Eklendigi tarih 09 Ekim 2008. Etiketler: A Milli Takım, Abdullah Ercan, Anelka, Cafu, colin Ka, Deivid de Souza, Ergün Penbe, Euro 2008, Fatih Terim, Fenerbahce, Gökhan Gönül, İbrahim kaş, Sabri Sarıoğlu, Serdar Kurtuluş, Theo Walcott, Tuncay Şanlı, Türkiye-Almanya maçı, Türkiye-Bosna Hersek maçı, Türkiye-Portekiz maçı, Ümit Davala
Haftasonu maçları daha tamamlanmadan 30 kişilik ulusal takım aday kadromuz açıklandı. Müzmin sakatların sakatlıkları sebebiyle kadrodan çıkarıldı ve Serkan Balcı kadroya dahil edilerek toplamda 24 kişiden kadro son halini buldu.
Açıklanan kadroda sakatlanıp çıkarılan oyunculardan Gökhan Gönül dahil olmak üzere 4 tane sağ savunmacı pozisyonunda oynayabilecek oyuncu var. Üstelik bunların ikisi de defansif yönü kuvvetli olan Serdar Kurtuluş ve İbrahim Kaş. Üçüncüsü ise son oynanan Almanya maçında bu pozisyonda başarıyla görevini yapan Sabri Sarıoğlu. Gökhan Gönül’ün yokluğundaki birinci seçeneğimiz o.
Geçen gün Fatih Terim’in bir açıklamasını okudum. Aynen aktarıyorum…
Milli Takımlar Sorumlusu Fatih Terim, “Sağ bekte dünya futboluna yeni bir Cafu armağan edebilirim. Hem rengi de tutuyor” diyerek asıl yeri sağ açık olan Kazım’ı savunmanın sağında oynatacağının sinyallerini verdi.
Fatih Terim böyle bir açıklama yaparak elindeki sağ kanat savunucularının bütün motivasyonlarını sıfırlamıştır. Biri İspanya’da,diğer ikisi de ülkenin iki büyük takımında bu pozisyonlarda oynayan oyuncuların orada varlığını sorguluyorum şimdi. Elbette bu oyuncular da bu açıklamayı okudularsa böyle düşüncelere dalıp takımdaki varlıklarını sorgulayabilirler. Bu da tamamen bir motivasyon kaybı yaratacaktır.
Kazım’dan Cafu yaratmak meselesine gelince, yapılan açıklamanın şaka olduğunu düşünmek istiyorum. Çünkü cümlenin içinde bu yönde düşünmeye yönelten şaka unsurları bulunuyor. Mesela “rengi de tutuyor” demek başlı başlına bir espri havası yaratıyor bende.
Fatih Terim yine bir basın toplantısında egosal bir açıklamaya imza atarak, “Ümit Davala santrafordu sağ bek yaptık, Abdullah Ercan 10 numaraydı sol bek yaptık, Ergün Penbe orta sahaydı onu da sol bek yaptık…” demişti. Evet bu oyuncular futbola başladıkları mevkilerin çok uzağında devam ettiler kariyerlerine ancak bu onların “komple” futbolcu olmalarından kaynaklanıyordu. Hangi mevkide ne yapacaklarını bilen ve oynama hırsına sahip oyuncular olmaları onları oynamaları istenen mevkinin oyuncuları yaptı. Elbette ki onlardaki bu altyapıyı görüp oyun yapılarına şekil veren hocanın katkısı büyük. Ama Kazımdan sağ kanat savunucusu yaratmak bana hiç doğru gelmiyor.
Avrupa Şampiyonası kadrosundaki süpriz oyunculardan olan Kazım’ın Almanya maçı dışında göze batan bir oyunu yok. İlk şansını bulduğu Portekiz maçında mağlup durumdayken ve topun bizde durması gereken dakikalarda kendisine gönderilen uzun topları arkasında duran oyuncuyu itip yok yere bir çok faul yaparak topu rakibe teslim etti. Zaten konrtolüne alması çok rahat olan poziyonlarda bu hatayı aynı maç içinde 5 defa yapması o maçta beni çileden çıkardı. Ancak bu durumu sanırım Fatih Terim o maçın stresinden algılayamadı.
Defansif anlayışı da bir hayli zayıf olan Kazım, şu anda oynadığı pozisyonda kaptırdığı toplardan sonra takım defansına yardım etmeyerek, takım içi defansif görev dengelerini tamamen bozarken kendi futbol anlayışında defansa yer olmadığını bir çok kez kanıtladı. Bunları göz ardı edip bu açıklamayı uygulamaya geçirecekse saygı duyarım en azından sözünün arkasında durduğu için. Ama Kazım’dan Cafu yaratma düşüncesi benim hiç aklıma yatmıyor. Eğer bu mevkide oynatılacaksa Bosna-Hersek maçında ters kademe hatalarına, geri dönmeyeceği için sağ savunma bölgesinde açılacak boş alanlara hazır olun.
Kazım’dan Anelka olur,Tuncay olur,Deivid olur, Theo Walcott olur ama bu oyun disiplinsizliğiyle Cafu olabileceğini düşünmek ütopiktir…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 17 Haziran 2008. Etiketler: A Milli Takım, Euro 2004, Euro 2008, Fatih Terim, FIFA, Karel Brückner, Teknik direktör, Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçı, UEFA
İki teknik direktörün, “kazanan” Fatih Terim ile “kaybeden” Karel Brückner’in basın toplantıları aynı saatlerde yapıldı. Kazananın neyi bilmediği de işte burda belli oldu. (MedyaKronik)
Fatih Terim basını toplantıya, azarlamak için davet etmiş gibi görünüyordu. Geriden gelip, biraz da şansla, iki maç kazanmış olan tek takım olmanın gururuyla, “Mucizeler zaman alır” manşetini attı önce. Ardından da sanki bunu gerçekten bilinçli yapıyormuş gibi, “İşinizi biraz zora sokuyoruz, yazılarınızı son 15 dakika yırtmak zorunda kalıyorsunuz ” diyerek zaman zaman kendisini dinleyenlere “latifelerde” bulundu. Tavırları mesafeli, ama çoğu zaman soğuk ve sertti. Masaya yumruğunu vurarak koşuştu zaman zaman.
Acaba kaybetseydik böyle bir toplantı düzenleyecek miydi? Kazanırken bile bu tavrı sergileyen futbol adamı, turnuvaya veda toplantısında basına nasıl davranacaktı?
Aynı saatlerde, benzer bir toplantıda mikrofonların arkasına geçen Çek Teknik Direktör Karel Brückner’in, gülümser bir ifadeyle sarf ettiği sözlerine kulak verelim:
“Futbol çok güzel bir oyun ama insafsız. Acı veren yenilgiler ve harika zaferler birbirine aittir. Futbol bu iki şey olmadan yaşayamaz. Bu karmaşık durum, sadece bu oyuna özgü bir durum ve bu durumdan fazlasıyla mutluluk duyuyorum, çünkü insanların bu oyuna duygularını katabilmesinin tek yolu bu.”
Karel Brückner bu toplantıda, milli takımdaki görevini bıraktığını duyurdu. Basın mensupları teknik adamı, alkışlarla uğurladı. Bu alışılmadık uğurlamayı fazlasıyla hak ediyordu. Ümit milli seviyesinden başlayarak, tam 10 yıldır ulusal takımın başındaydı. “Çek ekolü”nü ayağa kaldırdı. 2004 Avrupa Şampiyonası’nın en iyi oynayan takımını yarattı ve kupanın şampiyonuna yenilerek elendi. Euro 2008 elemelerine, Almanya’nın bulunduğu grubun yenilgisiz birincisiydi ve bu takımı iki maçta da yenmeyi başardı.
Gelgelelim Fatih Terim “Kaybetseydik darağaçları kurulur, oyuncularımızla birlikte orada asılabilirdik” diyordu. Büyük ihtimalle tüm basın da buna hazırlanıyordu gerçekten. Ama kazandıktan sonra da eleştirilmek, gerekirse “darağacına asılabilmek”, o koltuğun ve futbolun bir gereği değil mi?
İki basın toplantısı bize iki teknik diretörün değil, iki anlayışın farkını öğretiyor. Kaybeden, futbolun güzel bir oyun olduğunu, kayıplar ve zaferlerin birbirine ait olup bu ikisi olmadan futboldan bahsedilemeyeceğini ve kaybetmenin de kazanmak kadar değerli olduğunu söylüyor. Kazanan, “Mucizeler zaman alır” diyor. Takımı 2-0 gerideyken rakibin direkten dönen topunu ya da dünyanın en formda kalecesi Cech’in elinden topu kaydırmasını kendi hakkımıymış görerek “mucizeci”liğe soyunuyor.
Bu ülkeye en büyük sevinçleri, ilkleri yaşatan Fatih Terim’dir kuşkusuz. Ben de bir “Fatih Terim’ciyim” diyebilirim rahatlıkla, çünkü onun sayesinde Avrupa Kupası mutluluğunu yaşayabilmiş bir taraftarım. Ama bu kadarı gerçekten çok fazla. Kazansa da çok itici. Bırak biz seni kahraman ilan edelim Fatih Hocam, zaten kahraman yaratmaya müsait bir ülkeyiz.
Futbol dünyası, iki teknik adamı ve iki basın toplantısını unutmayacaktır. Sarf edilen sözler, kariyerini daha büyük başarılarla donatmayı hedefleyen Fatih Terim’in CV’sinde
hiç de azımsanmayacak büyüklükte puntolarla yazılacak. Çek meslektaşı Karel Brückner’ın veda sözlerini ise, FIFA veya UEFA’nın hazırladığı bir kitabın önsözünde göreceğiz.
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 12 Haziran 2008. Etiketler: A Milli Takım, atarsa semih atar, aurelio, çek cumhuriyeti maçı, emre belözoglu, Euro 2008, Fatih Terim, genç semih, isviçre maçı, nöbetçi golcü, rabiye şentürk, Semih Şentürk, ttnet, tümer metin, tuncay, turkcell süper lig 2007-08 gol kralı
Bir reklam yazarı, futbolu milli takım teknik direktöründen daha iyi bilebilir mi? (MedyaKronik)
Bir ölüm kalım maçı oynandı dün gece Basel St. Jakob Park Stadı’nda. Kazanan taraf şampiyonaya devam etme umudunu son maça taşıyacaktı. “Kendisini hatırlatmaya” gelen ve bunun için de sahaya gerçek kimliğini koyması gerektiğini hatırlayan milli takımımız kazanandı. Bu galibiyetle de bizi 2006 Dünya Kupası’nın dışına iten İsviçre’yi, kendi evindeki “parti”den kapı dışarı etmiş olduk.
Avrupa Şampiyonası’na ilk kez katıldığımız 1996’dan beri sahip olduğumuz geleneği bozmamış ve ilk maçımızda Portekiz karşısından puansız ve golsüz ayrılmıştık. Bu mağlubiyetin endişe veren tarafı gol atıp ve puan toplayamamamız değil, futbolumuzu bile hatırlayamamızdı.
Milli takım rakipten çok koşsa da bir türlü bir icraat geliştirememişti Portekiz karşısında. En güzel yorum Fenerbahçe’nin eski yıldızı Van Hooijdonk’tan geldi. “Evet Türk Milli Takımı çok koştu. Aurelio kimi tutacağını ararken, Tuncay’da geriye gelip top almak için çok koştu.” Artık istatistiklere nitelik olarak değil de nicelik olarak bakılmasının zamanı gelmiştir diye düşünüyorum.
Açılış maçında Çeklere yenilen İsviçre ile oynanan maç, final havasına bürünmüştü bu nedenle.
Neden kaybettik, nasıl kazandık?
Portekiz maçını kaybettik çünkü hazırlık süreci boyunca “4-3-3 oynayacağız” diyen Fatih Terim, takımı 4-1-3-1-1 dizilişinde sahaya sürdü. Kanatları çok kullanan ve en önemli gücü kanat futbolcuları olan Portekiz’e sökmeyecek tek diziliş idi bu . Çünkü orta üçlünün sağındaki ve solundaki oyuncular defansa dönük “vefasız” oyunlarıyla bilinen isimlerdi. Bu, defanstaki kanat savunucularını zor durumda bıraktı. Tek forvet oynamaması gerektiği vurgulanan Nihat Kahveci ortada oynatıldı ve varlık gösteremedi.
İsviçre maçını kazandık çünkü Fatih Terim, bu sefer doğru oyuncuları seçti. Doğru taktikle maça başlandı. Yağmurla birlikte saha şartları bozulana kadar da, sahadaki kadronun yanlış olduğunu gösteren bir durum yaşanmadı. Nihat, daha doğrusu Nihat’ın yine tek forvet oynatılması dışında. Terim bu yanlıştan da ikinci yarıda döndü. Mehmet Aurelio’nun yanına bir kesici oyuncu daha ekleyerek orta sahanın ortasını sağlama aldı. Arda ve Tuncay’ı kanatlara gönderdi. Semih’i oyuna alarak Nihat’ı. kaybolduğu santrfor bölgesinden Semih’in arkasına, serbest bölgeye taşıdı. Nitekim ilk golün ortası da Nihat’tan geldi.
İkinci golün, mutlaka ve mutlaka oynamasını savunduğumuz Arda’dan gelmesi de bir tesadüf değil. gol atması Tuncay’ın ters kanada ters ayağıyla aktardığı topun, topu ayağında iyi saklayıp çalım atabilen Arda’ya gelmesi golün gelişimindeki en mühim andı. Hollanda’nın İtalya karşısında kendi yarı alanından, hızlı ve yön değiştirerek çıktığı ve gollerini bulduğu atak organizasyonunu uygulayabilmemiz bu goldeki büyük etkenlerden biriydi. Bu gol şühpesiz ki Arda’nın kariyerini de inanılmaz bir şekilde etkileyecek.
Reklam yazarının tercihi
Bu noktada belki de Terim’in 180 dakikanın sadece son 45 dakikasında vazgeçmeyi başarabildiği inadını bir tarafa bırakıp, milli takım futbolcularının annelerine kulak vermek gerekiyor. “Oğlum diye söylemiyorum, atarsa benim oğlum atar” diyordu Semih’in annesi Rabiye Şentürk TTNET reklamında. Arda’nın annesi Yüksel Turan ise “Arda’cığım takımın beyni” repliğiyle sesleniyordu diğer annelere. Sanırım oğlu da, bu takımın beyni olabileceğini gösterdi.
Geriden gelip kazanmış olmamız, Çeklerle oynayacağımız “final” maçı için umut verici. Ancak Fatih Terim rotasyon yapacaksa, ki Tümer Metin ve Emre Belezoğlu’nun yokluğunda buna mecbur, futbolun doğrularından şaşmamalı, maceraya baş vurmamalı yani İsviçre maçının ikinci yarısındaki kadrodan verim almalı. İkna olmuyorsa, anneleri konuşturan reklam yazarını dinlemeli.
Kategorisi Genel