Eklendigi tarih 17 Şubat 2009. Etiketler: David Backham, flamini, Milan, senderos
Beckham Milan’dan ayrılmak istemiyor. 2 yıl sonra avrupada futbol oynayınca futboldan daha fazla zevk aldığı çok belli. Özellikle daha zorlu maçlar oynayıp, daha zorlu goller attıktan sonra yaşadığı sevinçlerden daha da belli oluyor. Fotoğrafa bakınca Milan’da sevildiğini, özellikle de hayranlık duyulduğunu daha da fazla hissediyor anlaşılan… Senderos ve Flamini, Beckham’a moral vermek, göz kontağa kurmak için sıraya girişlerine bakın.
Senderos,Flamini: Abi gitmeden bi imza be…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 17 Şubat 2009. Etiketler: atalanta, bayer leverksuen, Bordeaux, borussia dortmund, Galatasaray, inter, mourinho, skibbe, UEFA Kupası
“Her yerde beni sevdiğinizi söylüyorsunuz. Beni sevmeyin, size para kazandıran kulübünüzü sevin. Bundan sonra her maçımız final. Antalya’da beklediğim mücadeleyi hiç ortaya koymadınız. Oynamadığı zaman suratını asanlar, şans bulduğunda hiçbir şey yapmıyor. Ben bugüne kadar medyaya sizi hiç suçlamadım, ama siz bana destek vermiyorsunuz. Kulübün UEFA’da hedefleri var. Her şeyi unutup, hiç olmazsa Bordeaux maçında kendinize yakışır bir şekilde onur mücadelesi verin.”
Bu sözler Skibbe’ye ait. Çok eleştiriyoruz ki bu da çok normal. Son yılların en mükemmel kadrosuna sahip ve aldığı yenilgiler yenilir yutulur gibi değil. Teknik direktörlük konusunda yeni olduğunu söylemeli. Tamam 32 yaşındayken Borussia Dortmund gibi önemli bir takımın başına getirildi. Ancak kariyerinin en başında olduğundan pek başarılı olamamış. Alman Ulusal Takımı’nda da Rudi Völler’in antrenörlük belgesi olmadığından kağıt üzerinde teknik direktör o gözüküyordu. Ancak “Alman Takımı’nın hocası Skibbe’dir” diyen oldu mu hiç o dönemde… Hayır. Buraya kadar her şey kötü.
Bayer Leverkusen döneminde takımı hep 7.’lik ve 5.’likte tutturmayı başarmış. Yani çok beğendiğimiz öve öve bitiremediğimiz Ertuğrul Sağlam ve Tolunay Kafkas kalibresinde bir teknik direktör Skibbe. Ama bunların Alman versiyonu. Bu yüzden de geçen yıl da UEFA Kupası’nda son sekize kalabilmeyi başardı. -Çok iyi hatırlıyoruz!- Yani bu adam yükselmekte olan bir teknik direktör. Henüz 42 yaşında oldukça genç bir yaş teknik direktörlük için. Yani beğenmeyip kovduğumuz Guus Hiddink ve Joachim Löw’ün Türkiye’ye adım attıkları yaşlarda. Yani bu yıl şampiyon olamasak da, UEFA’da Final oynayamasak da mutlaka takımda bir iki sene daha geçirmesi gerektiği inancındayım. Çünkü kendisinde çok büyük bir potansiyel var. Kadrosunu ve ligi de tanıdı. Bence bu artıları ileriki senelerde bu takımda daha başarılı olacağının göstergesi. En önemlisi de takımdaki oyuncular tarafından çokça seviliyor. Fakat söylediği gibi sevmek, sevilmek her zaman başarı getirmiyor. -Geçen sene de bu futbolcular Kalli’yi sevmiyorlardı… Ama çok zor geçen ligde çok başarılı bir sezon sonunda şampiyonluk kazanıldı. Bu yıl da kazanılabilir orası ayrı ihtimallerle dolu- Ne diyor Skibbe: “Beni sevmeyin. Kulübünüzü sevin. Sizi hiç yem olarak atmadım, ama siz oyununuzla desteğimin karşılığını vermediniz. Oynamayınca suratını asanlar -özellikle Ümit Karan, Nonda, Aydın- şans verdiğimde naptınız??… Çıkın ve Bordeaux maçında adam gibi oynayın beni de deli etmeyin” diye bitiriyor. Skibbe’nin takımın başında kalabilmesi için en önemli şansı. Bu fırsatı mutlaka iyi kullanmak zorunda. Skibbe’den sonra illa ki gelen teknik direktörle zorluk yaşayacak olan Lincoln futbol hayatının sonlarına doğru anlaşabildiği bir teknik adamla kariyerine devam etmek için adam gibi oynamalı. Nazlanmadan, sızlanmadan…
Böyle dürüst teknik direktörlere ihtiyacımız var. Yeni nesil de bu var. Aksa ak, karaysa kara… Bunun en güzel örneğini de Mourinho’dan duydum geçenlerde kaybedilen Atalanta maçı sonrası: İlk şampiyonluğunuzu şike sayesinde kazandınız. İkincisinde ise rakipleriniz yoktu. Bu sene şampiyon olup ne kadar iyi olduğunuzu ispatlamak zorundasınız…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 17 Şubat 2009. Etiketler: Anderson, arsenal, Carlos Vela, Ceyhun Gülselam, Diego, Dos Santos, emre belözoglu, FIFA, Halil Altıntop, Hamit Altıntop, İlhan Parlak, Kicker, Manchester United, Mesut Özil, Nuri Şahin, Porto, sporx, Tevfik Köse, werder bremen, yıldıray baştürk
Gündemimizi çok meşgul ediyor şu gurbetçi futbolcu meseleleri. Yine benim yetişebildiğim kadarıyla taa Erdal Keser’den başlayarak dışarda imal ettirdiğimiz yerli mallarına yaptığımız yurda dönüş çağrısı. Ama bu durum günümüzde ayyuka çıktı. Hakkaten abarttıkta abarttık. Bugün sporx spor haber portalı manşetine Kicker’ın haberini taşıdı. Haber’in haberciliğini yapmak da ayrı bir gazetecilik modası oldu. Neyse arada biz de yapıyoruz. Alışkanlık olmasın yeter ki… Alman Kicker dergisinin haberine göre Mesut Özil hala Türk Ulusal Takımı’nda oynayabilirmiş. Çünkü FIFA tüzüğünün 64. sayfasındaki 18. maddenin 1-a paragrafında, bir oyuncunun bir federasyon adına resmi bir müsabakada oynaması durumunda başka bir federasyonda oynayamayacağının yazılı olduğu, ancak Mesut’un Almanya adına Norveç’e karşı oynadığı karşılaşmanın bir hazırlık maçı olduğu ve bu kapsama girmediği belirtiliyormuş… Almanlar bu haberi muhtemelen hala Mesut’u kaybedebilecekleri ihtimalinin üzerlerinde yarattığı kaybetme korkusuyla yapmışlar. Kendileri açısından çok haklı bir durum. Böyle bir yeteneğe yıllardır Alman Ümit Takımı’nın formasını giydirdikten sonra gidip de Türkiye’nin formasını giymesini istemiyorlar. Ancak bu durum bizim ne kadar umrumuzda olmalı? Olmalı mı? “Aha elimize fırsat geçti deyip Mesut’u ikna edebiliriz” mi demeli? Ya da Mesut hiç olmamalı mı? Veya da Mesut’un “Dünya kupasında Alman Milli Takımı’nda yer almak istiyorum. Bunun için çok çalışacağım. Benim arkadaşlarımın çoğu Alman. Türk Ulusal Takımı’nda oynamayı hiç düşünmedim” çok normal karşılanacak açıklamalarını “Mesut’tan şok sözler” başlığıyla verip, çocuğu gencecik yaşta vatan haini olarak mı yansıtılmalı? Bence hiç biri. Hem de hiç biri… Mesut’un bu takımda oynayıp oynamaması şu anda zerre alakadar etmiyor beni. Çünkü bizde Manchester United’da oynayan Anderson’dan daha yetenekli Nuri Şahin var! En az Carlos Vela kadar golcülüğünden şüphe etmediğim Tevfik Köse var! Ama neredeler!? Tamam Tevfik’i eledim. Daha A Takıma almadık onu. Belli ki almayacağız da. Kayseri’de çürüyüp gidecek başka bir İlhan Parlak -F.Bahçe’deki hali- vakası olacak. Şu anda gurbetçi oyunculardan adam gibi her maçta oynayabilen bir tek Hamit bulunuyor kadromuzda. Halil tek-tük, Yıldıray’ı küstürdük, Ceyhun Gülselam’a ümit verdik, geri gönderdik. Mesut’tan daha çok iş yapacağına inandığım Nuri’yi ise Emre Belözoğlu’na tercih ediyoruz, “Hala!”. Mesut, Bremen’de Diego’nun -Brezilya Ulusal Takımı’nın 10 numarası- formasını alırken, Emre Belözoğlu’na tercih edileceği bir takımı neden seçsin ki?? Bizim önce Nuri’ye sahip çıkmamız gerek. Sonra emin olun daha çok mesut olacağız…
2005 yılında yapılan Dünya U-17 Şampiyonası kadrosunda bulunan Nuri bronz top ödülüne layık görülmüştü. Brezilya’lı Anderson (Porto-Man Utd.) turnuvanın en değerli oyuncusu seçilerek Altın Top’u kazanırken Meksika’lı Dos Santos (Barcelona-Tottenham) Gümüş Top’u evine götürdü. Yani Nuri turnuvanın ilk üçündeydi. Gol krallığı ise çekişmeli geçti, Altın ayakkabı 5 gol ile gol kralı olan Meksikalı Vela‘ya (Arsenal), gümüş ayakkabı 4 gol ile Nuri Şahin’e, Bronz ayakkabı ise yine 4 golle Tevkik Köse’ye verildi.. Yani anlatabiliyor muyum derdimi?
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 17 Şubat 2009. Etiketler: 90. Dakika, Acun, Alp Özgen, aurelio, Bağış Erten, Banu Yelkovan, Barcelona, Clarence Seedorf, CNNTurk, ERman Toroğlu, Fatih Terim, Feridun Düzağaç, Hakan Şükür, İbrahim Altınsay, Iker Casillas, İlker Yasin, Kanu, Kluivert, M.F.Ö., Nwankwo Kanu, Patrick Kluivert, Seedorf, Simon & Garfunkel, Vedat Özdemiroğlu
Televizyonların futbol programları işgali altında olduğu bir dönemde futbol programı olmayan bir futbol programı vardı CNNTurk’te .. Ortaokuldan beri izlediğim 90. Dakika programı bu yüzden ikinci plana düştü. Uzun bir süredir her pazartesi oturup izliyordum CNNTurk’ü. Zaman zaman ıskalıyordum topu ama bunun tekrarı vardı. Gece tekrarlarını yakalıyordum. Zaman zaman top ayağıma oturduğumda attığım golün tekrarını da izliyordum. Çift dikişi severim bilen bilir. Fakat ne hikmetse 3 hafta önce bir anda bitiverdi. Programı kaparken de Bağış Erten çok şık bir hareket yaparak “Bu programa şapka çıkarıyorum” diyerek çıkardı yıllardır programlarda çıkarmadığı şapkasını… Banu’suz France Football’u takip ederken yelkovanımız şaşkıın gezinecek sayfalarda. Prpgram neden kapandı sorusunun cevabını ararken “Kanalın tasarrufu” dedi Alp Özgen 4,5 yıllık Futbol Ekstra’nın son programında. Biz de yedik… Bekledim bakalım yerine nasıl bir program getirecekler diye. Başlayan program İlker Yasin’le “3. Devre” idi. Bu muydu yani? Bunun için miydi? Çok de seviniyordum İlker Yasin’i televizyonlarda az görüyorum diye. Ama bir de baktım ki ekranda o. İlk konukları ise Erman Toroğlu ve Fatih Terim’di. Çok özlemiştik ikisini de… Özellikle pazar gecesi ERman hocayla yattıktan sonra pazartesi gecesi onu çok özlemiştik.
Bu mudur yani.. Futbolun güzelleşmesi, gelişmesi için bu oyunu yorumlayanların da yenilenmesi gerekirsen biz döndük kürkçü dükkanına. Bugünkü konukları da Acun ve Hakan Şükür’dü. Yahu bıktım zaten Acun her gün evimde. Varlığımla yokluğumlu sorgulayıp duruyor. Halbuki “varlığım da yokluğum da yetmiyooor…” Ve zaten her attığımız golde de Hakan Şükür’üz.. Bu yüzlerini her gün görebileceğimiz, futbol hakkındaki düşüncelerini her zaman bilebildiğimiz adamları tekrar programda yine neden görmek isteyelim ki? Programın başlarında İlker Yasin Fenerbahçe’yi tartışırken Acun’a gidip Aurelio ve Tuncay’ın eksikliğini sordu. Yahu bunun cevabını artık kim merak ediyor? Aylardır aynı soru, aynı cevaplar zaten piyasada çoktan seçmeli olarak soruluyor. Hem atı alan “adalara” geçmiş, lig bitiyor, Marco haftasonu 90 dakika sahada kalıp Barcelona’yı son anda elinden kaçırıyor sen hala tüh gitmeseydi soruları soruyorsun… Neden ki? Bana ne katıyor ki, gidenin ardından ağlamak. Kime ne katıyor ki hala Aurelio’yu sorguluyoruz.
Halbu ki Futbol’un ekstraları var hep. Yazı, çizgi, sanat yönü var. Ben bu ekstralara ulaşıyordum bu güzelim programda. Vedat Özdemiroğlu’nun ne kadar da futbol delisi bir adam olduğunu öğreniyordum. Dilin kemiğinin olmadığını futbol sayesinde bir daha görüp Bağış’la her takımı desteklerken, Alp’le tango izleyip, Banu’yla fransa’dan şarap siparişi veriyorduk… Arada bir İbrahim Altınsay geliyordu, Beşiktaş’a, İngiliz futboluna bakış açılarımıza yeni şeyler katıyorduk. Feridun Düzağaç’ın kurduğu ilk 11’i ezberden sayamasam da Simon & Garfunkel ile M.F.Ö.’yü birbirleriyla olan muhteşem uyumu sebebiyle yanyana oynatmasını hiç unutmam. Program bitmeden her hafta yaptığı yarışmalara da bir çok kez katıldım ve payıma düşeni de aldım. Adidas spor kitimin çalınmayan kısmı hala mevcut ve aktif bir biçimde kullanımda. Soru da ezberimde: Şampiyonlar ligi kupasını kaldıran en genç oyuncu kimdir? Şıklar: Iker Casillas,Nwankwo Kanu,Patrick Kluivert, Clarence Seedorf. Cevabı ise mailimde yollarken aynen şöyle yollamışım.
Kanu, Kluivert, Seedorf hepsi 1976 doğumlu 94-95 sezonunda hepsi 19 yaşındayken kupayı kaldırmış Ajax. ama Seedorf nisan , Kluivert temmuz , Kanu da ağustos doğumlu olduğu için en gençleri Kanu imiş o zaman. Casillas da 19 yaşındayken kaldırmış kupayı ama 20 nisan doğumlu olduğu için bu şansı kaybediyor. Yani doğru cevap Nwankwo Kanu idi… Sırf kattığı bu bilgi için bile Futbol Ekstra’nın benim gönlümde çok farklı bir yeri var. Olmaya da devam edecek.. Futbolun gülen yüzü idi onlar. Bir programda kavga gürültü gerilim olduğunu hatırlamıyorum. Hep güldüler hep de güldürdüler. Gülmeden bitirdikleri bir program yoktu… Şimdi kim verecek yılın futbol oscarlarını hiç kayırma yapmadan gönlünden nası geçiyorsa ve tabi ki hakkını vererek? Bu ekibin bir arada farklı bir şeyler yapacağının inancındayım ve bekliyorum…
Kategorisi Genel