İngilizler yenilse de mutluydu. Onlara göre final yolu açıktı. Turnuvada mümkün olduğunca uzun süre kalıp Rusya’daki tüm votkaları içmeye kafayı takmışlardı. Japonya, Kolombiya’ya duacıydı. Senegal’e yazık oldu. Acaba Arjantin sevdalısı iki Venezuelalı biletlerini satabildi mi?
Yine, bir gecikme macerasıyla karşınızdayım. Bu sefer trafikten dolayı taksi bulamama sorunu yaşadım. Bulduklarım ise ucuz değildi. Normalde 200-250 ruble arasına gidilen mesafe için taksilere çok rağbet olduğundan 350 rubleden aşağısına gitmiyordu taksiler. Aplikasyon böyle diyordu. Otobüse atladım hemen. O da yanlış otobüstü. Tahmin ediyordum böyle olacağını ana yoldan uzaklaşır uzaklaşmaz indim geri yürüdüm. Eh belli bir mesafe kat ettiğim için taksi biraz daha ucuza gelir sanıyordum ama olmadı. Yapacak bir şey yok. Maçın ikinci yarısını izleyeyim bari alanda diyerek atladım taksiye. Telefondan açtım maçı izlemeye başladım. Şoför Türkiye’den geldiğimi öğrendikten sonra birkaç kere İngilizce olarak, “Tanıştığıma memnun oldum” dedi. İnerken 350 rublelik yola “Bozuk yok abi, hakkını helal et” ayağı çekerek bin ruble üstü olarak 500 ruble verdi. Rusya’da bile aynı muameleye denk gelmek can sıkıcıydı. Yol kenarındaki bankayı gördüm ve bozuk para çektim. Çantamın diplerindeki rubleleri toplayınca tam hesabı, 357 ruble’yi verdim camdan ve gittim yoluma. Ben kendisiyle tanıştığıma hiç memnun olmamıştım.
ARJANTİN’İN YOLU BİZİM YOLUMUZDUR
Sonra taraftar alanına giden uzun bir yolu yürümek zorunda kalarak maçın ilk dakikalarına telefonumdan göz atmaya devam ederken yanımda iki sırt çantalı gördüm. Önlerinde, biletlerini sattıklarını okudum. Sattıkları biletler, Hırvatistan-Danimarka maçıyla İspanya-Rusya ile Hırvatistan-Danimarka maçının galibi maç biletleriydi. Neden bu maçlara bilet aldıklarını sordum. Venezuelalılardı ama Arjantin’in grup maçlarına bilet bulamadıkları için grup maçı sonrası, grubu nasıl bitireceğine bakmadan, D1 ve D2 takımlarının final yolundaki son 16 ve son 8 maçlarına bilet almışlardı. Yani Fransa-Arjantin maçlarına biletleri de vardı. Aynı fiyata satmaya niyetliydiler. Paralarını çıkarmak onlar için kâfiydi.
Maçları izlemek için taraftar alanına girdiğimde güneşin yakıcılığından herkes bulduğu ilk gölge alana oturmuş ana ekrandan Kolombiya – Senegal maçını seyrediyordu. Aynı Almanya maçında olduğu gibi, Japonya – Polonya maçı arkadaki kuytu köşedeki ekrandaydı. Bu sefer büyük ekran küçük ekran farkının taraftar yoğunluğuna göre belirlendiğine kesin kanaat getirmiştim.
Kolombiyalılar gerginliklerini coşkulu tezahüratlarına yansıtıyordu ilk yarı boyunca. Fakat skorun gelmemesi üstüne bir de James Rodriguez’in sakatlanması işleri yokuşa sürüyordu. Şansları zora giriyordu. Taraftar alanında konuştuklarım Quientero’dan ve Falcao’dan bir şeyler bekliyorlardı takımı sırtlamaları adına. ‘El Tigre Falcao’ tezahüratı da bu yüzden dillerinden düşmüyordu. Biraz da Japonya maçına bakmak için arka ekrana geçtim.
TÜM JAPONYA BİR GÜNLÜĞÜNE KOLOMBİYALI OLDU
Dün Almanya formalıların doldurduğu alanı Japonya formalılar doldurmuştu şimdi de. Hasebe’ler, Kagawa’lar, Honda’lar formaların sırtlarındaydı. Bir kenarda muhtemelen bir baba çocuklarını önüne dizmiş tribün yapıyordu: “Nippon, Nippon!” Japonca’da Japonya, Nippon demek. Ya da Japonca’da Nippon Japonya demek. Hepsinin kafasında Japonya bayrağı temsili bir adet bant bağlanmıştı tabii. Polonya’nın öne geçmiş olması Japonya için kötü haberdi. Gerginlerdi maç sırasında. Arka taraftan “Gol” sesini duyar duymaz Japonları kaderlerine terk ettim. Şimdi böyle deyince kendimi kötü hissettim ama Kolombiya’nın golünü ve birkaç mutlu Kolombiyalı görmek istiyordum. Yerry Mina, stoper’den çıkarak golünü atmıştı maçın bitimine 15 dakika kala. Kolombiyalıların gerginliğini almıştı bu gol. Ama Japonya’yı ateşe atmışlardı. Senegal’in bir gol atması gol averajıyla Japonya’yı evine yollayacaktı. Ne Senegal’den gol geldi ne de Japonya’dan. Maçlar 1-0 tamamlandı ve dün Meksikalıların Güney Kore’ye yaptıklarını Japonlar bugün Kolombiya’ya yapıyordu. Gördüğüm her Japon, karşılaştığı Kolombiyalı’ya teşekkürlerini iletmek için “Vamos Colombia”, “Haydi Kolombiya” diyerek geçiyordu önlerinden. Klasik Japon selamını da veriyorlardı önlerinde eğilerek. Olan Senegal’e oldu. Elenmeleriyle birlikte Dünya Kupası’nda Afrika takımı kalmadı! Eski kıtanın futbol ülkelerinin şapkalarını önlerine koyup iyice düşünmesi gerekecek bu kupadan sonra.
BİZİM EKİP BENİ YOLUMDAN ETTİ
Akşam mesaisini aslında başka bir yerde, COPA 90 evinde yapmaya niyetliydim, fakat tam çıkışa doğru yürürken ‘benim ekibi’ gördüm. Tam takım oradalardı. İsimlerini bildiğimi söylersem yalan olur ama İspanya – Fas maçı gecesi Arbat’ta tanıştığım, ertesi gün taraftar alanında karşılaştığım İngiliz çocuklar, İngiltere maçı öncesi alanda son yemeklerini yiyordu. İçkiler son içkileri değildi. Maçı en önde izlemek için sözleştik. Daha ucuz ve daha doyurucu bir akşam yemeği için git gel mesafesi 50 dakikayı bulan dönerciye kadar yürüdüm.
Dönerken yolda Uruguaylılarla karşılaştım. Penarol formalı arkadaş, kendi takımının dünyanın en iyisi olduğunu iddia ediyordu. Tüm Güney Amerikalılar böyle derdi. Bir zamanlar kazanılan başarılarla bugün yaşamaya devam etmeyi tanımlayacak tek bir kelime olmalı sanırım. Daha sonra Portekiz karşısındaki şanslarını sorduğumda “Zor ama onlarda sadece Ronaldo var. Bizde Suarez, Cavani, Muslera, Godin, Gimenez….” Aynısını bir Portekizli de, Ronaldo’nun yanına Quaresma, Andre Silva, Moutinho, Pepe, Manuel Fernandes ekleyerek yapabilirdi. Şahsen Tabarez’in iyi bir savunma takımı oluşturmasından yola çıkarak Uruguay’ın avantajlı olduğu kanısındayım.
TARAFTARA GÖRE İNGİLTERE’NİN YOLU AÇIK
Tekrar içeri girdiğimde bizim İngilizleri buldum. Tek birinin ismini biliyordum: Ollie George. Fakat onlar beni görünce artık tanıştığımız için aralarına hemen karıştım. Maçtan çok onları izlediğimi söylemem lazım. Çünkü maç bir yandan kimsenin kazanmak istemediği, bu yüzden de teknik direktörlerin sahaya sürdüğü toplam 22 kişinin sadece 4’ünün ilk 11 oyuncusu olduğu oyunculardan oluşuyordu. Kazanan, Japonya ile eşleşecekti. Kaybeden Kolombiya ile. İngilizler, kaybetmek istiyordu. Kaybederlerse Kolombiya ile eşleşeceklerdi ancak, İsveç-İsviçre, Hırvatistan-Danimarka, İspanya-Rusya yoluna düşeceklerdi. Kolombiya’yı geçerlerse, İsveç-İsviçre galibiyle son 8 oynayacaklardı. Eh orayı da geçerlerse son 4 demekti bu. Oradan sonrası ne olursa olsun İngiltere için keyif demekti. İngiltere en son 1990’da son 4 oynamıştı Dünya Kupası’nda. Profili en düşük takımlarıyla buraya gelebilmeleri onlar için başarıydı.
MERHABA İNGİLTERE, GÖRÜŞÜRÜZ ALMANYA!
İngiliz taraftarlar maç boyunca susmadılar. Ellerinde ve dillerinde ne kadar İngiltere tezahüratı varsa söylediler. Bir mekana girdiğinizde çalan müzikler bellidir ya hani ve gece boyu en az 2-3 kez duyarsınız hepsini. Aynı böyle bir durumdu bu da. Bir ara, “Sizin durma tuşunuz yok mu?” dedim, “Olmasının ne anlamı var ki?” dediler. Dünya Kupası’nda aralarında bulunduğum en coşkulu ve hiç susmadan maç izleyen ekipleydim. Sayelerinde tezahürat kültürüme bir şeyler ekleyebildim. Arada da ellerindeki tüm biraları üstüme yedim. Biri sağ omzumdan diğeri tüm kafamdan aşağı döküldü. İngiltere gol yedikten sonra daha da coştular. Gala’nın Freed from Desire, şarkısına da söz yazmışlardı. İngilizler kafayı Almanya’ya da takmıştı tabii: “İngiltere merhaba merhaba, Almanya görüşürüz” tezahüratı türemişti hemen Almanlar için. En hoş olanı ise Ruslara seslenerek, “Tüm Votkanızı içmeye geldik” tezahüratlarıydı. Sayısız tezahürata karşın maç sonunu neden “Yaya Toure” ve “Kolo Toure” tezahüratlarıyla bitirdiklerine anlam veremedim. Ama o kadar alkolden sonra anlam verilecek bir şey de yoktu sanırım.
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/29/rusya-tum-votkanizi-icmeye-geldik