Hayatımda oynadığım en kötü halı saha maçıydı. Mükemmel derecede! oyundan düştüğüm ayrıca da takım olarak oyundan koptuğumuz rezalet bir maçtı. Rakip takım bizden daha da kötüydü buna karşın kazandılar. Ve gerçekten hak edilmiş bir galibiyet aldılar diyemiyorum. Dilim varmıyor. Çünkü rakip olarak karşılarında yenebilecekleri bir rakip yoktu…
Maça fena başlamadık. Ancak devamını getiremedik. Kalecimiz özellikle bizi maçın başında ayakta tutan önemli bir parçamızdı. Çizgiden çıkardığım top belki skor 2-1 iken maçı kazanmamız için bir işaret olur diye ümitlendik. Zira olabilecekti de… Skor 4-2 iken kaçırdığımız golün ardınan rakibin 5. gölünü atması bizi bozdu. Her şeye karşın bu maçı kaybedecek olsak da maça ortak olabilme ümitlerimiz o golle artabilirdi.
Diri bir Pikachu, gününde bir Pikachu bizim orta sahayı toparlar…
Küçük ve hızlı yapısıyla rakip takımı yıldırıp bizim takıma da nefis bir elektrik verebilir…
Takım olarak birbirimizi tam anlamda tanımıyor olmamız en büyük etkendi. Çok da birbirini tanımayan oyuncular değildik. Ama takımı topla ileri taşıması beklenen takımdaşımız ne yazık ki gereksiz yere top kayıpları ve pas hataları yaparak topu sürekli rakibe hediye etti. Aldığı bir çok topu ezdi. Pastan yoksun bir futbol sergiledi. Pas atılması gereken yerde atılmıyorsa -mesela rakibi 3’e 2 yakalamışken- attığın başka pasların hiç anlamı yoktur. Rakibi 3’e 2 yakalamışken pas vermek yerine şut atmayı tercih ediyorsan da atacağın şutu gole çevirmek zorundasın. Çünkü gol atmak için, topa sahip oyuncuya 2 kişi uzun koşularla destek veriyorsa onların takım gol atması için verdiği emeğe saygı duyup onların bu koşularını emeğini çöpe atmış olursun. O zaman takım oyunundan ve “kısa pasla oynayalım” zırvalarından bahsetmeye hakkın yoktur.
Halı sahada top oynamak hakikaten kolay! ama bir o kadar da zor. Zor olan kısmı taktik diziliş. Hepimiz Klinsmann’a göre “seksten bile daha çok haz veren” şeyi yapmak, gol atmak istiyoruz. Bu yüzden taktiğimizi nedense! Barselona tarzı 3 forvetle gole dönük! kuruyoruz. Sağ önde, orta önde, sol önde biri ve arkalarında da biri… Bu dizilişle orta sahada bırakılan kocaman boşlukta topla dripling yapmayı beceremeyen insanlar bile topu ileri atıp arkasından koşabilirler. Orta sahanın ortasında 2 kişi ile baskı yapıp, ileride tek adam bırakmak ve gerekiyorsa savunma kanatlarının gizli koşularıyla çizgiye inip orta yapmak daha verimli bir oyun ortaya çıkaracaktır. Fakat 2 maçtır biz inatla 3 ön, 3 arka oyuncuyla oynamakta diretiyoruz…
Ben dahil tüm takım pozisyon bilincinden yoksun bir oyun sergiledi. Bunda takım içi pas organizasyonunun oldukça zayıf olması çok etkiliydi. Ben defansın ortasından oyun kurup gizlice çıkıp atağa destek veren bir adamım. Aynı Koeman, Rijkaard, Helguera ve Pique gibi… Fakat bu sefer pas yapabileceğim kimse yoktu etrafta. Herkes topu ayağına bekledi. Araya kaçışlar, rakibi peşine takıp takımdaşına alan açan koşuşlar yapmazsan hiç birimiz gol atabilmek için pozisyon bulamayız. Bugün bunu yapamadık. Pasla ileriye çıkıp pas almaya ve gol bulmaya çıkma çabalarımda da pas alamayınca boşa yorulmuş olduk. Yani buradan çıkan sonuç; bilinçsiz oyuncu kendi kendini yorar, pas iletişimi zayıf-bencil takım da oyuncuyu yorar… Gol olarak sonuca varılamayınca oluşan komple yorgunluk tatsız, ruhsuz, hevessiz, isteksiz bir maç çıkardı ortaya…
Farkı yedik, hakettik, eksiktik, pas yapamadık, pozisyon bilinçsizliğinde gole boğulduk. Maçın yıldızları yenik takımın oyuncuları Hayri ve Yalın’dır (kalecimiz) benim için. Terlerine sağlık…