Eklendigi tarih 14 Mart 2009. Etiketler: andreas müller, christian pander, Diego Benaglio, Dzeko, Edin Dzeko, Edinaldo Grafite, Galatasaray, Genter, Gerald Asamoah, Grafite, Heiko Westermann, Japonya, Jermaine Jones, Lincoln, Mesut Özil, Orlando Engelaar, skibbe, Volkan Yaman, Wolfsburg
Bundesliga’da haftanın açılış, şampiyonluk yolunda da iddiası olan iki kuvvetli takımın mücadelesi idi. Hafta içinde Schalke menejeri Andreas Müller görevinden alınmıştı. Aynı Galatasaray’da Skibbe’nin yardımcılarının görevinden alınması gibi bir durumdu. Bizde Skibbe’nin gitmesi beklenmişti. Orada da Fred Rutten görevini bırakır diye beklendi.
Öyle olmadı Wolfsburg maçı öncesi ama Fred Rutten’in de vedası yakındır bu maçtan sonra. Çünkü bu takıma futbol oynatamıyor bence. Lincoln’den sonra elindeki Mesut Özil’i Bremen’e gönderdi Schalke 04. Çünkü Ivan Rakitic gibi önemli bir yeteneğe sahiptiler. Ama onu da kullanamıyorlar. Ya da Rakitic benim beklediğim kadar aktif değildi bu maç. Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 25 Şubat 2009. Etiketler: Adnan Polat, Antalyaspor, Benfica, Berlin, Bordeaux, Bülent Korkmaz, De Sanctis, Emre Güngör, Galatasaray, Hakan Balta, İbrahim Altınsay, Kayserispor, kırmızı kart, Lincoln, Meira, Murat Akça, Olympiakos, radikal, Semih Kaya, Servet, Sivasspor, skibbe, Uğur Vardan
Sonunda hep beraber Skibbe’yi gönderdik. Ardından da sağolsun güzel türkçemizin kıvraklığı sayesinde en azından
arkadaş arasında geyiğin dibine vurduk. En canlı örneği olarak Kocaelispor maçından sonra eve “Ben böyle işi Skibbe!” diyerek girdim. Eh tabi o zaman daha kovulmamıştı. Ancak tam da o saatlerde radikal kararlar alınıyordu hakkında. Eve girdiğimdeki sitemim Skibbe gitsin amaçlı değildi. Yenilgiyeydi, Adnan Polat’ın yine bir teknik direktörü kovacağınaydı. Kovuldu ve değer verip dinlediğim yorumcular, “aman gitti de ne iyi oldu” gibi cümlelerle “biz demiştik zaten”e getirdiler. Kendilerini geleceği gören bir yorumcu olarak gösterip, doğru tahminde-yorumda bulunduğunun altını çizip prim yapmak mıydı niyetleri bilemedim-anlam veremedim. Fakat hakkında bir kaç kelime tuşlamaya vakit bulamadığım Bordeaux ve Kocaeli maçları hakkında, hatta Kayseri ve Antalya maçlarında da kuracağım bir kaç “dilek-şart kipinde” cümleyle, oh gitti de kurtulduk düşüncesindekileri Skibbe’nin gidişi hakkında biraz beyin fırtınası davet ediyorum. Yapacaklarım sadece Şeytan’ın avukatlığıdır. Dedim ya -se,-sa cümleleri olacak bunlar…
Skibbe’nin gönderilişinin sebebi olarak ocak’tan itibaren alınan kötü sonuçlar gösterildi. Ocak’ta oynadığımız maçlara bakalım. Oynadığımız futbolun iyiliğine kötülüğüne bakamayacağım ama çok rezildik diyebileceğim maçımız bir tek Antalyaspor maçı idi. Hayatımda daha sıkıldığım bir maç olmamıştı. Diğer maçlarda ise eksiklere karşın hep üst düzey mücadele ve tümünde de kılpayı kaçan galibiyetler mevcut.
Bakınız ki, sezonun ikinci yarısına Sivasspor’la deplasmanda oynadığımız ilk maçta Ümit Karan’ın nasıl bir kırmızı kartla oyundan atıldığını gördük. Hala mantıklı bir açıklaması yok. Defansta Servet, Meira,Emre Güngör sakatlığı veya kart cezası sebebiyle oynayamadı. Hakan Balta stoperde mecburcuydu. Evet gollerde hata yapmış olabilir ve denilebilir ki o zaman Semih Kaya, Murat Akça gibi genç stoperlere şans verseydi… Diyelim ki o iki genç oyuncu sahaya sürülseydi ve o oyuncular hata yapsalardı – Stoper pozisyonunda oynuyorlar diye hiç hata yapmayacaklar diye bir şey yok. -ve bu hataları da golle sonuçlansaydı “bu önemli maçta neden 18 yaşındaki çocukları
oynatıyorsun ” diye eleştirilecekti. Eleştirilmeyecek miydi? Bu maçta sakat veya cezalı olduğu için oynayamayan Servet, Meira, Emre Güngör takımda olsaydı..
Kupada oynanan Sivas maçlarında da eksiktik. Ancak deplasmandaki ikinci maçta öne geçmedik mi? Geçtik. Yediğimiz golü kim çıkarabilirdi ki? De Sanctis de yiyebilirdi o golü. Tertemiz bir gol yedik. Maçı da eksiklere karşın berabere bitirip penaltılara götürmüştük. Turu penaltılarla geçebilirdik. Petkovic günündeydi. Bizimkiler gününde değildi… Sonuçta elendik iyi oynayarak. Eksiklere karşın. Ama Sıvas’ı eleyebilirdik. Ya eleseydik!?
Bir fiyasko bir kırmızı kartın çıktığı maç da Kayseri maçıydı. Dünyada örneği yok. 2 metre uzaktaki Lincoln ayağını uzatıyor sadece ve top çarpıp taca çıkıyor. Ya çarpmasaydı Selçuk Dereli yine kart gösterebilecek miydi? O maçta çok iyi başlamışken ve Lincoln de oldukça iyi bir oyun sergilerken maçtan ucubik bir kartla oyun dışı kalmasaydı o maçta puan kaybedilir miydi??
Antalyaspor maçında kötü oynadğımızı itiraf ediyorum. Etmeliyiz de ancak o maçta da Baros’un direkten dönen topu, verilmeyen bir penaltı ve yine kırmızı kart gördüğü için takımda olmayan Lincoln’süz oynamıştık. O maçta o pozisyonlar gol olsa, Lincoln takımda olsa o maçta o kötü rezil felaket oyuna karşın en azından maçı kaybetmezdik.. Ve kaybetmeseydik o Antalya maçını?
Sonrasında ise sadece kadro ve maç öncesi yorum yapabildiğim Bordeaux maçı oynandı. Sahaya 3-5-2 de dense 3-4-3 çıktık. Oldukça tehlikeli, riskli, maceracı bir taktikti. İlk yarıda sağ tarafta çok açıklar vermiştik nitekim de oradan gelişen atak sonrası Wendel’in attığı şut az kalsın gol oluyordu. Fakat maç boyunca çok iyi defans yaptığımızı, abartılan Gourcuff’u sahadan silmiş olduğumuz gerçeğini kim inkar edebilir? Maçın başında Kewell o golü atsa, ikinci yarıda kontraataklarla yakaladığımız pozisyonları gole çevirebilisek…
Kocaeli maçında Skibbe’ye dibine kadar eleştirebiliriz. Çünkü 3-5-1-1 bu maçta tutmadı. Tutar gibi yaptı. Öne bile geçtik. Hatta Topal golü bulunca ben çok sevindim. Fakat De Sanctis’in bireysel bir hatası geldi ki o da evlere şenlikti. Tutabileceği topu saçma sapan bir yere yumrukladı o da gitti Taner’in ayağına oturdu. Nefis de bir gol oldu. İkinci gol üçlü defansta daha önce beraber oynamamış üç stoperin pozisyon alma hatasından kaynaklandı. Birbirlerine çok yakın durunca ceza yayının hemen önünden arkalarına atılan bir pasla oyundan düştüler. Hacıoğlu da kaval kemiğiyle bir gol attı. Yediğimiz diğer goller hep müdahale eksikliğinden kaynaklandı. Durum 3-2 iken kaçırdığımız bir penaltı var ki.. işte ya o gol olsaydı ardından dört gelmez miydi? Rakiplerin puan kaybetmişken “kötü oynarken de kazanmasını bildik” diyerek Skibbe’yi hafiften köşeye çekip, “Bordeaux maçında olmasın bunlar adam ol, takımı adam gibi oynat” denecekti. Baros’un kaçırdığı penaltı gol olsa Skibbe Sami Yen’deki Bordeaux maçında takımın başında olmayacak mıydı?
Skibbe değil miydi, Benfica, Berlin, Olympiakos zaferlerini kazandıran takımına?? O maçlarda müthiş oynamıyor muydu Galatasaray? O maçlar bugüne ne kadar uzak ki? Kaç adam bu gerçeği göz önüne alabiliyor Skibbe’nin ardından. Bir İbrahim Altınsay, bir de Uğur Vardan‘ı okudum bugün Radikal’de… Bir onlar bu açıdan yazmış. Bu açıdan bakmış olaya. Bir bu yazılar var benim gördüğüm. Sizin gördüğünüz, duyduğunuz başka var mı?
Skibbe gitti, sonuçların bir anda değişmesi beklenecek. Bülent futbolculuğunda da güçlü karakterli biriydi.
Prensipliydi. Bu özelliği özel hayatında da böyle. Teknik adamlığında da prensiplerinden vazgeçmemişti Bülent. Öyle olmaya da devam edecek… Yine öyle olacak, başkanla takışacak vs. Benim Bülent hakkındaki tek endişem ya sonuçlar ters giderse… Polat onu gönderirse… Bülent’e yazık olmayacak mı?..
Danke Schön Herr Skibbe. Takımdan ayrılırken gösterdiğin açık sözlülük, efendilikten dolayı. Senin gibilere ihtiyaç var… 10 yıl sonra bir daha görüşmek üzere… Ölmez sağ kalır-sa-k
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 25 Şubat 2009. Etiketler: Antalyaspor, Claudio Circhetta, FC Kobenhavn, Galatasaray, Hugh Dallas, Kayserispor, Lincoln, Manchester City, MHK, Selçuk Dereli, skibbe, TRT 3, UEFA, Wendel
FIFA kokartlı hakem Selçuk Dereli, UEFA Kupası’ndaki Manchester City-FC Kobenhavn 3. tur rövanş maçında düdük
çalacak. 2-2 tamamlanan ilk maçın rövanşında görev alacak Dereli’nin yardımcılıklarını, Cem Satman ve Emre Eyisoy yapacak. Bülent Yıldırım ise karşılaşmanın 4. hakemi olacak.
Manchester’daki karşılaşmanın gözlemciliğine ise UEFA tarafından önemli bir atama yapıldı. Bu sezon Avrupa’da 6. karşılaşmasını yönetecek Dereli’nin performansını yakından takip eden UEFA, (A) Milli ve kulüpler düzeyinde Türkiye’nin maçlarında birçok kez düdük çalan eski hakem ve halen UEFA Hakem Kurulu Üyesi olan İskoç Hugh Dallas’ı görevlendirdi.
Dereli’nin yöneteceği Manchester City-FC Kopenhag karşılaşması, perşembe günü TSİ 21.45’te başlayacak ve TRT 3‘ten naklen yayınlanacak.
Ligimizin en çok tartışılan hakemi oldu Galatasaray-Kayserispor maçı sonrası. Gerekçesi malumunuz Lincoln‘e gösterdiği ikinci sarı karttı. Bu yüzden Lincoln takımını yalnız bırakmıştı ve belki de tamamlayamadığı Kayseri, oynayamadığı Antalya maçlarında kaybedilen puanlar yüzünden Skibbe gitti. Belki o kırmızı kart olmasa Kayseri maçında iyi futbol oynayan Lincoln maçı farka götürecekti, Antalya maçında skoru takımının lehine taşıyacaktı vs… Skibbe’nin kötü sonuçlar almasında suçlu Selçuk Dereli’dir demiyorum canım. Sadece şeytanın avukatlığı bu yaptığım…
Selçuk Dereli’yi izleme fırsatı tanıyacağo için TRT’ye teşekkürler. Çünkü kendisini bu maçta farklı izleyeceğiz. En azından ben verdiği her karara dikkat edeceğim. Kayseri maçında Lincoln’e kart gösterdiği pozisyonun bir çok örneğini Bordeaux-Galatasaray maçında gördük. Ne sarı kart verildi ne de bir uyarı, futbolcu hakemden oyuncunun açılmasını istemedikçe kimse hakem bu tür pozisyonlara müdahale etmedi. Bakalım Selçuk Dereli Lincoln’e verdiği sarı karı bu maçta gösterebilecek mi? Kendisine kart göster işareti yapana sarı kart verebilecek mi? Göreceğiz. Eğer Süper ligde gösterip, UEFA maçında gösteremiyorsa, hakemlerin MHK talimatlarına göre hareket ettiğini ve MHK’nin ne kadar çağ dışı yöneltildiğini anlayacağız.
İsviçreli hakem Claudio Circhetta bir önceki maçta Wendel’e aldatmaya yönelik hareketten dolayı sarı kart göstermişti. Kendisini alkışlarla protesto eden Bordeaux’lu futbolcuya, herkesin protesto etme hakkı vardır diyerek, ikinci bir sarı kart göstermemişti…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 17 Şubat 2009. Etiketler: atalanta, bayer leverksuen, Bordeaux, borussia dortmund, Galatasaray, inter, mourinho, skibbe, UEFA Kupası
“Her yerde beni sevdiğinizi söylüyorsunuz. Beni sevmeyin, size para kazandıran kulübünüzü sevin. Bundan sonra her maçımız final. Antalya’da beklediğim mücadeleyi hiç ortaya koymadınız. Oynamadığı zaman suratını asanlar, şans bulduğunda hiçbir şey yapmıyor. Ben bugüne kadar medyaya sizi hiç suçlamadım, ama siz bana destek vermiyorsunuz. Kulübün UEFA’da hedefleri var. Her şeyi unutup, hiç olmazsa Bordeaux maçında kendinize yakışır bir şekilde onur mücadelesi verin.”
Bu sözler Skibbe’ye ait. Çok eleştiriyoruz ki bu da çok normal. Son yılların en mükemmel kadrosuna sahip ve aldığı yenilgiler yenilir yutulur gibi değil. Teknik direktörlük konusunda yeni olduğunu söylemeli. Tamam 32 yaşındayken Borussia Dortmund gibi önemli bir takımın başına getirildi. Ancak kariyerinin en başında olduğundan pek başarılı olamamış. Alman Ulusal Takımı’nda da Rudi Völler’in antrenörlük belgesi olmadığından kağıt üzerinde teknik direktör o gözüküyordu. Ancak “Alman Takımı’nın hocası Skibbe’dir” diyen oldu mu hiç o dönemde… Hayır. Buraya kadar her şey kötü.
Bayer Leverkusen döneminde takımı hep 7.’lik ve 5.’likte tutturmayı başarmış. Yani çok beğendiğimiz öve öve bitiremediğimiz Ertuğrul Sağlam ve Tolunay Kafkas kalibresinde bir teknik direktör Skibbe. Ama bunların Alman versiyonu. Bu yüzden de geçen yıl da UEFA Kupası’nda son sekize kalabilmeyi başardı. -Çok iyi hatırlıyoruz!- Yani bu adam yükselmekte olan bir teknik direktör. Henüz 42 yaşında oldukça genç bir yaş teknik direktörlük için. Yani beğenmeyip kovduğumuz Guus Hiddink ve Joachim Löw’ün Türkiye’ye adım attıkları yaşlarda. Yani bu yıl şampiyon olamasak da, UEFA’da Final oynayamasak da mutlaka takımda bir iki sene daha geçirmesi gerektiği inancındayım. Çünkü kendisinde çok büyük bir potansiyel var. Kadrosunu ve ligi de tanıdı. Bence bu artıları ileriki senelerde bu takımda daha başarılı olacağının göstergesi. En önemlisi de takımdaki oyuncular tarafından çokça seviliyor. Fakat söylediği gibi sevmek, sevilmek her zaman başarı getirmiyor. -Geçen sene de bu futbolcular Kalli’yi sevmiyorlardı… Ama çok zor geçen ligde çok başarılı bir sezon sonunda şampiyonluk kazanıldı. Bu yıl da kazanılabilir orası ayrı ihtimallerle dolu- Ne diyor Skibbe: “Beni sevmeyin. Kulübünüzü sevin. Sizi hiç yem olarak atmadım, ama siz oyununuzla desteğimin karşılığını vermediniz. Oynamayınca suratını asanlar -özellikle Ümit Karan, Nonda, Aydın- şans verdiğimde naptınız??… Çıkın ve Bordeaux maçında adam gibi oynayın beni de deli etmeyin” diye bitiriyor. Skibbe’nin takımın başında kalabilmesi için en önemli şansı. Bu fırsatı mutlaka iyi kullanmak zorunda. Skibbe’den sonra illa ki gelen teknik direktörle zorluk yaşayacak olan Lincoln futbol hayatının sonlarına doğru anlaşabildiği bir teknik adamla kariyerine devam etmek için adam gibi oynamalı. Nazlanmadan, sızlanmadan…
Böyle dürüst teknik direktörlere ihtiyacımız var. Yeni nesil de bu var. Aksa ak, karaysa kara… Bunun en güzel örneğini de Mourinho’dan duydum geçenlerde kaybedilen Atalanta maçı sonrası: İlk şampiyonluğunuzu şike sayesinde kazandınız. İkincisinde ise rakipleriniz yoktu. Bu sene şampiyon olup ne kadar iyi olduğunuzu ispatlamak zorundasınız…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 19 Aralık 2008. Etiketler: Aab Aalborg, ajax, Aston Villa, Beşiktaş, Bordeaux, Braga, CSKA Moskova, Deportivo, Dinamo Kiev, Fiorentina, Galatasaray, Hamburg, Kopenhag, Lech, M.City, marsilya, Metalist Kharkiv, Milan, NEC Nijmegen, Olympiakos, PSG, Sampdoria, Shaktar Donetsk, skibbe, St. Etienne, Standard Liege, Stuttgart, Tottenham, Twente, Udinese, UEFA Kupası, UEFA Kupası 2008-09, UEFA Kupası gruplar, UEFA Kupası Şampiyonları, Valencia, W.Bremen, Wolfsburg, zenit

Çarşamba ve Peşiembe yapılan 16 maç sonunda UEFA gruplarında son sıralamalar belli oldu. Gruplardan çıkmayı başaran takımlar gruptaki sıralamalarına göre aşağıdaki gibidir.
A Grubu: M.City, Twente, PSG
B Grubu: Metalist Kharkiv, Galatasaray, Olympiakos
C Grubu: Standard Liege, Stuttgart, Sampdoria
D Grubu: Udinese, Tottenham, NEC Nijmegen
E Grubu: Wolfsburg, Milan, Braga
F Grubu: Hamburg, Ajax, Aston Villa
G Grubu: St. Etienne, Valencia, Kopenhag
H Grubu: CSKA Moskova, Deportivo, Lech
Galatasaray’ın grubunu 1. bitirmesini elbette istiyorduk. Biraz prestij meselesi tabi ki ve ayrıca da son 32’de UEFA gruplarından 3. olan takımlarla eşleşmeyi, Şampiyonlar Ligi’nde takımlarla eşlemeye tercih ettiğimizdendi.. İstanbul’da Metalist’e yenilerek grup birinciliğini tehlikeye soktuk. En azından bir beraberlik bizi birinci yapıyordu. Son maçta hepimiz Benficalı olduk. Maçı pek izlemedim ama Benfica’nın direkten dönen iki topunu ve Nuno Gomes’in kaçırdığı golü gördüm. Metalist’in ise tek atağını gördüm. O da gerçekten güzeldi. Benfica yarı sahasında çapraz toplar yaparak defansın dengesini bozdular ve Benfica’nın sol bekindeki kademe boşluğundan yararlanıp düzgün bir şutla golü buldular. Metalist’in şansıyla buraya geldiğini iddia edenler olabilir. Ama Beşiktaş maçları şans mıydı? Gruplarından hiç yenilmeden bir takım olmaları şans mıydı? Hala inatla şans olduğunu söyleyenlere hak verebilirim. Ama bu takımın şansını zorladığını iddia edemez miyiz? Şans onlardan yanaydı direkten dönen toplarda, Servet’in kaptırdığı topta… Ama Benfica maçında direkten dönen toplara vuran adamları rahatsız etmeleri yüzünden o adamlar toplara rahat vuramamış olamazlar mı? Servet’in geride tek olduğunu ve topu ıskalama ihtimalini ya da şansını düşünüp pres yapıp topu kapmaları şanslarını zorlamak değil midir ki? Metalist hakkıyla birinci oldu,şansıyla değil..
Grubumuzu ikinci bitirmenin çok büyük bir talihsizlik olduğunu düşünenler var. “Eyvah Şampiyonlar Ligi’nden gelenlerle eşleşeceğiz mahvolduk” diye düşünenler var. Etikete bakıp yanılgıya düşmeyelim. Bu konuda küçük bir araştırma yaptım.
Gruplu şekilde 2004’ten beri oynanmaya başladı UEFA Kupası.Bu statüyle oynanan kupanın ilk sahibi CSKA Moskova olmuştu. Şampiyonlar Ligi’ndeki grubunda 3. olan takım şanslı kurasıyla şampiyon olabilmiş diyebiliriz. İlk turda eledikleri Benfica bu yıl UEFA grubunda sonuncu old. Mesela Parma şimdilerde Serie B’de. Partizan hep figüran. Auxerre de dengesiz bir ekip. Bir var bir yok. Finali az çok hatırlıyorum. İkinci yarıda 1-0’dan 3-1 yaparak enfes bir maç çıkarmışlardı. Sanırım ardarda iki kontra atakla bitirmişti Sporting’i kendi evinde. Sporting ise o yıl grubunda sonuncu olmuş.. Feyenoord,M.Brough,Newcastle ve AZ’yi eleyip finale çıkmış. Şampiyonlar Ligi’nden gelen 8 takımdan sadece üçü son 16’ya kalabilmiş.
Sonrasında Sevilla şampiyon oldu. Beşiktaş’ın da bulunduğu grupta averajla ve sadece 7 puanla birinci olmuş. Yani Galatasaray’dan 2 puan az toplamışlar. Grubun ikincisi ise son şampiyon Zenit. Finalde karşılaştığı Middlesbrough da grubunu birinci bitirmiş. Son dörde kalan Steaua da grubunu 8 puanla 1. bitirmiş. Son dörde Ş.L.’den sadece bir takım kalabilmiş o da Schalke 04. Alman takımı çok ilginç bir şekilde bu sene UEFA’ya veda etti.. Şampiyonlar Ligi’nden gelen 8 takımdan sadece üçü son 16’ya kalabilmiş.
Ertesi yıl yine kupaya uzanan Sevilla bu sefer grubunu 2. bitirmiş. Ş.L.’den gelen Steaua ve Shakhtar’ı ardarda elemişler. Ardından yine Beşiktaş’ın grubunda bulunan ve birinci olan Tottenhamımı elemişler. Sonra da grubunu ikinci bitiren Ossasuna’yı elemiş. Finalde de grubundan birinci çıkan Espanyol’u elemiş. Bu sene ise Sevilla gerçekten dramatik bir şekilde gruplara veda etti.. Şampiyonlar Ligi’nden gelen 8 takımdan sadece üçü son 16’ya kalabilmiş.
Son şampiyon Zenit ise grubundan tek puan farkla ve neredeyse mucize ile çıkmayı başarmış. AZ son maçında 3-3 berabere kalsa puanları, averajları, attığı ve yediği gol sayıları eşit olacaktı. Öyle olsaydı UEFA nası bir uygulama yapardı bilinmez.. O derece bir mucize.. Zorlu gruptan birinci çıkan geçen yılın flaş takımı Villareal’i elemişler ilk turda. Sonra Şampiyonlar Ligi’nden gelen Marsilya’yı, Skibbe’nin Leverkusen’ini ve Bayern’i eleyip finale çıkmışlar. Finalde ise Ş.L.’den gelen Rangers’ın Fatih Tekke’nin yıldızlaştığı maçta yenerek kupayı aldılar. Son şampiyon bu yıl Galatasaray’ın muhtemel rakibi.. Şampiyonlar Ligi’nden gelen 8 takımdan bu sefer 5’i son 16’ya kalabilmiş.
Yani istatistiki bir veri var yukarıda ve Ş.L.’den gelen sadece bir takım şampiyon olabilmiş gruplu statüye geçildiğinden beri. O da CSKA Moskova.. Daha önceki statüde sadece Şampiyonlar Ligi’nden gelip kupayı kazanan Galatasaray,Feyenoord’un şampiyonluğu var.. Yani bu kupayı kazanma şansı UEFA’dan gelen takımların daha yüksek..
Ayrıca Ş.L’den gelen Bordeaux, W.Bremen, Shaktar Donetsk, Marsilya, Aab Aalborg, Fiorentina, Dinamo Kiev, Zenit ile UEFA gruplarının 3.’leri PSG,Olympiakos,Sampdoria,NEC Nijmegen,Braga,Aston Villa,Kopenhag,Lech takımları arasında çok büyük farklar olduğunu iddia edebilir miyiz?
Galatasaray ‘ın grubunu ikinci bitirmesinin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bir kere “çok güçlü” olduğu iddia edilen takımlardan birini eleyecek ve “çok güçlü” rakiplerinden birini saf dışı edecek. 8’den biri gidecek. Galatasaray, son haftalarda sunduğu 10’ar dakikalık resitalleri tüm maça yaymayı başarabilirse “çok güçlü” rakiplerinden hangisini yenemez? Son haftalarda maçların son 10 dakikalarında oynadığı futbolu oynarsa hiç birini eleyemez orası ayrı bir yazı konusu..
Peki grubu birinci bitirip “Ş.L.’den geliyorlar yandık, çok güçlüler” dediğimiz takımlarla eşlememiş olduğumuzu düşünelim. Ve hepsinin de “çok güçlü” oldukları için son 16’ya kaldığımızı düşünelim. 8 tane “bela gibi, çok güçlü” takımın karşımıza çıkma ihtimali olacaktı. Öyle daha mı iyi mi olacaktı ki acaba?
Kuradan kim çıkarsa çıksın hiç bir şekilde şüpheniz olmasın Galatasaray Ş.L.’den gelen 8 takımı da yenebilecek güçte.. Takımın başında UEFA’da son sekize kalmayı başarmış Skibbe var. Ne çabuk unutuyoruz..
Kategorisi Genel