Archive | 1-Futbol

Kaybederken de eğlenmek

İspanya’nın küçük bir kenti olan Margatania’nın minik takımı ligde hiç maç kazanamadı. Takımın hikayesinden kısa bir video yapıldı. Bu video futbol dünyasına hakim olan “her ne pahasına olursa olsun kazanma” anlayışına küçük bir başkaldırı hikayesi.

Geçtiğimiz yıl Barselona’nın güneyinde, bir saat uzaklıktaki küçük bir yerleşim olan Margatania’nın futbol takımı minikler liginde bütün yıl oynadı ama hiç kazanamadı. 271 gol yediler, ama futbol oynamayı çok sevdiler.

Pol şöyle diyor örneğin: “Gol atmamamız önemli değil çünkü eğleniyoruz”…

Margatania F.C. 7 yaş altı minikler takımının bu eğlenceli hikayesi dokuz dakikalık bir kısa filmle anlatıldı. Yönetmeni bunun bir kısa film olmadığını yalnıza çocukların aileleriyle ve yakın dostlarla paylaşmak için hazırlandığını söylüyor. Ama filmi yüz binlerce kişi izledi ve pek çok ödül aldı bile.

Kazandıkları için değil futbol oynandıkları için mutlu olan bir takım Margatania FC. Kuzeydeki Barcelonalı abileri gibi futbol oynamayı seviyorlar, dünyanın her yerinde hakim olan “her ne pahasına olursa olsun kazanma” anlayışına küçük bir başkaldırı onlarınki… (BK/HK)

Çev: Bülent Kale
kaynak: Bianet

—————————————

Yorum: Hiç gol atmadan futboldan zevk almanın, eğlenmenin, kız erkek karışık futbol oynayabilmenin, oyunun saflığının zirve yaptığı bir dönemdir çocukluk. 271 gol yemiş olmaya karşın hiç gol atamamış bir takımda ilk golü atıp o takımın ilk golü atanı olmak heyecanını yaşamak isteyen miniklerin dönemi. Altyapı sisteminin kazanmaya değil eğlenmeye yönelik olmasının gerektiğinin en güzel örneği. Futboldan zevk alan küçük çocuklar, daha sonra rakibe saygı gösteren ve mağlup duruma düştüğünde de, rakibine çift dalan değil oyundan zevk almaya bakan yetişkin futbolcular olurlar. Bundan sonra Margatania’lıyız…

 

Kategorisi 1-Futbol, 6-EfektifpasTV0 Yorum

Vuvuzela sesi için son uyarı

Yarın başlayacak Afrika Uluslar Kupası’nda Spor Toto Süper Lig’de forma giyen 12 futbolcu yer alıyor. Kupanın ev sahipleri Gabon ve Ekvator Ginesi. (HaberVesaire/20.01.2012)

Kıtasal kupalar arasında gözümüzü her zaman Avrupa Futbol Şampiyonası’na dikeriz. Bunda hem orada yarışabileceğimiz ihtimali hem de coğrafya olarak kendimize yakın hissetmemiz etken olabilir. Ancak eski kıtanın yeni kupası bu yıl da güzellikler vaad ediyor.

İlki 1957 yılında Sudan’da düzenlenen kupanın bu yılki ev sahipleri 17 Ağustos 1960’da Fransa’ya karşı bağımsızlığını ilan eden Gabon ve 12 Ekim 1968’de İspanya’ya karşı bağımsızlığını ilan eden Ekvator Ginesi. Kıtasının batı sahilindeki bu iki ülkeden Ekvator Ginesi’nin bu turnuvaya daha önce katılmışlığı yok. Gabon ise daha önce altı kez turnuvaya katıldı. 16 takımla oynanan şampiyonanın diğer katılımcıları ise, Mali, Gine, Zambiya, Fas, Senegal, Burkina Faso, Nijer, Fildişi Sahili, Gana, Angola, Botswana, Tunus, Libya ve Sudan.

Büyük turnuvalara özgü “süprizlere gebe olma” durumu ilk sinyallerini Güney Afrika, Mısır, Cezayir, Kamerun ve Nijerya’nın elemeleri geçememesiyle verdi. Son üç kupanın sahibi, yedi kez şampiyonluk kazanan Mısır’ın ülkede yaşanan siyasi çalkantının da etkisiyle turnuvaya gelememesi uzun süre sonra yeni bir şampiyonun çıkacağını garantiliyor.

Kupanın favorileri

Afrika’nın büyükleri olarak diyebileceğimiz bu beş takımın yokluğunda öne dört takım çıkıyor: Kolo, Yaya Toure, Didier Drogba ve Zokora’lı altın jenerasyonuyla iki kez Dünya Kupası’na katılan Fildişi Sahili. 2009’da 20 Yaş Altı Dünya Şampiyonu unvanlı oyunculardan oluşan kadrosuyla Gana. Mamadou Niang, Moussa Sow ve Demba Ba’lı forvet hattıyla Senegal. Ve Eric Gerets önderliğinde eski günlerine dönmeyi uman Fas.

Mali, Gine, Tunus ve Zambiya da Avrupa’nın önemli kulüplerinde mücadele eden yıldızlarıyla isimleriyle süpriz yapması muhtemel ekiplerden.

Turnuvaya bu yıl ilk kez katılan takımlar da futbolseverler için ayrı bir cazibe nedeni. Ev sahibi Ekvator Ginesi, Nijer ve Botswana’nın bulundukları gruplar itibariyle sonraki turlara devam etme şansları yüksek görünmese de, “sıfır kilometre” yıldızları keşfetme şansı verebilir.

Genç yıldızlar

Kıtasal turnuvaların her zaman kendi yıldızlarını yarattığını da unutmamak lazım. Brezilyalı Pele (1958 Dünya Kupası), İngiltereli Michael Owen (1998 Dünya Kupası) ve bir önceki Afrika Uluslar Kupası’nın son gol kralı Mısırlı Mohamed Gedo gibi örnekler verilebilir. Bu turnuvada ise otoritelerin patlama yapması muhtemel adayları arasında Fildişi Sahili’nden Vitesse Arnhem’in forvet oyuncusu Bony Wilfried, Gana’dan Udinese’nin orta saha oyuncusu Emmanuel Agyemang Badu, Fas’ın Queens Park Rangers’ta oynayan forvet arkası yıldızı Adel Taarabt var.

Yıllardır tribünlerinde barındırdığı müzikli ve danslı renkli görüntüleri ve süpriz sonuçlarıyla futbolu yakından takip edenlerin büyük eğlence kaynağı olan turnuvayı henüz izlemediyseniz bu yıl kaçırmayın. Muhtemel vuvuzela sesleri içinse bayiinizden kulak tıkacınızı istemeyi unutmayın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Afrika Kupası’nda Türkiye

Spor Toto Süper Lig’de forma giyen ve şampiyonada yer alacak futbolcular

Jacques Faty (Sivasspor): Senegal
Issiar Dia (Fenerbahçe): Senegal
Diomansy Kamara (Eskişehirspor): Senegal
Emmanuel Eboue (Galatasaray): Fildişi Sahilleri
Jean Jacques Gosso (Orduspor): Fildişi Sahilleri
Didier Zokora (Trabzonspor): Fildişi Sahilleri
Aristide Bance (Samsunspor): B.Faso Michael Basser (Bursaspor): Fas
Nordin Amrabat (Kayserispor): Fas Wissem Ben Yahia (M.İdmanyurdu): Tunus
Hocine Ragued (Karabükspor): Tunus
Kamil Zayatte (İstanbul BB): Gine

A Grubu: Ekvator Ginesi, Libya, Senegal, Zambiya
B Grubu: Fildişi Sahili, Sudan, Burkina Faso, Angola
C Grubu: Gabon, Nijer, Fas, Tunus
D Grubu: Gana, Botswana, Mali, Gine

Kategorisi 1-Futbol, Afrika Uluslar Kupası, Dünyadan Futbol, Gabon & Ekvator Ginesi - 2012, Manşet0 Yorum

Yeni ‘Güneş’: Tolga Zengin

Fatih Terim ona “Dasaev” diye sesleniyor; o ise, Şampiyonlar Ligi’nde kariyerinin en parlak günlerini yaşarken “Şenol Güneş olmayı” hayal ediyor. (HaberVesaire – 26.11.2011)

Şampiyonlar Ligi’nde beklenenin üzerinde başarı elde Trabzonspor, bir sonraki tura çıkma şansını koruyor. Çarşamba akşamı Avni Aker’de “maçın adamı” Arjantinli orta saha oyuncusu Gustavo Colman seçilse de, İnter’le yapılan iki karşılaşmada da kaleciTolga Zengin’in performansı da göz ardı edilemez.

Futbola Trabzon’un en eski kulüplerinden Trabzon İdmanocağı’nda başlayan Zengin, 10 Ekim 1983, Artvin, Hopa doğumlu. Kaleci olmasaydı öğretmen olmak istediğini söyleyen başarılı isim 15 yaşına geldiğinde şehrin Süper Lig’deki temsilcisi Trabzonspor tarafından keşfedilip kulübün altyapısına katıldı. Aynı yıl milli takım formasını ilk kez sırtına geçirdi ve  2006’ya dek 29 kez giydi. 12 Nisan 2006’da Azerbaycan’la yapılan özel maç için ilk kez Fatih Terim tarafından A takıma çağrıldı ve 90 dakika sahada kaldı.

İlk maçta dört gol

1998’de katıldığı Trabzonspor’un kalesini ise Süper Lig’de ilk kez 2 Ekim 2005’de Galatasaray karşısında, hem de Ali Sami Yen’de korudu. O karşılaşmada, çalkantılı bir süreçten geçen Karadeniz ekibinin başında sadece bir maçlığına görev yapan Orhan Çıkrıkçı vardı.  Ve Tolga Zengin kalesinde 4 gol birden görmüştü. Maçı tribünden izleyen biri olarak genç kaleci için, “Yarın manşetlerde yine genç bir kaleciyi harcayacağız” diye geçirmiştim içimden. Ancak Çıkrıkçı’nın yerine getirilen Vahid Halilhodzic de ona sezon sonuna dek 10 maçta forma verdi. Takımın birinci kalecisi değildi ancak takip eden iki sezonda da sık sık ilk 11’de yer buldu.

Kendi takımında istikralı şekilde forma bulmamasına rağmen Euro 2008 kadrosuna alınması tartışmalara yol açmıştı. Hepsi bir yana, 2008 grup elemelerinde hiç bir maçta kadroya alınmamıştı. (Eleme maçlarında Türkiye’nin kalesi Hakan Arıkan, Orkun Uşak, Serkan Kırıntılı, Volkan Demirel ve Rüştü Reçber’e emanet edilmişti.) Nitekim turnuva boyunca da görev şansı bulamadı. (Almanya ile oynanan yarı final maçında sakat oyuncularımızın da çok olması nedeniyle üçüncü oyuncu değişikliği gerektiğinde orta saha ya da forvet olarak oynatılması konuşulmuştu.) Peki yukarıda sayılan isimler dururken neden Tolga Zengin tercih edilmişti? Rüştü Reçber, 2007’deYeniŞafak’taki röportajında bu soruyu şöyle cevaplamıştı:

Rüştü Reçber: “Halefim Tolga”

“Kaleci olarak yerime Tolga’yı düşünüyorum. Genç ve yetenekli biri. Ümit ediyorum çok daha iyi yerlere gelecek.” Aynı haberde Rüştü, Fatih Terim’in Tolga hakkında araştırma yaptığı da belirtmişti.

Turnuva dönüşü de parlak değildi Tolga için: Birinci kaleci olarak başladığı 2008/09 sezonunda, sekiz maçta 11 gol gördü kalesinde. Tony Sylva’nın transferiyle oturmaya başladığı kulübeden ise uzun süre kurtulamayacaktı. Ta ki, ekibinin yıllar sonra şampiyonluk mücadelesi verdiği 2010/11 sezonunda, kendisinden sonra gelerek takımın kalesini teslim alan Onur Kıvrak sakatlanana kadar… Tolga, Şenol Güneş döneminde ve yıllar sonra gelen bu şansı iyi değerlendirdi.

Trabzonspor, Tolga’nın kalede olduğu Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk beş karşılaşmada 5 gol yedi. Bu sıradan bir istatistik gibi görülebilir. Ancak özellikle Inter’le oynanan iki maçtaki üstün performansı olmasa ne yenen gol sayısı bununla sınırlı kalır, ne de önemli bir başarı olarak nitelenen 5 puan toplanabilirdi.

Trabzon’da Şenol Güneş olmak 

Süper Lig kariyerine Galatasaray’dan 4 gol yiyerek başlayan Tolga, geldiği noktayı “Kötü bir başlangıç yaptım sonra çıkışa geçtim… Birden zirveye çıkmaktansa emin adımlarla çıkmak daha güzel” diye değerlendiriyor, Trabzon merkezli bir internet sitesine.

Fatih Terim’in ona eski Sovyet Rusya’nın efsane kalecisi Rinat Dasaev’in adıyla sesleniyordu. Bugün 28 yaşındaki Tolga, 2007’deki bir röpörtajda ise bu duruma alıştığını söylemişti. Dasaev, 70’lerin sonu ve 80’ler boyunca milli takım kalesini domine etmişti. Dasaev’in “akranı” Şenol Güneş ise, benzer bir başarıyı Türkiye hem de takımı adına gerçekleştirdi, ki onun ardından Trabzonspor formasını yıllar boyunca çıkarmayan bir kaleci gelmedi.

“Yeni Şenol Güneş”in en güncel adayı Tolga Zengin. Kendisi de hedefinin bu olduğunu doğruluyor.

İlk İnter maçının ardından adı Avrupa’nın önde gelen kulüpleriyle anılmıştı. Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’nde bir sonraki tura çıkması ve Tolga’nın formunu sürdürmesi bu olasılığı güçlendirebilir. Ancak Türkiye’de kalması halinde kendisine koyduğu bu “yerel” hedef de hiç az değil.

(VA/GT)

Kategorisi 1-Futbol, İnceleme, Spor Toto Süper Lig, Trabzonspor, Türkiyeden Futbol0 Yorum

Hata Hiddink’te mi?

Beşinci dakikada direkten dönen top, Hırvatistan karşısında “mucizeci” ruhu çağırabilirdi, olmadı. Hata görevden alınması beklenen Hiddink’te mi? (HaberVesaire – 16.11-2011)

İstanbul’da yaşanan hezimetin ardından Zagrep deplasmanında Türkiye sekiz farklı oyuncuyla sahadaydı. Ay yıldızlı takımın bu kadar farklı oyuncuyla sahada olması mücadeleye hazırlık maçı havası katsa da etkili başladı. Ömer Toprak’ın ilk maçında daha 2. dakikada yarattığı gol tehlikesi yeni oluşuma hazır bir milli takımın işaretini verdi. Ve Hırvatistan’ın bize Türk Telekom Arena’da yaptığına Maksimir Stadı’nda karşılık verme ümidi de yarattı. Ardından gelişen atakta direkten dönen topu golle sonuçlandıramayan Kazım’ın pozisyonu da maç öncesi oluşan heyecansızlığımızı giderdi doğrusu.

İlk maçta kaleyi bulan ilk şutumuzu ikinci yarıda atabilmişken dünkü karşılaşmada 6 dakikada üç şut attık. İstanbul’daki şutsuzluğumuzu ruhsuzluğa bağlayabiliriz. Dünkü şut atma yetimiz de kaybedecek bir şeyimiz olmamasının getirisiydi. İlk 15 dakikada maçı tek kaleye çevirmiş olmamız da aynı nedenle açıklanabilir. Daha sonra maçı dengeledi Hırvatistan. Kimi tehlikeli ataklar geliştirseler de onlarda da ilk maçın getirdiği rahatlık skor elde etme isteklerini törpüleyen etkendi. Caner Erkin’in sol kanatta atak yönüyle etkisizliği de gol üretme konusundaki sıkıntılarımızdandı. İlk yarıyı en azından önde kapatabilmek, rakibimizle üç yıl önce Avrupa Kupası’nda oynadığımız “mucizeci” ruhu da çağırabilirdi belki.

30. dakikada oyuna giren Gökhan Töre’nin de katkısıyla ikinci yarıya biraz daha etkili başlayan takımımız atakta daha etkili olmaya başladı. Ancak uç oyuncularımızın yetenek konusundaki eksiklikleri skor üretkenliğimize engel oldu. 60’tan sonra Hırvatistan’ın geliştirdiği kontrataklarda hem takımca hem de bireysel olarak verdiğimiz defansif tepki sadece takımımızın geleceğine olumlu bir not olarak kayıtlara geçti ancak. Özellikle İsmail Köybaşı’nın sol kanatta rakip takımın en tecrübeli ismi Dario Srna’yı sahadan silecek derecedeki güzel oyunuyla bu takımın sol savunmacısı olması gerektiğini söyledi. Önem değeri yüksek bir mücadelede forma giyen Sinan Bolat’ın da performansı Rüştü sonrası yaşadığımız kaleci pozisyonundaki sıkıntılarımızı en 10 yıl bir kenara atabiliriz. İki ekibin de orta sahaları yorulunca karşılaşma karşılıklı kontra atak oyununa döndü. Maçın bu kimliğe bürünmesi Burak Yılmaz’ı aramamıza neden oldu. Yine de Gökhan Töre, Kazım, Serkan Balcı gibi hızlı oyuncularımızla bu fırsatları değerlendirmemiz gerekirdi. Yine de mücadeleyi beraberlikle tamamlamış olmak mühim.

Milli takımda hoca “değişikliği”

Gelelim önümüzdeki günlerin “hoca değişikliği” tartışmasına…
Hiddink de maç sonrası verdiği ropörtajda takımdan ayrılma ihtimalinin yüksek olduğunu kabul ediyor. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) tarafından doğrulanmamakla birlikte, kimilerine göre yeni teknik direktörün ismi de belli: Abdullah Avcı. Teknik direktör değişikliği ve bu “değişiklik” için isim önermek bu konuda söylenebileceklerin en kolayı. Ama sorun bu değil. Daha doğrusu sorun hep aynı: Sistemsizlik ve sabırsızlık.

TFF daha bir ay önce, sadece iki yıl önce göreve getirdiği Futbol Genel Direktörü Ersun Yanal’ı, mesaisinin karşılığını görmeyi bile beklemeden kovdu. Yanal A Milli Takım’ı çalıştırırken de aynı akıbeti yaşamış ve sözleşmesi dolmadan gönderilmişti. Şimdi yerine Gaziantepspor’dan geçen ay ayrılan Tolunay Kafkas getirildi. Gelgelelim Kafkas da, daha önce U-21 Milli Takımı’nı çalıştırmış ve ligin dayanılmaz cazibesine dayanamayarak bu görevden ayrılmıştı.

Ne tesadüf ki Kafkas’ın yerine de, dört yıldır U-17 Milli Takımı’ı çalıştıran meslektaşı Abdullah Ercan getirildi. Federasyonun henüz doğrulamadığı Abdullah Avcı da 2004-2006 arasında U-17 Milli Takımı’nın başındaydı. Avcı o tarihten itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u çalıştırıyor. Görünen o ki mütevazı bir ekiple Süper Lig’in en istikrarlı takımını yaratan Avcı da “milli takımlar ve lig arasındaki teknik direktör maçına” davet ediliyor.

Sistemi kim bozuyor?

Karşımızdaki tablo şunu söylüyor: Genç takımlardan başlayarak bir sistem ve bu sisteme dayanan bir ulusal takım yaratma görevi verilen isimler ya görevlerinden alınıyor ya da “görev” tamamlanmadan ayrılmalarına göz yumuluyor. Fakat aynı isimler, bir süre sonra yarım kalan “sistemi” yaratmak üzere tekrar göreve çağırılıyor.

Dünyaca ünlü, “kariyeri başarılarla dolu” hocaların doygunluğunun takımımıza tepkisizlik olarak sirayet edişini Hiddink döneminde gördük. Yerli ya da yabancı, futbolumuzun başına cesur kararlar alabilecek, kadro düzeninde radikal kararlar alabilecek, risk alabilecek, takıma kazanma arzusunu tekrar aşılayabilecek isimler gelmeli. Ve yukarıdaki örnekler de görüldüğü üzere buna aday yeterince isme sahibiz. Ama aynı şekilde, süreklilik olmadığını zaman bu isimlerin tek başına çözüm getirmediğinin de bizzat tanığıyız.

Sizce hata Hiddink’te mi?

(VA/GT)

Kategorisi 1-Futbol, A Takım, Milli Takımlar, Yorumlar0 Yorum

En iyisi Trabzonspor

Şampiyonlar Ligi’ne ilk kez katılan en iyi Türkiye takımı Trabzonspor. Devler liginde 1999/2000 sezonundan itibaren ilk iki maçında 4 puan alan takımların ise yüzde 72’si bir sonraki tura çıktı.

Volkan Ağır (HaberVesaire-30/09/2011)

Şampiyonlar Ligi’nde bu sezon ülkemiz futbolunu temsil eden Trabzonspor önceki gece Lille karşısında elde ettiği bir puanla B grubunda liderliğini sürdürdü. Bordo-Mavili ekip, ilk defa katıldığı Şampiyonlar Ligi grup aşamasındaki ilk iki maçının sonunda topladığı 4 puan ile Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Bursaspor’un Şampiyonlar Ligi’ne katıldıkları ilk sezonlarındaki ilk iki maç performansını geride bıraktı.

Devler liginde Türkiye takımları

Eleme usulünde oynanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda gruplara ayrılması, puan toplama esasına dayanan lig usulünün getirilmesi ve turnuvanın bugünkü ismini alması 1992’de olmuştu. Takımların yarıştığı dünya futbolunun bu en önemli ligine katılan ilk takımımız 1993/94 sezonunda Galatasaray’dı. Sarı-kırmızılı ekip katıldığı ilk turnuvada Barcelona, Monaco ve Spartak Moskova’nın bulunduğu grupta ilk iki maç sonunda 2 puan kazanıp üçüncü sırada yer almıştı.

Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi’ne ilk kez 1996/97 sezonunda katıldı ve ilk iki maçının ardından 1 puanda kalıp üçüncü sırada yer edinebilmişti. Turnuvaya ilk kez 1997/98 sezonunda katılabilen Beşiktaş ilk iki maçının ardından 3 puan alsa da bu puan bir sonraki tur için yetersiz kalmıştı. Devler ligine ilk kez geçtiğimiz yıl giden Bursaspor ise ilk iki maçının ardından 0 puanla grubunun son sırasındaydı.

Ligdeki ilk sezonunda ilk iki maçında 4 puan toplayan Trabzonspor Türkiye takımları arasında “en iyi ilk sezon” performansını gösteren takım olmakla kalmadı, turnuva istatistikleri göz önüne alındığında bir sonraki tura çıkma şansını da oldukça arttırdı.

Kritik eşik aşıldı

Tarih, ilk iki maç sonunda alınan sonuçların Şampiyonlar Ligi’nde bir sonraki tura çıkma başarısını getirdiğini söylüyor. Grup maçları sonunda ilk iki sırada yer alan takımların bir üst tura yükselmesi kuralı 1999/2000 sezonunda getirilmişti. Ve o sezondan itibaren ilk iki maçında 4 puan toplayan 66 takımın 47’si (bir başka ifadeyle yüzde 72’si) bir sonraki tura çıktı. (İlk iki maçında 4 veya daha fazla puan kazanan takımların ikinci tura çıkma oranı ise yüzde 83.)

Galatasaray 2000/01 sezonunda ilk turu 3 puanla bitirse de bir sonraki tura çıkmıştı. Aynı yıl ikinci turda da ilk iki maçını 4 puanla bitirmiş ve çeyrek finalde Real Madrid ile mücadele etme hakkı elde etmişti. 2007/08 sezonuda ilk turu gruplu ikinci turu elemeli oynanan Şampiyonlar Ligi’nde yer alan Fenerbahçe ise Inter, CSKA Moskova ve PSV Eindhoven’ın bulunduğu grupta ilk iki hafta sonunda 4 puan kazanmış ve Chelsea ile karşılacağı çeyrek finale kadar yürümüştü.

Tecrübe değil matematik

Yıllarca Avrupa kupalarından her elendiğinde “Henüz yeterli tecrübemiz yok” ve benzeri avuntularla geçindi temsilcilerimiz. Takımın yeni kurulması, teknik direktörün takımı tanıma süreci, hatta ve hatta eylülde oynanan ilk şampiyonlar ligi maçının ardından “Henüz hazır değiliz” (ki “başka ne zaman hazır olacaklardı” diye sorası geliyor insanın) cümlelerini de sıkça duymuştuk. Fakat en tecrübeli zamanlarında katıldıklarında bile ilk iki maçlarında 4 puana ulaşamadıkları için, Galatasaray’ın 2001/02 sezonundaki istisnası dışında, bir sonraki tura geçemedi.

Turnuvanın “tecrübesiz” ekibi Trabzonspor’un ikinci tura çıkması değil, elenmesi sürpriz olarak değerlendirilmeli. (VA/GT)

 görsel: UEFA.com

Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, İnceleme, Manşet, Trabzonspor, Türkiyeden Futbol0 Yorum

Futbola güzellik katan adam öldü


Çok tartışıldı topukla penaltı atması. “İş etiğine uygun değil” alt metinli “bu hareket rakibi aşağılayıcı, centilmenliğe hiç uygun değil” dediler. Saçmaladılar. Aynı Birleşik Arap Emirlikleri topuk pası ustası Brezilyalıları da liglerine topluyorlar her transfer döneminde… Futbola güzelliğini katan bu adam Thayeb Awana maçtan sonra Birleşik Arap Emirlikleri’nin menajeri Esmaee Rashad tarafıından “Bu yaşanan olay bence saygısızlık. Rakibine saygı göstermeyen bir oyuncuyu kadromuzda tutamayız” sözleriyle Thayeb Awana’yı kadro dışı bırakmıştı. Şimdi Awana geçirdiği trafik kazası sonrası hayat dışı kaldı. Futbolun güzellikleri için acı bir gün 25 eylül 2011. Henüz 21 yaşında olan Thayeb’in toprağı bol olsun.

Topukla attığı ve futbol tarihine geçen bu golü şu linkten tekrar hatırlayabiliriz.

Bir efektifpas radyo programında Utku ile dile getirmiştik bu penaltıyı ve Awana gibi oyuncuların bu gibi yaptığı hareketler yüzünden linç edilmesine karşı durmuştuk. Programdan bir kaç kesit vereyim..

Bu penaltıyı ayıplayanlar;

  • topu bacak arasından geçirmek de
  • Quaresma’nın trivelası da
  • C.Ronaldo’nun topuk hareketleri de
  • Zidane’nın “roulette” hareketi de
  • Denis Bergkamp’ın ve T.Henry’nin attığı penaltı da
  • Panenka penaltısı da
ayıplamalı demişiz.. öyle ayıplayın herkesi o zaman. ve futbol bir şovdur deyip en cambaz Brezilyalıları kadronuza katıp sonrasında da kendi oyuncularınızı ayıplamayan.
Futbolu güzellikleriyle takip eden spor programı Efektifpas’tan sevgiler dileyerek programı bitirirken Amy Winehouse’tan Back to Black çalmışız.

Kategorisi 0-Özel Dosyalar, Dünyadan Futbol, Yorumlar0 Yorum

Niteliksiz nicelik süreksizdir

 

Bugün Galatasaray’ın maçını izledim. İlk 22 dakikasını kaçırdım fakat sonradan gördüm o 22 dakikayı izleseydim yazacak daha çok kötü şey bulurdum. Galatasaray gazabımdan iyi kurtuldu yani.

Eve girip televizyonu açar açmaz Eskişehir’in santra yaptığını gördüm. Ayağımın uğurlu geldiğini düşündüm ki çok da uğurlu değilmişim ki zira gol Gökhan Zan’dan gelmiş sevinirken bir de Galatasaray armasını öpmüş. Üzüldüm. Galatasaray’da bir süre daha kalmaya devam edebilir çünkü. Ah bir de Felipe Melo gol attı ki 2 haftadır Galatasaray’ın puan almasındaki neticeye katkı olarak destek vermesi niceliğe bağımlı taraftarın beklentilerine mükemmel bir karşılık veriyor.

Galatasaray’ın oyununa gelelim. Açık ve netim: Beğenmedim. Beğenilecek de bir bazı kısımlar var ama yetersiz yine de. Selçuk’un, Elmander’in, Riera’nın  ve Ujfalusi’nin formunu bulması takım için önemli bir artı. Fakat, bir takımın genel başarısı kişilerin performanslarının iyi olmasını beklemeye bağlanamaz. Bu yüzden bugünkü bireysel performansların iyi oluşu Galatasaray’ın çok iyi olduğu konusunda kimseyi yanılgıya düşürmesin.

Bugün Galatasaray’ın olumlu sinyal verdiği tek alan orta sahada yapılan baskının artmış olmasıydı. Bunun dışında yakalanan kontra atak fırsatlarının cömertçe harcanması takımdaki yetenek eksikliğinin sonucuydu. Engin Baytar çok iyiydi, Kazım çok çalıştı, Felipe Melo gol attı harikaydı falan lafları insanın kendisini avutması için söyleyebileceği büyük yalanlar.

Öncelikle şunu söyleyeyim. Felipe Melo çok iyi futbolcu olsaydı, taraftarın sevgisini futboluyla kazanmaya bakardı. Fakat geldiğinden bu yana oyunundan çok tribünlere yaptığı yalakalıklarla gündemde. Yok pitbull sevinci, yok tribüne yaptığı coşturucu hareketler. Şu İBB maçında kırmızı kartı göreydi de ben o zaman görürdüm bugün şişirilen Felipe Melo’nun yerden yere vuruluşunu..

 

Bugün Galatasaray’ın bir tane, sapasağlam, akılla ve fikirle organize olarak geliştirilmiş kaç atağı var sormak isterim? Biri topu alıyor, biri de boşa kaçıp o topu alıyor. Ve bunun gol atmak, rakibi ekarte edilmek adına yapılışına şahit bir kaç kere olabildik. (şu anda tekrarını da izliyorum da maçın, Hasan Şaş’ın 16. dakikada Sabri’nin yaptığı orta sonrası verdiği sıkıntılı yüz ifadesi memnuniyetsizliğin göstergesi)

Galatasaray’ı izlemek için bir neden bir heyecan arıyorum bu aralar ama pek bulamıyorum. Engin Baytar’la, Kazım’la, Felipe Melo’yla, Gökhan Zan’la olmaz bu iş diyorum. Daha organize, ayağı iyi top yapan ve affetmeyen forvetlere sahip takımlar karşısında bu haliyle Galatasaray fark yiyebilir. Şaşmam. Şu anda bu takım Inter, Liverpool, Real Madrid maçlarının ilüzyonuyla yoluna devam ediyor. Trabzon maçını, Beşiktaş maçını bekleyelim sonra tekrar görüşürüz.

Ek olarak koşu istatistiklerine kafalarını takmış olanlara şunu hatırlatayım. Hiç bir maçta hiç bir futbolcu 11bin metre koşmuyor. 11bin metre kat ediyor. Yani 11bin metre yürüse de en çok koşan oyuncu o gözükecek. Bu yüzden takılmayın bu sayılara bu kadar. Özellikle bu istatistiğe. Diyeceğim şu ki, çok koşmak değil verimli koşmak daha mühimdir..

Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, Galatasaray, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, Yorumlar0 Yorum

Türkiye futbol tribünlerinde şizofrenik durumlar

1 haftadır Fenerbahçe-Manisaspor maçındaki kadın taraftarlar üzerine yazamamış olmanın getirdiği huzursuzluk bir yana bu süre içerisinde durum üzerine gözlem yapma fırsatımın olması fena olmadı. Bir kaç kadın taraftarla konuyu konuştum. Maça giden taraftarların yazılarını okudum. Twitter mesajlarına baktım ki sosyolojik analizler düzülebilir haklarında. Köşe yazıları okumadım. Her köşe yazarını okumayı da sevmiyorum zaten. Köşeyi kapan kendini çok bir şey sanıyor bazen, hoş olmuyor. Keşke o köşeler yerine eli yüzü düzgün dünyadan haber kısımları olsa da.. neyse..

En azından RadyoVesaire’deki radyo programımızda dile getirebildim bir çok şeyi de biraz olsun rahatladım. Hem orada konuştuklarımı hem de daha sonradan üzerine düşündüklerimi, ürettiğim soru ve analizlerimi hatta ve hatta komplo teorilerimi buraya yazayım..

Hayat kurtaran eşitlikçi klişelerle başlayayım. Bir ceza olarak kadınların maça girebilmesi tamamen anlamsız ve aşağılayıcı bir durum. Bu karar çıktığında kimi bloglara girip baktığımda “Artık Annelerimiz de maç izleyebilecek” başlığı ile karşılaştım. Arkadaşımızın adı Harun. Eğer bloglarken bir rumuz kullanmıyorsa kendisi bir erkek. Başlığın altında kısa bir yazı var. O yazıda da bu sevincini şöyle açıklamış:

“Çünkü kadınlarımız stada giremiyor korkuyorlardı..hatta çocuklarınıda bu yüzden stada dahi yollamıyorlardı..benim halam 42 yaşında ve 42 yıldır fenerbahçeli olmasına rağmen ilk defa yarın stada gönlü rahat bir şekilde oğlunuda alıp gidecek..bu onu belkide futbola daha bağlı yapacak..futbol sevgisi arttıkça artacak..”

Bu blogger arkadaş TFF bu kararı alana kadar kendisi bir karar alıp 42 yıldır gönlü rahat bir şekilde maça gidemeyen halasını alıp bir kere maça götürme girişiminde bulunmuş mu kendisine sormak isterim? Eğer böyle bir girişimde bulunmamışsan halanın 42 yıldır maça gidememesi konusunda suçu biraz da kendinde ara. Senin olduğun bir alana halan giremiyorsa takkeyi önüne koy ve düşün lütfen. (kişiye yüklenme niyetim yok ama bu kişi somut bir örnek sunuyor ve eminim ki bu kişi ve kişinin halası bu konuda yalnız değiller. yani bu yazdıklarımı her takımdan herkes üstüne alınabilir)

Maç öncesi yapılan geyikleri eleştirmeyeceğim fazla, zira o geyikleri eleştirmek o söylemin sürekliliğini değiştirmeyecek. Maç sonrası yapılan geyikler de aynı şekilde. Fakat kadınların attığı twitler, açtığı pankartlar konusunda söyleyecek sözlerim çok. Hepsi bir şizofrenik duruma tekabül ediyor ve erkek egemen bilinçaltının ortaya fırladığı patlama anları.

“Erkekleri aratmayacağız” diyenler vardı maçtan önce.. Maç içinde de “Babalarının kızları, Fenerbahçe aşkını tribünde yaşatır” pankartı açan da. Ve bunları söyleyenleri övenimiz de çok oldu. O konuya sonra geleceğim de, bunları söyleyen ve destekleyen kadınlarımızın şunun farkında olmadıkları çok açık. “Seyircisiz maçlara kadınlar ve çocuklar bedava alınsın” kuralı kadınların erkekleri aratmamaları için değil, kadınların erkeklerin yaptıklarını yapmayacakları öngörüsüyle çıkartılmıştı. Ama kadınlarımız erkekleri aratmamakta ısrarlıydı.

Yukarıda bahsettiğim pankartı açan kadınların şizofren durumlarına ne demeli? Babalarının küfür edip etmediğini bilemem ama o gün, o kadınlar stadyumdalarsa babalarının Fenerbahçe aşkını yaşarken ağzından çıkardığı küfürler nedeniyle orada bulunabildiler. Ve inatla da bu aşkı devam ettirdiklerini göğüslerini gere gere yazmışlardı. Sağolsunlar 61. dakikada da bu aşkı devam ettirdiler.

Radyo programımızda Utku çok güzel bir soru sordu: “Annesiyle maça gidebilen o küçük çocuk annesine, babasının neden onlarla birlikte gelemediğini sorduğunda annesi çocuğuna ne cevap verecek? ‘Baban çok küfür ediyor ve sahaya yabancı maddeler atıyor evladım’ mı diyecek?” Küfür etmediği halde o maça giremeyecek erkeklerin suçu erkek olmak mı? Erkek olmak küfür etme potansiyelini arttırıyor mu?

“Futbol stadları erkeklerin alanlardır” geyiğine hiç girmeyeceğim. Ama futbol stadlarında erkek egemen söylem hakimdir dersek yeridir. Zira 43bini biletli geri kalanı da kapıların açılmasıyla stadı dolduran 55bin kadın ve çocuğun 61. dakikada ettiği erkek egemen söyleme giren küfürlü tezahüratı hepimiz duyduk. İşte değişmesi gereken şey buydu. Fakat bu durumda değişen bir şey olmadığı yine görüldü. Bu durumu gündeme getirmeyen medya kuruluşları ve bu kuruluşlarda çalışanların %95’i, bu durumu cezasız bırakan TFF, bu tezahüratı içeri sızmış olma ihtimali olup kadınları gaza getirmiş olabilecek bir kaç erkeğe yükleyen Spor Bakanı Suat Kılıç daha ilk denemede sınıfta kaldılar.

bu konuda daha da yazacaklarım var.. başka zamanlara ayıralım artık bunu da.. komplo teorilerimi de ilerleyen yazılara sakladım.

Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, Fenerbahçe, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, Yorumlar0 Yorum

Galatasaray ve göz boyamak

 

Tam zamanlı işe girdik, iki kelime yazamaz olduk şu sayfalara. Bir de radyo programında bazı şeyleri dile getirmenin getirdiği tembellikle iyice boşladık blogu. Neyse ki, Onur Seçkin gibi, güzel dostlarımız, takipçilerimiz var da yazı yazma motivasyonu yaratıp, gecenin bir saatinde uykuyu bir kenara bıraktırıyorlar.. Sağ olun, var olun şimdiden..

Galatasaraylılığımızdan ötürü iki maçını da tamamen izleme buldum Galatasaray’ın. İstanbul Büyükşehir Belediye Spor maçıyla bir girizgah yapalım.

İBB lige çıktığından bu yana, artan istikrarıyla ve kendinden daha yüksek maddi değere sahip takımları yenmesiyle başarılarını normalleştirmeyi başardı. Bunda en büyük pay tabi ki Abdullah Avcı’nın. Kendisiyle gıptayla takip edip, saygıla takdir ederken, sevgiyle öpüyorum.

Kimsenin elinde sihirli değnek yok

Fatih Terim’in her gelişi 96-2000 yılları arasındaki başarının geleceği beklentisini her zaman beraberinde getirdi. O kadar ki; o dönemdeki yetenekli jenerasyon ve Hagi’nin liderliği hep gözardı edilir oldu. Hatta o takımın yabancılarını çıkarıp yetenekli yerlilerle oluşturan A Milli Takım’ın başarıları da unutuldu. Ve Fatih Terim her gelişinde sanki elinde sihirli bir değnek varmış gibi karşılandı. İkinci gelişinde böyle bir yetisinin olmadığını kanıtlamasına karşın “Allah’ın hakkı üçtür” kontenjanından bir kez daha aynı beklentilere sahip çok Galatasaray’lı var. Bu Galatasaraylıları pohpohlayacak, gözlerini boyayacak, kimi köşe yazarları ve yorumcular hariç, medyamız da mevcudiyetini sürdürmekte. Fakat ne İBB ne de Samsunspor karşısında oynanan futbolun ahım şahım bir yanı yoktu.

Ligin ilk hafta mücadelesinde Fatih Terim bizi yine şaşırtmadı. Hazırlık döneminde mayasının tuttuğuna inandığı Sabri’li orta saha, Gökhan Zan’lı defans ilüzyonuna kendini kaptırınca İBB’nin galibiyetini kolaylaştırdı. Fiorentina, Hamburg ve Atletico Madrid serüveninde 100’den fazla, Çek Cumhuriyeti Milli Takımı’nda da 41 maçta Ujfalusi sağlamcı ve sert bir stoper profiliyle tanıttı kendisini. Tecrübesinin ve pozisyon bilgisinin getirisiyle zaman zaman da, hatta yokluk zamanlarında sağ bek oynayabilecek potansiyeli olan Çek oyuncuyu Gökhan Zan gibi facia bir stopere sahipken banko sağ bek başlatmanın çok büyük bir hata olduğunu geç de olsa maç içinde anlayabildi Terim. Zira ikinci yarı ideal defans dörtlüsüne geri dönüldü Yekta’nın ikinci yarıda orta sahaya monte edilmesiyle. Ama pahalıya patladı bu durum da.

“Galatasaray’a git. Fatih Terim’i tanırım. Çok iyi biriyle çalışacaksın” öğüdüyle Eboue’nin transferinde etkin bir rol oynayan Arsene Wenger’i bile şaşırtacak kararları vardı Fatih Terim’in. Kariyerini sağ bek olarak geliştirip, Bacary Sagna’nın gelmesiyle sağ kanat oynamaya başlayan ve daha önce sol açıkta oynadığına da şahitlik edenin kırmızı bültenle arandığı Eboue’den bir sol bek yaratma derdi kendini gösterdi İmparator’un. Malum hazırlık kampları ve maçları sayesinde. Eboue’nin ters ayaklı olmasından yaralanıp hazır Hasan Şaş da yardımcısıyken yeni bir Hasan Şaş yaratma çabasından mıdır bilinmez ama Eboue’nin sol açık oynaması nasıl bir etkisizlik yarattı takımda herkes gördü. Elinde o bölgede oynayabilecek genç yetenek Emre Çolak’ı değerlendirmekten neden korktu Fatih Terim şahsen anlam veremedim. Riere niye oynamadı gibi toplara girmeyeceğim. İlk maçta ilk 11’de oyanasa ve kötü performans gösterse bir de yenilgi gelince onu da asardık. (topa girdim topu kaptım kontradan golü de attım galiba..)

Muslera’nın hatasıyla gelen gole girip de laf ebeliği yapmayacağım. Taffarel’in de yan top zaafı vardı hatırlatalım. O Taffarel’in yeri doldurulamadı çoğu kişi için. Gelelim orta sahaya. Ne Melo, ne Selçuk , ne Ayhan ne de Yekta bu takımın beyni olacak oyun aklına sahip değil. Yetenekleri tartışılır, çünkü yetenek görecelidir bir yerde. O yeteneğe sahip tek isim Selçuk ve Yekta’da da biraz potansiyel var. Ama ikisi de Galatasaray’ı sırtlayıp götüremez. Felipe Melo bakkala bile götüremez. Hatta gözleri gören, cesur ve vicdanlı hakemlerin yönettiği maçlarda yarı yolda bırakır. Daha ilk maçında Mahmut Tekdemir’e arkadan attığı kafanın görül(e)memesi ve kırmızı kartın gösteril(e)memesi bir hafta sonra attığı golle iyice gözümüzü boyadı. O pozisyonu görebilece ve kartı gösterebilecek bir hakem olsaydı, Samsunspor maçında o golü atamayacaktı. Bu yüzden ben Melo’nun attığı gole sevinmiyorum Samsunspor maçında. Haksız bir goldü o..

 

Samsunspor maçının götürdükleri

Çaktırmadan Samsunspor maçına da geçiş yapmış oldum. İkinci maçta ideal defans dörtlüsüne dönüldü. Eboue ise ancak kıtlık zamanında oynatılıp verim alınabileceği orta sahada başladı maça. Solda Riera ilk kez göründü. Takımda Servet, Riera değişikliği vardı bir tek pozisyon değişiklerinin dışında. Elindeki kadronun ideale yakınıyla sahaya çıktı Galatasaray. Bir çok ismi olan ama benim Ali Sami Yen demeye devam edeceğim, kendi sahasında olmanın avantajıyla baskıyla başlanan oyunda başka türlü gelmesi zor olan bir golle öne geçildi. Melo’nun uzaktan denediğini bilmeyen. Yine de o gole sevinmedim ben. Sevimsiz de bir goldü zaten. Golün de rehavetiyle bal yapmayan arı vızıldamaya devam etti fakat Riera ve Kazım’ın kanat etkisizlikleri fazla bal toplamaya elverişli olmadı. Hadi Riera “takıma uyum” mavrasıyla es geçilebilir eleştirirken de Kazım’ın kanattaki etkisizliğini bir ben mi görüyorum. O kanatta oynaması gereken Pino iken, en azından Kazım’dan daha iyi bir alternatifken gönderilmesi çok anlamsızdı. Pino’nun yerine birinin alınmaması daha da kanıtladı 2 kere yazdığım Galatasaray’ın transfer politikasızlığını.

Samsun maçında ikinci yarının başlarında facia Gökhan Zan’ın 30 yaşından sonra aklına gelen defanstan topu oyuna sokma yeteneğini geliştirme çabası olumsuz sonuçlanınca “ilahi adalet”e inanan; Adnan Sezgin’le aralarında, Ziya Doğan-Ayman ilişkisi olduğuna inanmaya başladığım Mustafa Sarp’a hediye bir gol verildi. İşte bu dakikadan sonra Galatasaray’ın kadro vahameti daha da falza hortladı. Aynı ilk maçta olduğu gibi Engin Baytar ve Sercan’ın oyuna girerek takımın kurtarıcıları rolü üstlenmeleri beni hüzünlere sürükledi. Bu oyuncular madem kurtarıcılardı da Bursaspor ve Trabzonspor’da neden kadro dışı bırakıldı, üzerine düşünmek lazım.

 

Kapatmadan önceki paragrafımda biraz Elmander’i öveyim de yiğidin hakkı yiğide gitsin. Johan’ın attığı gole lafım yok. Lincoln’den beridir yaşanılan, Sabri’ninkilerle avunmak zorunda bırakıldığımız uzaktan şut eksiğimizi giderdi İsveçli. Bundan sonra ondan böyle daha çok gol görürüz. Ama Sercan verdiği pasa akıl dolu demek, genç oyuncunun topu ilk kontrol edemeyişini es geçmek olur. Sonrasında da elinde tek seçenek olarak kalan topuk pası opsiyonunu kullanması da şanslı olmasına verilebilir. Şansı Elmander gibi aç bir oyuncuyla oynaması. Elmander’e alkış gönderirken, Sercan’a bol çalışmalar diliyorum. Yoksa Bursaspor menşeili top kontrolü zayıf bir Hakan Şükür’e daha merhaba diyeceğiz.

Galatasaray’a öneriler

Samsunspor maçından alınan 3-1’lik galibiyet gereğinden fazla şişirildi. Şişirenler hem medya hem de taraftarlar oldu. “Vay Melo ne gol attı” , “vay Sercan’ın topuk pası neydi be” , “Riera gün geçtikçe oturur” , “bu takım şampiyon olur” gibi hülyalara dalmaya gerek yok. Fatih Terim ve Galatasaray yönetimi transferde ne kadar hatalı davrandıklarını, “Ocak’a kadar bu forvet üçlüsü bizi idare eder” ve “Liderimizin takım içinden çıkmasını bekliyorum” açıklamalarıyla kabul ettiler. Ocak’a kadar bu takımın en az 5 maçta daha, beraberlik ya da mağlubiyetle, puan kaybetmesi muhtemeldir. Ocak’tan sonra ise bana göre orta sahada takıma liderlik yapabilecek, takımın temposunu ayarlayabilecek ve atak özellikleri gelişmiş Rosicky, Nasri, van der Vaart gibi bir oyuncu lazım. Harry Kewell kalsaydı, belki Misimovic kalsaydı, bu işi layıkıyla yerine getirebilirdi. Bu ismi Galatasaray transfer komitesi bulabilir demek isterdim gönül rahatlığıyla ama gidip Engin Baytar gibi bir oyuncuyu da alabilirler. Ayrıca eğer 4-3-3’te ısrar ediliyorsa sağ ve sol açığa da birer oyuncu gerekmetedir. Ağustos’un ortasında takımdan ayrılan Arda’nın ardından gelen parayla bu oyuncunun yerini kapatamamış olmak , üstüne de gittiği için Arda’ya yüklenmek bir yönetim zaafıdır.

Yönetimin ve Fatih Terim’in eldeki malzemeyle ocak ayına kadar maksimum verimi almak için duacı olması ve ocak ayında da, şampiyonluk yolunda süper derin kadroya sahip Beşiktaş ve Trabzonspor ile baş edebilmek için 3 bilemedin 5 oyuncuyla anlaşılması gerekir. Ocak ayına kadar da takım 4-4-2 dizilişiyle oynamalıdır ki ileri top götüremeyen bu etkisiz kanat organizasyonlarının zaafı ileride kalabalık oyuncu sayısıyla telafi edilebilsin. Yoksa Meleke’nin de dediği gibi “bu takım nasıl gol atacak?”

Kategorisi 1-Futbol, Galatasaray, İnceleme, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, Yorumlar0 Yorum

Galatasaray transferleri ve taraftarları üzerine bir kaç bir şey

 

Her şeyden önce 19 Haziran 2011’de Galatasaray’ın transfer politikasızlığı üzerine bir yazı yazmıştım. O günden beridir de hiçbir şeyin değişmediğine şahit olduk. Bir tek Eboue transferi yerinde diyebiliriz o kadar.

Ünal Aysal, başkanlık koltuğuna oturur otururmaz gerçekleşmeme ihtimali yüksek olan klişe vaatlerle başladı işe. 3 yıldız alacaktı. En geç temmuzun başında bitecekti güya bu transferler. Ama olmadı. Olmayacağı da çok belliydi. Olmaması da iyi oldu. Emeklilik dönemi için gelecek Forlan’a, Atletico Madrid’de meydanı boş bulup yıldızını parlatmak isteyecek Reyes’e ihtiyacı da yoktu zaten bu takımın. Üstelik forvet bölgesi ve yabancı sayısı kalabalık olan bir takımın hiç ihtiyacı değildi bu iki isim. Mesela Lucas Neill gibi geriden oyun kurabilme artısı olan bir oyuncunun gönderilip ve yerine bir ton bonservis ödenip Ujfalusi’nin de alınması o kadar gereksiz bir hamleydi. Sırf Atletico Madrid’den 3 oyuncu alacağım hırsı ve o 3 ismin arasında bulunduğu için geldi Ujfalusi bence.

Sonrasında yine gereksiz isimlerle iletişime geçildi. Gereksizliklerini kötü oyuncu olmaları nedeniyle değil, fiyat ve gelecekleri bölgedeki kalabalıklık nedeniyle söylediğim bu isimler Felipe Melo, Podolski ve bilimum ortaya atılan isimlerdir.. Sürekli ve tekrar tekrar Forlan isminin gündeme gelmesi, Forlan’ın transferinin zorlanması, Keita’nın tekrar gündeme gelmesi çok anlamsız işlerdi. Ve hepsi tek kapıya çıkıyordu: Galatasaray’ın belli bir transfer politikası yoktu. Olmadı da. Durup dururken hiç de gündemde olmayan Engin Baytar’ın transferi bunun göstergesidir. Trabzonspor yollarını ayırmak istemeseydi Engin Baytar alınırdı diyen var mı aranızda?

Bir dönem Muntari’nin takıma gelmesi gündeme geldi. Gereksiz ve anlamsız benzetmeler yapıldı bir anda Muntari’ye. Mustafa Sarp’ın siyah olanıymış, o-bu-şu varken ne gerekmiş, attan inip eşeğe binmekmiş Muntari’nin gelmesi falan. Unutmayın ki o beğenilmeyen Muntari Dünya Kupası 4.’sü Gana’nın en iyi oyuncusudur. Appiah yokken takımın lideridir. Gana da futbol ülkesi mi arkadaş diyerek burun kıvıranlar yurt dışında üst düzey liglerde kaç Ganalı var bir baksınlar isterim.. Bunun yanında kiralık olarak bir sene kalacak balon ötesi bir oyuncu olan Felipe Melo’nun seneye gitme ihtimali yüksekken, seneye de takımda kalması muhtemel bonservissiz gelecek Muntari çok iş yapardı bu takımda. Zokora ne ise Muntari de odur.. Inter’de Şampiyonlar Ligi Kupası’nı ben kaldırmadım, Muntari kaldırdı.

Riera transferini eleştiren kafayı da anlamıyorum. Evet yine Forlan,Podolski diyip Riera mı alınacaktı arkadaş denilebilir. Ama bu durum Galatasaray’ın transfer politikasızlığından ibarettir. Bu politikasızlık içerisinde Riera gibi Espanyol’dan bu yana oynadığı futbol ve ağırlıklı olarak uzaktan şutlarla attığı gollerle sevdiğim beğendiğim bir oyuncunun takıma katılması beni tatmin etti. Arda’nın yerine değil de farklı bir oyun taktiğine monte edileceğini düşünelim. Arda’nın yerine geldiğini düşünürsek o açık kapanmaz.

Riera’yı da , Muntari’yi de , Felipe Melo’yu da, Engin Baytar’ı da beğenmeyebilirsiniz, gelsin gelmesin diyebilirsiniz. Kariyeri sizi tatmin etmeyebilir. Bunlar olanaklı şeyler.. Ama transferleri eleştirirken ben “yeni stadımıza bu adamı izlemeye mi gideceğim?” şeklindeki yorumlar yapmayın. Ben o stada Galatasaray’ı izlemeye gidiyorum. Oyuncuları değil. Mustafa Sarp’ı da izlemeye gittik, Hagi’yi de izledik. O formayı sırf bu bakış açısı yüzünden potansiyel genç yetenekler giyemiyor. Sonra da altyapıdan oyuncu çıkmıyor deniyor.. Böyle çelişki olmaz.. Bu kadar da dağınık bir yazı olmaz.. Genel bir toparladık işte.. ve bıraktım dağınık kaldı..

 

Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, Galatasaray, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, Yorumlar0 Yorum

Takip et // Follow

Açık Radyo – Efektifpas

15 günde bir her pazartesi 19.30'da, 94.9 Açık Radyo'dayız. Duyurularımızı takip etmek için Twitter hesabımızı takip edebilirsiniz...

RadyoEfektifpas

Programlarımızın tüm podcast kayıtları online olarak bulunmasa da dinlemek isteyenler için bir kaç adet program mevcut

‘Salvador’ Guti

Johan Cruyff

Arşivler

Bülent Korkmaz – 3

Tottenham Hotspurs

Nazım Hikmet Ran

HaberVesaire Spor

Video Bug Report

Açılmayan bir video varsa resme tıkla, videonun linkini yolla Teşekkürler...

Facebook Hayran Sayfası

Mart 2024
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031