Archive | 0-Özel Dosyalar

Gereği şimdi mi yapılacak?

A Milli Futbol Takımı 2008’den beri kayıp. 2010’da Dünya Kupası’na gidemedik. Bosna Hersek grubu önümüzde bitirerek eleme maçı oynadı. Aynı grupta Belçika 5 puan gerimizdeydi. Bir büyük turnuvaya en çok yaklaşılan yıl 2012’ydi. 2012 Avrupa Şampiyonası Eleme Grubu’nda, 2010 Dünya Kupası’nın 3.’sü , 2014’ün Dünya Şampiyonu Almanya’nın gerisinde, 2014 Dünya Kupası’nda son 8 oynayan Belçika’nın da önünde 2. sırada yer alıp Hırvatistan ile ön eleme maçı oynama şansı yakalamıştık. 2012’de elendiğimiz Hırvatistan da 2014’te Dünya Kupası’ndaydı.
Türkiye’nin 2016 Avrupa Elemesi Grubu’ndaki takımlardan İzlanda, 2010 Dünya Kupası ve 2012 Avrupa Şampiyonası Eleme maçlarında sırasıyla 5 ve 4 puan toplayabilmişlerdi. 2014 Dünya Kupası’na gitmek için ise Hırvatistan ile play-off mücadelesine çıktı.

Mevcut futbol düzeninde yerlerini 70’lerden sonra merkezde ayırtmış ve köklerini salmış takımlardan, Almanya’dan, İspanya’dan, Brezilya’dan vs. biri olamayacağımız apaçık ortada. Türkiye her zaman 2. ya da 3. torbada yer alacak ülkelerden olacak. Dünya Kupası, Avrupa Kupası vesaire kazanamayacak. Bu futbol düzeni devam ettiği sürece de bu iddiamın arkasındayım. Yani esas rakipleri Çek Cumhuriyeti, İzlanda, Hırvatistan, Bosna Hersek ve Belçika.

Şubat 2014’te belirlendi Avrupa Şampiyonası Eleme Grupları. İzlanda ve Çek Cumhuriyeti ile aynı grupta olunacağı da aylar öncesinden belli olmuş. Nereden nereye geldikleri de. Bir Belçika sıçraması yapamamış olabilirler ancak neler yaptıkları ortada. Türkiye’nin yapamadığı ne varsa yapmış durumdalar. Yani Türkiye’den öndeler. Ancak Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim 3 maç oynandıktan ve sadece 1 puan kazanıldıktan sonra, “Gereği yapılacak” açıklaması yapıyor. Şimdi mi yapılacak bunun gereği? Onun gereği de neyse artık…

Fatih Terim 1 senedir bu takımın başında. Revizyon yapmak için Dünya Kupası Eleme Grubu’nu 4. bitirdikten sonra hemen başlaması gerekirdi. Bugün haberlerde yer alan, Salih Uçan, Alper Potuk vs ile yoluna devam edecek kararlarını çok önce almalıydı. Bu saatten sonra alınan her karar geç karardır. Yaşanan kayıpların üstünü örtmek için atılmış bir adımdır. Letonya maçından önce maçtan 3 puan çıkarılabileceğine dair bir inancım yoktu. Bundan sonra da gruptan çıkılacağına dair bir inancım yok. Daha önümüzde 1 maçta 3 puan hedefini gerçekleştirememişken 8 maçta 24 puan puan diye hedef koyup ilk maçta fire veren bir takımın 7 maçta 21 puan hedefi koyup bunu gerçekleştireceğine inanmıyorum.

Kategorisi Yorumlar0 Yorum

Dünya Kupası seçimlere etki edecek mi?

 

Brezilya’nın ev sahipliğinde gerçekleşen 20. Dünya Kupası 13 Temmuz’da Rio de Janeiro’da oynanan final maçında Almanya’nın zaferiyle tamamlandı. Kupa öncesinde olduğu gibi maçlar oynanırken de halk tarfından Dünya Kupası karşıtı bir çok eylem gerçekleştirildi. 2004 yılından bu yana dek Brezilya’nın Rio kentinde yaşayan ve Fluminense Üniversitesi’nde şehir planlama ve olimpik şehirler inşa etme üzerine dersler veren ve geostadia.com adlı internet günlüğünde Brezilya’nın Dünya Kupası süresince içinden geçtiği gelişmeleri eleştirel bir dille gündemde tutan akademisyen Doktor Christopher Gaffney ile Rio’daki evinde Dünya Kupası süreci ve sonrası üzerine sohbet ettik.

“Stadyumlar AVM gibiydi”

Öncelikle Dünya Kupası’nın kendisi için nasıl geçtiğini aktarmasını istediğim Gaffney, maçlara fazla odaklanıldığını kanısında: “Elbette parti yapmak, Copacabana’da maç izlemek, başka ülkelerden insanlarla tanışmak Dünya Kupası’nın kültürel ve sevdiğim yanı ama Brezilya’da yaşanan protestolardan, polis şiddetinden ve yaşanan insan hakları ihlalleri de yaşandı bu süreçte ve fazla yansıtan da olmadı bunları.” Dünya Kupası final maçı da dahil olmak üzere Maracana’da 5 maç izlemiş ve Brezilya futbolu için tanrısal bir anlamı olan stadyumun onda alışveriş merkezi hissiyatı yaratması kupada onu tatmin etmeyen anlardan biri olmuş.

Halk eylemlere ara verdi

Kupa boyunca sokaklarda eylemler gerçekleşirken maçları izleyenlerin sayısı da bir hayli fazlaydı. Sanki geçen sene Dünya Kupası karşıtı eylemlerde yer alanlar onlar değildi. Bu gözlemimi aktarıp neden protestoların azaldığı konusundaki sorumu özetle, “Evinde parti organize ederken misafirlerin önünde ailenle kavga başlatamazsın” cümlesiyle cevapladı Gaffney. Kendisinin de daha fazla protesto beklediğini iletirken futbolun Latin Amerika kültürünün önemli bir parçası olduğunu, maçları izlemememin toplum için zor bir karar olduğunu iletti. İnsanların protesto etmeme nedenlerini de Dünya Kupası nedeniyle tüm ülkenin tatilde olmasına, kupa organizasyonunun devam etmesi için iş gücüne olan ihtiyaca, kupayı fırsata çevirip para kazanmak isteyen Brezilyalılar’ın sokaklarda satış yapmalarına bağladı.

Orta sınıf stadyumu tercih etti

Geçen sene başlayan protestoların kupa sırasında da devam etmesiyle eylemcilerin amaçlarına ulaştığını düşünüyor Gaffney: “Artık kamu harmacaları, polis şiddeti, insan hakları ihlalleri, militarizasyon, favelalardaki soylulaştırma konularında daha şeffaf gerçekleşen tartışmalar bunun bir sonucu.” Kupa oynanırken eylemliliğin görece azalmasını da orta sınıfın sokaklardan ‘kaybolmasına’ bağlıyor. 2013’te eylemlerde yer alan orta sınıf kupa sırasında tatilde veya stadyumdaydı. Faturalarını, vergilerini ödeyenlerin yaşanacak değişimin orta sınıfla gerçekleşeceği iddiasını öne sürüyor Gaffney.

Dünya Kupası öncesinde Evrensel Gazetesi’ne verdiği röportajda “Brezilya kazanamazsa Dilma da kazanamaz” diyen Gaffney’den Dilma’nın seçimi kazanma şansını bir kez daha yorumlamasını istedim. Kupa boyunca, hem ülke içinde hem de ülke dışında en çok merak edilen soru da buydu. Dilma’nın kazanmak için hala çok iyi bir şansı olduğunu söylerken bunu bunu sağ kanadın ikiye bölünmesine ve Dünya Kupası’nın ne olursa olsun güzel sonuçlanmasına bağladı. Dilma hükümetinin en iyi dünya kupasına ev sahipliği yaptığı gibi de bir algı olduğunu ileri süren akademisyen kimse kupanın ülkeye ne kadara mal olduğuna bakmadığını da vurguladı. “Takım kaybetseydi ve felaket olsaydı her şey kötüye giderdi diye düşündük” diyen Gaffney, takımın kötü olmasına karşın partilerin iyi, stadyumların dolu olmasının FIFA mutlu ettiğini ve bunun da Dilma’nın işine yaradığını söyledi. Ona göre Dilma da bundan karlı çıkan taraf oldu.

Seçmen ne düşünüyor?

Brezilya’da iki buçuk aydan fazla geçirdiğim sürede halkla, aktivistlerle ve muhabirlerle Dünya Kupası’nın seçimlere etki edip etmeyeceği üzerine sık sık konuşma fırsatım oldu. Brezilya hükümetinin verip de tutmadığı sözlerin, Dünya Kupası organizasyonunun ülkeye ekonomik bir katkısının olmadığının ve yaşanan yolsuzlukların herkes farkında. Bu konuda kupanın öncesinde olduğu gibi sonrasında da çok sayıda eylem gerçekleşti. Ancak İşçi Partisi adayı ve mevcut Başkan Dilma Rousseff’in önünde de herhangi güçlü bir aday yok. Brezilya Sosyal Demokrat Partisi’nin adayı Aecio Neves’in kokainman geçmişi herkesin hafızalarında ve bu onun en büyük dezavantajı. Brezilya Sosyalist Partisi’nin ilk üyesi Eduardo Campos’un uçak kazasında ölümü de Aecio Neves’i büyük bir biçimde etkiledi. Campos’un vefatına kadar anketlerde Dilma’nın en büyük rakibi olarak gözüken Neves, son anketlere göre Campos’un halefi Marina Silva’nın da gerisine düşmüş durumda. Marina Silva’nın eski bir İşçi Partisi üyesi ve Çevre Bakanı olması en büyük avantajı olarak göze çarpıyor. Seçimler hakkında konuştuğum Brezilyalılar’a göre adayların hiç biri tertemiz değil, sandığa gidip aralarından kötünün iyisini seçecekler.

Bugün ülke genelinde 150 milyona yakın kişinin sandık başına giderek yapacağı oylama sonucunda adaylardan biri %50 barajını aşamazsa en çok oyu alan iki aday arasında 26 Ekim’de tekrar seçime gidilecek.

Kategorisi Ropörtaj0 Yorum

Fenerbahçe ‘Şampi’ mi?

Spor Toto Süper Lig’de 34 maçlık serüvenin ilk yarısı tamamlandı. Sezona teknik direktör değişikliği ile başlayan Fenerbahçe’nin performansı göz kamaştırırken Beşiktaş ve Trabzonspor (avrupa macerası hariç) istediklerini elde edemedi. Galatasaray ise Fatih Terim ile başladığı sezona Roberto Mancini ile ağır aksak da olsa devam ediyor.

Devrenin bitiminde Fenerbahçe, 5-1’lik muhteşem Kayserispor galibiyeti ve topladığı 41 puanla liderlik koltuğuna oturarak bir çok kesim tarafından şampiyon ilan edilmeye başlandı. Sarı lacivertlilerin oynadığı iştahlı, bol gollü ve hızlı oyun otoriteleri bu düşünceye yönlendiriyor olabilir. Futbol her şeye açık bir oyun, bu nedenle sadece takımın oynadığı oyunla şampiyonluk şansını açıklamak yetersiz kalır. İstatistiklere yönelmek ise bu şansı ya da iddiayı somut verilere dökmek için en iyi yöntemdir çoğu zaman. Ama hatırlatalım futbolda son düdük çalmadan hiçbir şey kazanılmış sayılmaz.

Devreye lider girenin şampiyonluk şansı %42

Türkiye 1. Ligi tarihinde bugünkü gibi 18 takımlı ve 3 puanlı oynanan ilk sezon 1994/95’ten bu yana 19 futbol sezonu geride kaldı. Geçmişe dönüp baktığımızda ligin ilk devresini lider bitirmek öyle her zaman şampiyonluğu garanti etmiyor. 40 puan barajını geçmekse bu yolda atılmış çok önemli bir adım olarak göze batıyor.

Son 19 sezonun 8’inde devreye lider giren takımlar sezonu şampiyon olarak bitirdi. Bu 8 sezonun 4’ünde ise devreye 40 puan barajını aşarak lider giren takımlar kesin şampiyon oldu. İlk 17 maçlar sonunda 40 puan barajı liderler tarafından toplamda 7 kez aşıldı. Bu 7 sezonun 3’ünde ilk iki takım da 40 puan barajını geçerken ikinciler sezonu şampiyon bitirmeyi başardı. Yani 7 sezonun 6’sında 40 puan barajını aşan takımlar şampiyon oldu. Sadece bir kere 2003/04’te Fenerbahçe 9 puan geriden gelip 43 puanlı Beşiktaş’ı geçip şampiyon olabildi.

Fenerbahçe daha önce 6 kere devreyi lider bitirdi ancak bu sezonların yalnızca ikisinde şampiyonluk görebildi. Şampiyonluk görebildiği sezonlardan birinde ise ilk devrede 40 puan barajını aşarak (2004/05 – Fenerbahçe 43 puan) şampiyon oldu.
Sarı kanarya, devresini lider bitirdiği 4 sezonun 3’ünü Galatasaray’a, birini de Bursaspor’a kaybetti. Şampiyonluğu Galatasaray’a kaybettiği sezonlardan birinde ise Galatasaray 40 puan barajını geçmişti.

Geriden gelenin şansı da yüksek

Son 19 sezonun 11’inde ise geriden gelen takımlar şampiyonluk ipini göğüsledi. Fenerbahçe’de bunu 4 kere başaran takımlardan. Yani Fenerbahçe geriden geldiğinde şampiyonluk konusunda biraz daha şanslı. Bu sezon Fenerbahçe devreyi lider bitirdiğine göre geriye kalan 7 sezona bakarsak Galatasaray 4 kez, Beşiktaş 2 kez Bursaspor ise 1 kez geriden gelip şampiyon oldu.

Galatasaray en büyük tehdit

Sarı kırmızılı ekip, devreyi 2. sırada ve 33 puanda tamamlamasına karşın geriden gelerek şampiyon olma ihtimali en yüksek takım. Galatasaray’ın geriden gelerek şampiyon olduğu 4 sezonun 3’ünde devreyi Fenerbahçe’nin lider bitirmesi sarı kırmızılı takımı umutlandırabilir. Ayrıca sarı kırmızılı takım 1997-98 sezonunda, bugünki gibi devreye 33. puanla 2 sırada girerken Fenerbahçe de 39 devreyi lider tamamlamış ancak sezonun sonunda Fenerbahçe’yi ekarte ederek şampiyonluk ipini göğüslemişti.

Bugün en yakın rakibi Galatasaray ile puan farkı 8 olan Fenerbahçe’ye şampiyonluğun garanti olmadığını düşündürecek bir neden daha var. Daha önce 2003/04’te Fenerbahçe 11 puan farkı, 2010/11’de de 9 puan farkı kapatarak şampiyon olmuş. Bu iki örnek dışındaki kapanan en büyük puan farkı 6. 1997/98’de Galatasaray Fenerbahçe’yi, 2008/09’da Beşiktaş Sivasspor’u 6 puan geriden gelerek geçip şampiyon olmayı başarmıştı.

Futbol, sonucunu değiştiren etmenlerin birden fazla olmasının da etkisiyle her sonuca açık bir oyun. Buna karşın istatistiklerse geleceği görmek açısından her zaman önemli verilerdir. Sakatlıklar, cezalar, birden fazla kulvarda yarışmak ya da yarışmamak bir yana ligin geçmişteki verilerine göz attığımızda Fenerbahçe’nin devreyi 40 puan üstünde ve lider bitirmesi onu en büyük aday haline getiriyor.

Son 19 sezonun ilk devre liderleri ve şampiyonları
1994/95 – 17 maç – Galatasaray (39 puan) // sezon sonu Beşiktaş (39 puanla 2. iken)
1995/95 – 17 maç – Trabzonspor (44 puan) // sezon sonu Fenerbahçe (42 puanla 2. iken)
1996/97 – 17 maç – Galatasaray (44 puan) // sezon sonu Galatasaray
1997/98 – 17 maç – Fenerbahçe (39 puan) // sezon sonu Galatasaray (33 puanla 3. iken)
1998/99 – 17 maç – Fenerbahçe (38 puan) // sezon sonu Galatasaray (37 puanla 3. iken)
1999/2000 – 17 maç – Galatasaray (42 puan) // sezon sonu Galatasaray
2000/01 – 17 maç – Galatasaray (39 puan) // sezon sonu Fenerbahçe (36 puanla 2. iken)
2001/02 – 17 maç – Galatasaray (39 puan) // sezon sonu Galatasaray
2002/03 – 17 maç – Beşiktaş (41 puan) // sezon sonu Beşiktaş
2003/04 – 17 maç – Beşiktaş (43 puan) // sezon sonu Fenerbahçe (35 puanla 2. iken)
2004/05 – 17 maç – Fenerbahçe (43 puan) // sezon sonu Fenerbahçe
2005/06 – 17 maç – Fenerbahçe (45 puan) // sezon sonu Galatasaray (41 puanla 2. iken)
2006/07 – 17 maç – Fenerbahçe (37 puan) // sezon sonu Fenerbahçe
2007/08 – 17 maç – Sivasspor (37 puan) // sezon sonu Galatasaray (36 puanla 3. iken)
2008/09 – 17 maç – Sivasspor (37 puan) // sezon sonu Beşiktaş (31 puanla 6. iken)
2009/10 – 17 maç – Fenerbahçe (37 puan) // sezon sonu Bursaspor (35 puanla 3. iken)
2010/11 – 17 maç – Trabzonspor (42 puan) // sezon sonu Fenerbahçe (33 puanla 3. iken)
2011/12 – 17 maç – Galatasaray (37 puan) // sezon sonu Galatasaray (play-off’lu sezon)
2012/13 – 17 maç – Galatasaray (33 puan) // sezon sonu Galatasaray
2013/14 – 17 maç – Fenerbahçe (41 puan) // ………….

Volkan Ağır – volkan.agir@gmail.com – twitter.com/volkanb3
fotoğraflar: goal.com 

Kategorisi İnceleme0 Yorum

Yenilme demedim ama mücadele et

Galatasaray’ın Real Madrid’e yenilmesi dünyanın sonu değil. Kendi sahasında 6 tane gol yiyerek yenilmesi de dünyanın sonu değil. Fatih Terim’in dediği gibi bu takım ilk defa yenilmiyor, son yenilgisi de olmayacak. Gerçekleşme ihtimali az olsa da futbolun içinde olan skorlar, sonuçlar bunlar. Real Madrid de kendi sahasında 2009’da Barcelona’ya 6-2 yenilmişti. Ancak mevzu Galatasaray’ın kendi sahasında bu denli farklı bir skorla, 6-1 yenilmesi değil.

Maçların eski Ali Sami Yen’de oynandığı dönemlerde açılmaya başlanmış ve sloganlaştırılmış bir bir pankart vardır. Kocaman harflerle KONSANTRASYON yazar o pankartta. Dün Real Madrid karşısında 47 dakika boyunca çok iyi oynayan takımın Benzema’nın attığı golden sonra bir anda oyundan düşmesi akıl alır bir durum değil. Skor henüz 2-0 iken, önünde 40 dakika daha var iken bir takımın tüm hatlarıyla oyundan düşmesi hiç normal değil. Hele Fatih Terim’in başında olduğu bir takımın oyundan kopması, teslim olması hiç normal değil. Fatih Terim’in motivasyon gücü her zaman taktik dehasının önüne geçmiştir. Fakat dün son 40 dakika nasıl olduysa oldu tüm takım oyundan koptu. Ve Fatih Terim de bunu bir türlü değiştiremedi. Kalan 40 dakika boyunca yedek kulübesinde 3. gömleği değiştirene dek terleyen, oyuncularına bir şeyler anlatmaya çalışan onları oyunda tutan bir Fatih Terim de göremedik. Belki de televizyondan izlemenin dezavantajıyla göremedim böyle bir görüntü. Galatasaray gibi muhteşem bir nasıl yenilir demiyorum ama yeniliyorsan da bari mücadele ederek yenil.

Burak ve Sneijder oyunda yoktu

Galatasaray’da Burak, 47. dakikada golü kaçırıp takım 2-0 mağlup duruma düştükten sonra, fizik olarak sahada olsa da kafa olarak maçta değildi. Kalan dakikalarda etkili olmaktan çok uzaktı. Geçen sezon bu takımla, şampiyonlar liginin en iyi ilk 11’ine seçilmiş bir oyuncuysan kaçırdığın bir gol yüzünden moralin bozulmamalı. Bu üst düzey profesyonelliğin bir gereğidir. Ancak Burak son zamanlarda takımda sürekli forma giyememesinin de etkisiyle olacak ki bu aralar aşırı duygusal. Umut Bulut’un profesyonelliği Burak’ta yok.

Avrupa’nın büyük takımlarında oynamış profesyonel(!) Sneijder de dünkü mücadelede takımı yalnız bırakan oyunculardandı. Hep kaçak oynadı. Fatih Terim’in moralman bitmiş bu iki oyuncuyu 60. dakika dolmadan oyundan almamasını sadece ikisinin de her an her şeyi yapabilecek oyuncular olması ümidine bağlıyorum. Ancak o moralle yapabilecekleri pek de bir şey olmayacağının çok önce görülmesi gerekirdi. Ya takıma ileri uçta enerji ve hareket getirecek Umut’u Engin’in yerine daha erkenden alıp takımı diriltecekti ya da Sneijder ve Burak’ı bir an evvel oyundan alıp Bruma ve Umut’u oyuna alarak Amrabat-Umut-Bruma 3’lüsü ile maçı noktalayacaktı Terim. Belki takım yine yenilecekti ancak mücadele eden koşan ceza sahasında rakibini rahatsız eden bir takım olarak tamamlayacaktı maçı.

Kanat atağı olmadan olmuyor

Fatih Terim 1996-2000 yılları arasında takımı 4-4-2 ve 4-3-3 karışımı bir taktikle oynattı. Galatasaray’ın o dönemki başarısında en önemli etkenlerden biri kanat atakları ile gelen gollerdi. Kanat oyuncularını hatırlayalım: Ergün, Hakan, Capone, Fatih, Ümit, Okan. Elbette elinde Hakan Şükür gibi hava toplarında çok etkili bir golcü olması da Terim’i bu tercihe yöneltmiş olabilir. Ancak oyunu kanatlara yönlendirerek oynamak sadece elinde yüksek toplarda iyi bir golcü varsa uygulanacak bir taktik değildir de. Topu rakip ceza sahası önünde tutuyorsan oyunun yönünü değiştirmek, rakip savunmanın dengesini bozmak için kanat bindirmelerinin muhakkak yapılması gerek. “Elinde kanat oyuncusu mu var?” sorusu 100 günlük transfer döneminin ardından sorulacak soru da değil artık. 5 gün önce Milli Takım’da Gökhan Gönül ve Caner Erkin’e bunları yaptırırken Galatasaray’da 3 senedir akılda kalan nadir kanat atağının olması düşündürücü.

Uğur Meleke kanat hücumu sadece kanat oyuncusu transfer ederek olmaz demişti. Haklı olduğunu kanıtlayan dünkü maçtan bir görüntü aktarayım size. Takımda sol ayaklı tek oyuncu Riera ile Amrabat, Bruma ve Sneijder hepsi aynı anda sol kanattaydı ve oradan rakip defansı delmeye çalışıyorlardı. Halbuki kalabalık oradayken bir an evvel oyunun yönünün değiştirilip topun diğer kanada taşınması gerekliydi. Bu gereği Selçuk yerine getirdi ancak Eboue sağ kanatta tek başına kaldığı için önünde de kademesiyle birlikte Real Madrid savunması olduğundan Selçuk’un yön değiştiren pası vasıfsız bir pas olarak kaldı. Halbuki top Eboue’ye geldiğinde Bruma’nın sağ kanatta Eboue’ye destek vererek çizgiye bindirme yapması gerekliydi.

Bu taktiksel dizilimleri bu kadar anlatmamın ve önemine vurgu yapmamın bir diğer önemli nedeni de, Marcelo ve Coentrao’suz Real Madrid sol kanadına karşı Galatasaray’ın Eboue-Amrabat/Bruma sağ kanadıyla çıkmamasını anlayamamış olmam. Rakibinin vazgeçilmez kanat ikilisinin olmadığı bir maçta sürekli sağ kanattan atak yapmayı düşünmek için yıllarca teknik direktörlük yapmak gerekmiyor.

Galatasaray Real Madrid karşısında tarihi bir yenilgiyle açtı Şampiyonlar Ligi’ni bu sene. Ancak 1-0’lık yenilgiden iyidir 6-1’lik yenilgi sözüne katılıyorum Ünal Aysal’ın. Bu tür şoklar acilen toparlanmak için gerekli süreci hızlandırır. Dünkü yenilginin bu tür toparlanma yaratıp yaratamaycağını Olimpiyat Stadı’ndaki Beşiktaş derbisinde göreceğiz.

Kategorisi 1-Futbol, Yorumlar0 Yorum

Cenk, Işıl, Yasemin, Hidayet

Not: Bu yazıyı yazmaktaki amacım Garanti Bankası’nı savunmak değil. Bu yazıyı “Pis Garanti’ci, yavşak basın, NTV Spor’da çalışmak için yalakalık yapma!” diye yaftalayacak olanlar varsa, bu notla birlikte paylaşıp kendilerine çelme takacaklardır. Sadece Cenk Akyol’un takıma alınmamasının Garanti Bankası ile olan ilgisi hakkında kafamda bir kaç soru işareti var.


Taksim’deki Gezi Parkı’nı halk olarak el birliği ile kurtardık. Eylemler sürecinde destek veren sporcuları tüm samimiyetleri nedeniyle samimiyetle kucaklıyorum. Attıkları tivitler, yaptıkları davranışlarla kamuoyunun da dikkatini bu yöne çekmekte büyük etkileri oldu. Belki de onların başarılarında gece uykuları kaçarcasına destekleyen halk için gerçekten hayırlı iş yaptılar, sayıları nadir de olsa.

Selçuk Şahin’in tivit bombardımanını unutmadım. Oyunundan pek haz etmesem de bundan sonra başımın tacıdır. Voleybolda pasörlerin kraliçesi okuldaşım Naz Aydemir’den bir adet bir yazı görmeseydim üzülürdüm, üzmedi. Mehmet Okur ta Amerika’dan eylemlere destek verdi. Kendisine devlet kurumları tarafından gönderilen daveti “Taksim’e eyleme gitmeyi yeğlerim daha iyi” diyerek reddetti. Galatasaray’ın başarılı yıldızı Cenk Akyol da bunlardan bir tanesi. Şampiyonluk sonrası Doğuş Yayın Grubu’nun kanalı Ntv Spor’un mikrofonlarına konuşmadı. Mikrofonu yere attı.

Son açıklanan A Milli Basketbol Takımı aday kadrosunda Cek Akyol’un adı geçmiyor olması bu olaylara bağlandı. Çünkü Doğuş Grubu’nun sahibi Ferit Şahenk hem NTV’nin hem de A Milli Basketbol Takımı’nın sponsoru olan Garanti Bankası’nın sahibi. Sahibi olduğu bir kurumun mikrofonunu yere atan ve konuşmayan Akyol’a sinirlendiği için oyuncuyu takıma aldırmadığı iddia ediliyor. Doğrudur, mümkündür, olabilir. Bu ülkede yaşananlar bir çoğumuza, bu ülkede her şeyin olabileceğini gösterdi bana, belki de hepimiz için de böyle. Bu durumun gerçekliğini, Ferit Şahenk çıkıp konuşmadığı sürece bence hiç öğrenemeyeceğiz. Bu durum gerçekse sportif açıdan etik olmadığının altını basa basa söyleyeyim. Bogdan Tanjevic de buna izin verdiyse kişisel prensiplerinin sıkılığını tartışmaya açık bırakmıştır.

Benim aklıma yatmayan bir kaç nokta var bu konu hakkında. Birincisi Cenk Akyol bu takımın ve Tanjevic’in vazgeçilmezi olmadı, olamadı. Kariyerinin en iyi sezonunda kadroya alınmamış olabilir. Ancak bir çok sporcu bir çok çalıştırıcı tarafından daha önce de kariyerinin en iyi döneminde kadroya alınmadı. Cenk ne ilk, ne de son. Cenk’in kariyerinin en iyi sezonunu yaşamış olması Ergin Ataman’a bağlı olamaz mı? Ergin Ataman elindeki her oyuncudan maksimum verimi almış bir hoca. Tanjevic ise Cenk’le bu konuda barışık olmayabilir. Belki Cenk’i takıma alsaydı Cenk yine çok kötü oynayacaktı.

Bununla birlikte aklıma yatmayan diğer konu ise Garanti Bankası baskısı. Bu iddiayı kanıtlamak için Garanti Bankası’nın sponsor olduğu diğer takımlara göz atmak gerek. Tek bir örnek bile yeter aslında. Garanti Bankası, Kadın A Milli Basketbol Takımı’nın da sponsoru. 2013 Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonası 15-30 Haziran’da oynandı. Işıl Alben ve Yasemin Horasan bu takımın vazgeçilmez oyuncuları. Işıl Alben’in twitter hesabına göz atarsanız (https://twitter.com/isilalben10) oyuncunun Gezi Parkı hakkında attığı tivitleri ya da retivitleri görmek mümkün. Bir de 2 Haziran’da facebook sayfasında yayınladığı ve linkini tivit hesabında paylaştığı yazı var. Yasemin Horasan’ın tivit hesabında da konu ile ilgili tivitleri görebilirsiniz. (https://twitter.com/Y_H13)

Eğer Cenk Akyol Garanti Bankası baskısıyla alınmadıysa, aynı muamele Işıl Alben ve Yasemin Horasan neden takımda kaldı? Turnuva başlayacaktı hazırlıklar yapıldı vs. Kadroda yer alır ama maçlarda oynatılmayabilir miydi? Olabilirdi. NTV’yi protesto etmemiş olabilirler diye kadroda kalmış olabilirler mi? Olabilir. Bundan sonra Işıl ve Yasemin’in kadroya alınıp alınmayacağını takip etmek bu nedenle önemli.

Şimdi aklıma bir soru daha geliyor: Cenk Akyol’un takıma alınmamasının ardından Naz Aydemir’in tivitır hesabından yazdıkları nedeniyle NTV’de kendisi hakkında bir haber görüp göremeyeceğimiz. Eğer parçalar birbirini tamamlarsa Garanti Bankası baskısı iddiası doğrulanır.

He bir başka soru daha var: NBA’de doping yapan Hidayet Türkoğlu ay yıldız formayı nasıl giyebiliyor? 

Kategorisi 2-Basketbol, Yorumlar0 Yorum

Geçen yıl bu gün aynı terane

Tam olarak 1 yıl evvel buraya bir yazı yazmaya başlamışım ve başlık da yukarıda gördüğünüz üzere “Ne yapsan beğenmeyeceğiz seni A Milli Futbol Takımım” olarak elimden çıkmış. O gün tarihinde hiçbir zaman şampiyona eleme gruplarını 1. sırada bitirip gidememiş erkek futbol milli takımı Avusturya ile oynamış ve 0-0 berabere kalmıştı. Matematiksel hesapların uzmanı Guus Hiddink için yeterli bir sonuçtu ve grubu da 2. bitirip yine play-off’a kalmış ama Avrupa Şampiyonası’na gidememiştik. Ancak o gün oynanan oyunda skoru, oyunu kontrol eden bir milli takım vardı. Ve biz hiçbir zaman bunu yapamamıştık. Sahadaki takımın çoğu birbiriyle ilk defa oynuyor ve ne olursa olsun gerekli puanla sahadan ayrılıyordu. O maçın ardından sahadaki futbola dair iyi noktalar değil de sahada olması gereken isimler üzerine yoğunlaşılıp, Hiddink’e eleştiriler daha hiçbir şey bitmemişken yönlendiriliyordu.

Bugün ise yine ve aslında beklenen bir sonuçla Hollanda’ya mağlup olan takımın oynadığı dengeli, baskılı oyun gözden kaçırılıp aynı şekilde ama bu sefer daha her şey yeni başlamışken Abdullah Avcı’ya, sahada olması gereken oyuncuların neden olmadığından yola çıkılarak eleştiri okları yönlendiriyor. Haklı yönleri yok mu bu eleştirilerin? Olabilir, vardır da.. Ancak bu kötüyü görme alışkanlığı iyi şeyleri görmeyi engeller derecede manasızca.

Selçuk İnan neden ilk 11’de başlamamış olabilir diye oturup düşünmek lazım öncelikle. Abdullah Avcı’nın ilk düşüncesi belli ki Hollanda’yı durdurmak üzerineydi. Bu düşünceyle de defansif özellikleri Selçuk İnan’a göre daha gelişmiş olan iki oyuncu Emre Belözoğlu ve Mehmet Topal ile başladı. Bu durum bu kadar basit. Kimse Selçuk’un Emre’den daha iyi defansif özelliklere sahip olduğu konusunda ısrarcı olmasın. Emre 17 yaşından beri Galatasaray’da, Inter’de, Newcastle’da defansif yönü ağır basan oyuncu olarak kullanıldı ve o yönde evrildi. Uluslararası tecrübelere bakınca da Mehmet ve Emre tercihleri kadar doğru ve saygı duyulacak bir karar olamaz. Ama saygıdan bir eser eleştirmenler olduğu sürece saygı duyulmaması normal. Selçuk’un sonrasında oyuna neden alınmadığı konusunda benim de soru işaretlerim oluştu kafamda. Fakat sırf bu yüzden de daha ilk resmi milli maçında bir teknik direktörü asıp kesmek ne kadar doğru?

 

Gökhan Gönül varken, neden Hamit Altıntop oynamış sağ bekte? Yıllarca aynı soyunma odasını, aynı yemek masasını, aynı antrenman sahasını Robben’le birlikte kullanan Hamit’in, rakibini daha iyi tanıma ihtimali olabilir mi bu tercihin arkasındaki neden acaba? Neden olmasın.. Ek olarak, eğer elinizde Cafu varsa bile sağ kanat hücumcunuz, sağ kanat savunmacınıza destek vermiyorsa orada yeller eser, Cafu’nuz bile madara olur. Tunay’ın defansif eksikliği orada Gökhan Gönül de bulunsa sonucu ne kadar olumlu yönde değiştirebilir ki?

Elimizdeki kadro bu. Bu kadronun hücum lideri Arda olacak en az 8 yıl daha. Bu takıma monte edilmiş harika yeteneklere ve fiziğe sahip Sercan Sararer’in performansını, Abdullah Avcı’nın onu kimse bilmezken Milli Takıma gözü kapalı monte etme cesaretini görmezden gelmek, maç yorumu yazmaya hata bulmak amacıyla oturmuş olmakla açıklanabilir. Ömer Toprak ve Semih Kaya’nın en 20’li yaşlarının başlarında olup bu takıma yıllarca hizmet edecek kapasiteye yaklaştıklarını, ileri üçlünün sürekli rakip yarı alanda baskı yapıp rakibin oyun kurmasını engelleme çabasının 90 dakikaya yayılışını, rakibi ve oyunu kontrol eden bir takımın sahada oluşunu, Hollanda’ya karşı girilen 6-7 pozisyonu hiç saymak, sırf gündeme gelmek için eleştiri yapmak hiçbir şekilde Türkiye’de futbolun ilerlemesine katkı vermez.

1 yıl geçmiş ve hala aynı eleştiri yazılarını temcit pilavı gibi önümüze serenlerin ağzından lütfen “Türk futbolu yapılanmalı, değişmeli, gelişmeli” laflarını bırakmalarını rica ediyorum. Zira inandırıcı değilsiniz. Birçoğunuz futboldan bihabersiniz. Olumlu eleştiri yapmaya tahammülünüz yok. Her maçta kötüyü görme alışkanlığınızı üzerinizden atmadıkça, maç yorumlarınızı yazmak için televizyon karşısına hataları sıralamak amacıyla oturduğunuz sürece çok şampiyona kaçırırız. Diyebilirsiniz ki “e onun görmediği ya da yaptığı hataları yazmazsak olmaz. işimizin, gazeteciliğin bir kısmı da bu”. Haklısınız da siz de hep hataları yazıyorsunuz…

Hollanda’yı buradaki maçta yenebiliriz. Geri kalan maçlarımızı kazanabilecek düzeydeyiz. Romanya, Macaristan ve hele Estonya’yı da kendimizden aşağı görmememiz gerek. Ancak bu şekilde 2014’te Brezilya’da var olabiliriz.

 

Kategorisi Yorumlar0 Yorum

Schenk: “Şikeye çelme takmamız gerek”

Uluslararası Şeffaflık Derneği Spor Hukuku danışmanı Sylvia Schenk, şikenin ABC’sini HaberVs’ye anlattı

Türk spor kamuoyu geçtiğimiz günlerde önemli bir ismi ağırladı. FİFA’da yaşanan rüşvet skandalının ardından yayınladığı “FİFA’da Şeffaflığın ve Hesapverebilirliğin İnşası” raporu ile dikkat çeken Sylvia Schenk, İstanbul Doğuş Üniversitesi’nin davetlisi olarak İstanbul’a geldi. Avrupa Spor Mahkemesi CAS’ta raportör olarak görev yapan Schenk, hem bir spor hukuku uzmanı hem de eski bir atlet; Almanya’yı 1972 olimpiyatlarında 800 metre koşusunda temsil eden bir isim. Uluslararası Şeffaflık Derneği’ne (UŞD) spor hukuku alanında danışmanlık veren Schenk, HaberVs’ye Türkiye’deki şike soruşturmasını da ilgilendiren önemli saptamalarda bulundu.

HaberVs: Öncelikle siz şikeyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Sylvia Schenk: Şike, Uluslararası Şeffaflık Derneği için “özel bir müsabakanın güvenilmeyen güçler tarafından kötüye kullanılmasıdır”. Bu çok geniş bir tanım ama özellikle spor için çok önemli. Çünkü spor oyunun adil oynanmasıyla alakalıdır. Bu yüzden sadece ceza yasalarına bakamazsınız.

Şikeye bir örnek verebilir misiniz?

Futbol ve diğer spor dallarında sıkça görülen bir örnek vereyim. Bir sporcu olarak her zaman en iyi performansınızı sergilemek zorundasınızdır. Eğer para karşılığı sonucu etkilemek üzere daha iyi performans göstermişseniz ya da mücadeleyi provoke edip takımınızı sahada yalnız bırakmışsanız bu tabii ki şikedir. Ya da sizin oynayacağınız maçta kırmızı kart olacağına dair yüksek miktarlı bahis oynayan biri için kırmızı kart görmüşseniz bu da şikedir.

Saha içindeki şike nedir, saha dışındaki şike nedir?

Şikenin iki farklı türünü de sporda görebilmek daha kolaydır. Saha dışı şike olaylarına o spor dalıyla ilgili yönetimlerin yönetimsel olarak içinde bulunduğu çıkar ilişkileridir. Mesela kulüpte ya da federasyonlarda başkanlık seçimleri için yapılanlar da buna girer. Transfer süreçlerinde yapılan suistimaller de buna girer. Saha içindeki şike olaylarına ise genelde skoru etkilemek için yapılanlar girer. Buna saha içindeki şike dememizin nedeni direkt olarak sporu etkilemiş olmasıdır. Tabi ki yönetimsel süreçlerde yaşananlar da bunlarla bağlantılır. Her ne şekilde olursa olsun bunlarla mücadele etmek gerekir. Eğer kötü niyetli bir yönetim varsa sporculara şike yapmamalarını söyleyemez.

Ortada bir şike suçu tespit edilmişse, takımlar ve bireyler ayrı ayrı cezalandırılabilir mi?

Durumdan duruma değişir. Eğer bir kaç sporcu kulüpten bağımsız bir şekilde para karşılığı maçın sonucunu manipüle etmişlerse burada sadece sporcu suçlanır. Kulübün bir sorumluluğu yoktur. Ama Birleşik Krallık’ta alınan son karara göre bütün şirketler, dolayısıyla spor kulüpleri de çalışanlarını yani sporcularını şike ve manipülasyon konusunda eğitmek zorunda. Eğer bu eğitim, kurum tarafından verilmiyorsa biraz evvel verdiğim örnekte kulüp de ceza alacak artık. Eğer bu eğitimi verip de sporcular hala şike olaylarına karışıyorlarsa kulüp yine ceza almayacak.

O zaman örneğin şikeyi yapan kulüp başkanı olursa kulübe ceza verilmez mi?

Böyle düşünmüyorum. Çünkü, başkan kulübü temsil eder. Eğer takımının çıkarı için şikeyi o yapıyorsa bu ikiliyi birbirinden ayırmak çok zor. Başkan kulübünü şampiyon yapmak amacıyla şike yapmışsa her ikisi de cezalandırılabilir. Ama başkan tarafından yapılan bahis şikesi ise bu özel bir durumdur. Ama genelde bir firmanın en üstündeki yöneticisi (CEO) yanlış bir şey yapıyorsa bu firma için bir itibar sorunudur ve firma da cezalandırılabilir.

Spor mahkemeleri şike soruşturmalarının daha çabuk sonuçlanmasını sağlıyor mu?

Genellikle şike davaları spor mahkemelerinde, devlet mahkemelerinden daha çabuk çözümleniyor. Ama zaman zaman da süreçler uzayabiliyor. Mesela İspanyol bisiklet sporcusu Alberto Contador’un doping davası uzun sürmüştü. Konu sporsa ve sezon devam ediyorsa çabuk karar vermek gerekir. Yoksa 2 yıl sonra kimin ne yaptığını herkes unutur.

Sizce 2011 yılında özellikle Avrupa’da bir çok şike olayının ortaya çıkmasının nedeni nedir?

Bahis şikesi çok yeni bir gelişme. Geçmişte bu konuda çok az vaka vardı. Ama artık internet aracılığıyla Çin’den bile Almanya 3. Ligi’ne bahis oynanabiliyor. Başlarda spor federasyonları ve hükümetler bu tür dolandırıcılığı çözmek için fazla efor sarfetmedi ama son yıllarda şike nedeniyle sporun içinde bulunduğu tehdidin ciddiyetinin farkına varıldı. Politikacılar, federasyonlar, mahkemeler ve polis bu işleri çözmek için güç birliği oluşturdu. Bu yüzden son yıllarda bir çok şike olayına rastlanıyor. Bu çok iyi bir gelişme, çünkü bu soruna bir çelme takmamız gerek.

Peki bahis firmalarını ortadan kaldırmak şikeyi bitirebilir mi?

Bu gerçekçi bir düşünce değil. Çünkü çok büyük bir endüstriden bahsediyoruz. Ayrıca yasal olmayan bir sürü firma da var, özellikle de Çin’de. İnternetin de yaygınlaşmasıyla son 20 yılda spor üzerine oynanan bahislerde inanılmaz bir artış oldu. 20 yıl önce Almanya’da sadece TOTO (listede yer alan 10-12 maçın hepsine tahmin yapılarak oynanan spor bahis oyunu) vardı. Bir kişinin aynı anda 10-12 maçın sonucuna etki etmesi mümkün değildi. Ama artık penaltı olacak mı, olmayacak mı gibi basit ve tek hamlelik oyunlara da bahis yapılıyor.

Kulüpler artık şirketler tarafından yönetiliyor. Ya da sponsorlar tarafından yönetiliyor. İşin içine büyük para girmesi de büyük paralar kazanma arzusu getiriyor. Ve bunun için de kimi yasal olmayan yollara başvuruluyor. Acaba bu firmalar spordan ellerini çekseler sporda şike olayları azalır mı?

Sanmıyorum; Tüm spor alanlarında sponsorlar bulunmalı. Özellikle futbolda tüm sponsorları çıkarmak ve oynamaya amatör olarak devam etmek hiç de gerçekçi değil. Böyle devam etmesi sadece maç sonucu etkilemek üzere yapılacak şikenin riskini arttırıyor fakat bunlarla başa çıkılabilir. Mesela bir takımın bol sıfırlı bir sözleşme öneren sponsorla anlaşması için Şampiyonlar Ligi’nde yer alması gerekiyorsa bu durum, takımı şikeye yönlendirebilir. Ama bu, yine de sponsorlar nedeniyle gelişmiyor. Hatta son zamanlarda şike konularında kendi firmaları içinde de duyarlı olan firmalar daha dikkatli davranıyorlar ve bu konuda spor takımlarını da olumlu etkileyebilirler. Mesela küçük oluşumların bir araya gelip spordaki şike olgusuna nasıl engel olabilecekleri konusunda kafa kafaya verdiklerini de biliyorum.

Verdiğiniz konferansta bir şike ihbar sistemininden bahsettiniz; bu sistem nasıl işliyor?

Almanya Futbol Federasyonu ve UŞD bu konuda futbolda şeffaflık için ortak bir proje gerçekleştiriyor. Bu projede esas işi avukatlık olan bir “ombudsman” var. Bu kişi şu anda büyük firmalar için de profesyonel hizmet veriyor. Aslında bu bir ihbar sistemi. Bu sistemde şüpheli bir duruma şahit olan, birinden şüphelenen ya da kendisine şike yapması teklif edilen kişi, bir telefon açarak güvenebileceği bir kişiyle bunu paylaşabiliyor. Mesela bir futbolcu, hakem ya da yönetici ya da herhangi bir vatandaş bu kişiyle hemen iletişime geçebiliyor. Ombudsman ile önce durumu konuşuyorlar. Bir futbolcuya ya da hakeme bu şansı vermek çok önemli. Kendi kurumlarıın başındaki kişiyle konuşmaları sakıncalı olabilir. Çünkü başkanı da şikenin içinde olabilir. Ombudsman’a iletilen konu basına sızdırılmıyor ya da direkt olarak mahkemeye taşınmıyor. Ombudsman öncelikle konuyu araştırıyor.

Bu sistemi diğer federasyonlara da öneriyor musunuz?

Tabi ki. Gittiğimiz her sunumda, toplantıda bundan sözediyoruz. FIFA da bir ombudsman barındıracağını, sistemi uygulayacağını açıkladı.

Olympic Lyon’un Şampiyonlar Ligi’nde Dinamo Zagreb karşısında aldığı olağandışı bir sonuç var. Ayrıca Zagrebli oyuncu Vida’nın Lyonlu oyuncuya golden sonra göz kırpması da kameralara yansıdı. Lyon, Fransa temsilcisi ve UEFA Başkanı Michel Platini de bir Fransız olduğundan olayın üzerine fazla gidilmediği düşünülüyor. Bu durum hakkında ne diyeceksiniz?

Maç skorunu ayarlama olaylarına kanıt bulmak her zaman çok zordur. Özellikle bir ihbar edeni yoksa… Bu maç için de diyebileceğim şudur ki, futbol böyle bir oyun. İlginç skorlar alınabiliyor. UEFA kendisine kayıtlı olan, yani yasal tüm bahis şirketlerini takip edebiliyor. Eğer o maça yüklü bir bahis girilseydi fark edilir ve soruşturma açılırdı. Onlar da bu konuda yapılan incelemede böyle bir sonuca ulaşamadıklarını söylediler. Tabi bahis şirketlerini takip etmenin vereceği sonuç bir bahis şikesi olup olmadığını kanıtlar. Ama mesela sportif nedenlerle belki de iki kulüp arasında yasadışı yollarla bir anlaşma yapılmış olabilir. Bunu bilemeyiz, yeterli kanıt olmadığından sorgulama da yapılamaz.

Kategorisi Ropörtaj0 Yorum

‘Olimpiyatta madalya için 7 yıl gerek’

Yüzme branşında 6 sporcuyla katıldığımız Londra Olimpiyat Oyunları öncesinde teknik direktör Dmitrij Mancevic HaberVs’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye bu yıl Olimpiyat Oyunlarına 114 sporcuyla rekor katılım sağlıyor. 114 sporcunun 6’sı yüzme dalında yarışacak. Burcu Dolunay, Buse Günaydın*, Hazal Sarıkaya*, Ediz Yıldırımer, Arda Gürdal ve Derya Büyükuncu tarafından temsil edilecek yüzme milli takımının başında ise işin doktoru Dmitrij Mancevic bulunuyor. Slovenya’da Maribor Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Mancevic’in spor üzerine yazdığı 33 akademik makale ve kitabı bulunuyor. Ayrıca Peter Mankoc gibi dünya şampiyonlarına bir dönem ambargo koymuş çok önemli bir ismin de hocalığı yaptı. Ve 2010’da da sessiz sedasız Türkiye ile çalışmaya başladı.

Röportaja başlamadan soğuk ülke insanı olmasından ötürü kafamda oluşan sert yapılı kişiliğini aşıp nasıl ağzından laf alabilirim diye düşünürken karşılaştığımızda ilk kelimeleri, “Günaydın, merhaba, nasılsınız?” olunca konuşmaya tebessümle konuşmaya. Türkiye’de kalırsa bundan sonraki röportajları Türkçe verebileceğini de söyledi.

Mancevic Türkiye’ye 1999’da İstanbul’da yapılan Avrupa Yüzme Şampiyonası’nda da buradaydı ve sporcusu Metka Sparavec’in bronz madalya kazanmasına yardımcı oldu. O günden bugüne İstanbul’da nasıl değişiklikler gördüğünü sorduğumdaysa “sanki 10 yıldır bu ülkede, bu şehirde kimse uyumamış ve sürekli bir şeyler inşa etmiş hissine kapıldım” cevabını verdi.

“Kulüplere bağlı bir düzen vardı”

Türkiye Milli Takımının başına geçmeden önce burada çalışan arkadaşlarıyla konuştuğunu belirten başarılı çalıştırıcı, bugüne kadar neyi yanlış yaptığımızı sorduğumda cevabı “bir dokun bin ah işit” türündendi: “Geldiğimde gözlemlediğim problemlerden en önemlisi sistemin olmamasıydı. Asıl büyük bir sorunsa ismini vermeyeceğim ama büyük kulüplerden birinin çalıştırıcısı bana milli takımı umursamadığını, kuracağı takımın milli takımdan daha iyi olmasını arzuladığını söyledi. Bu çok büyük bir yanlış. avrupa şampiyonasında Ediz Yıldırımer’in ABD’deki koçuyla konuştum ve ona şu soruyu sordum: ‘Milli takıma çağrılan sporcunun takıma gelmememsi gibi bir şansı var mı?’ Bunun mümkün olmadığını söyledi. Ama Türkiye’de birini milli takıma çağırıyorsan, sporcuyla konuşman lazım, parasını ödemen lazım, arkasından koşturman lazım belki o zaman sporcu kısa bir süreliğine takıma katılabilir. Eğer ABD, Japonya, Avustralya ile yarışıyorsan, onlar gibi olmalısın. Sporcuların bu konuda seçim şansı olmamalı. Milli takım ülkenin en güçlü takımı olmalı.

Diğer bir problem ise milli takım sporcuları birlikte çalışmıyordu. Onları bir araya getirmek için ortak bir plan yapmamız lazımdı. Ortak plan yoksa ortak çalışma da olmaz. Fakat gördük ki kulüpler bu planların yapılmasına engel teşkil ediyor. Kulüpler sürekli yarış tarihlerini, yarışların programlarını, milli takıma seçilme kriterlerini değiştiriyorlardı. Bir standart yoktu. Bunları ortadan kaldırmak lazımdı. Hedeflerimizi belirledik. yarışma tarihlerini çıkardık ve hazırlık süreçlerini hesapladık. Sonra testler yapmaya başladık. İlk yılımda bunu gerçekleştirmemiz hiç kolay olmadı. İkinci yıl biraz daha kolaylaştı. Bu sene ise hiç sorun yaşanmadı.”

“Milli duygularını uyandırdık”

Kulüpleri ve sporcuları mevcut sistemsizliği değiştirmek konusunda ikna etme yöntemleri ise çok bilindik. Çalışmalarını etrafı camlarla kapalı olan İstanbul Teknik Üniversitesinde gerçekleştiren takım sporcularına 19 Mayıs günü camdan dışarı bakıp ne gördüklerini soran Mancevic aldığı cevap karşısında şaşırdığını belirtiyor: “Bana dışarıda bulut olmadığını ve güneşin çok yakıcı olduğunu söylediler önce. Şaşırdım. Etrafta bir sürü Türkiye bayrağı vardı ve kimse buna dikkat etmemişti. Bayrağı işaret ederek, ‘Bayrağınızı görünce ne hissediyorsunuz? Onurlanmıyor musunuz, heyecanlanmıyor musunuz, duygularınızda bir değişiklik olmuyor mu? Şimdi hayal etmeye çalışın, madalya kazandınız ve bir seremonide bayrağınız dalgalanıyor. Şimdi ne hissediyorsunuz?’ diye sordum. Kısacası sporcular milli duygularını kaybetmişler gibiydi. Hem sporcuların hem kulüplerin içlerindeki ulusal duyguları uyandırmaya çalışıyoruz. Türkiyeli olmakla onur duymanız lazım. Büyük bir tarihi var bu ülkenin.”

Milli Takımdaki antrenörler ve sporcularla ilişkisinin nasıl olduğunu sorduğumda ise röportajın gerçekleşmesinde önemli katkısı olan Milli Takımlar Teknik Kurulunda görevli Erkan Mutlu’ya dönüp gülerek “Bilmiyorum, onlara sorun” dedi ve devam etti: “Hiçbir sorunum yok. Çünkü hiçbir gizlim saklım yok. Tabi ki profesyonel bazı sırlarım var. Ama bunları da mezara götürecek değilim. Bütün bilgilerimi tüm koçlarla ve sporcularımla paylaşıyorum. Tartışmaya da açığım. Karşıdan bir soru gelmezse ben onların ne düşündüğünü bilemem. Ben buraya insanlara bir şeyler öğretmeye geldim. Sanırım onlar da bunun farkındalar ve artık bu konuda daha açığız birbirimize.”

İlk geldiği zamanla bugün arasında milli takımdaki gelişimi değerlendirmesini istediğimiz Mancevic, bilimsel çalışmalar açısından oldukça farklı bir konumda olduğumuzu belirtirken bunu yüzücülerin derecelerine bakıp görebileceğimizi de anlatıyor. Yine de fazla bir beklenti içinde girilmemesi gerektiğini söyleyerek 2 sene içinde büyük gelişmeler olmasının mümkün olmadığını ifade ediyor. Henüz iki senedir Türkiye’de olan Mancevic uluslararası bazda büyük başarılar kazanmak için istatistiklere göre 6-8 yıllık bir süre geçmesi gerektiğini belirterek, Londra’daki hedefinin öncelikle yarı final görmek olduğunu vurguluyor.

“İstanbul’da Olimpiyat Çok Anlamlı Olur”

Tabi ki kendisine Türk spor serzenişleri lügatının muhteşem iki deyişimizi sormadan olmazdı. “Türkiye’nin 3 yanı denizle kaplı ama yüzmede bir tane bile olimpiyat madalyamız yok.” ve “70 milyonluk ülkeyiz ama bir olimpiyat madalyalı yüzücümüz yok” sözlerini duyduğunda ve bunu nasıl yorumladığını sorduğumda kendine özgü bilimsel bakış açısıyla cevap verdi:

“Bu tamamen kültürel, geleneksel bir durum. Bazı ülkeler yüzme sporuna 100 yıl önce başlamıştır. (Erkan Mutlu ekliyor: Türkiye’de ayrıca çok az yüzücü var. Bunu arttırmaya çalışıyoruz.) Türkiye Avrupa’da ekonomik olarak 6. sırada, dünyada 16. sırada. Ekonomisi gelişmiş ülkelere bakarsanız hepsinin yüzmede başarılı olduğunu görürsünüz. Yüzme sporu çok pahalı bir spor. Yüzme havuzu pahalı bir şey. Futbol, basketbol, voleybol gibi günlük hayatımızda yaptığımız hareketleri tekrarladığımız bir spor değil. Her gün yüzmüyoruz ama her gün koşuyoruz.”

2020 Olimpiyat Oyunları’na İstanbul’un adaylığı hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzdaysa bunun İstanbul için de, Türkiye için de, dünya için de çok önemli bir gelişme olacağını söyleyerek, “İstanbul, Avrupa, Asya, Arap kültürlerinin, Hıristiyanlığın, Müslümanlığın birleştiği bir yer. Tam bir köprü. Hem Avrupa’da hem de Asya’da olimpiyat düzenlemek için iyi bir şans olacaktır. Bence Türkiye çok hızlı gelişen ekonomiye sahip büyük bir ülke. Bir çok büyük organizasyon burada gerçekleşebilir.” dedi.

*29 Temmuz Pazar günü 100 metre kurbağalamada yarışan Buse Günaydın ve 100 metre sırtüstünde yarışan Hazal Sarıkaya elemeleri geçemeyerek Olimpiyat Oyunları’na veda etti.

Dmitrij Mancevic kimdir?

Dmitrij Mancevic 17 mart 1959, Belarus’un başkenti Minsk doğumlu. Ritmik Jimnastik dalında Dünya ve Avrupa Şampiyonluğu bulunan Olga Mancevic’ten biri diplomat diğeri de diplomat olma yolunda adımlar atan 2 oğlu var. Oğullarından da 2 torun sahibi. Yüzme antrenörü olmadan önce Belarus Yüzme Milli Takımı’nın önemli bir parçasıyken henüz 21 yaşında bu kariyerine nokta koymuş. Bu kararı nasıl verdiğini sorduğumda, neden daha hızlı yüzmeyeyim sorusunu kendisine sorduğunu ve bu konuda araştırma yapmaya karar verdiğini söyledi. O kadar derin bir araştırmaya girmiş ki doktora tezini bu konu üzerine yazmış. Araştırmalarının sonucunda da bugün toplamda spor üzerine 33 adet basılmış makale ve kitabı bulunan Mancevic 2007’den bu yana da Maribor Üniversitesi Pedagoji Bölümünde yüzme antrenörlüğü dersleri vermeye de devam ediyor.

Sovyetler Birliği henüz dağılmamışken 1983 yılında Birliğin Yüzme Takımının bir parçasıydı. Sovyetler ile bir çok başarıya imza attıktan sonra 1991’de Slovenya Yüzme Milli Takımının başına geçerek Peter Mankoc, Metka Sparavec, Blaz Medvesek gibi dünya çapında yıldızları çalıştırdı. 2006’da bir yıl İsrail Yüzme Milli Takımını çalıştırdıktan sonra sporcularla bireysel olarak çalışmalarına devam etti ve son olarak da 2010’da Türkiye Yüzme Milli Takımı’nın başına geçti.

(Bu röportaj 30.07.2012 tarihinde HaberVesaire‘de yayınlanmıştır. Fotoğraflar Ferhat Yurdam tarafından çekilmiştir. Lütfen kaynak göstermeden kullanmayınız.)

Kategorisi 5-Olimpik Sporlar, Ropörtaj, Yüzme0 Yorum

Kakafonik kalitesiz futbol

Öncelikle maçın tempolu, tenis maçı gibi heyecan dolu geçtiğini söyleyenlere muhalefet şerhini koyayım. Maçtaki temponun pas temposu olmadığını bu yüzden de maçın kaliteli geçmediğini söyleyeyim. Heyecanlı olması hangi takımın hata yapıp gol yiyebileceği ihtimalinin yarattığı gerginlikten kaynaklandı. Yoksa maçta kaliteli pas oyunu ve organizasyona bir şey yoktu.

Sezonun ilk derbisi Umut’un 22. saniyede girdiği pozisyonla oldukça zevkli geçebilme ihtimali olan bir maç yaşanacağını hissettirdi. Escude’nin ıskasını Umut kalitesindeki bir oyuncunun boş kaleye gönderememesi açıklanamaz. Pozisyonun ardından ilk yarıda iki takım oyuncularının birbirlerine yakın pres yaparak top oynatmaması ilköğretim 1. sınıfta oynanan futbol maçlarındaki kakafoniyi hatırlattı bana. Aynı takımın 2 oyuncusu birbirleriyle 2-3 pas yapıp oyunu kontrol altına almak istese de başarılı olamadı. Maçın ilk yarısındaki karşılıklı hatalarla gelen goller iki hocanın da maç öncesi planladıklarını bozduğundan iki takım da sadece rakibe saldırma, topu kapma, top yapamıyorsan yaptırmama oyununu oynamaya başladı. İlk yarıya dair iki takımda da organizasyona dair fazla bir olumlu yan göremedik.

Beşiktaş’ın ikinci golü hakkında bir kaç kelam etmekte yarar var. Gol öncesi orta sahada kazanılan serbest vuruş kullanılmadan önce Semih ve Ujfalusi topun ceza sahasına doldurulacağı düşüncesiyle rakip ceza sahasına gitti. Bu tip toplarda takımın rakibi durdurma konusunda en önemli iki oyuncusu yani stoperleri rakip ceza sahasındaysa top mutlaka o oyuncuların bulunduğu yere atılır, atılmalıdır. Lugano, Puyol, Ramos, Capone, Ömer Erdoğan gibi aslen stoper olan oyuncuların ceza sahasında her gittiğinde gol bulabiliyor olması bu yüzdendir. Eğer o topu bu iki oyuncudan çok bağımsız bir yere gönderirsen; birincisi oyuncunu boşa yorarsın, ikincisi de eğer rakip o topu kaparsa senin takımının defansını yerleşmemiş bir biçimde yakalar ve o golü atar. Yani buradaki problem stoper hatası değil, taktik hatasıdır.

Galatasaray’ın ikinci yarıya Melo-Amrabat değişikliği ile başlaması, orta sahayı 3 kişiyle tutan Beşiktaş adına avantaja dönüştü. Hamit’in sağ kanatta kendisiyle boğuşması, Emre Çolak’ın Kasımpaşa maçındaki performansı sergileyemeyişi, Selçuk’un geçen sezona göre rakipleri tarafından daha fazla markaja maruz kalması sarı-kırmızılı takımın oyuna hakimiyetini kurmasına engel oldu. Buna bir de Amrabat’ın sol çizginin orta sahaya yakın tarafında alıp çizgiye inmeye çalışırken  yaptığı top kayıpları eklenince Galatasaray’ın oyunu iyice verimsizleşti. Buna oyuna daha sonradan giren Aydın’ın da sürekli içeri kat etmesi oyunun kitlenmesine neden oldu. Galatasaray’ın oyununun kitlenmesinde Beşiktaş teknik direktörünün Veli-Fernandes ikilisin arasına Toraman’ı sıkıştırma düşüncesi de çok büyük katkı sağladı. Maç öncesi orta sahaya hakim olan takımın sonuca gideceğini yazmıştık.

Galatasaray’ın ortadan dikine paslar ile sonuç alamadığında ortaya koyacak başka bir planının olmadığını çok kez yazdım, söyledim. Bu maçta da ilk yarıda defans arkasına atılan bir kaç pas dışında sonuç alınamadı. Hele ikinci yarı dikine yüksek toplara mahkum bir Galatasaray’ın yaptığını, bizim gibilerin her halı saha maçında yaptığını hatırlayınca Fatih Terim’in taktik zekasını bir kez daha sorgulamak gerektiğini söylemem lazım. Nihayetinde beraberlik golü dikine kullanılan bir pas sonucu gelmiş olsa da bu şekilde gelmeseydi daha iyiydi.

Galatasaray son 3 resmi maçında son dakikada puanı-galibiyeti kurtarıyor. Hatırlatalım EURO 2008’de milli takımın başındaki isim Fatih Terim’di ve gelen başarı son dakika golleriyle elde edildi. Fakat daha sonrasında bu başarı süreklilik kazanmadı. Bu yüzden iki benzer durum olumlu yönde yanıltmasın kimseyi. Şampiyonlar Ligi maçlarında Galatasaray’ın içinde bulunacağı zorlu bir grupta foyasının ortaya daha fazla çıkacağını düşünüyorum. Acilen bu konulara önlem alınması gerek.

Beşiktaş yenilenen kadrosuna karşın çok iyi bir mücadele çıkardı. Orta sahayı Galatasaray’a teslim etmemesi 3 puanı getirebilirdi ev sahibine. Bu skorla Beşiktaş ilerleyen haftalarda çok daha iyi bir takım olabileceğini gösterdi. Siyah-Beyazlı taraftarların takımına daha fazla destek olması buna katkı yapacaktır.

1970-76 yılları arasında Metin Oktay’ın yerini kapatması için takıma transfer edilen ve arka arkaya kazanılan 3 şampiyonlukta büyük payı olan Metin Kurt’un ölümünün ardından sahaya siyah bantlarla çıkma talebinde bulunmayan Galatasaray Yönetimi vefa ve saygı konularından sınıfta kalmıştır. Maçta dizinden sakatlanan ve 3-6 ay sahalardan uzak kalacak Mustafa Pektemek’e de büyük geçmiş olsun.

 

Kategorisi 1-Futbol, Galatasaray, Türkiyeden Futbol, Yorumlar0 Yorum

Orta sahayı kontrol eden kazanır

Yıllarca ayarlanmış derbi fikstürlerinden bıkmışların öncüsü Uğur Meleke ve ardından gelen bizlerin en mutlu günü belki de bugün. Lige, ilk haftalardan motivasyon ve izlenebilirlik katacak bu akşamki Beşiktaş – Galatasaray derbisi. Bunun yanında maça heyecan katan diğer unsurun bir derbi olmasının da önemli bir etkisini es geçmeyelim.

Beşiktaş’ın ligdeki ilk maçını izleyemedim. Ligin ilk haftasında tüm büyüklerin belalısı İstanbul Büyükşehir Belediyespor’a boyun eğmemiş olmaları yeni kurulan kadrosu ve hocasıyla önemli bir artı. Üstelik puan alınan takımın hocası geçen yıl Beşiktaş’ın her şeyini çok iyi bilen Carlos Carvalhal’ken. Maç sonrası Samet Aybaba’nın “Veli’nin maçın başında sakatlanması oyunda dengeleri bozdu” açıklaması takımın geleceğine dair yaşanması muhtemel hayal kırıklığının ilk işareti olacak. Sonrasında hafta içi söylediği “Sabah akşam çalışan hoca hata yapmaz” sözleri de neden yıllarca üst düzey bir hoca olamadığının ve belki de olamayacağının nedenini belirten nitelikteydi.

Maça gelirsek de Samet Aybaba’nın bu bakış açıları bu akşam Beşiktaş’ın en büyük dezavantajı olarak göze çarpıyor. Stopere alınan Escude’yi bekleyenler olsa da Toraman ve Sivok ikilisinin bozulmaması defansın daha az hata yapması adına önemli ve gerekli. Çok önemli diz sakatlıkları geçirmiş ve uzun süredir derbi oynamamış Uğur Boral’ın sol savunma performansı soru işareti. O kanattan Hamit ve Eboue ile karşılaşacak olması da bu önermenin büyük nedeni. Veli ve Necip’in orta  sahayı savunma konusundaki süreklilikleri de Beşiktaş’ta dezavantaj olarak göze çarpıyor. Muhtemel 11’lere göre Holosko, Olcay ve Mustafa da ileri 3’lüde yer alacaksa onların defansa yapacakları destek orta sahayı ve dolayısıyla oyunu ele geçirme konusunda siyah beyazlılar için belirleyici faktör olur. Galatasaray’da Umut ve Elmander’in üstlendiği savunmacı forvet performansını gösteremezlerse işleri zor.

Galatasaray içinse fazla bir şeyler yazmaya gerek görmüyorum.  Muhtemel 11’lerde Melo’nun oynayacağı yazılsa da ben tam tersini düşünüyorum. Yaz boyunca Galatasaray’dan başka ciddi talibi olmayan Melo’nun 3-5 kuruşun hesabını yaparak yaz boyu yatması, takıma ağustos ayında katılması, 2 aya yakın kondisyon yüklemesi yapmaması gerçeklerini göz önünde bulundurmak gerek. Fatih Terim’in de bu gerçekler ortadayken orta 4’lüden birini kesip Melo’yu oynatması huzursuzluğa yol açmak için davetiye olur. Emre ve Aydın geçen haftaki performansı ortadayken Melo’nun yine son 20 dakikada sahada olması yeterli olur. Defansta da Semih Kaya’nın oynaması muhtemel dursa da sakatlığının tam olarak iyileşmesi ve ne kadar savruğa yakın bir oyunu olsa da Dany’nin Ujfalusi ile sahada olması gerektiğini düşünüyorum. Hakan Balta bugün fazla bindirme yapmayabilir ama Eboue’den geçen yıl derbilerde yaptığı kanat bindirmelerine devam etmesi durumunda gol pozisyonlarının oranı artacaktır.

İbre  kadrosu ve sistemi oturmuş Galatasaray’dan yana ancak Beşiktaş da Manchester City karşısındaki Liverpool gibi iyi direnç gösterip süpriz bir performans sergileyebilir. (bu yorum Liverpool-Man. City maçı sırasında yazılmıştır.)

Maçın kilit isimleri: Emre Çolak (GS) – Fernandes (BJK)

Kategorisi 1-Futbol, Galatasaray, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, Yorumlar0 Yorum

Takip et // Follow

Açık Radyo – Efektifpas

15 günde bir her pazartesi 19.30'da, 94.9 Açık Radyo'dayız. Duyurularımızı takip etmek için Twitter hesabımızı takip edebilirsiniz...

RadyoEfektifpas

Programlarımızın tüm podcast kayıtları online olarak bulunmasa da dinlemek isteyenler için bir kaç adet program mevcut

‘Salvador’ Guti

Johan Cruyff

Arşivler

Bülent Korkmaz – 3

Tottenham Hotspurs

Nazım Hikmet Ran

HaberVesaire Spor

Video Bug Report

Açılmayan bir video varsa resme tıkla, videonun linkini yolla Teşekkürler...

Facebook Hayran Sayfası

Eylül 2024
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30