Archive | Ropörtaj

Dünya Kupası seçimlere etki edecek mi?

 

Brezilya’nın ev sahipliğinde gerçekleşen 20. Dünya Kupası 13 Temmuz’da Rio de Janeiro’da oynanan final maçında Almanya’nın zaferiyle tamamlandı. Kupa öncesinde olduğu gibi maçlar oynanırken de halk tarfından Dünya Kupası karşıtı bir çok eylem gerçekleştirildi. 2004 yılından bu yana dek Brezilya’nın Rio kentinde yaşayan ve Fluminense Üniversitesi’nde şehir planlama ve olimpik şehirler inşa etme üzerine dersler veren ve geostadia.com adlı internet günlüğünde Brezilya’nın Dünya Kupası süresince içinden geçtiği gelişmeleri eleştirel bir dille gündemde tutan akademisyen Doktor Christopher Gaffney ile Rio’daki evinde Dünya Kupası süreci ve sonrası üzerine sohbet ettik.

“Stadyumlar AVM gibiydi”

Öncelikle Dünya Kupası’nın kendisi için nasıl geçtiğini aktarmasını istediğim Gaffney, maçlara fazla odaklanıldığını kanısında: “Elbette parti yapmak, Copacabana’da maç izlemek, başka ülkelerden insanlarla tanışmak Dünya Kupası’nın kültürel ve sevdiğim yanı ama Brezilya’da yaşanan protestolardan, polis şiddetinden ve yaşanan insan hakları ihlalleri de yaşandı bu süreçte ve fazla yansıtan da olmadı bunları.” Dünya Kupası final maçı da dahil olmak üzere Maracana’da 5 maç izlemiş ve Brezilya futbolu için tanrısal bir anlamı olan stadyumun onda alışveriş merkezi hissiyatı yaratması kupada onu tatmin etmeyen anlardan biri olmuş.

Halk eylemlere ara verdi

Kupa boyunca sokaklarda eylemler gerçekleşirken maçları izleyenlerin sayısı da bir hayli fazlaydı. Sanki geçen sene Dünya Kupası karşıtı eylemlerde yer alanlar onlar değildi. Bu gözlemimi aktarıp neden protestoların azaldığı konusundaki sorumu özetle, “Evinde parti organize ederken misafirlerin önünde ailenle kavga başlatamazsın” cümlesiyle cevapladı Gaffney. Kendisinin de daha fazla protesto beklediğini iletirken futbolun Latin Amerika kültürünün önemli bir parçası olduğunu, maçları izlemememin toplum için zor bir karar olduğunu iletti. İnsanların protesto etmeme nedenlerini de Dünya Kupası nedeniyle tüm ülkenin tatilde olmasına, kupa organizasyonunun devam etmesi için iş gücüne olan ihtiyaca, kupayı fırsata çevirip para kazanmak isteyen Brezilyalılar’ın sokaklarda satış yapmalarına bağladı.

Orta sınıf stadyumu tercih etti

Geçen sene başlayan protestoların kupa sırasında da devam etmesiyle eylemcilerin amaçlarına ulaştığını düşünüyor Gaffney: “Artık kamu harmacaları, polis şiddeti, insan hakları ihlalleri, militarizasyon, favelalardaki soylulaştırma konularında daha şeffaf gerçekleşen tartışmalar bunun bir sonucu.” Kupa oynanırken eylemliliğin görece azalmasını da orta sınıfın sokaklardan ‘kaybolmasına’ bağlıyor. 2013’te eylemlerde yer alan orta sınıf kupa sırasında tatilde veya stadyumdaydı. Faturalarını, vergilerini ödeyenlerin yaşanacak değişimin orta sınıfla gerçekleşeceği iddiasını öne sürüyor Gaffney.

Dünya Kupası öncesinde Evrensel Gazetesi’ne verdiği röportajda “Brezilya kazanamazsa Dilma da kazanamaz” diyen Gaffney’den Dilma’nın seçimi kazanma şansını bir kez daha yorumlamasını istedim. Kupa boyunca, hem ülke içinde hem de ülke dışında en çok merak edilen soru da buydu. Dilma’nın kazanmak için hala çok iyi bir şansı olduğunu söylerken bunu bunu sağ kanadın ikiye bölünmesine ve Dünya Kupası’nın ne olursa olsun güzel sonuçlanmasına bağladı. Dilma hükümetinin en iyi dünya kupasına ev sahipliği yaptığı gibi de bir algı olduğunu ileri süren akademisyen kimse kupanın ülkeye ne kadara mal olduğuna bakmadığını da vurguladı. “Takım kaybetseydi ve felaket olsaydı her şey kötüye giderdi diye düşündük” diyen Gaffney, takımın kötü olmasına karşın partilerin iyi, stadyumların dolu olmasının FIFA mutlu ettiğini ve bunun da Dilma’nın işine yaradığını söyledi. Ona göre Dilma da bundan karlı çıkan taraf oldu.

Seçmen ne düşünüyor?

Brezilya’da iki buçuk aydan fazla geçirdiğim sürede halkla, aktivistlerle ve muhabirlerle Dünya Kupası’nın seçimlere etki edip etmeyeceği üzerine sık sık konuşma fırsatım oldu. Brezilya hükümetinin verip de tutmadığı sözlerin, Dünya Kupası organizasyonunun ülkeye ekonomik bir katkısının olmadığının ve yaşanan yolsuzlukların herkes farkında. Bu konuda kupanın öncesinde olduğu gibi sonrasında da çok sayıda eylem gerçekleşti. Ancak İşçi Partisi adayı ve mevcut Başkan Dilma Rousseff’in önünde de herhangi güçlü bir aday yok. Brezilya Sosyal Demokrat Partisi’nin adayı Aecio Neves’in kokainman geçmişi herkesin hafızalarında ve bu onun en büyük dezavantajı. Brezilya Sosyalist Partisi’nin ilk üyesi Eduardo Campos’un uçak kazasında ölümü de Aecio Neves’i büyük bir biçimde etkiledi. Campos’un vefatına kadar anketlerde Dilma’nın en büyük rakibi olarak gözüken Neves, son anketlere göre Campos’un halefi Marina Silva’nın da gerisine düşmüş durumda. Marina Silva’nın eski bir İşçi Partisi üyesi ve Çevre Bakanı olması en büyük avantajı olarak göze çarpıyor. Seçimler hakkında konuştuğum Brezilyalılar’a göre adayların hiç biri tertemiz değil, sandığa gidip aralarından kötünün iyisini seçecekler.

Bugün ülke genelinde 150 milyona yakın kişinin sandık başına giderek yapacağı oylama sonucunda adaylardan biri %50 barajını aşamazsa en çok oyu alan iki aday arasında 26 Ekim’de tekrar seçime gidilecek.

Kategorisi Ropörtaj0 Yorum

Schenk: “Şikeye çelme takmamız gerek”

Uluslararası Şeffaflık Derneği Spor Hukuku danışmanı Sylvia Schenk, şikenin ABC’sini HaberVs’ye anlattı

Türk spor kamuoyu geçtiğimiz günlerde önemli bir ismi ağırladı. FİFA’da yaşanan rüşvet skandalının ardından yayınladığı “FİFA’da Şeffaflığın ve Hesapverebilirliğin İnşası” raporu ile dikkat çeken Sylvia Schenk, İstanbul Doğuş Üniversitesi’nin davetlisi olarak İstanbul’a geldi. Avrupa Spor Mahkemesi CAS’ta raportör olarak görev yapan Schenk, hem bir spor hukuku uzmanı hem de eski bir atlet; Almanya’yı 1972 olimpiyatlarında 800 metre koşusunda temsil eden bir isim. Uluslararası Şeffaflık Derneği’ne (UŞD) spor hukuku alanında danışmanlık veren Schenk, HaberVs’ye Türkiye’deki şike soruşturmasını da ilgilendiren önemli saptamalarda bulundu.

HaberVs: Öncelikle siz şikeyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Sylvia Schenk: Şike, Uluslararası Şeffaflık Derneği için “özel bir müsabakanın güvenilmeyen güçler tarafından kötüye kullanılmasıdır”. Bu çok geniş bir tanım ama özellikle spor için çok önemli. Çünkü spor oyunun adil oynanmasıyla alakalıdır. Bu yüzden sadece ceza yasalarına bakamazsınız.

Şikeye bir örnek verebilir misiniz?

Futbol ve diğer spor dallarında sıkça görülen bir örnek vereyim. Bir sporcu olarak her zaman en iyi performansınızı sergilemek zorundasınızdır. Eğer para karşılığı sonucu etkilemek üzere daha iyi performans göstermişseniz ya da mücadeleyi provoke edip takımınızı sahada yalnız bırakmışsanız bu tabii ki şikedir. Ya da sizin oynayacağınız maçta kırmızı kart olacağına dair yüksek miktarlı bahis oynayan biri için kırmızı kart görmüşseniz bu da şikedir.

Saha içindeki şike nedir, saha dışındaki şike nedir?

Şikenin iki farklı türünü de sporda görebilmek daha kolaydır. Saha dışı şike olaylarına o spor dalıyla ilgili yönetimlerin yönetimsel olarak içinde bulunduğu çıkar ilişkileridir. Mesela kulüpte ya da federasyonlarda başkanlık seçimleri için yapılanlar da buna girer. Transfer süreçlerinde yapılan suistimaller de buna girer. Saha içindeki şike olaylarına ise genelde skoru etkilemek için yapılanlar girer. Buna saha içindeki şike dememizin nedeni direkt olarak sporu etkilemiş olmasıdır. Tabi ki yönetimsel süreçlerde yaşananlar da bunlarla bağlantılır. Her ne şekilde olursa olsun bunlarla mücadele etmek gerekir. Eğer kötü niyetli bir yönetim varsa sporculara şike yapmamalarını söyleyemez.

Ortada bir şike suçu tespit edilmişse, takımlar ve bireyler ayrı ayrı cezalandırılabilir mi?

Durumdan duruma değişir. Eğer bir kaç sporcu kulüpten bağımsız bir şekilde para karşılığı maçın sonucunu manipüle etmişlerse burada sadece sporcu suçlanır. Kulübün bir sorumluluğu yoktur. Ama Birleşik Krallık’ta alınan son karara göre bütün şirketler, dolayısıyla spor kulüpleri de çalışanlarını yani sporcularını şike ve manipülasyon konusunda eğitmek zorunda. Eğer bu eğitim, kurum tarafından verilmiyorsa biraz evvel verdiğim örnekte kulüp de ceza alacak artık. Eğer bu eğitimi verip de sporcular hala şike olaylarına karışıyorlarsa kulüp yine ceza almayacak.

O zaman örneğin şikeyi yapan kulüp başkanı olursa kulübe ceza verilmez mi?

Böyle düşünmüyorum. Çünkü, başkan kulübü temsil eder. Eğer takımının çıkarı için şikeyi o yapıyorsa bu ikiliyi birbirinden ayırmak çok zor. Başkan kulübünü şampiyon yapmak amacıyla şike yapmışsa her ikisi de cezalandırılabilir. Ama başkan tarafından yapılan bahis şikesi ise bu özel bir durumdur. Ama genelde bir firmanın en üstündeki yöneticisi (CEO) yanlış bir şey yapıyorsa bu firma için bir itibar sorunudur ve firma da cezalandırılabilir.

Spor mahkemeleri şike soruşturmalarının daha çabuk sonuçlanmasını sağlıyor mu?

Genellikle şike davaları spor mahkemelerinde, devlet mahkemelerinden daha çabuk çözümleniyor. Ama zaman zaman da süreçler uzayabiliyor. Mesela İspanyol bisiklet sporcusu Alberto Contador’un doping davası uzun sürmüştü. Konu sporsa ve sezon devam ediyorsa çabuk karar vermek gerekir. Yoksa 2 yıl sonra kimin ne yaptığını herkes unutur.

Sizce 2011 yılında özellikle Avrupa’da bir çok şike olayının ortaya çıkmasının nedeni nedir?

Bahis şikesi çok yeni bir gelişme. Geçmişte bu konuda çok az vaka vardı. Ama artık internet aracılığıyla Çin’den bile Almanya 3. Ligi’ne bahis oynanabiliyor. Başlarda spor federasyonları ve hükümetler bu tür dolandırıcılığı çözmek için fazla efor sarfetmedi ama son yıllarda şike nedeniyle sporun içinde bulunduğu tehdidin ciddiyetinin farkına varıldı. Politikacılar, federasyonlar, mahkemeler ve polis bu işleri çözmek için güç birliği oluşturdu. Bu yüzden son yıllarda bir çok şike olayına rastlanıyor. Bu çok iyi bir gelişme, çünkü bu soruna bir çelme takmamız gerek.

Peki bahis firmalarını ortadan kaldırmak şikeyi bitirebilir mi?

Bu gerçekçi bir düşünce değil. Çünkü çok büyük bir endüstriden bahsediyoruz. Ayrıca yasal olmayan bir sürü firma da var, özellikle de Çin’de. İnternetin de yaygınlaşmasıyla son 20 yılda spor üzerine oynanan bahislerde inanılmaz bir artış oldu. 20 yıl önce Almanya’da sadece TOTO (listede yer alan 10-12 maçın hepsine tahmin yapılarak oynanan spor bahis oyunu) vardı. Bir kişinin aynı anda 10-12 maçın sonucuna etki etmesi mümkün değildi. Ama artık penaltı olacak mı, olmayacak mı gibi basit ve tek hamlelik oyunlara da bahis yapılıyor.

Kulüpler artık şirketler tarafından yönetiliyor. Ya da sponsorlar tarafından yönetiliyor. İşin içine büyük para girmesi de büyük paralar kazanma arzusu getiriyor. Ve bunun için de kimi yasal olmayan yollara başvuruluyor. Acaba bu firmalar spordan ellerini çekseler sporda şike olayları azalır mı?

Sanmıyorum; Tüm spor alanlarında sponsorlar bulunmalı. Özellikle futbolda tüm sponsorları çıkarmak ve oynamaya amatör olarak devam etmek hiç de gerçekçi değil. Böyle devam etmesi sadece maç sonucu etkilemek üzere yapılacak şikenin riskini arttırıyor fakat bunlarla başa çıkılabilir. Mesela bir takımın bol sıfırlı bir sözleşme öneren sponsorla anlaşması için Şampiyonlar Ligi’nde yer alması gerekiyorsa bu durum, takımı şikeye yönlendirebilir. Ama bu, yine de sponsorlar nedeniyle gelişmiyor. Hatta son zamanlarda şike konularında kendi firmaları içinde de duyarlı olan firmalar daha dikkatli davranıyorlar ve bu konuda spor takımlarını da olumlu etkileyebilirler. Mesela küçük oluşumların bir araya gelip spordaki şike olgusuna nasıl engel olabilecekleri konusunda kafa kafaya verdiklerini de biliyorum.

Verdiğiniz konferansta bir şike ihbar sistemininden bahsettiniz; bu sistem nasıl işliyor?

Almanya Futbol Federasyonu ve UŞD bu konuda futbolda şeffaflık için ortak bir proje gerçekleştiriyor. Bu projede esas işi avukatlık olan bir “ombudsman” var. Bu kişi şu anda büyük firmalar için de profesyonel hizmet veriyor. Aslında bu bir ihbar sistemi. Bu sistemde şüpheli bir duruma şahit olan, birinden şüphelenen ya da kendisine şike yapması teklif edilen kişi, bir telefon açarak güvenebileceği bir kişiyle bunu paylaşabiliyor. Mesela bir futbolcu, hakem ya da yönetici ya da herhangi bir vatandaş bu kişiyle hemen iletişime geçebiliyor. Ombudsman ile önce durumu konuşuyorlar. Bir futbolcuya ya da hakeme bu şansı vermek çok önemli. Kendi kurumlarıın başındaki kişiyle konuşmaları sakıncalı olabilir. Çünkü başkanı da şikenin içinde olabilir. Ombudsman’a iletilen konu basına sızdırılmıyor ya da direkt olarak mahkemeye taşınmıyor. Ombudsman öncelikle konuyu araştırıyor.

Bu sistemi diğer federasyonlara da öneriyor musunuz?

Tabi ki. Gittiğimiz her sunumda, toplantıda bundan sözediyoruz. FIFA da bir ombudsman barındıracağını, sistemi uygulayacağını açıkladı.

Olympic Lyon’un Şampiyonlar Ligi’nde Dinamo Zagreb karşısında aldığı olağandışı bir sonuç var. Ayrıca Zagrebli oyuncu Vida’nın Lyonlu oyuncuya golden sonra göz kırpması da kameralara yansıdı. Lyon, Fransa temsilcisi ve UEFA Başkanı Michel Platini de bir Fransız olduğundan olayın üzerine fazla gidilmediği düşünülüyor. Bu durum hakkında ne diyeceksiniz?

Maç skorunu ayarlama olaylarına kanıt bulmak her zaman çok zordur. Özellikle bir ihbar edeni yoksa… Bu maç için de diyebileceğim şudur ki, futbol böyle bir oyun. İlginç skorlar alınabiliyor. UEFA kendisine kayıtlı olan, yani yasal tüm bahis şirketlerini takip edebiliyor. Eğer o maça yüklü bir bahis girilseydi fark edilir ve soruşturma açılırdı. Onlar da bu konuda yapılan incelemede böyle bir sonuca ulaşamadıklarını söylediler. Tabi bahis şirketlerini takip etmenin vereceği sonuç bir bahis şikesi olup olmadığını kanıtlar. Ama mesela sportif nedenlerle belki de iki kulüp arasında yasadışı yollarla bir anlaşma yapılmış olabilir. Bunu bilemeyiz, yeterli kanıt olmadığından sorgulama da yapılamaz.

Kategorisi Ropörtaj0 Yorum

‘Olimpiyatta madalya için 7 yıl gerek’

Yüzme branşında 6 sporcuyla katıldığımız Londra Olimpiyat Oyunları öncesinde teknik direktör Dmitrij Mancevic HaberVs’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye bu yıl Olimpiyat Oyunlarına 114 sporcuyla rekor katılım sağlıyor. 114 sporcunun 6’sı yüzme dalında yarışacak. Burcu Dolunay, Buse Günaydın*, Hazal Sarıkaya*, Ediz Yıldırımer, Arda Gürdal ve Derya Büyükuncu tarafından temsil edilecek yüzme milli takımının başında ise işin doktoru Dmitrij Mancevic bulunuyor. Slovenya’da Maribor Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Mancevic’in spor üzerine yazdığı 33 akademik makale ve kitabı bulunuyor. Ayrıca Peter Mankoc gibi dünya şampiyonlarına bir dönem ambargo koymuş çok önemli bir ismin de hocalığı yaptı. Ve 2010’da da sessiz sedasız Türkiye ile çalışmaya başladı.

Röportaja başlamadan soğuk ülke insanı olmasından ötürü kafamda oluşan sert yapılı kişiliğini aşıp nasıl ağzından laf alabilirim diye düşünürken karşılaştığımızda ilk kelimeleri, “Günaydın, merhaba, nasılsınız?” olunca konuşmaya tebessümle konuşmaya. Türkiye’de kalırsa bundan sonraki röportajları Türkçe verebileceğini de söyledi.

Mancevic Türkiye’ye 1999’da İstanbul’da yapılan Avrupa Yüzme Şampiyonası’nda da buradaydı ve sporcusu Metka Sparavec’in bronz madalya kazanmasına yardımcı oldu. O günden bugüne İstanbul’da nasıl değişiklikler gördüğünü sorduğumdaysa “sanki 10 yıldır bu ülkede, bu şehirde kimse uyumamış ve sürekli bir şeyler inşa etmiş hissine kapıldım” cevabını verdi.

“Kulüplere bağlı bir düzen vardı”

Türkiye Milli Takımının başına geçmeden önce burada çalışan arkadaşlarıyla konuştuğunu belirten başarılı çalıştırıcı, bugüne kadar neyi yanlış yaptığımızı sorduğumda cevabı “bir dokun bin ah işit” türündendi: “Geldiğimde gözlemlediğim problemlerden en önemlisi sistemin olmamasıydı. Asıl büyük bir sorunsa ismini vermeyeceğim ama büyük kulüplerden birinin çalıştırıcısı bana milli takımı umursamadığını, kuracağı takımın milli takımdan daha iyi olmasını arzuladığını söyledi. Bu çok büyük bir yanlış. avrupa şampiyonasında Ediz Yıldırımer’in ABD’deki koçuyla konuştum ve ona şu soruyu sordum: ‘Milli takıma çağrılan sporcunun takıma gelmememsi gibi bir şansı var mı?’ Bunun mümkün olmadığını söyledi. Ama Türkiye’de birini milli takıma çağırıyorsan, sporcuyla konuşman lazım, parasını ödemen lazım, arkasından koşturman lazım belki o zaman sporcu kısa bir süreliğine takıma katılabilir. Eğer ABD, Japonya, Avustralya ile yarışıyorsan, onlar gibi olmalısın. Sporcuların bu konuda seçim şansı olmamalı. Milli takım ülkenin en güçlü takımı olmalı.

Diğer bir problem ise milli takım sporcuları birlikte çalışmıyordu. Onları bir araya getirmek için ortak bir plan yapmamız lazımdı. Ortak plan yoksa ortak çalışma da olmaz. Fakat gördük ki kulüpler bu planların yapılmasına engel teşkil ediyor. Kulüpler sürekli yarış tarihlerini, yarışların programlarını, milli takıma seçilme kriterlerini değiştiriyorlardı. Bir standart yoktu. Bunları ortadan kaldırmak lazımdı. Hedeflerimizi belirledik. yarışma tarihlerini çıkardık ve hazırlık süreçlerini hesapladık. Sonra testler yapmaya başladık. İlk yılımda bunu gerçekleştirmemiz hiç kolay olmadı. İkinci yıl biraz daha kolaylaştı. Bu sene ise hiç sorun yaşanmadı.”

“Milli duygularını uyandırdık”

Kulüpleri ve sporcuları mevcut sistemsizliği değiştirmek konusunda ikna etme yöntemleri ise çok bilindik. Çalışmalarını etrafı camlarla kapalı olan İstanbul Teknik Üniversitesinde gerçekleştiren takım sporcularına 19 Mayıs günü camdan dışarı bakıp ne gördüklerini soran Mancevic aldığı cevap karşısında şaşırdığını belirtiyor: “Bana dışarıda bulut olmadığını ve güneşin çok yakıcı olduğunu söylediler önce. Şaşırdım. Etrafta bir sürü Türkiye bayrağı vardı ve kimse buna dikkat etmemişti. Bayrağı işaret ederek, ‘Bayrağınızı görünce ne hissediyorsunuz? Onurlanmıyor musunuz, heyecanlanmıyor musunuz, duygularınızda bir değişiklik olmuyor mu? Şimdi hayal etmeye çalışın, madalya kazandınız ve bir seremonide bayrağınız dalgalanıyor. Şimdi ne hissediyorsunuz?’ diye sordum. Kısacası sporcular milli duygularını kaybetmişler gibiydi. Hem sporcuların hem kulüplerin içlerindeki ulusal duyguları uyandırmaya çalışıyoruz. Türkiyeli olmakla onur duymanız lazım. Büyük bir tarihi var bu ülkenin.”

Milli Takımdaki antrenörler ve sporcularla ilişkisinin nasıl olduğunu sorduğumda ise röportajın gerçekleşmesinde önemli katkısı olan Milli Takımlar Teknik Kurulunda görevli Erkan Mutlu’ya dönüp gülerek “Bilmiyorum, onlara sorun” dedi ve devam etti: “Hiçbir sorunum yok. Çünkü hiçbir gizlim saklım yok. Tabi ki profesyonel bazı sırlarım var. Ama bunları da mezara götürecek değilim. Bütün bilgilerimi tüm koçlarla ve sporcularımla paylaşıyorum. Tartışmaya da açığım. Karşıdan bir soru gelmezse ben onların ne düşündüğünü bilemem. Ben buraya insanlara bir şeyler öğretmeye geldim. Sanırım onlar da bunun farkındalar ve artık bu konuda daha açığız birbirimize.”

İlk geldiği zamanla bugün arasında milli takımdaki gelişimi değerlendirmesini istediğimiz Mancevic, bilimsel çalışmalar açısından oldukça farklı bir konumda olduğumuzu belirtirken bunu yüzücülerin derecelerine bakıp görebileceğimizi de anlatıyor. Yine de fazla bir beklenti içinde girilmemesi gerektiğini söyleyerek 2 sene içinde büyük gelişmeler olmasının mümkün olmadığını ifade ediyor. Henüz iki senedir Türkiye’de olan Mancevic uluslararası bazda büyük başarılar kazanmak için istatistiklere göre 6-8 yıllık bir süre geçmesi gerektiğini belirterek, Londra’daki hedefinin öncelikle yarı final görmek olduğunu vurguluyor.

“İstanbul’da Olimpiyat Çok Anlamlı Olur”

Tabi ki kendisine Türk spor serzenişleri lügatının muhteşem iki deyişimizi sormadan olmazdı. “Türkiye’nin 3 yanı denizle kaplı ama yüzmede bir tane bile olimpiyat madalyamız yok.” ve “70 milyonluk ülkeyiz ama bir olimpiyat madalyalı yüzücümüz yok” sözlerini duyduğunda ve bunu nasıl yorumladığını sorduğumda kendine özgü bilimsel bakış açısıyla cevap verdi:

“Bu tamamen kültürel, geleneksel bir durum. Bazı ülkeler yüzme sporuna 100 yıl önce başlamıştır. (Erkan Mutlu ekliyor: Türkiye’de ayrıca çok az yüzücü var. Bunu arttırmaya çalışıyoruz.) Türkiye Avrupa’da ekonomik olarak 6. sırada, dünyada 16. sırada. Ekonomisi gelişmiş ülkelere bakarsanız hepsinin yüzmede başarılı olduğunu görürsünüz. Yüzme sporu çok pahalı bir spor. Yüzme havuzu pahalı bir şey. Futbol, basketbol, voleybol gibi günlük hayatımızda yaptığımız hareketleri tekrarladığımız bir spor değil. Her gün yüzmüyoruz ama her gün koşuyoruz.”

2020 Olimpiyat Oyunları’na İstanbul’un adaylığı hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzdaysa bunun İstanbul için de, Türkiye için de, dünya için de çok önemli bir gelişme olacağını söyleyerek, “İstanbul, Avrupa, Asya, Arap kültürlerinin, Hıristiyanlığın, Müslümanlığın birleştiği bir yer. Tam bir köprü. Hem Avrupa’da hem de Asya’da olimpiyat düzenlemek için iyi bir şans olacaktır. Bence Türkiye çok hızlı gelişen ekonomiye sahip büyük bir ülke. Bir çok büyük organizasyon burada gerçekleşebilir.” dedi.

*29 Temmuz Pazar günü 100 metre kurbağalamada yarışan Buse Günaydın ve 100 metre sırtüstünde yarışan Hazal Sarıkaya elemeleri geçemeyerek Olimpiyat Oyunları’na veda etti.

Dmitrij Mancevic kimdir?

Dmitrij Mancevic 17 mart 1959, Belarus’un başkenti Minsk doğumlu. Ritmik Jimnastik dalında Dünya ve Avrupa Şampiyonluğu bulunan Olga Mancevic’ten biri diplomat diğeri de diplomat olma yolunda adımlar atan 2 oğlu var. Oğullarından da 2 torun sahibi. Yüzme antrenörü olmadan önce Belarus Yüzme Milli Takımı’nın önemli bir parçasıyken henüz 21 yaşında bu kariyerine nokta koymuş. Bu kararı nasıl verdiğini sorduğumda, neden daha hızlı yüzmeyeyim sorusunu kendisine sorduğunu ve bu konuda araştırma yapmaya karar verdiğini söyledi. O kadar derin bir araştırmaya girmiş ki doktora tezini bu konu üzerine yazmış. Araştırmalarının sonucunda da bugün toplamda spor üzerine 33 adet basılmış makale ve kitabı bulunan Mancevic 2007’den bu yana da Maribor Üniversitesi Pedagoji Bölümünde yüzme antrenörlüğü dersleri vermeye de devam ediyor.

Sovyetler Birliği henüz dağılmamışken 1983 yılında Birliğin Yüzme Takımının bir parçasıydı. Sovyetler ile bir çok başarıya imza attıktan sonra 1991’de Slovenya Yüzme Milli Takımının başına geçerek Peter Mankoc, Metka Sparavec, Blaz Medvesek gibi dünya çapında yıldızları çalıştırdı. 2006’da bir yıl İsrail Yüzme Milli Takımını çalıştırdıktan sonra sporcularla bireysel olarak çalışmalarına devam etti ve son olarak da 2010’da Türkiye Yüzme Milli Takımı’nın başına geçti.

(Bu röportaj 30.07.2012 tarihinde HaberVesaire‘de yayınlanmıştır. Fotoğraflar Ferhat Yurdam tarafından çekilmiştir. Lütfen kaynak göstermeden kullanmayınız.)

Kategorisi 5-Olimpik Sporlar, Ropörtaj, Yüzme0 Yorum

Kulaçlar Polonya’da

Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası için Polonya’ya giden Yüzme Milli Takımı, son röportajını HaberVs’ye verdi. (HaberVesaire-07.12-2011)

Yüzme Milli Takımı, Polonya’da yarın başlayacak Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası için Szczecin kentine vardı. 8-11 Aralık 2011 tarihlerindeki şampiyonada Türkiye’yi, Kemal Arda Gürdal, Ömer Aslanoğlu, Nezir Karap, Timur Dellaloğlu, Nida Eliz Üstündağ, Hazal Sarıkaya, Burcu Dolunay, Dilara Buse Günaydın, Melisa Akarsu, Gizem Bozkurt, Buse Günaydın ve İskender Başlakov temsil ediyor. Takımın teknik direktörlüğünü ise göreve 2009 sonunda getirilen Dimitri Mancevic üstleniyor.
Milli takım son antrenmanını 5 Aralık sabahı Galatasaray Ergun Gürsoy Yüzme Havuzu’nda gerçekleştirdi. Antrenör Ali Özkan Birinci ve sporcularımızdan İskender Başlakov ve Buse Günaydın antrenman sonrasında HaberVs’nin sorularını cevapladı.

“Polonya’da başarı olimpiyat için ölçü değil”

Milli takımda geçtiğimiz Temmuz’da çalışmaya başlayan Antrenör Ali Özkan Birinci (33), sporcularımızın Polonya’da yarı final göreceği konusunda şüphe duymuyor. Ancak bu bile, sporcuların da dile getirdiği Olimpiyat hedefinin yakalanabiliceği anlamına gelmiyor: “Pekin’deki sporcu sayısına ulaşamayabiliriz. Çünkü olimpiyat barajları çok daha yükseğe çekildi. Çok daha profesyonel bir yapı içinde olmak lazım. Bununla birlikte Dünya Olimpiyat Komitesi’nin katılımcı kontenjanıyla ilgili kısıtlamalar koyması da bu sayıyı yakalamamıza engel olacak.”
İstanbul’da 2009 yılında gerçekleştirilen Avrupa Kısa Kulvar Şampiyonası’nda kullanılan ve sürtünme kuvvetini aza indirip yüzücüye avantaj sağlayan poliüretan mayolar Polonya’da kullanılmayacak. “2009’da yüzülen hiç bir dereceyi bugünün sonuçlarıyla kıyaslayamıyoruz” diyor Birinci bu konuda “artık daha az rekora tanık olacağız.”
Peter Mankoc gibi dünyanın sayılı yüzücülerinden birinin eski çalıştırıcısı Dimitri Mancevic’in çok iyi bir profesyonel olduğuna değinen Birinci, “Çok sıcakkanlı birisi. Yüzmeye ve hayata profesyonelce yaklaşıyor. Elde ettiği başarıların en önemli nedeni bu. Bildiklerini fazlasıyla paylaşan bir antrenör. Neyin nasıl yapılması gerektiğini hep sebepleriyle anlatır. Bilimi referans alıyor. Her şey de yerli yerine oturmasıyla yapılan çalışmalar da karşılığını gösterecektir.”

Kendi kendini “devşiren” yüzücü

Belarus doğumlu İskender Başlakov (21) milli takıma en son katılan yüzücümüz. Türk vatandaşlığına bir yıl önce geçen ve son altı aydır milli takımla antrenman yapan Başlakov, bu kararı tamamen kendi isteğiyle aldığını dile getiriyor. “En çok zorlandığım şey 8 yaşından beri beni çalıştıran yüzme hocamdan ayrılmaktı” diyor milli sporcu. İstanbul’da yaşıyor ancak Belarus’ta başladığı biyoloji öğrenimine de devam ediyor. Bir Türk’le evli olan annesinin iki yıldır kendisini Türkiye’ye çağırdığını söyleyen Başlakov, “Cesaretimi toplayıp Türkiye’ye gelmem zaman aldı” diye başlıyor anlatmaya: “Babam bir gün Türkiye Yüzme Federasyonu’yla iletişime geçip benim burada yüzüp yüzemeyeceğimi sordu. ‘Olabilir’ cevabını aldık. Bir önceli aralık ayında buraya geldim, tanıştık. Dimitri Mancevic beni hemen kabul etmedi. Denemek istedi önce. Performansımı bilmiyordu. Sonrasında çalışabileceğimizi söyledi ve her şey başladı.”
Sırtüstü, kelebek ve serbest stillerde yarışan Başlakov, Mancevic ile çalışmanın önemli bir fırsat olduğunu görüşünde. “Bazen çok sinirli olabiliyor ama nedenini biliyorum. Kendimi geliştirmem için yapıyor. Londra’da [olimpiyatlar] yarışmak tekniğimi geliştirmek zorunda olduğumu biliyorum.”
Antrenör Ali Özkan Birinci, gelişmeye açık olmasının Başlakov’un en önemli avantajı olduğu görüşünde: “Takım arkadaşlarına örnek olacak derecede profesyonel ve disiplinli. Viyana’daki yarışlarda bazı hataları oldu. Ama bu hatalar bizi çok mutlu ediyor. Geliştirebileceğimiz çok yönü var. Londra Olimpiyatları’na katılamasa bile ilerisi için umut veriyor.”

“Poliüretan mayoyla yüzdüğümdem daha iyisini yapabilirim”

Geçtiğimiz ay Viyana’da gerçekleşen 38. Ströck Austrian Qualifiying 2011 Uluslararası Yüzme Müsabakaları’nda, 100 ve 200 metre kurbağalamada iki gümüş madalya alan Buse Günaydın (22), Polonya’daki yarışlarda da hedefinin yüksek olduğunu dile getiriyor. Daha önce -2009’da yasaklanan- poliüretan mayolarla yakaladığı dereceleri Szczecin’de geçebileceğine inanıyor. Günaydın, asıl hedefinin 2008 Pekin’den sonra Londra’da ikinci kez olimpiyat oyunlarına katılabilmek olduğunu belirtiyor. Teknik Direktör Mancevic’le ilişkilerini “muhteşem” olarak nitelendiren sporcu, “Takıma gelmesinin ardından çok fazla şey değişti. Artık gerçekten daha bilinçli çalışmaya başladım. Neyi, neden yapmam gerektiğini daha iyi biliyorum. Bana çok şey kazandırdı” diyor. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun rekortmen yüzücü, gazetecilik yapmayacağını ama yüksek lisans yapmayı istediğini belirtiyor.

Kategorisi 5-Olimpik Sporlar, Ropörtaj, Yüzme0 Yorum


Takip et // Follow

Açık Radyo – Efektifpas

15 günde bir her pazartesi 19.30'da, 94.9 Açık Radyo'dayız. Duyurularımızı takip etmek için Twitter hesabımızı takip edebilirsiniz...

RadyoEfektifpas

Programlarımızın tüm podcast kayıtları online olarak bulunmasa da dinlemek isteyenler için bir kaç adet program mevcut

‘Salvador’ Guti

Johan Cruyff

Arşivler

Bülent Korkmaz – 3

Tottenham Hotspurs

Nazım Hikmet Ran

HaberVesaire Spor

Video Bug Report

Açılmayan bir video varsa resme tıkla, videonun linkini yolla Teşekkürler...

Facebook Hayran Sayfası

Ekim 2024
P S Ç P C C P
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031