2006 sonbaharıydı. Her zamanki gibi aynı hevesle koşup gidip aldım oyunu. Yükledim, başladım oynamaya. Galatasaraylıyız ya, ilk o takımı yönetmeye başladık. Para var, kaynak var, genç yetenek bol, eh bu koşullarda rahatça şampiyonluklar ve kupalar birbiri ardına geliyordu. Başarıya doyunca tat vermedi oyun ve hemen yine Türkiye Ligi’nde kötü bir takım alayım diye düşündüm. Uzun süre bakındım ama bütün takımlar iyiydi – bana göre – , ya da ben mi gözümde büyütüyorum bizim bu Türkiye Ligi’ni? En kolay çare olarak gazeteye baktım ve sonuncu olan takımı seçtim. Kayseri Erciyesspor’a sempatim böyle başladı. İlk sezonu, 7.lik ve Türkiye Kupası ile bitirince ayrı bir bağ oluştu aramızda.
Galatasaraylı olduğumu hissettiğim ilk an ise, sanırım tam olarak Ulubatlı Souness dönemine denk geliyor. O bayrağı oraya dikişi büyük bir cesaret işi idi. Yabancı bir adamın, kültüründen bir haber olduğu yabancı bir ülkede, ezeli rakibinin sahasına takımının dev bayrağını dikmesi yürek ister!
O yürekli insanlardan biri daha vardı o takımda. Florya toprakken , o “Cesur”du. Her yeni teknik direktör ilk onu kesti takımdan. Türk’tü ya, ne anlardı defanstan, yabancı gerekti o bölgeye. Ama bir sürü yabancı geldi ve gitti, o kaldı bir tek. Çalıştı, çabaladı kaptı yine formasını. Heralde adetten olacak ki, onu keşfedenlerden Fatih Terim bile kesmişti takımdan 1999-2000 sezonunun başında. Gidecekti , gönderilecekti derken , boş mukaveleye imza attı. Ya gönlü gitmesine el vermedi ya da kahve fallarında çıkan “haçlı kupa” tuttu onu sarı kırmızılı kulüpte. Takım kamptayken, Ayvalık’taki yazlığında kamp yaptı o da. En nihayetinde sporcuydu, sağlığına dikkat etmeliydi. Kuşlar haber uçurmuş olmalı ki, onun azmini takdir etmek için tekar kadroya girdi.
Mahalle aralarında, toprak sahalarda aşkımızın peşinde koşarken, defansif görevi üstlendiğimden ve herkes gibi kendi takımından kahraman seçme hevesinden onu benimsedim ben de. Sonra ona benzemek için saçımı bile uzattım, Kayseri Erciyes forması bile aldım. Ama onu UEFA Finali’nde, kolu çıkık bir şekilde savaşmasından sonra fena bir şekilde içselleştirdim.
Dillere destan hayranlığımı geçtiğimiz kasım ayında onunla tanışarak, sohbet ederek nihayete erdi. Ve tabi ki futbol konuşup, futbol izledik. Galatasaray”ımız” hakkında konuşmamak olmazdı. Cihan’ın sol bekte oynatılmasına, hem Cihan’a hem de futbola hakaret olarak nitelendirdi. Eh haklıydı. Puan kaybettiğimiz bir haftaydı zannedersem ve o maçı öyle güzel analiz edip, yapılması gerekenleri öyle basit bir dilde açıklamıştı ki bana sadece hak vermek ve hayranlığımı yükseltmek kalmıştı. Gerçi o durumda ne derse hayranlığım artacaktı ya…
Sohbetimiz arasında ufukta transfer olup olmadığını sorduğumda her şey olabilir cevabını verdi. Hemen ardından Eskişehirspor ile anlaşmak üzere olduğu ama anlaşamadığı haberi geldi. Devre arasında ise beni “acaba kaderimizde mi var , yoksa gerçekten hoş bir tesadüf mü bu?” diye düşündürten haberi aldığımda sevincimden dört köşe olmuştum.
Futbolculuk hayatındaki istikrarı,disiplini,hırsı,başarıyı yeni takımına yansıtmakta olduğunu daha ilk maçında Fenerbahçe’ye karşı göstermişti. Ve bunun tesadüf olmadığını da gözlerimin önünde Galatasaray’ı Türkiye Kupası’ndan eleyerek kanıtladı. Cuma gecesi yine aynı şeyi yaptı. 25 senesini verdiği, onu “o” yapan takımını eledi. Ama bu sefer şampiyonluktan…
Kayseri Erciyes ligin ilk yarısını 11 puan toplayarak kapatabilmiş. İkinci yarısında ise topladığı puan sayısı 17 oldu, üstüne bir de Türkiye Kupası’nda son dördü ekleyin. O son dört ki, Galatasaray’ın grubundan gelip, -nasıl olduysa?- tekrar Galatasaray’ı eleyip, üç büyüğün arasında bir son dört. Sezonun başından beri takımın başında olsaydı kim bilir neler yapardı? Belki de yapamazdı ve “yüce” medyamız onu harcardı…
Gerçekten inanmış bir takım çıkmıştı sahaya ve ilk dakikalardan itibaren sıkı pres ile Galatasaray’ı bozmaya başladı. Akılda kalan bir atak bile şansı vermeden Galatasaray’a biraz tesadüf ve biraz şans eseri de olsa golü buldu Kayseri Erciyes. Sonrasında ise hocalarının en iyi bildiği şeyi ve takımına empoze etmeye çalıştığı şeyi yapmaya başladılar. Tatlı , sert defansif oyun oynadılar.
Üç forvetle ve kanatsız sahaya çıkan Galatasaray, mağlup duruma düştükten sonra klasik çözüm yoluna başvurdu. Erciyes savunması da canhıraş bir şekilde düşme korkusuyla olağanüstü bir performans gösterince olan yine Hakan Şükür’e oldu.
Gerets’in anlamamakta ısrar ettiği “çok forvet,çok gol” düşüncesi ne kadar yanlış bür düşünce olduğunu bu mağlubiyetle bir kez daha kanıtladı. Herkesin doğrusu kendine elbette , ancak neredeyse tüm avrupada futbol tek forvetle oynanıyorken ve çok da gol atılıyorken, Gerets forvetleri besleyecek orta saha oyuncularını eksiltip gole nasıl gidebileceğini düşünüyor, anlayamadık gitti. Biraz olsun hak verebiliriz diyerek empati kurma çabasına girmeye çalışsak bile hemen kendi kendimi çürütecek fikirler üretiyorum.
Hasan, Arda , Aydın, Carrusca yok. Hepsi de kanat oyuncuları. O yüzden ortadan delmeyi düşünmüş olabilir. Ama elinde Sabri’nin yerine oynayabilecek Song var ve böylece Sabri’yi açığa çekebilirsin. Song’u oynatmama inadın mı var? E Cihan var elinde, en kötü onu koy sağ beke ve kendine bir sağ açık yarat. Hiç birini beğenmedin mi? Tamam sağ bekte Sabri olsun, onun önüne içeride oynattığın Okan’ı koy. Gelmiş geçmiş en iyi sağ açıklardan biri Türkiye’de Okan Buruk. Solda mı var problem? Geçen hafta Ayhan Akman kaç kere sol kanattan çizgiye indi de orta yaptı göremedi herhalde Gerets ve o yüzden oynatmadı onu orada…
Boylu boyuna yanlış oynatıldı Galatasaray cuma akşamı. Olan Hakan Şükür’e , Hasan Kabze’ye oldu… Necati’yi maç boyunca gösterdiği iyi performanstan dolayı tebrik ediyorum. Ondan başka da yoktu zaten Galatasaray’da iyi oynayan. Onun bütün çabası da oynatıldığı yerden dolayı boşa gitti. İlic’in bu maç, Hasan Şaş’ın da geçtiğimiz maç yaptığı ihanetlerin derinine inmek bile istemiyorum.
Bu sezon sahasında hiç yenilmeyen, geçen sezonla beraber de 23 maça ulaşan bu yenilmezlik rekorunu, “bence” rahat ama bir o kadar da şanslı bir şekilde sona erdiren Kayseri Erciyesspor’u ve kahramanım BÜLENT KORKMAZ’I tebrik ediyorum. Bütün büyük maçlarını korkmadan oynadı , cesur oynadı. Mükafatını da dört puan olarak hanesine yazdırdı. Ama Galatasaray on kişi kaldıktan sonra çok fazla boş alan bırakmaya başladığı andan itibaren daha cesur davranabilse , 1-0 değil, 3 veya 4-0 bile alabilirdi bu maçı.
Bana kalırsa, o da bu düşünceyi çok kez geçirdi aklından ama kendini dizginledi, çünkü onun için önemli olan kümede kalmaktı. Hem elindeki mevcutları , hem içinde bulunduğu durumu , hem de 4-0 kazanma riskini alayım derken, 4-1 kaybedebilme ihtimalini düşündü hep. Bu yüzden maçlarını 1-0, ya kazandı ya da kaybetti. Bu bile istikrarlı olduğunu göstermiyor mu?
Hayatının bir parçasını şampiyonluktan etti. Ama hayatının yeni parçasını da başarılarla doldurmak zorundaydı. Kimse ona eski takımına, onu “Büyük Kaptan” yapan takımına ihanet etti diye yorumlamasın. O her zaman ki profesyonelliği ile işinin gereğini yaptı. İhanet eden biri varsa o da Trabzon maçında sahaya o çakıyı atan, attıran kişilerdir. Şampiyonluk yolunda takımını yalnız bırakmıştır o taraftarlar…
Kalan yedi maçın hepsini de kazansa Galatasaray şampiyon olamayacak ama Kayseri Erciyes bunu başarırsa kesinlikle Süper Lig’de kalacak ve en az Galatasaray şampiyon olmuş kadar sevineceğim, hele bir de Türkiye Kupası’nı alırsa üstümde Mavi-Siyah Kayseri Erciyes formamla turlara bile çıkarım …
Güzel futbolu paylaşmak için…