Eklendigi tarih 15 Ekim 2014.
A Milli Futbol Takımı 2008’den beri kayıp. 2010’da Dünya Kupası’na gidemedik. Bosna Hersek grubu önümüzde bitirerek eleme maçı oynadı. Aynı grupta Belçika 5 puan gerimizdeydi. Bir büyük turnuvaya en çok yaklaşılan yıl 2012’ydi. 2012 Avrupa Şampiyonası Eleme Grubu’nda, 2010 Dünya Kupası’nın 3.’sü , 2014’ün Dünya Şampiyonu Almanya’nın gerisinde, 2014 Dünya Kupası’nda son 8 oynayan Belçika’nın da önünde 2. sırada yer alıp Hırvatistan ile ön eleme maçı oynama şansı yakalamıştık. 2012’de elendiğimiz Hırvatistan da 2014’te Dünya Kupası’ndaydı.
Türkiye’nin 2016 Avrupa Elemesi Grubu’ndaki takımlardan İzlanda, 2010 Dünya Kupası ve 2012 Avrupa Şampiyonası Eleme maçlarında sırasıyla 5 ve 4 puan toplayabilmişlerdi. 2014 Dünya Kupası’na gitmek için ise Hırvatistan ile play-off mücadelesine çıktı.
Mevcut futbol düzeninde yerlerini 70’lerden sonra merkezde ayırtmış ve köklerini salmış takımlardan, Almanya’dan, İspanya’dan, Brezilya’dan vs. biri olamayacağımız apaçık ortada. Türkiye her zaman 2. ya da 3. torbada yer alacak ülkelerden olacak. Dünya Kupası, Avrupa Kupası vesaire kazanamayacak. Bu futbol düzeni devam ettiği sürece de bu iddiamın arkasındayım. Yani esas rakipleri Çek Cumhuriyeti, İzlanda, Hırvatistan, Bosna Hersek ve Belçika.
Şubat 2014’te belirlendi Avrupa Şampiyonası Eleme Grupları. İzlanda ve Çek Cumhuriyeti ile aynı grupta olunacağı da aylar öncesinden belli olmuş. Nereden nereye geldikleri de. Bir Belçika sıçraması yapamamış olabilirler ancak neler yaptıkları ortada. Türkiye’nin yapamadığı ne varsa yapmış durumdalar. Yani Türkiye’den öndeler. Ancak Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim 3 maç oynandıktan ve sadece 1 puan kazanıldıktan sonra, “Gereği yapılacak” açıklaması yapıyor. Şimdi mi yapılacak bunun gereği? Onun gereği de neyse artık…
Fatih Terim 1 senedir bu takımın başında. Revizyon yapmak için Dünya Kupası Eleme Grubu’nu 4. bitirdikten sonra hemen başlaması gerekirdi. Bugün haberlerde yer alan, Salih Uçan, Alper Potuk vs ile yoluna devam edecek kararlarını çok önce almalıydı. Bu saatten sonra alınan her karar geç karardır. Yaşanan kayıpların üstünü örtmek için atılmış bir adımdır. Letonya maçından önce maçtan 3 puan çıkarılabileceğine dair bir inancım yoktu. Bundan sonra da gruptan çıkılacağına dair bir inancım yok. Daha önümüzde 1 maçta 3 puan hedefini gerçekleştirememişken 8 maçta 24 puan puan diye hedef koyup ilk maçta fire veren bir takımın 7 maçta 21 puan hedefi koyup bunu gerçekleştireceğine inanmıyorum.
Kategorisi Yorumlar
Eklendigi tarih 18 Eylül 2013.
Galatasaray’ın Real Madrid’e yenilmesi dünyanın sonu değil. Kendi sahasında 6 tane gol yiyerek yenilmesi de dünyanın sonu değil. Fatih Terim’in dediği gibi bu takım ilk defa yenilmiyor, son yenilgisi de olmayacak. Gerçekleşme ihtimali az olsa da futbolun içinde olan skorlar, sonuçlar bunlar. Real Madrid de kendi sahasında 2009’da Barcelona’ya 6-2 yenilmişti. Ancak mevzu Galatasaray’ın kendi sahasında bu denli farklı bir skorla, 6-1 yenilmesi değil.
Maçların eski Ali Sami Yen’de oynandığı dönemlerde açılmaya başlanmış ve sloganlaştırılmış bir bir pankart vardır. Kocaman harflerle KONSANTRASYON yazar o pankartta. Dün Real Madrid karşısında 47 dakika boyunca çok iyi oynayan takımın Benzema’nın attığı golden sonra bir anda oyundan düşmesi akıl alır bir durum değil. Skor henüz 2-0 iken, önünde 40 dakika daha var iken bir takımın tüm hatlarıyla oyundan düşmesi hiç normal değil. Hele Fatih Terim’in başında olduğu bir takımın oyundan kopması, teslim olması hiç normal değil. Fatih Terim’in motivasyon gücü her zaman taktik dehasının önüne geçmiştir. Fakat dün son 40 dakika nasıl olduysa oldu tüm takım oyundan koptu. Ve Fatih Terim de bunu bir türlü değiştiremedi. Kalan 40 dakika boyunca yedek kulübesinde 3. gömleği değiştirene dek terleyen, oyuncularına bir şeyler anlatmaya çalışan onları oyunda tutan bir Fatih Terim de göremedik. Belki de televizyondan izlemenin dezavantajıyla göremedim böyle bir görüntü. Galatasaray gibi muhteşem bir nasıl yenilir demiyorum ama yeniliyorsan da bari mücadele ederek yenil.
Burak ve Sneijder oyunda yoktu
Galatasaray’da Burak, 47. dakikada golü kaçırıp takım 2-0 mağlup duruma düştükten sonra, fizik olarak sahada olsa da kafa olarak maçta değildi. Kalan dakikalarda etkili olmaktan çok uzaktı. Geçen sezon bu takımla, şampiyonlar liginin en iyi ilk 11’ine seçilmiş bir oyuncuysan kaçırdığın bir gol yüzünden moralin bozulmamalı. Bu üst düzey profesyonelliğin bir gereğidir. Ancak Burak son zamanlarda takımda sürekli forma giyememesinin de etkisiyle olacak ki bu aralar aşırı duygusal. Umut Bulut’un profesyonelliği Burak’ta yok.
Avrupa’nın büyük takımlarında oynamış profesyonel(!) Sneijder de dünkü mücadelede takımı yalnız bırakan oyunculardandı. Hep kaçak oynadı. Fatih Terim’in moralman bitmiş bu iki oyuncuyu 60. dakika dolmadan oyundan almamasını sadece ikisinin de her an her şeyi yapabilecek oyuncular olması ümidine bağlıyorum. Ancak o moralle yapabilecekleri pek de bir şey olmayacağının çok önce görülmesi gerekirdi. Ya takıma ileri uçta enerji ve hareket getirecek Umut’u Engin’in yerine daha erkenden alıp takımı diriltecekti ya da Sneijder ve Burak’ı bir an evvel oyundan alıp Bruma ve Umut’u oyuna alarak Amrabat-Umut-Bruma 3’lüsü ile maçı noktalayacaktı Terim. Belki takım yine yenilecekti ancak mücadele eden koşan ceza sahasında rakibini rahatsız eden bir takım olarak tamamlayacaktı maçı.
Kanat atağı olmadan olmuyor
Fatih Terim 1996-2000 yılları arasında takımı 4-4-2 ve 4-3-3 karışımı bir taktikle oynattı. Galatasaray’ın o dönemki başarısında en önemli etkenlerden biri kanat atakları ile gelen gollerdi. Kanat oyuncularını hatırlayalım: Ergün, Hakan, Capone, Fatih, Ümit, Okan. Elbette elinde Hakan Şükür gibi hava toplarında çok etkili bir golcü olması da Terim’i bu tercihe yöneltmiş olabilir. Ancak oyunu kanatlara yönlendirerek oynamak sadece elinde yüksek toplarda iyi bir golcü varsa uygulanacak bir taktik değildir de. Topu rakip ceza sahası önünde tutuyorsan oyunun yönünü değiştirmek, rakip savunmanın dengesini bozmak için kanat bindirmelerinin muhakkak yapılması gerek. “Elinde kanat oyuncusu mu var?” sorusu 100 günlük transfer döneminin ardından sorulacak soru da değil artık. 5 gün önce Milli Takım’da Gökhan Gönül ve Caner Erkin’e bunları yaptırırken Galatasaray’da 3 senedir akılda kalan nadir kanat atağının olması düşündürücü.
Uğur Meleke kanat hücumu sadece kanat oyuncusu transfer ederek olmaz demişti. Haklı olduğunu kanıtlayan dünkü maçtan bir görüntü aktarayım size. Takımda sol ayaklı tek oyuncu Riera ile Amrabat, Bruma ve Sneijder hepsi aynı anda sol kanattaydı ve oradan rakip defansı delmeye çalışıyorlardı. Halbuki kalabalık oradayken bir an evvel oyunun yönünün değiştirilip topun diğer kanada taşınması gerekliydi. Bu gereği Selçuk yerine getirdi ancak Eboue sağ kanatta tek başına kaldığı için önünde de kademesiyle birlikte Real Madrid savunması olduğundan Selçuk’un yön değiştiren pası vasıfsız bir pas olarak kaldı. Halbuki top Eboue’ye geldiğinde Bruma’nın sağ kanatta Eboue’ye destek vererek çizgiye bindirme yapması gerekliydi.
Bu taktiksel dizilimleri bu kadar anlatmamın ve önemine vurgu yapmamın bir diğer önemli nedeni de, Marcelo ve Coentrao’suz Real Madrid sol kanadına karşı Galatasaray’ın Eboue-Amrabat/Bruma sağ kanadıyla çıkmamasını anlayamamış olmam. Rakibinin vazgeçilmez kanat ikilisinin olmadığı bir maçta sürekli sağ kanattan atak yapmayı düşünmek için yıllarca teknik direktörlük yapmak gerekmiyor.
Galatasaray Real Madrid karşısında tarihi bir yenilgiyle açtı Şampiyonlar Ligi’ni bu sene. Ancak 1-0’lık yenilgiden iyidir 6-1’lik yenilgi sözüne katılıyorum Ünal Aysal’ın. Bu tür şoklar acilen toparlanmak için gerekli süreci hızlandırır. Dünkü yenilginin bu tür toparlanma yaratıp yaratamaycağını Olimpiyat Stadı’ndaki Beşiktaş derbisinde göreceğiz.
Kategorisi 1-Futbol, Yorumlar
Eklendigi tarih 11 Temmuz 2013.
Not: Bu yazıyı yazmaktaki amacım Garanti Bankası’nı savunmak değil. Bu yazıyı “Pis Garanti’ci, yavşak basın, NTV Spor’da çalışmak için yalakalık yapma!” diye yaftalayacak olanlar varsa, bu notla birlikte paylaşıp kendilerine çelme takacaklardır. Sadece Cenk Akyol’un takıma alınmamasının Garanti Bankası ile olan ilgisi hakkında kafamda bir kaç soru işareti var.
Taksim’deki Gezi Parkı’nı halk olarak el birliği ile kurtardık. Eylemler sürecinde destek veren sporcuları tüm samimiyetleri nedeniyle samimiyetle kucaklıyorum. Attıkları tivitler, yaptıkları davranışlarla kamuoyunun da dikkatini bu yöne çekmekte büyük etkileri oldu. Belki de onların başarılarında gece uykuları kaçarcasına destekleyen halk için gerçekten hayırlı iş yaptılar, sayıları nadir de olsa.
Selçuk Şahin’in tivit bombardımanını unutmadım. Oyunundan pek haz etmesem de bundan sonra başımın tacıdır. Voleybolda pasörlerin kraliçesi okuldaşım Naz Aydemir’den bir adet bir yazı görmeseydim üzülürdüm, üzmedi. Mehmet Okur ta Amerika’dan eylemlere destek verdi. Kendisine devlet kurumları tarafından gönderilen daveti “Taksim’e eyleme gitmeyi yeğlerim daha iyi” diyerek reddetti. Galatasaray’ın başarılı yıldızı Cenk Akyol da bunlardan bir tanesi. Şampiyonluk sonrası Doğuş Yayın Grubu’nun kanalı Ntv Spor’un mikrofonlarına konuşmadı. Mikrofonu yere attı.
Son açıklanan A Milli Basketbol Takımı aday kadrosunda Cek Akyol’un adı geçmiyor olması bu olaylara bağlandı. Çünkü Doğuş Grubu’nun sahibi Ferit Şahenk hem NTV’nin hem de A Milli Basketbol Takımı’nın sponsoru olan Garanti Bankası’nın sahibi. Sahibi olduğu bir kurumun mikrofonunu yere atan ve konuşmayan Akyol’a sinirlendiği için oyuncuyu takıma aldırmadığı iddia ediliyor. Doğrudur, mümkündür, olabilir. Bu ülkede yaşananlar bir çoğumuza, bu ülkede her şeyin olabileceğini gösterdi bana, belki de hepimiz için de böyle. Bu durumun gerçekliğini, Ferit Şahenk çıkıp konuşmadığı sürece bence hiç öğrenemeyeceğiz. Bu durum gerçekse sportif açıdan etik olmadığının altını basa basa söyleyeyim. Bogdan Tanjevic de buna izin verdiyse kişisel prensiplerinin sıkılığını tartışmaya açık bırakmıştır.
Benim aklıma yatmayan bir kaç nokta var bu konu hakkında. Birincisi Cenk Akyol bu takımın ve Tanjevic’in vazgeçilmezi olmadı, olamadı. Kariyerinin en iyi sezonunda kadroya alınmamış olabilir. Ancak bir çok sporcu bir çok çalıştırıcı tarafından daha önce de kariyerinin en iyi döneminde kadroya alınmadı. Cenk ne ilk, ne de son. Cenk’in kariyerinin en iyi sezonunu yaşamış olması Ergin Ataman’a bağlı olamaz mı? Ergin Ataman elindeki her oyuncudan maksimum verimi almış bir hoca. Tanjevic ise Cenk’le bu konuda barışık olmayabilir. Belki Cenk’i takıma alsaydı Cenk yine çok kötü oynayacaktı.
Bununla birlikte aklıma yatmayan diğer konu ise Garanti Bankası baskısı. Bu iddiayı kanıtlamak için Garanti Bankası’nın sponsor olduğu diğer takımlara göz atmak gerek. Tek bir örnek bile yeter aslında. Garanti Bankası, Kadın A Milli Basketbol Takımı’nın da sponsoru. 2013 Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonası 15-30 Haziran’da oynandı. Işıl Alben ve Yasemin Horasan bu takımın vazgeçilmez oyuncuları. Işıl Alben’in twitter hesabına göz atarsanız (https://twitter.com/isilalben10) oyuncunun Gezi Parkı hakkında attığı tivitleri ya da retivitleri görmek mümkün. Bir de 2 Haziran’da facebook sayfasında yayınladığı ve linkini tivit hesabında paylaştığı yazı var. Yasemin Horasan’ın tivit hesabında da konu ile ilgili tivitleri görebilirsiniz. (https://twitter.com/Y_H13)
Eğer Cenk Akyol Garanti Bankası baskısıyla alınmadıysa, aynı muamele Işıl Alben ve Yasemin Horasan neden takımda kaldı? Turnuva başlayacaktı hazırlıklar yapıldı vs. Kadroda yer alır ama maçlarda oynatılmayabilir miydi? Olabilirdi. NTV’yi protesto etmemiş olabilirler diye kadroda kalmış olabilirler mi? Olabilir. Bundan sonra Işıl ve Yasemin’in kadroya alınıp alınmayacağını takip etmek bu nedenle önemli.
Şimdi aklıma bir soru daha geliyor: Cenk Akyol’un takıma alınmamasının ardından Naz Aydemir’in tivitır hesabından yazdıkları nedeniyle NTV’de kendisi hakkında bir haber görüp göremeyeceğimiz. Eğer parçalar birbirini tamamlarsa Garanti Bankası baskısı iddiası doğrulanır.
He bir başka soru daha var: NBA’de doping yapan Hidayet Türkoğlu ay yıldız formayı nasıl giyebiliyor?
Kategorisi 2-Basketbol, Yorumlar
Eklendigi tarih 10 Eylül 2012. Etiketler: 2-0, 2014, brezilya, Dünya Kupası, eleme, hollanda, Türkiye
Tam olarak 1 yıl evvel buraya bir yazı yazmaya başlamışım ve başlık da yukarıda gördüğünüz üzere “Ne yapsan beğenmeyeceğiz seni A Milli Futbol Takımım” olarak elimden çıkmış. O gün tarihinde hiçbir zaman şampiyona eleme gruplarını 1. sırada bitirip gidememiş erkek futbol milli takımı Avusturya ile oynamış ve 0-0 berabere kalmıştı. Matematiksel hesapların uzmanı Guus Hiddink için yeterli bir sonuçtu ve grubu da 2. bitirip yine play-off’a kalmış ama Avrupa Şampiyonası’na gidememiştik. Ancak o gün oynanan oyunda skoru, oyunu kontrol eden bir milli takım vardı. Ve biz hiçbir zaman bunu yapamamıştık. Sahadaki takımın çoğu birbiriyle ilk defa oynuyor ve ne olursa olsun gerekli puanla sahadan ayrılıyordu. O maçın ardından sahadaki futbola dair iyi noktalar değil de sahada olması gereken isimler üzerine yoğunlaşılıp, Hiddink’e eleştiriler daha hiçbir şey bitmemişken yönlendiriliyordu.
Bugün ise yine ve aslında beklenen bir sonuçla Hollanda’ya mağlup olan takımın oynadığı dengeli, baskılı oyun gözden kaçırılıp aynı şekilde ama bu sefer daha her şey yeni başlamışken Abdullah Avcı’ya, sahada olması gereken oyuncuların neden olmadığından yola çıkılarak eleştiri okları yönlendiriyor. Haklı yönleri yok mu bu eleştirilerin? Olabilir, vardır da.. Ancak bu kötüyü görme alışkanlığı iyi şeyleri görmeyi engeller derecede manasızca.
Selçuk İnan neden ilk 11’de başlamamış olabilir diye oturup düşünmek lazım öncelikle. Abdullah Avcı’nın ilk düşüncesi belli ki Hollanda’yı durdurmak üzerineydi. Bu düşünceyle de defansif özellikleri Selçuk İnan’a göre daha gelişmiş olan iki oyuncu Emre Belözoğlu ve Mehmet Topal ile başladı. Bu durum bu kadar basit. Kimse Selçuk’un Emre’den daha iyi defansif özelliklere sahip olduğu konusunda ısrarcı olmasın. Emre 17 yaşından beri Galatasaray’da, Inter’de, Newcastle’da defansif yönü ağır basan oyuncu olarak kullanıldı ve o yönde evrildi. Uluslararası tecrübelere bakınca da Mehmet ve Emre tercihleri kadar doğru ve saygı duyulacak bir karar olamaz. Ama saygıdan bir eser eleştirmenler olduğu sürece saygı duyulmaması normal. Selçuk’un sonrasında oyuna neden alınmadığı konusunda benim de soru işaretlerim oluştu kafamda. Fakat sırf bu yüzden de daha ilk resmi milli maçında bir teknik direktörü asıp kesmek ne kadar doğru?
Gökhan Gönül varken, neden Hamit Altıntop oynamış sağ bekte? Yıllarca aynı soyunma odasını, aynı yemek masasını, aynı antrenman sahasını Robben’le birlikte kullanan Hamit’in, rakibini daha iyi tanıma ihtimali olabilir mi bu tercihin arkasındaki neden acaba? Neden olmasın.. Ek olarak, eğer elinizde Cafu varsa bile sağ kanat hücumcunuz, sağ kanat savunmacınıza destek vermiyorsa orada yeller eser, Cafu’nuz bile madara olur. Tunay’ın defansif eksikliği orada Gökhan Gönül de bulunsa sonucu ne kadar olumlu yönde değiştirebilir ki?
Elimizdeki kadro bu. Bu kadronun hücum lideri Arda olacak en az 8 yıl daha. Bu takıma monte edilmiş harika yeteneklere ve fiziğe sahip Sercan Sararer’in performansını, Abdullah Avcı’nın onu kimse bilmezken Milli Takıma gözü kapalı monte etme cesaretini görmezden gelmek, maç yorumu yazmaya hata bulmak amacıyla oturmuş olmakla açıklanabilir. Ömer Toprak ve Semih Kaya’nın en 20’li yaşlarının başlarında olup bu takıma yıllarca hizmet edecek kapasiteye yaklaştıklarını, ileri üçlünün sürekli rakip yarı alanda baskı yapıp rakibin oyun kurmasını engelleme çabasının 90 dakikaya yayılışını, rakibi ve oyunu kontrol eden bir takımın sahada oluşunu, Hollanda’ya karşı girilen 6-7 pozisyonu hiç saymak, sırf gündeme gelmek için eleştiri yapmak hiçbir şekilde Türkiye’de futbolun ilerlemesine katkı vermez.
1 yıl geçmiş ve hala aynı eleştiri yazılarını temcit pilavı gibi önümüze serenlerin ağzından lütfen “Türk futbolu yapılanmalı, değişmeli, gelişmeli” laflarını bırakmalarını rica ediyorum. Zira inandırıcı değilsiniz. Birçoğunuz futboldan bihabersiniz. Olumlu eleştiri yapmaya tahammülünüz yok. Her maçta kötüyü görme alışkanlığınızı üzerinizden atmadıkça, maç yorumlarınızı yazmak için televizyon karşısına hataları sıralamak amacıyla oturduğunuz sürece çok şampiyona kaçırırız. Diyebilirsiniz ki “e onun görmediği ya da yaptığı hataları yazmazsak olmaz. işimizin, gazeteciliğin bir kısmı da bu”. Haklısınız da siz de hep hataları yazıyorsunuz…
Hollanda’yı buradaki maçta yenebiliriz. Geri kalan maçlarımızı kazanabilecek düzeydeyiz. Romanya, Macaristan ve hele Estonya’yı da kendimizden aşağı görmememiz gerek. Ancak bu şekilde 2014’te Brezilya’da var olabiliriz.
Kategorisi Yorumlar
Eklendigi tarih 27 Ağustos 2012. Etiketler: Beşiktaş, emre çolak, Galatasaray, manuel fernandes
Öncelikle maçın tempolu, tenis maçı gibi heyecan dolu geçtiğini söyleyenlere muhalefet şerhini koyayım. Maçtaki temponun pas temposu olmadığını bu yüzden de maçın kaliteli geçmediğini söyleyeyim. Heyecanlı olması hangi takımın hata yapıp gol yiyebileceği ihtimalinin yarattığı gerginlikten kaynaklandı. Yoksa maçta kaliteli pas oyunu ve organizasyona bir şey yoktu.
Sezonun ilk derbisi Umut’un 22. saniyede girdiği pozisyonla oldukça zevkli geçebilme ihtimali olan bir maç yaşanacağını hissettirdi. Escude’nin ıskasını Umut kalitesindeki bir oyuncunun boş kaleye gönderememesi açıklanamaz. Pozisyonun ardından ilk yarıda iki takım oyuncularının birbirlerine yakın pres yaparak top oynatmaması ilköğretim 1. sınıfta oynanan futbol maçlarındaki kakafoniyi hatırlattı bana. Aynı takımın 2 oyuncusu birbirleriyle 2-3 pas yapıp oyunu kontrol altına almak istese de başarılı olamadı. Maçın ilk yarısındaki karşılıklı hatalarla gelen goller iki hocanın da maç öncesi planladıklarını bozduğundan iki takım da sadece rakibe saldırma, topu kapma, top yapamıyorsan yaptırmama oyununu oynamaya başladı. İlk yarıya dair iki takımda da organizasyona dair fazla bir olumlu yan göremedik.
Beşiktaş’ın ikinci golü hakkında bir kaç kelam etmekte yarar var. Gol öncesi orta sahada kazanılan serbest vuruş kullanılmadan önce Semih ve Ujfalusi topun ceza sahasına doldurulacağı düşüncesiyle rakip ceza sahasına gitti. Bu tip toplarda takımın rakibi durdurma konusunda en önemli iki oyuncusu yani stoperleri rakip ceza sahasındaysa top mutlaka o oyuncuların bulunduğu yere atılır, atılmalıdır. Lugano, Puyol, Ramos, Capone, Ömer Erdoğan gibi aslen stoper olan oyuncuların ceza sahasında her gittiğinde gol bulabiliyor olması bu yüzdendir. Eğer o topu bu iki oyuncudan çok bağımsız bir yere gönderirsen; birincisi oyuncunu boşa yorarsın, ikincisi de eğer rakip o topu kaparsa senin takımının defansını yerleşmemiş bir biçimde yakalar ve o golü atar. Yani buradaki problem stoper hatası değil, taktik hatasıdır.
Galatasaray’ın ikinci yarıya Melo-Amrabat değişikliği ile başlaması, orta sahayı 3 kişiyle tutan Beşiktaş adına avantaja dönüştü. Hamit’in sağ kanatta kendisiyle boğuşması, Emre Çolak’ın Kasımpaşa maçındaki performansı sergileyemeyişi, Selçuk’un geçen sezona göre rakipleri tarafından daha fazla markaja maruz kalması sarı-kırmızılı takımın oyuna hakimiyetini kurmasına engel oldu. Buna bir de Amrabat’ın sol çizginin orta sahaya yakın tarafında alıp çizgiye inmeye çalışırken yaptığı top kayıpları eklenince Galatasaray’ın oyunu iyice verimsizleşti. Buna oyuna daha sonradan giren Aydın’ın da sürekli içeri kat etmesi oyunun kitlenmesine neden oldu. Galatasaray’ın oyununun kitlenmesinde Beşiktaş teknik direktörünün Veli-Fernandes ikilisin arasına Toraman’ı sıkıştırma düşüncesi de çok büyük katkı sağladı. Maç öncesi orta sahaya hakim olan takımın sonuca gideceğini yazmıştık.
Galatasaray’ın ortadan dikine paslar ile sonuç alamadığında ortaya koyacak başka bir planının olmadığını çok kez yazdım, söyledim. Bu maçta da ilk yarıda defans arkasına atılan bir kaç pas dışında sonuç alınamadı. Hele ikinci yarı dikine yüksek toplara mahkum bir Galatasaray’ın yaptığını, bizim gibilerin her halı saha maçında yaptığını hatırlayınca Fatih Terim’in taktik zekasını bir kez daha sorgulamak gerektiğini söylemem lazım. Nihayetinde beraberlik golü dikine kullanılan bir pas sonucu gelmiş olsa da bu şekilde gelmeseydi daha iyiydi.
Galatasaray son 3 resmi maçında son dakikada puanı-galibiyeti kurtarıyor. Hatırlatalım EURO 2008’de milli takımın başındaki isim Fatih Terim’di ve gelen başarı son dakika golleriyle elde edildi. Fakat daha sonrasında bu başarı süreklilik kazanmadı. Bu yüzden iki benzer durum olumlu yönde yanıltmasın kimseyi. Şampiyonlar Ligi maçlarında Galatasaray’ın içinde bulunacağı zorlu bir grupta foyasının ortaya daha fazla çıkacağını düşünüyorum. Acilen bu konulara önlem alınması gerek.
Beşiktaş yenilenen kadrosuna karşın çok iyi bir mücadele çıkardı. Orta sahayı Galatasaray’a teslim etmemesi 3 puanı getirebilirdi ev sahibine. Bu skorla Beşiktaş ilerleyen haftalarda çok daha iyi bir takım olabileceğini gösterdi. Siyah-Beyazlı taraftarların takımına daha fazla destek olması buna katkı yapacaktır.
1970-76 yılları arasında Metin Oktay’ın yerini kapatması için takıma transfer edilen ve arka arkaya kazanılan 3 şampiyonlukta büyük payı olan Metin Kurt’un ölümünün ardından sahaya siyah bantlarla çıkma talebinde bulunmayan Galatasaray Yönetimi vefa ve saygı konularından sınıfta kalmıştır. Maçta dizinden sakatlanan ve 3-6 ay sahalardan uzak kalacak Mustafa Pektemek’e de büyük geçmiş olsun.
Kategorisi 1-Futbol, Galatasaray, Türkiyeden Futbol, Yorumlar
Eklendigi tarih 26 Ağustos 2012. Etiketler: Beşiktaş, emre çolak, Galatasaray, manuel fernandes
Yıllarca ayarlanmış derbi fikstürlerinden bıkmışların öncüsü Uğur Meleke ve ardından gelen bizlerin en mutlu günü belki de bugün. Lige, ilk haftalardan motivasyon ve izlenebilirlik katacak bu akşamki Beşiktaş – Galatasaray derbisi. Bunun yanında maça heyecan katan diğer unsurun bir derbi olmasının da önemli bir etkisini es geçmeyelim.
Beşiktaş’ın ligdeki ilk maçını izleyemedim. Ligin ilk haftasında tüm büyüklerin belalısı İstanbul Büyükşehir Belediyespor’a boyun eğmemiş olmaları yeni kurulan kadrosu ve hocasıyla önemli bir artı. Üstelik puan alınan takımın hocası geçen yıl Beşiktaş’ın her şeyini çok iyi bilen Carlos Carvalhal’ken. Maç sonrası Samet Aybaba’nın “Veli’nin maçın başında sakatlanması oyunda dengeleri bozdu” açıklaması takımın geleceğine dair yaşanması muhtemel hayal kırıklığının ilk işareti olacak. Sonrasında hafta içi söylediği “Sabah akşam çalışan hoca hata yapmaz” sözleri de neden yıllarca üst düzey bir hoca olamadığının ve belki de olamayacağının nedenini belirten nitelikteydi.
Maça gelirsek de Samet Aybaba’nın bu bakış açıları bu akşam Beşiktaş’ın en büyük dezavantajı olarak göze çarpıyor. Stopere alınan Escude’yi bekleyenler olsa da Toraman ve Sivok ikilisinin bozulmaması defansın daha az hata yapması adına önemli ve gerekli. Çok önemli diz sakatlıkları geçirmiş ve uzun süredir derbi oynamamış Uğur Boral’ın sol savunma performansı soru işareti. O kanattan Hamit ve Eboue ile karşılaşacak olması da bu önermenin büyük nedeni. Veli ve Necip’in orta sahayı savunma konusundaki süreklilikleri de Beşiktaş’ta dezavantaj olarak göze çarpıyor. Muhtemel 11’lere göre Holosko, Olcay ve Mustafa da ileri 3’lüde yer alacaksa onların defansa yapacakları destek orta sahayı ve dolayısıyla oyunu ele geçirme konusunda siyah beyazlılar için belirleyici faktör olur. Galatasaray’da Umut ve Elmander’in üstlendiği savunmacı forvet performansını gösteremezlerse işleri zor.
Galatasaray içinse fazla bir şeyler yazmaya gerek görmüyorum. Muhtemel 11’lerde Melo’nun oynayacağı yazılsa da ben tam tersini düşünüyorum. Yaz boyunca Galatasaray’dan başka ciddi talibi olmayan Melo’nun 3-5 kuruşun hesabını yaparak yaz boyu yatması, takıma ağustos ayında katılması, 2 aya yakın kondisyon yüklemesi yapmaması gerçeklerini göz önünde bulundurmak gerek. Fatih Terim’in de bu gerçekler ortadayken orta 4’lüden birini kesip Melo’yu oynatması huzursuzluğa yol açmak için davetiye olur. Emre ve Aydın geçen haftaki performansı ortadayken Melo’nun yine son 20 dakikada sahada olması yeterli olur. Defansta da Semih Kaya’nın oynaması muhtemel dursa da sakatlığının tam olarak iyileşmesi ve ne kadar savruğa yakın bir oyunu olsa da Dany’nin Ujfalusi ile sahada olması gerektiğini düşünüyorum. Hakan Balta bugün fazla bindirme yapmayabilir ama Eboue’den geçen yıl derbilerde yaptığı kanat bindirmelerine devam etmesi durumunda gol pozisyonlarının oranı artacaktır.
İbre kadrosu ve sistemi oturmuş Galatasaray’dan yana ancak Beşiktaş da Manchester City karşısındaki Liverpool gibi iyi direnç gösterip süpriz bir performans sergileyebilir. (bu yorum Liverpool-Man. City maçı sırasında yazılmıştır.)
Maçın kilit isimleri: Emre Çolak (GS) – Fernandes (BJK)
Kategorisi 1-Futbol, Galatasaray, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, Yorumlar
Eklendigi tarih 21 Ağustos 2012. Etiketler: Ahmet Çakar, elmander, emre çolak, Galatasaray, Kasımpaşaspor, melo, selçuk inan, umut bulut
Galatasaray maçının ardından nasıl olduysa anlayamadığım akıl almaz bir tartışma üretilmiş. Tartışmanın konusu o kadar akıl almaz ki, bombalamanın üstüne gündemi meşgul etmek üzere hükümetin görevlendirdiği polemikçiler, manipülasyoncular hatta FBI, CIA falan devreye girmiş olmalı diye düşünüyorum.
Tartışma şu: Galatasaray’ın oyuncu değiştirdiği sırada sahada 7 yabancı varmış ve 3 puanı silinmeliymiş. Oyun durmuşken sahada Melo’nun kenardan oyuncu değişikliği ile sahaya girmesi takımı kural dışı olarak 7 oyuncu ile sahada bulunmasına neden olmuş. Ve otorite Ahmet Çakar konuşmuş: ” Oyunun başlamaması mühim değil” demiş.
Ahmet Çakar’vari ben de başlıyorum o zaman: Bakın çok açık konuşuyorum. Futbol yorumlanan programların bir çoğunda masada duran porselen kupaların içinde ne su var, ne çay ne de kahve. Eğer gerçekten su içecek olsalar bir su firmasıyla sponsor anlaşması yapar masaya pet şişeleri koyarlar. Ayrca su bu kadar kafa yapmaz. Oyunu izlememiş ve detayları kaçırmış insanlar bu konuları konuşur ancak.
Dikkatinizi çekerim, oyuncu değişikliği ilk Sercan-Elmander olarak yapıldı ve sonrasında da tabela Melo-Hamit olarak kaldırıldı. Elmander ve Hamit de iki oyuncunun elini sıkarak kenara geldi. Durum böyleyken bu çıkarılan tartışma, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un puan kaybettiği haftada Galatasaray’ı yıpratmak için yapılan kuru bir safsatadan başka bir şey değildir. Eğer Ahmet Çakar’ın dedikleri doğru olsaydı bugün bir çok takım gol sevinci sonrası kenardaki yabancıların sahaya girmesiyle hükmen yenik sayılırdı. Ne diyor Ahmet Çakar, oyunun durması önemli değil.. Ramazan sonrası alkol çarpması yaşıyor sanırım..
Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, Yorumlar
Eklendigi tarih 14 Ağustos 2012.
Sezonun ilk resmi mücadelesine Galatasaray Fenerbahçe karşısında çıktı. Maçı kupa zaferiyle neticelendirdi ancak bu takım bana hala yeteri kadar tat vermiyor. Hepsi ne yazık ki Barselona yüzünden olabilir. Bunu diyeceğim günleri de gördük hep beraber. Ancak hepsi Kewell, Lincoln, Baros ve Arda dörtlüsünün tek paslarla defansı muhteşem bir biçimde ekarte ederek attıkları goller, girdikleri pozisyonlar yüzünden de olabilir tabi ki. O gün o dörtlüde bulduğum zevki, heyecanı bugün Galatasaray’da bulamıyorum.
Engin Baytar, Felipe Melo, Hakan Balta gibi isimler dışında bu takımda herkes yıldız birer oyuncu benim nazarımda. Semih, Emre ve Aydın dahil. Fakat bu oyuncularla, iki senedir Fatih Terim bir türlü organize atak oluşturmayı başaramadı. Ne kadar eleştirilse de Riera gibi bir kanat oyuncusunun kalitesinden yeteri kadar yararlanamadı Terim. Veya Eboue’nin Fenerbahçe’ye 3-1’lik maçta attığı gol gibi bindirmeli atak göremedik kanattan. Galatasaray’ın her maçını izleyemediğimi, izleyebildiklerime göre yorum yaptığımı ancak her derbiyi izlediğimin altını çizerek, Galatasaray gibi bir takımın yaptıklarının ve yapacaklarının bu maçlardaki görüntüsüyle değerlendirilmesi gerektiği görüşünde olduğumu da belirteyim.
Geçenlerde Galatasaray’ın Leeds United ile Elland Road’ta oynadığı maça göz attım. Şu meşhur kralın golüne. Leeds atak yaparken defansın önünde kapılan topu Hagi, hemen Hakan’ın önüne atıyor. Hakan da herkesi şaşırtan bir gole imza atıyor. Galatasaray 2, Leeds 3 kişi o atakta (Hakan Şükür’ün attığı golün videosu). Umut Bulut’un attığı gol de bunun tamamen bir kopyasıydı. Selçuk Dany ve Semih’in (faulle de olsa ki faulü yapan o pozisyonda Dany idi) Kuyt’tan kaptığı topu alıp hızlıca ileri aktarıyor ve kontra bir atak ile gol geliyor (Umut Bulut’un attığı golün videosu). Benzerlerinden biri de Melo’nun Selçuk’un ara pasıyla Beşiktaş defansının arkasına kaçıp attığı goldü geçen sezon. Bunun gibi çok da gol attı Galatasaray.
Bu gözlemlerden yola çıkarak Fatih Terim’in Galatasaray’ının iyi bir kontra atak takımı olduğunu görüyoruz. Buna destek olarak Galatasaray’ın Ali Sami Yen’de Fenerbahçe’yi konuk ettiği 1-2 yenildiği play-off mücadelesini hatırlayalım. Fenerbahçe bulduğu 3 pozisyonun 2’sini gole çevirmişti. Skor 1-0 iken Galatasaray, oyunu domine etmiş ancak ve ancak rakibi ortadan çözememişti. Çünkü kontra atak yapacak kadar geniş bir alan bırakmıyordu Fenerbahçe. Tek gol atma yöntemi olarak de bunu kullanınca sonuç çıkmadı. Kanatlardan bindirmelerin kıtlığı rakibi çözmek, kanatlara çekip kalenin önünü açmayı başaramadı. Ancak Selçuk’un serbest vuruştan attığı gol, onu da Volkan alıyordu neredeyse, golü bulabilmişti Galatasaray. Aynı problem pazar günkü maçta da devam etti. Gelen goller Selçuk’un ayağından çıkacak ara toplara bakıyor. Bir dönemin, belki de hala süren, Alex’in ayağına bakan Fenerbahçe’si gibi bir görünüm var. Şimdilik sonuç alabiliyor Galatasaray peki Şampiyonlar Ligi’nde ne olacak? Kontra ataklarla nereye kadar devam edilecek mesela? Bir üst tur için 1 puanın yettiği maçta es kaza geri düşüldüğünde iyi kapanan bir takımı nasıl çözebilecek Galatasaray bu bir soru işareti hala bende. Ve alternatif çözümü olmayan bir takım bana da tat vermiyor.
Pazar günkü maçta Dany’nin performansını beğendim. Biraz daha derlenip toparlanması gerekiyor. Emre Çolak’ın fizik gücünü yükseltmesi gelecek için atılmış önemli bir adım. Hamit’teki durgunluğun sebebini çözemem ama belki de Real Madrid’de yaşadığı hayalkırıklığını üzerinden atamamış olabilir. Amrabat kısa süre oynasa da hareketliliği ve adam geçme özelliği ile takıma daha çok şey katar. Bir senedir bugünü bekliyordu. Maç bitiminde de direk Fatih Terim’e gitmesi de bu yüzden olabilir. Belki de Galatasaray’da eksik olan o alternatifsizlik, birebirde etkili Amrabat ile üretilebilir mi?
Kategorisi 1-Futbol, Galatasaray, Yorumlar
Eklendigi tarih 10 Şubat 2012. Etiketler: bekir yarangüme, Beşiktaş, efektifpas, efektifpas.com, erns, eurosport, fabian, Fernandes, Hugo Almeida, Milliyet, Nihat Kahveci, trtspor, Türkiye, vatan, yıldırım demirören
Beşiktaş’ta parasını alamayan sporcular haklarını hukuki yönden ararken, medya mağdur durumdaki sporcuları suçlayan nitelikte haberler yayınlıyor.
Yıldırım Demirören Beşiktaş’ın başına geçtiğinden beri kulübe maddi olarak yarattığı zarar gün geçtikçe arttı. Her başkanlık seçiminde de babasının koltuğuymuş gibi -artık babasının koltuğu demek de mümkün- mevkisine yapıştı ve “paramı verin başkanlık sizin olsun” tehditini savurmaktan da çekinmedi. Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün başkanlık koltuğunu satın aldı ve kimsenin de gıkı çıkmadı.
Tam sayıyı bilmiyorum ama bugünlerde Beşiktaş’ın borcu 400 milyon TL’nin kapılarını tıklamakta. UEFA kriterleri de kapıda. Bu süreçte kulübün borçlandıkları arasında tabi ki sadece kurumlar veya Yıldırım Demirören yok. Futbolcular, basketbolcular, voleybolcular, hentbolcular, diğer sporcular, kulüp çalışanları, Ümraniye personeli vesaire. Hal böyleyken herkes alacaklarını tahsil etmek için hukuki yollara başvurmaya başladı.
Bu konudaki ilk haber, basketfaul.com sitesinde yer alan, takımın basketbol oyuncusu Bekir Yarangüme’nin başkanın makam otosuna yaptığı haciz işlemi oldu. Bu haberi çok okunan-yaygın medyada pek fazla göremedik. Daha sonra geldiklerinde omuzlarında taşınan ama bugünlerin belalı çetesinin üyesi Portekizli Hugo Almeida, FIFA’ya ihtar çekip parasını aldı. Ardından Holosko, Sivok ve Fernandes de aynı yöntemle paralarını aldı. Sonrasında ise Eurosport Türkiye kendi imzalı haberinde Fabian Ernst’in de aynı yöntemle parasını alma girişiminde bulunduğunu yazdı. Ve son olarak da Nihat Kahveci’nin aynı yöntemle alacaklarını tahsil etmek için girişimlerde bulunduğu haber TRTSpor ‘dan geldi. Ferrari, Del Bosque, Tigana, Zapotocny’yi saymadım bile.
Derdim futbolcuların paralarının alıp alamamalarından çok, spor medyasında bu haberlerin nasıl yazıldığı.
Görsel TRTSpor.com.tr adresinden alınmıştır.
Sabah.com.tr : Kadıköy’de, ezeli rakibi Fenerbahçe’ye yenilen Beşiktaş’a bir darbe de futbolcusu Almeida vurdu. Portekizli oyuncunun geçtiğimiz ay FIFA’ya başvurup “Ücretim zamanında ödenmiyor” diyerek ihtar yazısı gönderdiği ve Beşiktaş’ı şikayet ettiği öğrenildi.
Eurosport Türkiye : Yakaladığı çıkışın ardından son üç maçını kaybeden Beşiktaş’a Fabian Ernst’ten de kötü haber geldi. Maddi sıkıntılar ile mücadele etmek zorunda kalan siyah-beyazlılar’da orta sahanın dinamosu Alman futbolcu alacaklarını tahsil edemediği gerekçesiyle FIFA’ya başvurdu.
TRTSpor.com.tr: (Anasayfasındaki manşet) – Bir darbe de ondan – Udinese ve Ferrari’yle mahkemelik olan, futbolcularının alacaklarını ödeyemeyen Siyah-Beyazlılar’a son darbe Nihat Kahveci’den geldi. .… İşte bu olumsuz şartlarda bir de Nihat Kahveci’nin geçmişten kalan alacakları nedeniyle mahkemeye başvurduğu ortaya çıktı. Yaklaşık 2 milyon 440 bin Euro alacağı bulunan yıldız futbolcunun icra takibi başlattığı, Beşiktaş cephesinin itiraz için 1 hafta süresinin bulunduğu kaydedildi.
Görüldüğü üzere tüm haberlerde hakkı olanı isteyen ve bu açıdan hukuki süreçlere başvuran futbolcuların, Beşiktaş’a darbe vurduğu yönünde yazılmış. Haberlerde kullanılan bu dile göre futbolcular Beşiktaş’ın bu zor günlerinde kulübüne böyle bir şeyi yapmamalılar çıkarımına varmak mümkün. (bknz. İşte bu olumsuz şartlarda bir de Nihat Kahveci’nin geçmişten kalan alacakları nedeniyle mahkemeye başvurduğu ortaya çıktı.-TRTSpor) Bu durumda şu soru akıllara geliyor: Beşiktaş Jimnastik Kulübü , geçindirmek zorunda olduğu bir ailesi olan sözleşmeli futbolcusunun hakkı olan emeğinin karşılığı parayı sporcusuna vermeyerek, onun ailesine ve hayatına bir darbe vurmuyor mu?
Yazılan bu haberlerde kullanılan dile göre hakkını aramak suçlu olmak manasına geliyor. Hele ki bu suçu Beşiktaş’a, Galatasaray’a karşı falan işlemek suçların en büyüğü haline getiriliyor. Fakat Türkiye spor medyası (bu genellemenin dışında kalanlara saygım sonsuz) İtalya, İspanya, İngiltere gibi liglerde sporcuların yaptığı hak arama eylemlerini öve öve bitiremeden sayfalarında, ekranlarında yer veriyor. Sonrasında da en oturaksız hayıflanma sorusu geliyor: “Bizim futbolcularımız neden sendikalaşmıyor? Biz de neden böyle bir eylem yapılmıyor?”
Bu ülkede spor medyası sporcuların hakkını aradığı haberleri bu şekilde, bu dille yayınladıkça sporcular sendikalaşamayacak. Çünkü bu şekilde medya sporcuyu kulübe düşman, dolayısıyla kulübüne aşık taraftarına da düşman konuma getiriyor. Halbuki tam tersini yapsa, mesela “Ernst hakkını arıyor” manşeti atsa ya da “Futbolcuların hak mücadelesi” dese bu konuda bir kamuoyu yaratıp belki de medyanın bu etkisiyle futbolcular daha kolay örgütlenebilecek. (Tabi ki bu konuda başka engeller de var ancak ben medya ayağını eleştirmekteyim bu yazımda.) Ama ülkemin medyası bu tür başlıkları atmak, bu tür eleştirileri için altındaki koltuğunu kaybedebileceği korkusunu da göğüslemek zorunda kalıyor. Ya da bu tür bir eleştiri yaptığında “Ne oldu, Vatan’dan istifamı ettin Güntekin?” sorusunun muhatabı olmak zorunda kalıyor. Ne zaman, yaygın medyada yukarıda verdiğim örnekler gibi başlıkları görmeye başlarız, ne zaman Vatan Gazetesi, Milliyet Gazetesi (ikisinin de sahibi Demirören olduğu ve konu da Beşiktaş’tan çıktığı için örnek verilmiştir. Yapmışlarsa da gözümden kaçmış.) spor servisleri bu tür hak haberlerini manşetten vermeye başlayabilir, o zaman yavaş yavaş sporcu sendikaları kurulabilir. Şirket-patron yandaşı spor gazeteciliği değil de, hak odaklı spor gazeteciliği talebimi de buradan duyurayım.
Bitişi de aşağıdaki fotoğrafla yapalım. Sloganı şöyle dönüştürelim:
Baba Hakkı yarattı. Demirören dağıttı.
Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, Beşiktaş, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, Yorumlar
Eklendigi tarih 16 Kasım 2011. Etiketler: Euro 2012, guus hiddink, hırvatistan, milli takım, Türkiye
Beşinci dakikada direkten dönen top, Hırvatistan karşısında “mucizeci” ruhu çağırabilirdi, olmadı. Hata görevden alınması beklenen Hiddink’te mi? (HaberVesaire – 16.11-2011)
İstanbul’da yaşanan hezimetin ardından Zagrep deplasmanında Türkiye sekiz farklı oyuncuyla sahadaydı. Ay yıldızlı takımın bu kadar farklı oyuncuyla sahada olması mücadeleye hazırlık maçı havası katsa da etkili başladı. Ömer Toprak’ın ilk maçında daha 2. dakikada yarattığı gol tehlikesi yeni oluşuma hazır bir milli takımın işaretini verdi. Ve Hırvatistan’ın bize Türk Telekom Arena’da yaptığına Maksimir Stadı’nda karşılık verme ümidi de yarattı. Ardından gelişen atakta direkten dönen topu golle sonuçlandıramayan Kazım’ın pozisyonu da maç öncesi oluşan heyecansızlığımızı giderdi doğrusu.
İlk maçta kaleyi bulan ilk şutumuzu ikinci yarıda atabilmişken dünkü karşılaşmada 6 dakikada üç şut attık. İstanbul’daki şutsuzluğumuzu ruhsuzluğa bağlayabiliriz. Dünkü şut atma yetimiz de kaybedecek bir şeyimiz olmamasının getirisiydi. İlk 15 dakikada maçı tek kaleye çevirmiş olmamız da aynı nedenle açıklanabilir. Daha sonra maçı dengeledi Hırvatistan. Kimi tehlikeli ataklar geliştirseler de onlarda da ilk maçın getirdiği rahatlık skor elde etme isteklerini törpüleyen etkendi. Caner Erkin’in sol kanatta atak yönüyle etkisizliği de gol üretme konusundaki sıkıntılarımızdandı. İlk yarıyı en azından önde kapatabilmek, rakibimizle üç yıl önce Avrupa Kupası’nda oynadığımız “mucizeci” ruhu da çağırabilirdi belki.
30. dakikada oyuna giren Gökhan Töre’nin de katkısıyla ikinci yarıya biraz daha etkili başlayan takımımız atakta daha etkili olmaya başladı. Ancak uç oyuncularımızın yetenek konusundaki eksiklikleri skor üretkenliğimize engel oldu. 60’tan sonra Hırvatistan’ın geliştirdiği kontrataklarda hem takımca hem de bireysel olarak verdiğimiz defansif tepki sadece takımımızın geleceğine olumlu bir not olarak kayıtlara geçti ancak. Özellikle İsmail Köybaşı’nın sol kanatta rakip takımın en tecrübeli ismi Dario Srna’yı sahadan silecek derecedeki güzel oyunuyla bu takımın sol savunmacısı olması gerektiğini söyledi. Önem değeri yüksek bir mücadelede forma giyen Sinan Bolat’ın da performansı Rüştü sonrası yaşadığımız kaleci pozisyonundaki sıkıntılarımızı en 10 yıl bir kenara atabiliriz. İki ekibin de orta sahaları yorulunca karşılaşma karşılıklı kontra atak oyununa döndü. Maçın bu kimliğe bürünmesi Burak Yılmaz’ı aramamıza neden oldu. Yine de Gökhan Töre, Kazım, Serkan Balcı gibi hızlı oyuncularımızla bu fırsatları değerlendirmemiz gerekirdi. Yine de mücadeleyi beraberlikle tamamlamış olmak mühim.
Milli takımda hoca “değişikliği”
Gelelim önümüzdeki günlerin “hoca değişikliği” tartışmasına…
Hiddink de maç sonrası verdiği ropörtajda takımdan ayrılma ihtimalinin yüksek olduğunu kabul ediyor. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) tarafından doğrulanmamakla birlikte, kimilerine göre yeni teknik direktörün ismi de belli: Abdullah Avcı. Teknik direktör değişikliği ve bu “değişiklik” için isim önermek bu konuda söylenebileceklerin en kolayı. Ama sorun bu değil. Daha doğrusu sorun hep aynı: Sistemsizlik ve sabırsızlık.
TFF daha bir ay önce, sadece iki yıl önce göreve getirdiği Futbol Genel Direktörü Ersun Yanal’ı, mesaisinin karşılığını görmeyi bile beklemeden kovdu. Yanal A Milli Takım’ı çalıştırırken de aynı akıbeti yaşamış ve sözleşmesi dolmadan gönderilmişti. Şimdi yerine Gaziantepspor’dan geçen ay ayrılan Tolunay Kafkas getirildi. Gelgelelim Kafkas da, daha önce U-21 Milli Takımı’nı çalıştırmış ve ligin dayanılmaz cazibesine dayanamayarak bu görevden ayrılmıştı.
Ne tesadüf ki Kafkas’ın yerine de, dört yıldır U-17 Milli Takımı’ı çalıştıran meslektaşı Abdullah Ercan getirildi. Federasyonun henüz doğrulamadığı Abdullah Avcı da 2004-2006 arasında U-17 Milli Takımı’nın başındaydı. Avcı o tarihten itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u çalıştırıyor. Görünen o ki mütevazı bir ekiple Süper Lig’in en istikrarlı takımını yaratan Avcı da “milli takımlar ve lig arasındaki teknik direktör maçına” davet ediliyor.
Sistemi kim bozuyor?
Karşımızdaki tablo şunu söylüyor: Genç takımlardan başlayarak bir sistem ve bu sisteme dayanan bir ulusal takım yaratma görevi verilen isimler ya görevlerinden alınıyor ya da “görev” tamamlanmadan ayrılmalarına göz yumuluyor. Fakat aynı isimler, bir süre sonra yarım kalan “sistemi” yaratmak üzere tekrar göreve çağırılıyor.
Dünyaca ünlü, “kariyeri başarılarla dolu” hocaların doygunluğunun takımımıza tepkisizlik olarak sirayet edişini Hiddink döneminde gördük. Yerli ya da yabancı, futbolumuzun başına cesur kararlar alabilecek, kadro düzeninde radikal kararlar alabilecek, risk alabilecek, takıma kazanma arzusunu tekrar aşılayabilecek isimler gelmeli. Ve yukarıdaki örnekler de görüldüğü üzere buna aday yeterince isme sahibiz. Ama aynı şekilde, süreklilik olmadığını zaman bu isimlerin tek başına çözüm getirmediğinin de bizzat tanığıyız.
Sizce hata Hiddink’te mi?
(VA/GT)
Kategorisi 1-Futbol, A Takım, Milli Takımlar, Yorumlar