden sonra da belini doğrultamadı. Yenilen ikinci golden sonra Galatasaray’ın bir penaltısının verilmediğini belirtmeli. Selçuk’un altıpasta kafa topunda kambura yattığını söylemek gerek. Ümit Karan o pozisyondaki itirazında haklı. Ama yenilginin sebebi tabi ki bu değil. (Hakem hataları ile alakalı ayrıntılı yazı için durma tıkla!)
İkinci yarının başında gelen gol maçın bitiş düdüğünü çaldı. De Sanctis’in baraj yaptırmamasını eleştirenlere “Barthez baraj yaptırdı da ne oldu?” demek istiyorum. Böyle şutlarda topun nereye gideceğini topun vurulduğu 35. metreden görerek pozisyon almak isteyen kaleci sayısı çok. Yamulmuyorsam Van Hoijdonk’a da baraj yaptırmayan bir kaleci vardı. (Mondragon?) De Sanctis ile Roberto Carlos, o şutun ilk topta gol olup olmayacağına bahse girse kazanan İtalyan olacaktı. Çok da kolay olmayan bir topu çıkarmayı başardı. Asıl hatalı olduğu yer topu çeldiği bölge. O topu aldı direğin kenarından altıpasa doğru Lugano’nun önüne tokatladı. Hadi şutu atan Carlos olduğu için topu çeleceği yönü hesaplayamadığını varsayalım ama ceza alanına giren 6 Fenerbahçeli’yi takip etmemek nasıl bir rahatlıktır! nasıl bir koyvermişlik, umursamazlık, laubaliliktir!!! O dakikada bıraktı işte maçı Galatasaray.
İkinci yarıya bir gol daha yiyerek başlamak tüm planları suya düşürdü haliyle. İlk yarıdaki oyun umut vermişti. Ama derbilerin ruhunu çok iyi bilen Ümit Karan’ın oyundan çıkmasıyla Galatasaray’ın rakip derfansla dövüşen gücü yok oldu. Yine Ümit gibi savaşçı oyun yapısına sahip Baros’un çıkması aynı etkiyi yaratmadı çünkü sağ kanada hapsedildi. Bana kalırsa akıllı bir oyunla Baros, hızıyla o kanatta daha verimli kullanılabilirdi. Tottenham’daki Robbie Keane tadında bir oyun sergilettirilebilirdi. İkinci yarıya Baros-Kewell değişikliği ile başlamak yeterli olurdu. Ama Nonda, Lincoln, Kewell gibi sakatlanmama korkusuyla Ümit kadar boğuşmayan oyuncuların sayısı arttığı için ceza alanını zorlayamadı sarı-kırmızılı takım. Oyuna ikinci yarı giren Kewell da topla bu yüzden 60. dakikada buluşabildi. Onun da ne yazık ki tek hareketi kullandığı serbest vuruştu.
Skor farkı 2 olunca Galatasaraylı oyuncuların sinirleri hemen bozuldu. Arda’nın bazı pozisyonlarda gereksiz itirazları, Ayhan’ın Volkan’ın sakatlığından sonra Carlos’un önünde prese devam etmesi centilmenliğe sığmayan bir hareketti. Benfica’daki güzel oyunuyla kilit bir rol oynamasını beklediğim Ayhan, tam tersi bir şekilde çirkef oyunuyla takımının sinirlerini gererek kilti bir rol üstlendi.
Skora bakarak Fenerbahçe’nin ezici bir oyun oynadığını ve bu galibiyetle artık bileğinin bükülmeyeceğini düşünmek yanıltıcı olur. Çünkü Fenerbahçe gollerini planlanmış veya atağın gidişatına göre harika organizasyonlarla bulmadı. Galatasaray’ın hatalarını çok iyi değerlendirdiler. Ve daha istekli, özgüvenli bir oyunla haklı bir galibiyet aldılar. Oyun olarak Arsenal maçındaki defansif dirençlerinin üstüne koyarak oynadılar. Josico ve Deivid’in ilk 11’de oyuna başlaması Londra’daki oyuna atak gücünün eklenmesini sağladı. Aragones’in bu değişikliği (Londra’da bir puanı kazanan bir takım vardı), Skibbe’nin “kazanan 11’i değiştirmeme tezini” çok iyi çürüttü. Akıllı, verimli, ne yaptığını bilerek oynayan Fenerbahçe’yi tebrik etmek gerek. Önlerinde zor bir dönemeç var. Eskiden Alexsiz varlık gösteremeyen Fenerbahçe onsuz da ezeli rakibini yenmeyi başarmış olması Aragones’i zorlu bir tercihe, Galatsaray yönetimini de Skibbe konusunda zor bir karar sürükleyecek…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 06 Kasım 2008. Etiketler: arsenal, Arsene Wenger, Fenerbahce, Fenerbahçe-Arsenal Maçı, Luis Aragones, Şampiyonlar ligi, Semih Şentürk, Uğur Boral, Van persie, Volkan Demirel
(Bu yazı maç ıle eş zamanlı yazıyz dökülmüştür… )
Maçın birinci dakikasında Arsenal maç içinde yapacağı futbol resitalinin sinyalini verdi sanırım Van Persie’nin topuk pasıyla… Sonucunda verimli bir atak oluşmadı ama hareket güzeldi. Dakikalar 5’i gösterirken Sabri Ugan Gökhan Gönül’ü övdü. Bu sırada Gökhansa sadece taç atıyordu. Fenerbahçe ardarda kullandığı taç atışlarıyla topu ceza sahasına kadar taşımayı başardı. Oluşan karambolde penaltı noktasının çevresinde gezinen topu kaleye gönderemedi sarı-lacivertli ekip. 10 dakika dayanamadınız kardeşim mi diyecektik ki Fabregas’ın arapasını Van Persie iyi değerlendiremedi. Volkan’ın da açıyı iyi kapattığını söylemek gerek. Son 2 dakikadır karşılıklı pas hataları var. Fenerbahçe için özgüven Arsenal’de ise tecrübe eksikliğinden kaynaklanıyor gibi bu hatalar. Fabregas takımını yine çok iyi yönetiyor. Harika paralel pasını ise Ramsey iyi değerlendiremedi ama kaleyi bulmasını bildi. Dakika 12 ve Fenerbahçe adamakıllı top yapmaya başlamıştı ki uzun atılan bir pasla yine topu kaybettiler. Yerden kısa paslarla oynamanın, topu kendi takımında tutmanın en güzel örneği idi bu dakikalar. Nitekim Arsenal’de topu kapınca yerden paslar yaparak topu kendisinde tuttu. Sağdan Van Persie’yi nefis kaçırdılar. Hızıyla ceza sahasına yönelip arka direğe yaptığı ortayı Volkan tokatlamayı başardı. Fakat top Fabregas’ın önüne düştü ancak top ayağına dolanınca Lugano topu uzaklaştırdı. Fenerbahçe ayağa paslarla yine ceza sahasına yaklaşmıştı ki Güiza topu bekleyince top rakibe geçti. Arsenal hızlı çıkınca Fenerbahçe’yi tuzağa düşürüyordu ki Volkan, Van Persie ve Fabregas’ın şutlarını iyi çıkardı. Selçuk topu eliyle kontrol edince hem serbest vuruşa sebep oluyor hem de sarı kart görerek takımını şimdiden gelecek maçta yalnız bırakıyor. Babamsa “Hakem Selçuk Dereli olsaydı çan çan konuşurdun ama … ” diyerek Türk’ün yabancı hakemlere karşı itiraz etmeye cesaret edemediklerine dem vuruyor. Bense yabancı dilleri olsa eminim 90 dakika boyunca itiraz ederler tezimi beğenilerinize sunarım. Dakika 18 ve Van Persie topun başında. Kaleye mi derken içeriye sert kesilen ortayı Carlos kendi kalesini topa tutacaktı kafasıyla topu uzaklaştırmak isterken. Fenerbahçe kontraatağa kalktı, ancak attığı depar sonrası genç Ramsey topu Uğur’dan çok rahat kaptı. Arsenal yine hızlı çıkmak isterken pas hataları sonucunda topu Fenerbahçe’ye verdiler yine… Fenerbahçe’den gerçekten acemice bir pas hatası direk rakibin ayağına. Güiza’yla çelimsiz ataklar geliştirmeye çabalasa da sonuca varamıyor. Roberto Carlos ise 23. dakika civarı Fenerbahçe’nin kazanması mucizelere kalmış diye düşündürten bir şut çıkarıyor yaklaşık 40 metreden. Topu Fabianski rahat tutuyor. Fenerbahçe ilk defa Arsenal yarı sahasında bu kadar fazla adamla bulunuyor. Serbest vuruşa şükrediyoruz bu durumda. Ancak Carlos’un içeri sert kestiği topu avuclarının arasına alan Fabianski hızlıca oyuna sokarak takımını atağa kaldırıyor. Ancak atak kornerle sonuçlanıyor. Semih takımın bal yapan tek arısı görünümünde üst düzey bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Güiza’ya da arapası verebilseydi 28. dakikada iyi olabilirdi ama topu soldaki Uğur’a aktarıyor o da adını uzun süredir duymadığımız Kazım’a iletiyor ama nafile… Bir iki çaresiz taç atışı sonrası Güiza’nın umutsuz vuruşu kaleyi bile bulmuyor. Maça sağbekte başlayan Toure, Guti’yi kıskandıran bir arapası atıyor ki Van Persie kalenin dibinde buluyor kendini. Hareketli topu öyle bir durduruyor ki Fenerbahçeli Lugano Uruguay’a tek gidişlik biletini alıyor. Harika gelişen atak ise Volkan’ın parmakları ucuna çarpıp direkten dönüyor. Van Persie üzgün! Fenerbahçeli taraftarlar Volkan’a duacı. Onun sayesinde dakika 36 iken sesleri hala çıkabiliyor. Fenerbahçe kaçan bu golden sonra yorulan Arsenal’in üzerinde sağdan ve soldan ataklar geliştirerek baskı yaratsa da daha kaleyi bulamadılar. Ancak Gökhan Gönül iyi bir şut çıkarıyor kaleye ulaşan ama o da yaklaşık 30 metreden. Sanırım kanaryalar cezasahasına kolay kolay giremeyeceklerini anlayıp uzaktan şut atarak rakibi önce korkutmayı planlıyorlar. Ardından gelişen Arsenal ataklarında son paslar yerini bulmuyor. Bunlardan birinin sebebi ise altıpasa iyi kesilen topu harika uzanarak taca doğru çelen Volkan. Sanırım bir dakika sonra Nasri’nin attığı şutu yine aynı çeviklikle kurtarırken bu iki güzel hareketi Arsenal taraftarları alkışlamaktan kendilerini alamıyorlar. Semih takımını ayakta tutmaya bal yapmaya devam ediyor ama tüm kovana yetecek mahsül veremiyor “Genç Golcü”. Çünkü peteği tek başına yapamaz hiç bir arı. Arsenal son beş dakikayı Fenerbahçe ceza alanı çevresinde geçiriyor ama gole gidecek bitirici pasları atamıyor. “Topçular”ın yapamadığını Roberto Carlos yaptığı ters vuruşla başarıyor ancak Volkan yine iyi bir zamanlamayla topa rakibinden önce sahip oluyor. Dakika 45 Aragones’in başı yine öne eğik ve yine alnını kaşıyor. Belli ki düşünceli.
İkinci yarı Fenerbahçe’nin ortasahadan çıkarken yaptığı top kaybıyla başladı. Bendtner kaptığı topu uzaktan şut olarak değerlendirdi, fakat top dışarda. Arapasların usta isimlerinden Fabregas’ın Van Persie’nin koşuyoluna attığı topu geç sezen Lugano kötü pozisyon aldığından çareyi hollandalıyı düşürmekte bulunca hakem Rosetti Porto maçında Lugano’nun takımını yalnız bırakacağını söyledi. Paslaşarak kullanılan serbest vuruşu Toure sert bir şekilde kaleye gönderse de Volkan bu topa da müdahale etmeyi başardı. Kullanılan kornerde topu ceza alanından hızlıca çıkarmasını başarınca Uğurla maçta buldukları ilk ciddi pozisyonu harcadılar. Ardından Kazım’la atak hazırlığı yapan Fenerbahçe, Jamaika’lı Afro-Türk laubauliliğine yenik düştü ve topu rakibine tekrar verdi. Kazanılan topu Bendtner ile 6pasa gönderen kırmızı-beyazlı rakip, hollandalı golcüsünün önündeki Carlos’u itince hakem faule hükmetti. Dakika 52’de Carlos 1998 yılında Fransa’ya attığı golü tekrar etmek ister gibi topa yaklaşırken eliyle hafif ve naif bir hareket yapıp kaptan Semih ve Gökhan’ı topun başından gönderiyor. Ancak attığı şut rakip kalecinin ellerinde son buluyor. Dakikalar 60’ı gösterirken Aragones klasik oyuncu değişikliğini yapıyor. Afro-Türk, yerini Gurbetçi-Türk’e bırakıyor. Arsene Wenger ise bu değişikliğe karşılık ilk maçta kapanış golünü atan ’90 doğumlu Ramsey’in yerine Diaby’yi alırken UEFA oyuna genç kaleci Vito Mannone’yi alıyor. (Canlı yayında ekrana böyle yansıdı…) Bendtner’in yerine ise üç senedir Arsenal forması altında görmeyi beklediğim Vela oyuna girdi. Yedek kulübesinin kalitesi ortada sanırım. Ali Bilgin ilk topunda neredeyim ben şaşkınlığıyla topu rakibine teslim ediyor. Vela ve Diaby ise sol taraftan rakibini dağıtmaya başlıyor. Oyuncu değişiklikleri sonra oyun daha rolantide geçiyor. Arsenal’in kanatlardan yaptığı ortaları Fenerbahçe tam manasıyla “savuşturuyor”. Genç oyunculardan kurulu rakipse ceza sahası dışından şutlarla kaleyi bulmaya çalışıyor. Bu arada sakatlanan R.Carlos Aragones’in Deivid’i oyuna alma ihtimalini ortadan kaldırıyor ve bir mahalle maçında oyuncu değişikliği yapılıyormuş gibi yerini Vederson’a bırakıyor. Arsenal yorgun olmasına karşın hala aynı tarz ataklarını geliştirmeye devam ediyor ama Fenerbahçe gerçekten “Çanakkale geçilmez”i oynuyor. Lugano ve Edu 1. Dünya Savaşı’ndaki bu savunma zaferinden haberdar değiller muhtemelen ama yarınki gazeteler Londra’daki savunma zaferine bu benzetemeyi yapacak. Dakikalar tükeniyor! (klişeleri seviyoruz!..) İki takımda fazlasıyla yoruldu. Artık atılacak ya da yenilecek golün tek sebebi yorgunluk olacak. Wenger sıkıntılı. Tottenham beraberliğinden beri küçük çaplı bir buhran yaşıyorlar. Beklenmedik puan kayıpları yaşadığı için basın biraz üstüne geliyor haliyle. Maça çıkmadan önce de Fenerbahçe maçını mutlaka kazanmak istediklerini ve hırslı olduklarını söylemişti. Sonuç işe şimdilik nötr. Fenerbahçe direnmeye devam ederken yorgunluğun sonucununda sakatlıklar geliyor. Uğur sekiyor muhtemelen bir zorlanma oldu kasığında. Gökhan ise oyuna Uğur gibi sakat sakat devam ediyor. 4. üncü hakem maçı 4 dakika daha uzatıyor. Fenerbahçe topu taca atarak zaman geçirmeye devam ediyor. Dakikalar 92 oldu… Fenerbahçe Ali Bilgin ile atağa kalkıyor Londra’da şimdi top Güiza’da ama topu kaptırdı Clichy’ye. Gökhan da topu Vela’dan kaptı ancak topu rakip kaleciye teslim etti. Arsenal ise Toure ile sağdan geliştirdiği son atakla da sonuca ulaşamayınca maç 0-0’lık sonuçla sona eriyor…
Maç yorumu: Fenerbahçe gerçekten iyi direndi. Rakibin tesadüfi veya laubauliliğinden yaptığı kayıplarından sonra topa sahip oldular. Bunları da verimli değerlendirmeye yönelik bir oyun düşüncesiyle sahaya çıkmadıkları çok belli. Zaten topla oynama yüzdeleri %37…
Buradan alınan puan kimseyi yanıltmasın. Fenerbahçe bugün futbol oynamadı ki alınan bir puan için iyi futbolla oynandı yorumu yapılabilsin. Oynatmadı da diyemiyorum ne yazık ki. Çünkü sadece altıpasa kesilen ortalara yerinde müdahalelerde bulunup topu kalelerinden savuşturdular. Oynatmadı diyebilmek için gerçekten rakibini ısırmalı, oyununu bozmalı, topu gerçekten ayağında tutup verimli bir şekilde paslaşarak rakibin topla ilişkiye girmesini engellemek gereklidir.
“Tesadüf” müdür bilemem ancak geçen sene Şampiyonlar Ligi’nde son sekize kalmış bir ekip olarak aynı şehri ziyaret eden Fenerbahçe bu sene aynı şehre grubunda sonuncu olmamak için geldi. Bu takım bu kadar zirvedeyken bugün alınan puana şükrediliyorsa, bu takımı bu hale getirenlerin oturup gerçekten düşünmesi gerekir ki biz de sene başında yapılan “ben inşaattan anladığım kadar futboldan da anlarım…” açıklamalarında bir doğruluk bulalım…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 03 Kasım 2008. Etiketler: arsenal, Atletico Madrid, Aziz Yıldırım, Barcelona, Cenk Erdem, Daum, David Villa, Dede, Denizli, Dumbledore, Euro 2008, Febragas, Fenerbahce, Fernando Torres, İspanya Milli Takımı, İspanyol Futbolu, Luis Aragones, Puyol, Ramos, Real Betis, real madrid, Torres, Xabi, Xavi, zico
Aziz Yıldırım’ın başkanlığından beri hedeflediği bir şey var. O da kupa kazanmaya alışmış takım yaratmak. Ancak 12 yıldır hala aynı hedefe gidilen bu yolda alınan kupa sayısı sadece şampiyonluklarla 5’i falan buluyor.
Şampiyonluklar yaşatan teknik direktörler Denizli,Daum,Zico sebepsiz! gönderilirken yerine EURO 2008’den önce son kupasını 1988’de kazanan Luis Aragones takımın başına getirilidi.
Şampiyonada İspanya’ya dünyanın hayranlıkla izlediği bir futbol oynatan “Dede”, yaz başında dünyanın en direktörüydü. Şimdi ise eleştirilerin hedef noktası (klişeleri seviyoruz!..) . İspanya’yı zirveye taşırken, elinde geçen senekinden daha iyi bir kadrosu olan Fenerbahçe’yi bu duruma nasıl düşürdü?
Tezimizin sunumu için küçük çaplı bir araştırma yaptım tabii. Önce Aragones’ten başlamalı.
“Modern Futbol” oyunu resmilik kazandıktan 40 sene sonra dünyaya gelmiş başkent Madrid’de. Bu şehrin “Güngören’i” Getafe’de futbolculuk kariyerine başlamış. Bir golcü olduğu için muhtemelen bir Zafer Biryol performansıyla Real Madrid’e transfer olmuş. 1958-1961 yılları arasında bulunduğu kulüpte ne kadar forma giymiş meçhul. Ama bu yıllar arasında her sene farklı takımlara kiralandığı görülüyor. Ya sözleşmesi bittiğinden ya da artık üs düzey mücadele hırsından takıdan ayrılıp -Çaykur Rize’ye- Real Oviedo’ya geçmiş. Bir kaç sezonda 33 gol attıktan sonra 1964-1974 yılları arasında -Ankaragücü’nüze gitmesin-, “Ankaragücü’ne” yani Atletico Madrid’de yıldızlaşıyor. 10 senede 5 kupa kazanıp gol krallıkları elde ediyor. Belki biraz Fatih Tekke misali yani. Fatih Biryol veya Zafer Tekke de denilebilemsi.
Futbolu bırakınca efsnane oyuncularını, teknik direktör olarak alelacele Atletico Madrid’in başına geçiriyorlar bundan tam 34 yıl önce. O da “sizi mi kırcam “amigos” “diyip 6 kupa da teknik direktör olarak kazandırıyor. Kupalardan ikisini 2’sini ilk 6 senelik A.Madrid flörtüyle değil, 5 senelik ikinci baharlarını yaşadıkları 1982-1987’nin tam ortasında, 1985 yılında müzesine götürüyor (klişeleri seviyoruz!..). Sonrası Yılmaz Vural misali… 1. senelik büyük takım tecrübesi, ardından tekrar Real Betis, biraz Valencia, biraz Sevilla, olmadı Real Oviedo, biraz adalara inip Mallorca, 4. kez Madrid -orası iyiydi-, yoksa adalar mı iyiydi diyip tekrar Mallorca. 2004’te “ada ekibini” bıraktıktan sonra son durağı ise her yere 2’şer 3’şer kez gidebileceği İspanya Ulusal takımında duruyor.
Bu yıllar içinde, 2006 Dünya Kupası’nda çeyrek finalden dönülürken “Kara pislik” Henry’nin arkadaşları da Aragones’e cevabı sahada vermiş. 2008 Avrupa Şampiyonası’nda ise 4 senelik İspanya kariyeri sonrası kazanılan şampiyonluk var. 2 kadro arasındaki farka baktım. Kaleci, defans, ortasaha’nın 3-5’i ve forvet ikilisi neredeyse aynı oyuncular. Torres, Villa ileride, Casillas kalede, stoper’de Puyol ve muhtemelen yine Marchena ya da Navarro, beklerde ufak çaplı değişmeler, orta-sahada yine Xavi,Xabi sanırım bir de Guti(es geçemem) kadrodaki aynı isimler. Üzerinde 4 yıl boyunca ilk 11’de ısrar edilen 8 oyuncu var. Yani fark aslında olması gerektiği gibi. Maç için değişmesi muhtemel maksimum 3 kişi, yedekleriyle 6 kişi ediyor. Mecburi 2 kaleciyle şu haliyle bile takımda toplam İngiliz takımlarının bir lig maçına çıktığı oyuncusu sayısı(16) kadar adam var. Geri kalan 6-7 ise figüran ve genç yetenekler. Kısaca elinde kadro istikrarı bulunan ve zaten takımlarında şampiyonada oynadıkları futboldan farklı bir oyun segilemeyen 8 oyuncusu bulunan takıma bir de Ramos,Senna ve Fabregas eklenince başarı kaçınılımazdı. Hepimiz de bundan zevk aldık! (çarptırmaları seviyoruz!..)
Başarı dolu kariyere sahip futbol adamını takımın başına geçiren Fenerbahçe, sanırım zevkten dört köşe olduğu için bu adamdaki birkaç eksikliği farkedememiş. Öncelikle bu adamın istikrarlı bir şekilde takımın bulunması gerektiği çok açık. Çünkü ancak 10 sene başında kalabildiği takıma kupa kazandırabilmiş. ! sene yönetip kupa aldığı bir de Barcelona var ama o da “Barcelona!”…
Takımının başına “kupalara alışmış bir takım” yaratması için getirdiğin adam son kupasını 1988’de kazanmış. Bu yazıyı okuyanların bir çoğu 1988’de portakalda vitamindi!! (klişeleri seviyoruz!..) (gerçi ‘portakalda vitamin olmak iyidir’.. >> CenkErdem’i seviyoruz!..) Kupa kazanma alışkanlığını 20 sene önce yitiren bir teknik adamın 90’dan bu yana, değişen futbola ayak uyduramadığının kimse mi farkında değildi? 2008’deki İspanya çok farklı bir örnek onlar kendileri oynadı,Aragones oynatmadı. Takım istikrarına da ihtiyacı varken eline ise, darmadağın olmuş, 60. dakikalar için oyuna girecek alternatif sayısı da bir hayli az bir takım verildi. Bu takımla bu sene için ne yapılabilir ki daha fazla? Hala uyum süreci geçiriyorlar (klişeleri seviyoruz!..) .
Fenerbahçe’de Yıldırım başkan olduğu sürece sadece faşist rejimde istikrar oldu. Ne kadro, ne de çalıştırıcılarda belirgin bir istikrara şahit olamadık. Padişaha bir sandık altın değil de sadece elmas yüzük getirdi diye tezelden vuruldu kimini kellesi. (Bknz. Arthur Antunes Coimbra Zico) Kadıköy’de başarının istikrar gerektirdiği dersini veren Arsenal’den ders almak lazım biraz. Yoksa Aragones’in elinde takımı hemen kupalar kazanan yapıya sokacak sihirli değneği vardı, Dumbledore’du da biz mi görmedik?
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 04 Eylül 2008. Etiketler: Capello, Deportivo, Euro 2008, Fabio Capello, Getafe, Guti, ispanya, İspanya Süper Kupası, Jose Maria Gutierrez Hernandez, Luis Aragones, Real Madrid UEFA Kupası, Ruben de la Red Gutiérrez, Spain, Spanish football, Süper Kupa, Valencia, Yunanistan
Geçen sezon Getafe’nin maçlarını izlerken önce ismi sebebiyle, sonra da oyun zekasıyla aklıma kazındı bu isim. Getafe geçtiğimiz yıl UEFA’da son sekize kalırken gruplarda Tottenham deplasmanında ve elemeli maçlarda 4.tur’da karşılaştıkları Benfica’ya deplasmanda attığı gollerle önemli role sahipti. Real Madrid altyapısının son mahsullerinden olan oyuncu trasfer döneminde yuvaya geri dönerken Bernd Schuster için de çok çok iyi bir alternatif olacağının sinyallerini verdi.
Real Madrid altyapı takımına 14 yaşında adım atan, de le Red takımın da en genç oyuncusu olur. İstenilen düzeyde olmadığına karar verilip CD Mostoles takımına gönderilir. Ancak kısa bir süre sonra tekrar takıma katılır. 4 sezon altyapı takımlarında oynadıktan sonra, dönemin altyapı teknik direktörü Quique Sanchez Flores Getafe’nin başına geçince de la Red’i de yanında götürmek ister. Ruben bu ilgiden çok memnun kalırken, her zaman ilk önceliğinin Real Marid olduğunu söyleyerek takımda kalmaya devam eder.
Real Madrid’in ‘Anadolu takımı’ edasıyla tenik direktör sirkülasyonu yaşadığı dönemde 4 aylığına takımın başına Mariano García Remón zamanında Kral Kupası maçında ilk defa A Takımın formasını giyse de pek fazla forma şansı balamaz. Capello’nun takımın başına geçmesiyle altyapıdan takım arkadaşları Miguel Torres ve Miguel Ángel Nieto ile 2007 sezonunun şampiyon kadrosunda bulundu.
Yolu Getafe ile geçen sezon tekrar kesişen de la Red, transfer sezonunun son gününde bu sefer bu takımdan gelen teklifi kabul eder. Bir önceki sezon kupa finali kontenjanından yararlanan Getafe ile UEFA Kupasında oynama şansına erişir. Takımıyla çıktığı 49 maçın 39’unda ilk 11’de başlarken bu maçlarda 7 gol atıp, 3 de asist yapmış. Zaten toplamda 9 gol ve 4 asisti bulunuyor. Böyle istatistiğe sahip bir oyuncuyu da Real Madrid’in forvetleri arasında gösteren en önemli istatistik sitelerinden olan webportalını garipsedim. (Bknz.) Her şey bir yana bu oyuncunun EURO 2008’de orta sahada oynadığının da mı farkında değiller ki zaman zaman Mehmet Topal gibi zorunluluktan defansta oynadığı da bilinen bir oyuncu. (Bknz 2.)
Milli Takım performansı ise kulüp kariyerine nazaran daha parlak bir görüntüye sahip denilebilir. 2004-2007 yılları arasında 21 yaşaltı takımında 15 maçta forma giyerek önemli bir rol üstlendi. 21 yaşaltı takımında hiç gol atamasa da oynadığı oyunla dikkatleri çekmeyi başardı. Getafe’deki parlak performansıyla da A takıma çağrılmaya başladı. İlk defa çağrıldığı İtalya maçı kadrosunda bulunmasına karşın, bu maçta forma giymedi. Forma giyip giymediği konusunda tam emin olamamakla beraber şampiyona öncesi Peru ve ABD hazırlık maçlarının kadrosunda bulundu. İsviçre ve Avusturya’daki şampiyonada İspanya’nın kadrosunda bulunan de la Red, Yunanistan karşısında Luis Aragones’in ilk 11’de tanıdığı şansı çok iyi değerlendirip, ilk resmi maçında çoğu kalecinin çıkaramayacağı ‘delici’ bir gol attı. Diğer maçlarda forma giymese de şampiyon olan takımın kadrosunda bulunarak kariyerinde önemli bir başarıya ulaştı.
Bu yazıyı yazmama sebep olan Valencia’yla oynanan Süper Kupa maçındaki golüyle aklımın bir köşesine yazdım bu adamı. Başlı başına inanılmaz bir maç olan karşılaşmada 9 kişi kalan Madrid ekibinin 3. golüne imza attı. İlk maçın 3-2’lik skor dezavantajını attığı golle 85. dakikada attığı golle avantaja çevirirken, rakibin moralini öyle yerle bir etti ki; moralman çöken rakip 88. dakikada 4. golü de yedi. 30-35 metre mesafeden attığı golle tekniğini, oyun görüşünü, kafası her zaman havada oynadığını ve her zaman golü düşündüğünü gösterdi de la Red. Real Madrid ligde sezona kötü başlarken Deportivo maçında veliahtı olacağını tahmin ettiğim ”Guti”nin -isim benzerliği tesadüf müdür? José Maria ‘Gutiérrez’ Hernández- yerine 81. dakikada girerek pek fazla varlık gösterememiş olsa da ileride kendisinden çok fazla söz ettireceğini düşünüyorum.
Kategorisi Genel