Arşiv | Ekim, 2008

Ekonomik Kriz mi dediniz?

harryredknappapplauds460Dünyada yaşanan ekonomik resesyondan etkilenmeyen kalmadı diye düşünüyorduk ki Tottenham kulübü herkesi yanılttı. Önce Ramos’u gönderip Portsmouth’tan 5milyon pound karşılığında Harry Redknapp’ı takımın başına getirdiler. Şimdi de White Hart Lane Stadı’nın yakınlarına 60bin kapasiteli yeni bir stad yapmaya karar vermişler. Hesap dengelerinin pozitif çıkmasının ardından alınan bu kararın bir diğer sebebi de kombine bilet almak için bekleme listesinde 22bin kişinin olmasıymış. Değirmenin suyu buradan geliyor demek ki. Bu krizde bu kararı,bu taraftarı alkışlamak düşüyor bize de.

Kategorisi Genel0 Yorum

Yorumcu olmak

Eğer yorumlanan şey futbolsa dünyanın en basit işlerinden biri. Taş bulamazsan duvarın bir tarafı ve tişörtünle kale yapıp kola kutusunu dürtükleyerek bile oynanabilen yegane oyun. Herkes bunu hayatında bir kere yapmış olduğu için işte tam da bu yüzden herkes yorumcu. Bende öyle…

Televizyonda maç yorumlamak canlı yayın sayısı arttıkça hem kolaylaştı hem de doğal olarak kalitesi de biraz düştü. Çünkü bu iş için az ücret talep edenler çıkmaya başadı ekranlara. Oyunu iyi okuması bile bir kıstas olarak alınmıyor. Eski futbolcuysan,eski teknik direktörsen,eski bişeylersen futbol ekranlarında yerin hazır. Tak kulaklığı başla yorumlamaya…

Dün Türkiye Kupası’nın canlı yayınlanan ilk maçı Gaziantep-Trabzonspor arasında oynandı. Birkaç gün önce de karşılaşan iki ekibin maçının yine heyecanlı olacağını düşündüğümden izlemeye koyuldum. Yorumcumuz Serdar Bali. Maç öncesi Gaziantepspor Teknik direktörü Nurullah Sağlamla ropörtaj yapılıyor ve takımından ne beklediğini anlatıyor: “Rakibin defansın arkasına sarkan iyi oyuncuları var. Bu yüzden topu tek paslarla ayağımızda tutup rakibe top göstermemeyi planlıyoruz” Anadolu takımlarının futboldan anlamaya başladıklarının somut kanıtı bu sözler.

Maç başlıyor ilk yarıda gol yok. Ama Gaziantepspor teknik direktörlerinin istediğini yapıyor. Hem de fazlasıyla. Çok çok iyi ayağa tek top oynadılar. Yamulmuyorsam, 1-2 dakika kadar topu Trabzonsporlu oyunculara vermediler bile. Rakibi oyun olarak bozamadılar bu süreç içerisinde ama özgüvenli oyunlarıyla bordo-mavililerin psikolojik duruşlarını bozdular. İki takım da çok önemli gol pozisyonuna giremeden bitti ilk yarı. Ve gerçekten beklentilerin üstünde bir futbol segiledi Antep sahada.

İlk yarı bitti ve spiker klişesini yaparak, yorumcumuzdan ilk yarı hakkındaki görüşlerini sordu. “Ortada çok temposuz bir oyun var. Trabzonspor’un kötü oyunu rakibine de yansıyınca ortaya çok tatsız bir futbol çıktı” dedi Serdar Bali. Bundan daha taraflı bir yorum yapılabilir mi? Benden de bir klişe: Biz aynı maçı mı izliyorduk?! yoksa futbolun iyi olması illa Trabzonspor’un iyi oynamasıyla mı orantılıydı ben çözemedim.

Serdar Bali, Trabzonspor’un en önemli yıllarında kadroda bulunup şampiyonluklar yaşamış bir futbolcu. Ayrıca bir dönemde de yönetimde bulunmuş. Hal böyle olunca sanırım taraflı olmak kaçınılmaz oluyor. Bir gazetede köşe verirsin Trabzonspor amigoluğunu rahatça yapar ama herkesin izlediği bir maçı sadece Trabzonspor açısından yorumlamak maçı 3-1 kazanan Gaziantepspor’a haksızlıktır.

Kategorisi Genel0 Yorum

Tottenham “Hope”Spurs

Harry Redknapp yine takımıyla ilk önemli mücadelesini verdi. Teknik direktör değişikliğinin sonuca yansıdığı ilk maç Bolton’a karşı alınan 2-0 galibiyetti kuşkusuz. Ama yaşanan bunalımlı günlerde Kuzey Londra derbisinden alınacak her puan almak Bolton’a karşı alınan 3 puandan çok daha önemliydi.

Büyük bir kulübe geldiği için çok heyecanlı olduğunu söyleyen Redknapp, “61 yaşındayım ve emekli olmadan önce büyük bir takımı çalıştırmak için elime geçen bu önemli şansı görmezden gelemezdim” derken son duraklarından birinin burası olduğunu ima etti. Bolton’dan sonra sırada Arsenal ve Liverpool var ne düşünüyorsunuz diye yöneltilen bir soruya da “Sıradaki gelsin” şeklinde cevap vererek ne kadar iddialı bir teknik adam olduğunu gösterdi.

İlk yarısını sızmış olduğum için izleyemediğim karşılaşmada asıl heyecan neyse ki ikinci yarıda yaşandı. Yoksa bu yazının büyük bir kısmı olasılıklar üzerine yazılmış olacaktı. En azından izleyebildiğim bir şey üzerinden yazmak daha iyi … İlk yarı skoru 1-1 bitmiş öne geçen takım da Bentley’nin muhteşem golüyle Tottenham olmuş. Ama dengesiz kaleci Gomes kendine yakışır bi gol yiyip durumun 1-1 olmasına yol açmış. Kornerde yan topa çıkıyorsan alacaksın ya da o topa hiç girmeyeceksin çizgide bekleyeceksin. Bunu uygulamayan Gomes topu ağlardan çıkardı.

İkinci yarıya bir korner golüyle başladı Arsenal. Gallas durumu 2-1 yaparken devrenin hemen başında gelen gol sanki bir şeylerin habercisiydi. Tottenham fena oynamıyordu. Asıl önemli olan şey ise sahaya çıkan ilk 11’di. Orta saha beşlisini Jenas,Huddlestone,Lennon, Bentley ve Modric’ten oluşturmuştu Redknapp. Birbirini bilen 4 ingiliz oyuncunun önlerine serbest Modric onların önünde de “tek” forvet Pavlyuchenko. Defansta vazgeçilmez adam Woodgate,yanında Corluka solda Ekotto ve sağda da Alan Hutton vardı. Tam olması gerektiği gibi. Çünkü sahaya çıkan ilk 11de birbirini bilen oyuncu sayısı ne kadar fazla ise saha içindeki uyumda o kadar yüksek düzeyde olur. Bunun meyvelerini de almayı başardı Harry Redknapp.

Yenilen 3. golde Nasri’ye atılan ara pasın durdurulması güçtü. Van Persie derinlemesine inanılmaz bir pas attı ve sonuçta da Nasri’nin Gomes’in üstünden aşırttığı topu Adebayor’un dürtüklemesi yetti. Maç koptu derken Huddlestone sahneye çıktı ve öyle sert bir top gönderdi ki Almunia topu kontrol etmekte hayli zorlandı ve Nöbetçi golcü Darren Bent takipçiliğiyle topu ağlara gönderdi. Tottenham vazgeçmeyecek dedirten bu golden sonra Alan Hutton akıllara zarar bir pas hatasıyla topu Adebayor’a hediye etti. O da Hutton’ın nezaketi karşısında kayıtsız kalamadı ve Van Persie’ye asist yaptı.

60-70 arasında salgılanan adrenalin biraz olsun dindi ta ki 89. dakikaya kadar. Topu ayağında tutup rakibi kalesine fazla yaklaştırmamayı başaran Spurs, Jenas ile kaleyi yoklamıştı. Bu boşa giden şut gelecekten gelen mesajdı. Bu şutun üstünden çok fazla geçmeden Jenas sol ayağıyla Almunia’yı fena avladı ve tekrar her şey bitmedi diyen isim oldu. Takımı ve tribünleri ateşleyen bu gol Arsenal takımında da paniğe yol açtı. Maç boyu kaçak oynadığını ve bu takımda haksız yere bulunduğunu düşündüğüm Modric öyle bir vurdu ki.. Almunia’yı avlayamasa da direkten dönen topu iyi takip eden Lennon durumu 4-4 yaptı. Bu gol sonrası Tottenham’lı bir taraftarda sahaya girerek oyuncuların sevincine ortak oldu.

Yedikleri golü takımdaki “olgunluk eksikliğine” bağladı Arsene Wenger. Bu tabi ki doğru bir tespit. Ancak Tottenham’ın kazanma hırsı da bu sonucu ortaya çıkaran bir diğer faktör oldu. Atılan dört golün de takımın eskilerinin katkılarıyla olması, takımı yıkıp yeniden yapmaktansa , zaten başarılı olan bir yapının eksiklerini gidermenin daha mantıklı bir çözüm olduğunu destekliyor.

Redknapp iyi bir başlangıç yaptı. Portsmouth’taki bol gollü maçlarına Tottenham’da da devam etti. Sırada Liverpool var. Şampiyonluk yolunda emin adımlarla ilerleyen kırmızılara bir çelme takmak derbi maçta özgüvenini tazelemiş bir Tottenham’a yakışır.

Arsenal 4
  • Silvestre 37,
  • Gallas 46,
  • Adebayor 64,
  • van Persie 68
Tottenham Hotspur 4
  • Bentley 13,
  • Bent 67,
  • Jenas 89,
  • Lennon 90

Kategorisi Genel0 Yorum

Juande Ramos Neden Yapamadı?

Haftasonu “Juande Ramos yapabilir mi?” başlıklı bir yazı yazmayı planlamıştım. Sevilla’dayken nasıl başarılı olmuş, şimdi neden olamıyor gibi karşılaştırmalı araştırmalar yaptım. En azından bu sene düşmezler belki bir ihtimal bir iki yerel kupa kazanır seneye de her şey daha iyi olur diye düşünüyordum ki pazar günü Ramos’un kovulup yerine geçen yılki favori takımım Portsmouth’un hocası Harry Redknapp’ın getirildiğini öğrendim. Ramos gitti benim yazı yazılmadan çöpe mi gidicekti? “Neden yapamadı?” şeklinde dönüştürmeye karar verdim yazımı… Hem artık eleştirmek daha kolay ya…

Juande Ramos Neden Yapamadı?

İspanyol teknik adam Sevilla’nın başındayken UEFA’daki başarılarıyla adından bahsettirdi. Aynı başarıyı üstüste tekrarlayarak da adını tarihe yazdırdı.  Zira iki kere ardarda bu kupayı kazanma başarısını gösteren ikinci teknik direktör Juande Ramos. Bu başarıyı yakalayan ilk teknik direktörse Valdano’lu,Butragueno’lu,Hugo Sanchez’li Real Madrid’in başında bulunan bir başka İspanyol Luis Molowny.

Ramos Sevilla’nın başına geçtiğinde elinde hazır bir takım vardı. Ligi bilen ve kendini kanıtlamış birkaç tecrübeli ismi kadroya ekledi sadece. Altyapıdan gelen, İspanyol ligini bilen ve birbirini tanıyan oyuncuların motivasyonunu sağlamak çoğu zaman yeterlidir. Onu sürekli destekleyen Sportif direktör Ramón Rodríguez Monchi’nin etkisini unutmamak gerek. Kendisi zamanında Sevilla’da Simeone, Polster, Maradona, Suker, Zamorano ile oynamış. Ayrıca Sevilla 2000’de küme düştüğünden bu yana takımda Sportif Direktör görevini üstleniyor ve işini bilen biri. Takımı ve işini bilen biriyle çalışırken, teknik direktörün kendini takımın oyununa ve oyunculara verebilmesi daha kolaydı ve sonunda başarı da geldi.

Totttenham’dan teklif ilk geldiğinde böyle bir teklifi reddedemem diyip gitmişti. Londra’nın büyük kulüplerinden biriydi Spurs. Sezonun 10. haftası gibi takımın başına geçti ve Chelsea,Arsenal gibi devleri alt edip Lig kupasını müzesine götürdü. İlk sezon için iyi bir başarı sayılabilir. Ancak takımın başına geldiğinde yine hazır kurulu bir takım vardı ve o takım zaten iyi işler çıkarıyordu. Berbatov,Keane ve Lennon uzun süredir birbirlerine alışmış ve birbirlerini tamamlayan üç forvet oyuncusuyla başarıyı yakaladı.

Yeni sezona girilirken Keane ve Berbatov’un gitmesi hiç de iyi olmadı. Onların yerinde oynayabilecek bir tek adam Darren Bent vardı yanına transferin son günlerinde Pavlyuchenko alınabildi. Transferin son, sezonun ilk günlerinde yapılan transferlerle premier lige başlamak kolay olmadı. Daha birbirine uyum sağlamamış oyuncular topluluğu da zorunlu veya bilerek sürekli rotasyonla oynatılınca kaçınılmaz olan başarısızlık oldu ve buna da yönetim dayanamadı. Ramos ve yardımcıları ile Sportif Direktör Damien Comolli’ye yol verildi.

Ramos’un Comolli’yle iyi geçinemediği söyleniyor. Aynı şeyleri Ramos’tan bir önceki teknik direktör Martin Jol ile de yaşadığı ve Martin Jol’un da zaten bu yüzden takımdan ayrıldığı söyleniyor. O yüzden Comolli’nin gönderilmesi doğru bir karar. Yeni teknik direktör Harry Redknapp’a tam yetki verildiği açıklandı. Her şeyden sorumlu olan kişi o olacak diğer ingiliz takımlarda olduğu gibi. Peki Redknapp’a verilen yetki Ramos’a neden verilmedi? Muhtemelen uzun süredir kazanamama baskısı yaşayan Ramos’tan, Comolli gidince de yeterli verimin alınamayacağı düşünüldü.

Kıssadan hisse Ramos’ta pek fazla suçlanacak şey göremiyorum. Onu iyi gösteren de kötü gösteren de takımın yapıları. Biri hazır bir takımdı. Diğeri hazırlanma aşamasındaki bir takım. İyi hazırlayamadı o yüzden kötü bir hoca demenin de doğru olabileceğini zannetmiyorum. Transferler geç yapıldı ve bu da onun elinde olmayan bir durumdu. Sonuç olarak Ramos artık Londra’da değil. Daha kanıtlayacak çok şeyi olan bu adamı oynattığı futbol sebebiyle yedek kulübesinde tekrar görmek istiyorum…

Kategorisi Genel0 Yorum

Güiza’dan gol beklemek

Fenerbahçe’nin 14 milyon euro verip aldığı bu oyuncu gol sayısı olarak hala kimseyi tatmin edemedi. Kaçırdıkları attıkların fazla olan olan ispanyol forvet aslında iyi bir bitirici olmadığını ancak takımı için iyi bir savaşçı olduğunu gösterdi bu süreç içerisinde…

Kariyer olarak ilk defa şampiyonluklara alışmış büyük bir takımın bünyesine giren Güiza’nın geçmişinde çatısı altına girebildiği en büyük kulüp Barcelona olsa da, katalan ekibin B takımından yukarı çıkamamış. A takıma çıkma şansını ise muhtemelen takımın yıldızlar karmasına bürünen yapısından dolayı yakalayamadı.

Kadrosunda bulunup çift haneli maç ve gol sayısını eş zamanlı yakaladığı ilk takım Ciudad Murcia olmuş. 2 yıl içerisinde 81 maçta 36 gol atarak %50’ye yakın bir gol ortalamasını yakalamış bu takımda. Sonra Getafe’de de 2 yıl içinde 61 maçta 20 gole ulaşmış. Asıl patlamasını ise 1 yıl oynamasına karşın Real Mallorca’da yapıyor hepimizin bildiği gibi. Ligde çıktığı 37 maçta penaltıdan gol atmadan takımına toplam 27 sayı kazandırdı. Bu performansıyla da şampiyon olması işten bile olmayan İspanya’nın EURO 2008 kadrosuna girmeyi haketmişti. Şampiyona’da da tek gole imza attı.

Şimdi Fenerbahçe’nin formasını terleten Güiza’yı daha yakından izliyoruz. Her maçında gözümüz onun üstünde.  Her hareketi, her pası, her şutu eleştirilmekte. En çok da aldığı parayı hak ediyor mu tartışması yapıldı, yapılıyor. Kolay değil tabi ki 14 milyon Euro’nun hakkını vermek. Şimdiden en az 10 gol atmış olması gerekiyordu insanları tatmin etmiş olması için. Hele ki ezeli rakibinin son transferi Milan Baros 11 maçta 9 gol atmışsa…

İkisini karşılaştırmaya yönelmeyeceğim bile ki ikisi de kendini kanıtlamış farklı tipte golcüler. Mesela Güiza’nın bir sezonda 27 gol atmış olması golcü olduğunu göstermiyor bence. Top rakipteyken takım defansını ileri uçtan başlatması oyun düşüncesinin bir parçası. Rakibe baskı yapmayı bırakmıyor ve her zaman oyunun içinde. Dalıp başka diyarlara gitmiyor. Çapraza boş koşular yapıp rakip defansı üstüne çekerek topla giden arkadaşının önünü açması aslında bir forvet oyuncusunda olması gereken en önemli özellik. Bu bile asist sayılabilir. “Al da at” dercesine bir “gol yatağı” açıyor takımdaşına. Asistçi yönü de bir hayli ortaya çıktı Fenerbahçe’de.  Son 123 maçında 16 asist yapan “okçu” sarı-lacivertli ekipte 7 asiste çoktan ulaşmış.

En büyük eksikliği ise son vuruşlarda yaşıyor. Arsenal karşılaşmasında Alex’in 5 kez aynı pası vermiş olmasına karşın ancak birini gole çevirebildi. Ayrıca Almunia ile karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda nasıl goller kaçırdığına şahit olduk. Bu kaçan goller bana birini hatırlatıyor. Bu benzetmeyi beğenmeyenler çıkacaktır tabi ki ama sadece oyun tarzı olarak Hakan Şükür’e benziyor. Aynı koşuları yapıp aynı pasları atıyorlar. Aynı golleri kaçırıp, aynı gollere imza atıyorlar. Hakan Şükür de gol atmaktan çok gol attıran bir yapıya sahipti. Bu açıdan Güiza’dan gol beklemek, Hakan Şükür’den gol beklemeye eşdeğer…

Kategorisi Genel0 Yorum

Club Focus: Trabzonspor – Maybe Next Season

Trabzonspor were the first Anatolian team to win the Turkish title. They achieved revolutionary success just 10 years after their foundation. It is for these reasons that the “Storm of the Black Sea” hold a very important place in Turkish football. (insidefutbol)

Through an efficient youth policy Trabzonspor gained success winning six titles in eight years, a remarkable achievement. The secret of this success is hidden in the words of legendary Trabzon keeper Senol Güneş, “We did not become complacent with our successes. Instead we kept being dynamic and faced our tasks with growing maturity”. Unfortunately for Trazbonspor those words have no place in their current era.

The team came very close to winning the title in the 1995/96 season, which would have been their first since the 1983/84 campaign. The circumstances in which they missed out on the Turkish crown were controversial to say the least. The goal that gave Fenerbahce the title was clearly scored by Aykut Kocaman’s hand, a fact he admitted later. Had Trabzonspor won the game then the title would have been heading to the Black Sea port.

Finishing 2nd and narrowly missing out on the title was as good as it got for Trabzonspor as their decline began. Young talented players from the club’s academy and skilled foreign pros lost their belief that an Anatolian team could win the title again and the side fell apart.

The decline which began in 1996 bottomed out in the 2001/02 season in which the club were very nearly relegated. Three points secured their survival in the Super Lig, but a transformation had taken place, turning the club into one which had survived by a whisker, from one which had just missed trophies by a whisker.

The club began to rise again in the 2004/05 season when a fantastic start (the first five games of the campaign won) eventually led to a 2nd place finish. Led by former fan favourite Şenol Güneş they played excellent football all season long, just losing out to Fenerbahce (yet again!), but this time without the controversy.
The 2nd place finish though led them to a shot at Champions League football, something everyone in the Black Sea port was looking forward to. But a team making a splash in this season’s Champions League, Anorthosis of Cyprus, knocked them out before they could reach the group stage. The next three seasons resulted in two 4th places and one 2nd. But clearly Trabzonspor were a force once again.

This season they have begun with a strong 23 man squad. Some have arrived from other Anatolian teams but the difference this time is that they believe an Anatolian team can win the title again. This could well be the most important fact, because if they believe they can win the Super Lig, they can!

Another plus comes in the form of the coach in the dugout, the experienced former Turkey national team coach Ersun Yanal. Renowed for having his sides play flowing attacking football he is a good fit for Trabzonspor.

On the road to this season’s title they have already played their important rivals early on. Even though they managed to take a point from Besiktas they lost to Galatasaray 3-0. Losing or conceding so many goals is not the biggest barrier they have to face however, rather it is psychological. The comments made by the manager and the players after the Galatasaray game went along the lines of “well we lost against Galatasaray, but they are the biggest team in the league! We came here as league leaders and that added extra pressure onto us. This is the reason we couldn’t concentrate on the game”.

Thinking like that will be the biggest handicap to Trabzonspor becoming successful again. Yes they are still a team in transition, but they have many experienced players who can help them claim the trophies they believe they deserve. If Ersun Yanal can impose the ideas of former great Şenol Güneş and drill his ideals into the players then perhaps Trabzonspor can claim their first championship for 24 years.

Could it be this season? Well, they have made their best start for 14 years. But if they don’t challenge this season then there is no reason why they should not next season.

Kategorisi Genel0 Yorum

Irkçılık kâbusu hortladı

Avrupa futbolununun kronikleşen sorunu bu kez Vicente Calderon’da kendini gösterdi. Atletico Madrid’le Marsilya arasında oynanan Şampiyonlar Ligi maçında Madridli taraftarların yaptığı tezahüratlar sonrası ırkçılık yine yeşil sahaların gündemine oturdu. Yaşananlardan sıkıntı duyan İspanyol Luis Garcia, “Artık herkes İspanyolların dünyadaki en kötü millet olduğunu düşünecek. Oturup düşünmek ve ülkenin imajını düzeltmekte yarar var” açıklamasını yapmak zorunda kaldı. Garcia endişelerinde oldukça haklı. Çünkü bu olay son birkaç yıldaki İspanyol tabanlı ırkçı sorunlardan sadece biri… (Cumhuriyet Spor Eki:117 / 21.10.2008)

Kamerunlu Samuel Eto’o, Real Zaragoza maçındaki ırkçı tezahüratlar sonrası sahayı terk etmek istemişti. Ancak Ronaldinho ve Larsson tarafından ikna edilen futbolcu oyundan çıkmadı, 1 golün asistini yaptı. Goller sonrası tüm futbolcuların Eto’o’ya gitmesi de ırkçılığa karşı omuz omuza verilmesi gerektiğine güzel bir örnekti. Birçok farklı etnik kökeni içinde barındıran İspanya’da Athletic Bilbao da Bask kökenli olmayan futbolcuları kadrosunda bulundurmayarak farklı ırklara kapalı bir tutum sergiliyor.

Kökleri “Napolyon Savaşları” ve Darwinizm’e dek uzanan ırkçılık olgusunun spor ve futbolla tanışması faşist liderler Mussolini ve Hitler dönemlerine denk geliyor. Mussolini’nin desteklediği Lazio, ‘gestapo’ları anımsatan ‘SS’ (aslında Societa Sportiva anlamına gelen) takısını değiştirmeyip kulüp politikasını açıkça gösterdi. Bu duruşunu devam ettirmekte olan kulüp, 2001’de kadrosuna babası İtalyan olan siyahi Liverani’yi katana dek siyah tenli oyuncu bulundurmuyordu. Bu tutumları da “Tüm Lazio taraftarları ırkçı değildir ama tüm ırkçılar Lazio taraftarıdır” sözünün oluşmasına yol açtı. İtalyan Paolo Di Canio da 2005’te Lazio’da oynarken bir maçta gol sevincini faşist selamıyla kutlayarak yeşil sahalarda politik görüşünü açıklamaktan çekinmedi. Aynı yıl Messina’da forma giyen Fildişi Sahilli Marco Zoro, ırkçı tezahüratlara dayanamayarak Eto’o’nunkine benzer bir tepki göstermişti.

Hitler Almanya’sının ‘saf ırk’ politikası ise günümüzde ütopik kaldı. Zira bugün Almanya Ulusal Futbol Takımı’nda ‘safkan’ bir Almana rastlamak pek mümkün değil. Polonya, Brezilya, Gana asıllı oyuncular çoğunlukta… Bu futbolculardan Gana asıllı Asamoah, 2006’da oynanan Hansa Rostock (am.) sınavında ırkçı tezahüratlara uğrasa da 9-1 biten maçta 2 gol atıp 3 golün de asistini yaparak yanıtını sahada verdi. Ancak söylemlere dayanamayan Sachsen Leipzig’in Nijeryalı oyuncusu Adebowale Ogungbure ise tepkisini bir eliyle Hitler bıyığını yapıp diğer eliyle de faşist selamı vererek gösterdi.

Sömürgeci devletler arasında başı çeken Fransa, bunun sonuçlarını sahada hem avantaj hem de dezavantaj olarak yaşıyor. Fransa’ya ilk ve tek Dünya Kupası’nı kazandıran kadronun birçoğunun Afrika asıllı olmasını sindiremeyen Fransız ırkçı lider Le Pen bu büyük zaferi, “Bu takım 5 para etmez” diyerek karalamaya çalışmıştı. Yeşil sahalarda Le Pen’e Paris Saint Germain (PSG) taraftarları ‘Sadece beyazlara ait’ pankartı açarak eşlik ediyor. Siyah – beyaz ayrımcılığı dışında etnik kökenleri yüzünden ülkede ırkçı sorunlar yaşayan futbolcular da var.

Fransa – Tunus maçında yaşanan olaylar ise ırkçılığı ülkede yeniden gündeme taşıdı. Kuzey Afrika kökenli taraftarların protesto amacıyla Fransa Ulusal Marşı ‘Le Marseillaise’i ıslıklamalarına kendisi de göçmen bir ailenin çocuğu olan Fransa Başbakanı Sarkozy, ırkçı söylemlerle tepki verdi. Fransa’nın 3-1 kazandığı maçta Kuzey Afrika ülkesi olan Cezayir asıllı Karim Benzema’nın 2 gole imza atmış olması, ‘futbolun ırkçıları’na güzel bir yanıt oldu.

Günümüzde kadrolarında yerli futbolcudan çok yabancı oyuncu bulunduran İngiliz kulüpleri, 1970 ve 1980’lerde şimdiki kadar ‘açık’ değildi. İlk olarak West Bromwich Albion Kulübü, cesaret edip 3 siyahi oyuncu birden kadrosuna katmıştı. Birçok takım taraftar tepkisinden çekinerek uzun yıllar aynı davranışı gösteremedi. Tepkilere en iyi örnek ise Liverpool’un kadrosunda 1987-97 yılları arasında bulunan Jamaika doğumlu John Barnes’a yapılanlar… Siyahi oyuncu Arsenal deplasmanında maç öncesi ısınma hareketleri yaparken Liverpool taraftarları sahaya fıstık ve muz atarak kendi oyuncuları aleyhine tezahürat yapmıştı.

Uzun süre futboldaki ırkçılıktan fazlasıyla nasibini alan İngiltere, şimdilerde bu konuda karşı propaganda üretmedeki en aktif ülke konumunda. 90’lı yılların başından itibaren kurulmaya başlanan kuruluşlar arasında öncü olarak göze çarpan ‘kick it out’, ırkçılığı yeşil sahalardan uzak tutmak için UEFA ve FIFA’yla ortak projeler yürütüyor. Bir spor firması da Thierry Henry, Rio Ferdinand gibi futbolcuların önderliğinde ‘Stand up, Speak up’ sloganıyla ırkçılık karşıtı bileklik promosyonuyla bir farkındalık yaratmıştı.

Irkçı holiganlar olduğu sürece yeşil sahalarda ırkçı tezahüratların devam edeceği de bir gerçek… Ancak ırkçılığa karşı propagandada başı çeken İngiltere’nin bu olgunun kötü etkilerini azaltmak için futbol altyapı okullarında farklı etnik yapıdaki çocuklara bir arada eğitim veriyor. Bu uygulama ırkçılığın kötü etkilerini azaltma yolunda ileriye dönük en verimli çözüm olarak göze çarpıyor.

Kategorisi Genel0 Yorum

Biz iyiydik böyle…

Ligin daha başlarıydı. Abimle ligdeki antrenörlerin farklı ve yeni jenerasyondan olmalarının gelecek için çok güzel olabileceğinden bahsetmiştik. “Eski tayfa’nın” piyasada olmamasının ümit verici olduğu konusunda hemfikirdik. Yeni jenerasyonun futbolculuğuna şahit olabildiğimiz kişiler olması daha da fazla bizdenleştirdiği için daha dikkatli takip ediyorduk Süper Lig’i. Çünkü küçükken kalede Engin’dik mesela… Ya da forvette-defansta Ertuğrul’duk… Orta sahada atom Rıza’ydık… Gol atınca Bülent gibi “uygun” adım selam veriyorduk tribünlere…

Yeni jenerasyon’un gelişiyle kısmen “değişen” maç sonrası yorumlar daha fazla izlenileesi kılıniyordu. Çünkü futbolun br oyun olduğunu bazen hakemlerin hataların yapabileceğini, ya de kendisinin hatalarından dolayı maçı kaybettiğini söyleyebiliyorlardı. Bu adamlar futbolun parametrelerinin insanlar olduğunu ve onların da hatalarla dolu olduğunun farkındaydı. Bu yüzden ağır bir yenilgi alındığında sağa sola saldırmaktansa “hatalarımızın farkındayız” açıklamalarını yapabiliyorlar.

Ancak görünen o ki, değiştiğini zannettiğimiz yöneticilerin bünyeleri kabul etmedi bu bakış açılarını. Tamam Metalist karşısında alınan, beklenmeyen ve ağır bir yenilgiydi. Ancak yine tek yenilgilik bir karar “adam gibi adamı” göndermeye yetti. Yerine gelen hakkında herhangi bir yorum yapmıyorum, çünkü konumuz bu degil…

Aynı şekilde aslında daha önce Bursaspor’da çok da kötü işler çıkarmayan Engin İpekoğlu ligin en toplama takımının başındaydı lig başlarken. Bu sene için en azından ligde tutunabileceklerini, gelecek sene de takımın başında kalırsa ilk 10’u zorlayabilecek kapasiteye sahip kadrolarıyla iyi işler yapabileceklerini düşünüyordum. Ancak Kocaeli yönetiminde de bazı şeyleri bünyeler kabul etmedi. Sabır gösteremediler bir türlü. Engin’i gönderip Yılmaz Vural’ı getirdiler. Bu durum yönetici profilinin ne yazık değişemediğini gösteriyor. Ayrıca hiç de özlememişim Yılmaz Vural’ı.

Evlere şenlik açıklamalar vardı maç öncesi Yılmaz Vural’dan. 15 gündür bu maçla yatıp kalkıyoruz, bu maç çıkış maçımız olacak vesaire… Maç günü geldi ve tribündeki herkesin gözü, canlı yayın kameralarının objektifleri Yılmaz Vural’a dönüktü. Çünkü haberin saha dışında olduğu aşikardı ne yazık ki. Doğduğumdan beri bir Yılmaz Vural gerçeği olan ligimizde onun bulunduğu saha kenarından bir haber çıkmaması imkansızdı. İkinci yarı Serhat Akın’ın yerine aldığı yabancı oyuncu sakatlandıktan sonra sedyenin yanına gidip oyuncusunun oynayıp oynayamayacığını sorduktan sonra aldığı red cevabına eliyle “hay ben senin” hareketi yapmış olması en masumu. Dakikalar 90 artılara geldiğinde saha kenarındaki telaşlı hali hala antipatik. Ne zaman yuvarlanacak bu adam derken sanırım golden sonra sahanın içine doğru koşarken ayağı kayıp yuvarlanarak eski formundan bir şey kaybetmediğini gösterdi. Ancak kendisine hiç bir şey eklemediğini de maç sonrası saçmasapan, abuk sabuk hareketlerinden yorumlarından anlamak mümkündü. Maçın olması gerekenden uzun oynandığını ve FIFA’nın kurallarında böyle bir şey yazmadığını iddia etmesi hala Köln akademisine sınavlara hazırlandığı kitaptan kalma bilgilerle konuştuğunu düşündürttü bana.

Yorumcuyken hakemlere çok yüklenilmemesi gerektiğini söyleyen bu adam, Bülent Yıldırım üzerinden tüm hakemlere yüreksiz, adam değilsiniz diyerek saha kenarındaki hareketliliğini söylemlerinde de gösterdi. İşte biz bundan sıkıldığımız için eski tayfanın olmaması sevindiriciydi. Artık Yılmaz Vural ve onun gibilerini istemiyorum ben hiç bir takımın başında. Biz iyiydik böyle sen nerden çıktın yine Yılmaz Hocam. 20 yılda saha kenarında attığın taklalar, kazandığın başarılardan fazla. Bazı şeylerin olmadığını artık anla…

Kategorisi Genel0 Yorum

Turkish Super Lig Stadium Report

The Turkish football league became the one of the most valuable leagues in European football after a series of great successes from 2000 onwards. A UEFA Cup win for Galatasaray, and 3rd place at the 2002 World Cup allowed Turkish football to make its greatest ever history.(insidefutbol)

Even in those years the stadiums in Turkey were not plesant places to watch the games, and this is largely still so today. The conditions are bad and the capacities are not bigger than 30,000, except at Sükrü Saracoglu (Fenerbahce’s ground). When the biggest clubs don’t have such large grounds, it is not so hard to guess that the situation of Anatolian teams is even worse. Before criticising the lack of quality stadia, we should first look at the improvement Turkish football has made with regards to its professional leagues.

Someone with an interest in Turkish football will already know that the professional leagues officially began in 1959. But before this date football was already played by local teams, some of which had begun playing in the 19th century in Izmir, which was founded by the English, who introduced the game.

In İstanbul, teams that were founded were looking for a place to play football. The pitch that they chose was called “Papazın Çayırı” (Field of Father) (pictured right). The very first game on that pitch was in 1909, between Fenerbahce and Galatasaray.

After another ground called Taksim stadium was built Papazın Çayır lost its popularity and many teams began to play there. This ground was also used by the national team, who played its first game there in 1923 against Romania. Until that stadium was demolished there were many historical games played between the big teams of İstanbul, but today it is a park at the centre of the city.

When the teams of Istanbul were approaching their 40th anniversories they began to build their own stadia, with some help from the government.The İnönü Stadium where Beşiktaş play today became the most popular place to play and watch football during those early years. At the same time in the 1940s the Ministry of Sports gave a space to Galatasaray to build up a new stadium in İstanbul, but because of financial problems Galatasaray’s administration gave back their rights to Ministry of Sports in order to finish it. That’s why the construction of the Ali Sami Yen stadium finished in 1964. By the time Papazın Çayırı had collapsed in 1982, the stadium had been much improved and built up.

Until now I have just written about the stadium histories of the big three teams of İstanbul.Of course there were local teams in other cities but there are no documents about them. That is a reason that there is nothing historical about them.

After attending the 1954 World Cup, the government decided to organize a professional football league. In 1959 the Turkish first league officially started. But the competition still wasn’t really national enough, so in 1965 the government pushed the local teams to merge and compose one, new, big football club which would represent the whole city, and called with the name of the city like Bursaspor, Trabzonspor etc. With the foundation process of big city teams, big stadiums became a necessity. And after the 1960s, stadiums began to be built in Bursa, Antalya, Eskişehir, Konya and in the other cities.

The conditions were acceptable for those days when you think about the population, financial situation, and popularity of football. However, the lack of improvements and renewal over time made them unacceptable for today. Most of the stadiums have discoloured seats, dressing rooms from the dark ages, and I do not want to go into the conditions of the toilets too much!

The different supporter culture in Turkey means that you will often not sit in the seat which you have a ticket for, but somewhere else. Most of the times your place could be snatched by one of the supporters groups. But we get used to it which is not right to me.

These are the problems inside the stadium. But all the issues start from the outside. If you want to watch the games in the stadium you should wait in front of the gate more than one hour before the match. And if it is a game between big teams of Istanbul one hour won’t be enough to wait. That is one of the biggest problems. Going to the stadium by car seems a good idea beforehand, but after the game you will sit in a traffic jam for at least an hour.

However increased problems,and modern football pushed the boards of the clubs to create projects to renew their stadiums. The biggest reason to do it is to make money. Secondly, when people started watch games from other leagues and saw the comfort offered to fans from other countries, they began to demand better.

Ideas of stadium renewal began with the giants of Galatasaray in 1998, however, they did not come to fruition. After these unsuccessful plans which cost the club $10M, Galatasaray’s board decided to seek the building of a stadium in another part of Istanbul. The fans are mostly against this move, since the current ground holds a lot of memories and history for them. But modern football dictates Galatasaray must have a modern ground, and now the new stadium is well underway (main article picture). It will be the first in Turkey with a retractable roof and the fifth in Europe.

Although Galatasaray started to plan their new ground, rivals Fenerbahce did so two years ago. Current president Aziz Yıldırım who is by profession a contractor, has done it with the help of a series of sponsors, which is a very logical way. Now they have the best stadium in Turkey with a capacity of 50,509 (pictured right), and the  2009 UEFA Cup final will be played there.

You can see the both Europe and Asia from where Beşiktaş play their games. With that charachteristic they have a special stadium, and it is also inside a historic part of the city because of the Dolmabahçe Palace. That is the reason that they cannot demolish and rebuild their stadium. But they are renewing it by eliminating the running track, decreasing the level of the pitch and building the stand four meters closer to the playing surface. After those constructions have been completed the capacity will have increased to 32,086 (stadium pictured left). The Black Eagles board tried to persuade the authorities to allow them to carry out further work, but due to historic considerations they have been blocked.

The last side from outside Istanbul to win the Super Lig title, Trabzonspor, renewed their stadium by replacing the back stand of the goal with portable stands until the buildingm work on a new stadium can commence. Now it has 22,749 seats to watch the game.

Kayserispor who could be called the rising force of the last three years (cup winners last season) are also getting in on the act (pictured right). However, the firm responsible for the work ran into financial problems which meant they left the project half way through. Kayserispor were thus unable to complete the stadium before the start of the new season.

In my opinion working towards having the stadia and culture of support the say as for example England will take some time. Nevertheless, the authorities in Turkey are making slow but steady progress towards this.

Although during this whole process, we must remember that there are still supporters of Anatolian teams who are still suffering bad conditions in their stadiums. We can say that definitely building a new stadium is according to the economic situation at every club. But when teams promise after every season to rebuild the stadium and then do not do anything about it has annoyed many supporters, especially those of Bursaspor.

Bursaspor’s fans started a solidarity campaign to announce their annoyance about the conditions in their stadium. On their website (www.stadibizyikiyoruz.com) which means “We are going to collapse the stadium” they are saying in summary that the supporters are not subjects and they (the board) have no right to exploit their passion for their team.

And they add: If we are never able to win against rivals, never able to score five times in a match, and are never able to celebrate the championships in that stadium, we want the new stadium immediately. If you don’t renew it we are going to demolish it ourselves and build a new one!

Kategorisi Genel0 Yorum

Ka-fu!

Haftasonu maçları daha tamamlanmadan 30 kişilik ulusal takım aday kadromuz açıklandı. Müzmin sakatların sakatlıkları sebebiyle kadrodan çıkarıldı ve Serkan Balcı kadroya dahil edilerek toplamda 24 kişiden kadro son halini buldu.

Açıklanan kadroda sakatlanıp çıkarılan oyunculardan Gökhan Gönül dahil olmak üzere 4 tane sağ savunmacı pozisyonunda oynayabilecek oyuncu var. Üstelik bunların ikisi de defansif yönü kuvvetli olan Serdar Kurtuluş ve İbrahim Kaş. Üçüncüsü ise son oynanan Almanya maçında bu pozisyonda başarıyla görevini yapan Sabri Sarıoğlu. Gökhan Gönül’ün yokluğundaki birinci seçeneğimiz o.

Geçen gün Fatih Terim’in bir açıklamasını okudum. Aynen aktarıyorum…

Milli Takımlar Sorumlusu Fatih Terim, “Sağ bekte dünya futboluna yeni bir Cafu armağan edebilirim. Hem rengi de tutuyor” diyerek asıl yeri sağ açık olan Kazım’ı savunmanın sağında oynatacağının sinyallerini verdi.

Fatih Terim böyle bir açıklama yaparak elindeki sağ kanat savunucularının bütün motivasyonlarını sıfırlamıştır. Biri İspanya’da,diğer ikisi de ülkenin iki büyük takımında bu pozisyonlarda oynayan oyuncuların orada varlığını sorguluyorum şimdi. Elbette bu oyuncular da bu açıklamayı okudularsa böyle düşüncelere dalıp takımdaki varlıklarını sorgulayabilirler. Bu da tamamen bir motivasyon kaybı yaratacaktır.

Kazım’dan Cafu yaratmak meselesine gelince, yapılan açıklamanın şaka olduğunu düşünmek istiyorum. Çünkü cümlenin içinde bu yönde düşünmeye yönelten şaka unsurları bulunuyor. Mesela “rengi de tutuyor” demek başlı başlına bir espri havası yaratıyor bende.

Fatih Terim yine bir basın toplantısında egosal bir açıklamaya imza atarak, “Ümit Davala santrafordu sağ bek yaptık, Abdullah Ercan 10 numaraydı sol bek yaptık, Ergün Penbe orta sahaydı onu da sol bek yaptık…” demişti. Evet bu oyuncular futbola başladıkları mevkilerin çok uzağında devam ettiler kariyerlerine ancak bu onların “komple” futbolcu olmalarından kaynaklanıyordu. Hangi mevkide ne yapacaklarını bilen ve oynama hırsına sahip oyuncular olmaları onları oynamaları istenen mevkinin oyuncuları yaptı. Elbette ki onlardaki bu altyapıyı görüp oyun yapılarına şekil veren hocanın katkısı büyük. Ama Kazımdan sağ kanat savunucusu yaratmak bana hiç doğru gelmiyor.

Avrupa Şampiyonası kadrosundaki süpriz oyunculardan olan Kazım’ın Almanya maçı dışında göze batan bir oyunu yok. İlk şansını bulduğu Portekiz maçında mağlup durumdayken ve topun bizde durması gereken dakikalarda kendisine gönderilen uzun topları arkasında duran oyuncuyu itip yok yere bir çok faul yaparak topu rakibe teslim etti. Zaten konrtolüne alması çok rahat olan poziyonlarda bu hatayı aynı maç içinde 5 defa yapması o maçta beni çileden çıkardı. Ancak bu durumu sanırım Fatih Terim o maçın stresinden algılayamadı.

Defansif anlayışı da bir hayli zayıf olan Kazım, şu anda oynadığı pozisyonda kaptırdığı toplardan sonra takım defansına yardım etmeyerek, takım içi defansif görev dengelerini tamamen bozarken kendi futbol anlayışında defansa yer olmadığını bir çok kez kanıtladı. Bunları göz ardı edip bu açıklamayı uygulamaya geçirecekse saygı duyarım en azından sözünün arkasında durduğu için. Ama Kazım’dan Cafu yaratma düşüncesi benim hiç aklıma yatmıyor. Eğer bu mevkide oynatılacaksa Bosna-Hersek maçında ters kademe hatalarına, geri dönmeyeceği için sağ savunma bölgesinde açılacak boş alanlara hazır olun.

Kazım’dan Anelka olur,Tuncay olur,Deivid olur, Theo Walcott olur ama bu oyun disiplinsizliğiyle Cafu olabileceğini düşünmek ütopiktir…

Kategorisi Genel0 Yorum

Takip et // Follow

Açık Radyo – Efektifpas

15 günde bir her pazartesi 19.30'da, 94.9 Açık Radyo'dayız. Duyurularımızı takip etmek için Twitter hesabımızı takip edebilirsiniz...

RadyoEfektifpas

Programlarımızın tüm podcast kayıtları online olarak bulunmasa da dinlemek isteyenler için bir kaç adet program mevcut

‘Salvador’ Guti

Johan Cruyff

Arşivler

Bülent Korkmaz – 3

Tottenham Hotspurs

Nazım Hikmet Ran

HaberVesaire Spor

Video Bug Report

Açılmayan bir video varsa resme tıkla, videonun linkini yolla Teşekkürler...

Facebook Hayran Sayfası

Ekim 2008
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031