Eklendigi tarih 30 Ekim 2010. Etiketler: Antalyaspor, Galatasaray, Hagi, Misimovic, pino, Servet

Ali Sami Yen’deki son maçlardan biri daha geride kaldı. Lige iyi başlayamamıştık ancak son iki maçta oynanan futbol ve bir çok sakata karşın alınan 4 puan bir şeylerin yoluna girdiğini göstermekte sanki. Hele de orta sahada savaşan zaman zaman da dövüşen bir Galatasaray olduğunu görmek buna işaret gibi sanki.
Maçın başında Kadıköy’deki baskıyı yine gördük. Harika bir baskı kuruldu ileride ve Antalyaspor kitlendi bir şey yapamadı. İlk 10 dakika böyle geçtikten sonra biraz daha ortaya taşındı maç. Bu sırada maç öncesi dediğimiz gibi gelişmeler oldu ve Misimovic’in hızlı ara paslarına Pino ve Sabri müthiş hareketlendiler. Paslar golle sonuçlanmadı ama olsun. Pino’nun muhteşem deparlarını görmek bile heyecan kattı. Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 23 Mart 2009. Etiketler: Arda, aurelio, Ayhan, Baros, bulutsuzluk özlemi, emre belözoglu, Fatih Terim, Galatasaray, Hakan Balta, Kazım, Kewell, kimse barıştan söz etmiyor, M.Topal, Meira, Nuri Şahin, Servet, UEFA Kupası, werder bremen
Barış’ı Werder Bremen istiyormuş. Çok hoş! Etrafımdaki bir çok kişi de bu transferin gerçekleşmesi için can atıyordur. Çünkü “kimse Barış’tan söz etmiyor“… Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 25 Şubat 2009. Etiketler: Adnan Polat, Antalyaspor, Benfica, Berlin, Bordeaux, Bülent Korkmaz, De Sanctis, Emre Güngör, Galatasaray, Hakan Balta, İbrahim Altınsay, Kayserispor, kırmızı kart, Lincoln, Meira, Murat Akça, Olympiakos, radikal, Semih Kaya, Servet, Sivasspor, skibbe, Uğur Vardan
Sonunda hep beraber Skibbe’yi gönderdik. Ardından da sağolsun güzel türkçemizin kıvraklığı sayesinde en azından
arkadaş arasında geyiğin dibine vurduk. En canlı örneği olarak Kocaelispor maçından sonra eve “Ben böyle işi Skibbe!” diyerek girdim. Eh tabi o zaman daha kovulmamıştı. Ancak tam da o saatlerde radikal kararlar alınıyordu hakkında. Eve girdiğimdeki sitemim Skibbe gitsin amaçlı değildi. Yenilgiyeydi, Adnan Polat’ın yine bir teknik direktörü kovacağınaydı. Kovuldu ve değer verip dinlediğim yorumcular, “aman gitti de ne iyi oldu” gibi cümlelerle “biz demiştik zaten”e getirdiler. Kendilerini geleceği gören bir yorumcu olarak gösterip, doğru tahminde-yorumda bulunduğunun altını çizip prim yapmak mıydı niyetleri bilemedim-anlam veremedim. Fakat hakkında bir kaç kelime tuşlamaya vakit bulamadığım Bordeaux ve Kocaeli maçları hakkında, hatta Kayseri ve Antalya maçlarında da kuracağım bir kaç “dilek-şart kipinde” cümleyle, oh gitti de kurtulduk düşüncesindekileri Skibbe’nin gidişi hakkında biraz beyin fırtınası davet ediyorum. Yapacaklarım sadece Şeytan’ın avukatlığıdır. Dedim ya -se,-sa cümleleri olacak bunlar…
Skibbe’nin gönderilişinin sebebi olarak ocak’tan itibaren alınan kötü sonuçlar gösterildi. Ocak’ta oynadığımız maçlara bakalım. Oynadığımız futbolun iyiliğine kötülüğüne bakamayacağım ama çok rezildik diyebileceğim maçımız bir tek Antalyaspor maçı idi. Hayatımda daha sıkıldığım bir maç olmamıştı. Diğer maçlarda ise eksiklere karşın hep üst düzey mücadele ve tümünde de kılpayı kaçan galibiyetler mevcut.
Bakınız ki, sezonun ikinci yarısına Sivasspor’la deplasmanda oynadığımız ilk maçta Ümit Karan’ın nasıl bir kırmızı kartla oyundan atıldığını gördük. Hala mantıklı bir açıklaması yok. Defansta Servet, Meira,Emre Güngör sakatlığı veya kart cezası sebebiyle oynayamadı. Hakan Balta stoperde mecburcuydu. Evet gollerde hata yapmış olabilir ve denilebilir ki o zaman Semih Kaya, Murat Akça gibi genç stoperlere şans verseydi… Diyelim ki o iki genç oyuncu sahaya sürülseydi ve o oyuncular hata yapsalardı – Stoper pozisyonunda oynuyorlar diye hiç hata yapmayacaklar diye bir şey yok. -ve bu hataları da golle sonuçlansaydı “bu önemli maçta neden 18 yaşındaki çocukları
oynatıyorsun ” diye eleştirilecekti. Eleştirilmeyecek miydi? Bu maçta sakat veya cezalı olduğu için oynayamayan Servet, Meira, Emre Güngör takımda olsaydı..
Kupada oynanan Sivas maçlarında da eksiktik. Ancak deplasmandaki ikinci maçta öne geçmedik mi? Geçtik. Yediğimiz golü kim çıkarabilirdi ki? De Sanctis de yiyebilirdi o golü. Tertemiz bir gol yedik. Maçı da eksiklere karşın berabere bitirip penaltılara götürmüştük. Turu penaltılarla geçebilirdik. Petkovic günündeydi. Bizimkiler gününde değildi… Sonuçta elendik iyi oynayarak. Eksiklere karşın. Ama Sıvas’ı eleyebilirdik. Ya eleseydik!?
Bir fiyasko bir kırmızı kartın çıktığı maç da Kayseri maçıydı. Dünyada örneği yok. 2 metre uzaktaki Lincoln ayağını uzatıyor sadece ve top çarpıp taca çıkıyor. Ya çarpmasaydı Selçuk Dereli yine kart gösterebilecek miydi? O maçta çok iyi başlamışken ve Lincoln de oldukça iyi bir oyun sergilerken maçtan ucubik bir kartla oyun dışı kalmasaydı o maçta puan kaybedilir miydi??
Antalyaspor maçında kötü oynadğımızı itiraf ediyorum. Etmeliyiz de ancak o maçta da Baros’un direkten dönen topu, verilmeyen bir penaltı ve yine kırmızı kart gördüğü için takımda olmayan Lincoln’süz oynamıştık. O maçta o pozisyonlar gol olsa, Lincoln takımda olsa o maçta o kötü rezil felaket oyuna karşın en azından maçı kaybetmezdik.. Ve kaybetmeseydik o Antalya maçını?
Sonrasında ise sadece kadro ve maç öncesi yorum yapabildiğim Bordeaux maçı oynandı. Sahaya 3-5-2 de dense 3-4-3 çıktık. Oldukça tehlikeli, riskli, maceracı bir taktikti. İlk yarıda sağ tarafta çok açıklar vermiştik nitekim de oradan gelişen atak sonrası Wendel’in attığı şut az kalsın gol oluyordu. Fakat maç boyunca çok iyi defans yaptığımızı, abartılan Gourcuff’u sahadan silmiş olduğumuz gerçeğini kim inkar edebilir? Maçın başında Kewell o golü atsa, ikinci yarıda kontraataklarla yakaladığımız pozisyonları gole çevirebilisek…
Kocaeli maçında Skibbe’ye dibine kadar eleştirebiliriz. Çünkü 3-5-1-1 bu maçta tutmadı. Tutar gibi yaptı. Öne bile geçtik. Hatta Topal golü bulunca ben çok sevindim. Fakat De Sanctis’in bireysel bir hatası geldi ki o da evlere şenlikti. Tutabileceği topu saçma sapan bir yere yumrukladı o da gitti Taner’in ayağına oturdu. Nefis de bir gol oldu. İkinci gol üçlü defansta daha önce beraber oynamamış üç stoperin pozisyon alma hatasından kaynaklandı. Birbirlerine çok yakın durunca ceza yayının hemen önünden arkalarına atılan bir pasla oyundan düştüler. Hacıoğlu da kaval kemiğiyle bir gol attı. Yediğimiz diğer goller hep müdahale eksikliğinden kaynaklandı. Durum 3-2 iken kaçırdığımız bir penaltı var ki.. işte ya o gol olsaydı ardından dört gelmez miydi? Rakiplerin puan kaybetmişken “kötü oynarken de kazanmasını bildik” diyerek Skibbe’yi hafiften köşeye çekip, “Bordeaux maçında olmasın bunlar adam ol, takımı adam gibi oynat” denecekti. Baros’un kaçırdığı penaltı gol olsa Skibbe Sami Yen’deki Bordeaux maçında takımın başında olmayacak mıydı?
Skibbe değil miydi, Benfica, Berlin, Olympiakos zaferlerini kazandıran takımına?? O maçlarda müthiş oynamıyor muydu Galatasaray? O maçlar bugüne ne kadar uzak ki? Kaç adam bu gerçeği göz önüne alabiliyor Skibbe’nin ardından. Bir İbrahim Altınsay, bir de Uğur Vardan‘ı okudum bugün Radikal’de… Bir onlar bu açıdan yazmış. Bu açıdan bakmış olaya. Bir bu yazılar var benim gördüğüm. Sizin gördüğünüz, duyduğunuz başka var mı?
Skibbe gitti, sonuçların bir anda değişmesi beklenecek. Bülent futbolculuğunda da güçlü karakterli biriydi.
Prensipliydi. Bu özelliği özel hayatında da böyle. Teknik adamlığında da prensiplerinden vazgeçmemişti Bülent. Öyle olmaya da devam edecek… Yine öyle olacak, başkanla takışacak vs. Benim Bülent hakkındaki tek endişem ya sonuçlar ters giderse… Polat onu gönderirse… Bülent’e yazık olmayacak mı?..
Danke Schön Herr Skibbe. Takımdan ayrılırken gösterdiğin açık sözlülük, efendilikten dolayı. Senin gibilere ihtiyaç var… 10 yıl sonra bir daha görüşmek üzere… Ölmez sağ kalır-sa-k
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 12 Kasım 2008. Etiketler: alex, Alex de Souza, Aragones, Arda, arsenal, atarsa semih atar, Benfica, Deivid, Deivid de Souza, derbi, Emre Aşık, Fenerbahce, Fenerbahçe-Galatasaray, Galatasaray, Josico, Kewell, Lincoln, Lugano, Luis Aragones, Michael Skibbe, Milan Baros, Morgan De Sanctis, roberto carlos, Selçuk Şahin, Semih Şentürk, Servet, Servet Çetin, Tottenham, Ümit Karan, Volkan Demirel
Maç öncesi yorumumu mecburiyetten kısaca yazmıştım. Kısa zamanda yazdıklarımın kısmen maçda yaşananlarla örtüşmesi hem sevindirdi hem de üzdü. Deivid’in kilit oyuncu olması, Emre Aşık’ın ise defanstaki kilit adam rolünü başka bir sahnede yerine getirmiş olması, doğru tercih Josico’nun iyi performans sergilemesi, Volkan’ın devam eden Arsenal performansı, Sarı-Lacivertli takımın Alex ve Emresiz sahaya çıkacak olmasının sahada koşan 11 Fenerbahçeli olacağını söylemem, Galatasaray’ın ileri dörtlüsünün Benfica maçındaki presini maçın ilk yarısında devam ettirip rakibi zorlaması, “ben demiştim” bölümünde değerlendirilecek gerçekleşenler.
Maç nasıl geçer geyiklerine daha başlayamadan ofsayt mı değil mi tartışmaları arasında kısmen şans,kısmen de akıl dolu bir gol buldu Galatasaray. Ümit’in kafasıyla verdiği pas pek bilinçli durmuyor ama Arda’nın attığı pas ofsayt olma ihtimalini hesap etmeden verilmiş olsa da akıl doluydu. Lincoln’de bitiricilik dersi verdi. Hazır bulmuşken kasım maçlarının rövanşını alır mıyız diye düşünmeye başladık ama maçın bir diğer kilit adamı olacağını tahmin ettiğim Ayhan’ın kale ağzından çıkardığı top kendine gel tadında, enseye şaplak modundaydı. Ancak bu durumu algılamakta zorluk çeken Galatasaray defansı, maçın yıldızlarından Selçuk Şahin’in sağ ayak dış denemesinde topu ağlarında gördü. Kimsenin Selçuk’u takip etmemesi sezon başından beri kornerlerde adam paylaşımı sorunu yaşayan Galatasaray’ın bu durumu çözmeye yönelik bir adım atmadığının göstergesi oldu. Maçtan çıkacak sonucu takımların ilk 10 dakikadaki performansı belirleyecek diye düşünmeye devam ederken maçta çabucak biri sayılmayan 3 golün olması derbilerin en ilginçlerinden birine şahit olacağımızın habercisiydi. (klişemsi cümlelerin hastasıyız!..) İlk 10 dakikada yaşananların maçın genel özetini nasıl yansıttığını biraz derinleme
sine değinelim.
Galatasaray’ın ilk dakikalarda bulduğu gol, maçı istediklerine ve ilk golü atarsak istatistiklere göre kazanırız düşüncesinde olduklarını gösteriyordu. Benfica maçından sonra alınan övgülerle de kazanılan özgüven ve rahatlık Arda’nın ceza yayı üstünde o hareketleri yapabilmesinin sebebiydi. Fenerbahçe’nin golünden önce kazandığı kornerlerde yarattığı tehlikeler kolay yem olmayacaklarının sinyallerini vermişti. Bu ataklardan birinde de Ayhan topu kale ağzından çıkararak maçtaki tek artısını gerçekleştirdi. Selçuk’un golünde ise adam paylaşımındaki hata aylardır çözülemeyen eksiğimiz. Belki bireysel bir hata ama rakibin Fenerbahçe olduğunu düşünerek hareket etmek gerekli. Kimi maçta rakibinı boş bırakman golle sonuçlanmayabilir ama topa vuran kim olursa olsun rakibin Fenerbahçe olduğunu unutulmamalı.
Bence maçın en kritik dakikası yine ilk 10 dakikada yaşanan ve Galatasaray’ın maçtaki genel ruh halinin bir yansıması olduğunu düşündüğüm Lincoln’ün frikiği idi. Derbilerde atılmış en güzel golü görmüş olmanın heyecanıyla herkesi ayağa kaldıran gol, çift vuruş olduğu gerekçesiyle sayılmadı. Burada suçu hakeme atmak da mümkün eğer kolaycıysanız. Fakat buradaki en büyük hata Lincoln’ün dikkatsizliğidir. Hakem topa vurabileceğin bir yerden faule hükmetmişse ve eğer sen kaleye vurmayı kafana koymuşsan verilen kararın çift vuruş mu, tek vuruş mu olduğuna dikkat etmek zorundasın. Çünkü gördüldüğü üzere maçın gidişatını, takımının kaderini etkileyen bir pozisyonun yaşanmasına sebep olabiliyorsun. Lincoln’ün bu dikkatsiz, konsantrasyon eksikliği hakim, laubali ruh halinin tüm takıma yansıdığının düşüncesindeyim. Yoksa Baros ve Nonda’nın topa kritik dakikalarda elle müdahale etmesinin, yenilen üçüncü golde Galatasaray’ın ceza alanında 6 Fenerbahçeli varken bir Galatasaraylı’nın olmasının başka bir açıklması yok! Bu adamları birileri çıkıp uyarmalı. Baros daha önce de topu önüne eliyle alarak sarı kart görmüştü. Şimdi de bu yüzden sarı kart sınırında!
Galatasaray’ın ilk yarıda Fenerbahçe’ye göre daha atak bir oyun sergilediğini söyleyebiliriz ama Fenerbahçe’nin Arsenal maçındaki defansif oyununu devam ettirmesi Galatasaray’ı zorladı. Galatasaray kanatlardan gelmeye çalışırken o bölgeye çok iyi toplanıp alanı daraltan Fenerbahçe’nin bu planını bozmanın en kolay yolu oyunun yönünü terse çevirmekti. Ancak bunu yapması beklenen Ayhan bu maçlık al gülüm ver gülüm (klişeleri seviyoruz!..) oyunu tercih edip, Lincoln de ceza alanına gömülünce topu diğer kanada taşıma şansını bulamadı Galatasaray. Böyle olunca da atak yolları tıkandı ve ikinci golü bulmak için teşebbüste bile bulunamadılar. Galatasaray da Fenerbahçe’nin alan daraltma planını uygulamak istese de, topu hızlıca ters kanada taşımayı başaran Sarı-Lacivertli ekip böylece daha kolay rahatsız etti rakip kaleyi. Kendi yarı alanının sol tarafından alıp sağ kanada aktarılan paslarla Fenerbahçe biraz da şansıyla ikinci golü bulunca çok rahatladı. İkinci gol için suçlanacak birini aramaya gerek yok. O top Emre’yi aşsa Güiza’nın önüne düşecekti. De Sanctis’in o topu çıkarma ihtimali veya “okçu”nun o golü kaçırma ihtimali elbette vardı. Ama olasılıklar üzerine konuşmak bir tek istatistikte işe yarar. Fenerbahçe maçlarının talihsiz adamı Emre Aşık bu golden sonra da belini doğrultamadı. Yenilen ikinci golden sonra Galatasaray’ın bir penaltısının verilmediğini belirtmeli. Selçuk’un altıpasta kafa topunda kambura yattığını söylemek gerek. Ümit Karan o pozisyondaki itirazında haklı. Ama yenilginin sebebi tabi ki bu değil. (Hakem hataları ile alakalı ayrıntılı yazı için durma tıkla!)
İkinci yarının başında gelen gol maçın bitiş düdüğünü çaldı. De Sanctis’in baraj yaptırmamasını eleştirenlere “Barthez baraj yaptırdı da ne oldu?” demek istiyorum. Böyle şutlarda topun nereye gideceğini topun vurulduğu 35. metreden görerek pozisyon almak isteyen kaleci sayısı çok. Yamulmuyorsam Van Hoijdonk’a da baraj yaptırmayan bir kaleci vardı. (Mondragon?) De Sanctis ile Roberto Carlos, o şutun ilk topta gol olup olmayacağına bahse girse kazanan İtalyan olacaktı. Çok da kolay olmayan bir topu çıkarmayı başardı. Asıl hatalı olduğu yer topu çeldiği bölge. O topu aldı direğin kenarından altıpasa doğru Lugano’nun önüne tokatladı. Hadi şutu atan Carlos olduğu için topu çeleceği yönü hesaplayamadığını varsayalım ama ceza alanına giren 6 Fenerbahçeli’yi takip etmemek nasıl bir rahatlıktır! nasıl bir koyvermişlik, umursamazlık, laubaliliktir!!! O dakikada bıraktı işte maçı Galatasaray.
İkinci yarıya bir gol daha yiyerek başlamak tüm planları suya düşürdü haliyle. İlk yarıdaki oyun umut vermişti. Ama derbilerin ruhunu çok iyi bilen Ümit Karan’ın oyundan çıkmasıyla Galatasaray’ın rakip derfansla dövüşen gücü yok oldu. Yine Ümit gibi savaşçı oyun yapısına sahip Baros’un çıkması aynı etkiyi yaratmadı çünkü sağ kanada hapsedildi. Bana kalırsa akıllı bir oyunla Baros, hızıyla o kanatta daha verimli kullanılabilirdi. Tottenham’daki Robbie Keane tadında bir oyun sergilettirilebilirdi. İkinci yarıya Baros-Kewell değişikliği ile başlamak yeterli olurdu. Ama Nonda, Lincoln, Kewell gibi sakatlanmama korkusuyla Ümit kadar boğuşmayan oyuncuların sayısı arttığı için ceza alanını zorlayamadı sarı-kırmızılı takım. Oyuna ikinci yarı giren Kewell da topla bu yüzden 60. dakikada buluşabildi. Onun da ne yazık ki tek hareketi kullandığı serbest vuruştu.
Skor farkı 2 olunca Galatasaraylı oyuncuların sinirleri hemen bozuldu. Arda’nın bazı pozisyonlarda gereksiz itirazları, Ayhan’ın Volkan’ın sakatlığından sonra Carlos’un önünde prese devam etmesi centilmenliğe sığmayan bir hareketti. Benfica’daki güzel oyunuyla kilit bir rol oynamasını beklediğim Ayhan, tam tersi bir şekilde çirkef oyunuyla takımının sinirlerini gererek kilti bir rol üstlendi.
Skora bakarak Fenerbahçe’nin ezici bir oyun oynadığını ve bu galibiyetle artık bileğinin bükülmeyeceğini düşünmek yanıltıcı olur. Çünkü Fenerbahçe gollerini planlanmış veya atağın gidişatına göre harika organizasyonlarla bulmadı. Galatasaray’ın hatalarını çok iyi değerlendirdiler. Ve daha istekli, özgüvenli bir oyunla haklı bir galibiyet aldılar. Oyun olarak Arsenal maçındaki defansif dirençlerinin üstüne koyarak oynadılar. Josico ve Deivid’in ilk 11’de oyuna başlaması Londra’daki oyuna atak gücünün eklenmesini sağladı. Aragones’in bu değişikliği (Londra’da bir puanı kazanan bir takım vardı), Skibbe’nin “kazanan 11’i değiştirmeme tezini” çok iyi çürüttü. Akıllı, verimli, ne yaptığını bilerek oynayan Fenerbahçe’yi tebrik etmek gerek. Önlerinde zor bir dönemeç var. Eskiden Alexsiz varlık gösteremeyen Fenerbahçe onsuz da ezeli rakibini yenmeyi başarmış olması Aragones’i zorlu bir tercihe, Galatsaray yönetimini de Skibbe konusunda zor bir karar sürükleyecek…
Kategorisi Genel