Anarşist duruşuyla futbol dünyasının Robin Hood’u olarak adlandırılan Alman Futbol Kulübü FC St. Pauli, bugünlerde endüstriyel futbolun kurallarına boyun eğmenin eşiğinde sallanıyor. 1910 yılında kurulan kulübün, bugüne uzanan zorlu yolculuğuna kısaca göz gezdirelim.
Volkan Ağır – (Bilgi Üniversitesi Genç Haber Ajansı Dergisi eksiyirmidört’te yayımlanmıştır)
“Sankt Pauli artık sosyal bir ütopya olmayı kaldıramayacak.” Kulübün teknik direktörü Holger Stanislawski Alman 1. Ligi Bundesliga’ya yükseldikleri günlerde yaptığı bu açıklamayla, istemeyerek de olsa kulübün endüstriyel futbola boyun eğmesi gerektiğini dile getirdi. Bunun bir boyun eğme olmasının nedeni ise açık: Amatör ruhun son kalelerinden St. Pauli futbol kulübü hem kurulduğu yerin tarihinin getirdikleri hem de taraftarlarının kattıkları duruşla anarşist, anti-ırkçı, anti-faşist ve anti-kapitalist bir kültüre sahip.
Sülaleden anaşistler
Almanya’nın liman keti Hamburg’un bir kasabası olan Sankt Pauli 1600’lü yıllarda veba gibi bulaşıcı hastalıklara yakalananları kentten uzak tutmak için kurulur. Bunu izleyen süreçte de, Hamburg’un bir liman kenti olması nedeniyle aylarca kadın eli değmemiş denizcilerle, bel soğukluğu, frengi gibi zührevi hastalıklara yakalanmış fahişelerin buluşma noktası olur. 19. yüzyılın ortalarına kadar da bu kasabaya hiç bir hizmet götürülmediği gibi, orada yaşayanların da işyeri açmasına izin verilmez. Seks endüstrisiyle çarkını döndürmeye meecbur kalan bu kasaba, geri bırakılmışlığın ve itilmişliğin de eklemlenmesiyle, dört yüz yıl içinde “Avrupa’nın en anarşist” yerleşim merkezine dönüşür. Kitle toplumunun dışına itilmişlerin köklerini attığı insanların takımı olmuştur Sankt Pauli.
Kurukafa efsanesi
Takımın anarşist duruşunun en önemli simgesi ve kanıtı siyah üstüne yerleştirilmiş, üzerinde kurukafa sembolü yer alan bayrağıdır. Kuşkusuz, siyah bayrak ve korsanlar arasında yadsınamaz bir ilişki de vardır. Avrupa’nın en büyük korsan şehirlerinden olan Hamburg’daki (liman) işçilerinin, evsizlerin ve diptekilerin yarı anarko yarı punk futbol takımı olan FC St Pauli’nin simsiyah bayrak üserinde kurukafa logosu olan kulüp amblemi bir tesadüf olamazdı. Kurukafanın anlamını, otuz yıldır ateşli bir St. Pauli taraftarı olan Klaus Oberender şöyle anlatıyor: “Kurukafa, korsan Klaus Störtebeker’i sembolize eder. Störtebeker zenginleri soyup fakirlere dağıtan, Hamburg’un Robin Hood’uydu. Bir defasında onu elinde korsan bayrağıyla liman bölgesinde görmüşler. Sonrası efsane…”
Oberender’in de dediği gibi sonrasında yaşananlar gerçekten efsane niteliğinde. 1910 yılında kurulan kulüp tarihinin büyük bir kısmını alt liglerde geçirmesine karşın maçlarını ortalama yirmi bin kişiye oynadılar. Çünkü taraftarların derdi aynı barda bira içip sohbet ettikleri arkadaşlarına sahada destek vermekti. Dünyanın diğer ucundaki ülkelerde zor durumda yaşayan insanlar için sürekli yardım maçları yaparak Robin Hood’luğa devam ettiler. Ayrımcılığın her türlüsüne, faşizme, milliyetçiliğe karşı olan kulüp, Corny Litmann gibi bir ismin, tiyatro yöneticiliğini bırakıp heteroseksist futbol ortamında eşcinselliğini gizlemeden sekiz yıl boyunca başkanlık yapabildiği bir yerdir.
Cehennemin Çanları kimin için çalacak?
Sankt Pauli, oyunu ve taraftarlığı metalaştırmaya karşı duruşunu devam ettirmek istese de, üst liglerde mücadele etme arzusu onu kurallara göre oynamaya zorluyor. Yaşlı bir liman işçisi olan Oberender de, Stanislawski’nin işaret ettiği gibi amatör kümede ömür tüketmemek için zamana uymak gerektiğini söylüyor. Kahverengi beyazlı takım 2002‘de başlayan büyük ekonomik krizde, o dönem yeni seçilen başkanlarının bastırdığı ve üzerinde “Retter”, yani kurtarıcı yazan tişörtlerin yüz kırk bin tane satılmasıyla bir süreliğine de olsa ayakta kalabilmişti. Fakat artık takımın ürün satışlarından elde edilecek gelirlerin %90’ı 2034’e kadar eski başkanlarının sahibi olduğu Upsolut adlı şirkete ait. Bugün 44,95 avroya satılan kısa kollu iç saha formasından St. Pauli‘ye kalan meblağ 4 avro 49 sent. Yapılan bu anlaşmanın kulübü ekonomik açıdan ayakta tutamayacağını gören yöneticiler bu sefer de stadlarının isimlerini marka yapıp ürün satışına başladılar. Bu modernleşme hamlelerinden memnun olmayan taraftarlarsa tepki olarak ve içlerine işleyen muhalifliğin de ışığında, kentin diğer işçi takımlarından Altona 93’ü desteklemeye başladı.
Bu yapılanların altında bu kültürü üst liglerde görünür kılıp bir farklılık yaratmak ve bu farklılığı diğerlerine de bulaştırarak bir değişime yol açmak fikri olduğunu düşünmek çok fazla pembe çerceveli bir anarşizm olarak nitelenebilir. Fakat bunu ancak Sankt Pauli’nin borçlarından tamamen kurtulduktan sonra da bu kapitalist yaklaşıma devam edip etmeyeceklerini gözlemleyerek anlayabileceğiz. Kim bilir belki de Stanislawski’nin gerçekleşmesinin zor olduğunu söylediği sosyal ütopyayı, bu yöntemle elde ettikleri gelirleri Störtebeker’in yaptığı gibi dünyanın bir ucundaki zor durumda olan insanlar için kullanıp var etmeye devam ederler. Belki de içine düşecekleri endüstriyel futbol cehenneminin çanları onlar için çalacak her maçtan önce*.
*Sankt Pauli’nin kendi sahasında oynanacağı maçlardan önce AC-DC’den Hells Bells (Cehennemin Çanları) adlı şarkı çalınır.