Eklendigi tarih 22 Mart 2011. Etiketler: Adnan Polat, efektifpas, efektifpas.com, Galatasaray, Hagi
Eve gelir gelmez yine şaşırtıcı bir haber okuduk. Okumasak da şaşardık. Okuyorum şaşıyorum, okumuyorum şaşıyorum. Hayatın bana öğrettiği bir şey varsa o da gelişmelere şaşırmamak diyorum. O halde bazen yazı yazarken klişelerden kopamıyor muyum?
Hagi gitti mi, kaldı mı derken kendimi sorgular oldum. Galatasaray yönetimini ve bu haberi sorgulamam gerekirken yaptığım işe bak. Fakat Galatasaray yönetimini ve yaptıklarını sorgulamayı bırakalı da uzun bir süre oldu. Adnan Polat’ın tek adam yönetimi olumlu sonuç vermiyor. Ve Polat da içinde bulunduğu akıl tutulmasından ötürü yapıyor bunu. İçinde bulunduğu akıl tutulması vesilesiyle de yaşadığı şeyin de, verdiği kararların hatalı olduğunun da farkında değil. Ve bu yüzden de kendisi istifa etmeden Galatasaray’daki sorunların çözülmesini zor buluyorum.
Hagi’nin kesin gönderildiğini yazıyor Milliyet. Sporx de öyle. Güvendiğim iki basın kuruluşu da böyle haber yaptığına göre bir durum olmalı. Resmi açıklamanın da eli kulağındadır. Mühim olan Hagi’nin gitmesi mi? Öyle olmadığına hepimiz şahitlik yapacağız. Galatasaray’ın bir sezonda 3. çalıştırıcısıyla çalışacak olduğuna şahitlik ettiğimiz gibi.
Galatasaray’ın daha önce böyle bir sezonu olduğunu ben hatırlamıyorum. Olmasına da üzülüyorum. En azından sezonu bitirirdi. Fakat bu kadar da kötü bir sezon geçirdiğini de hatırlamıyorum. Neyse… Hagi’nin gittiği, gideceği varsayımından yola çıkarak aday ihtimallerini dizelim. İki aday var. Biri Ertuğrul Sağlam. Diğeri de artık Abdullah Avcı.
Ertuğrul Sağlam’ın gelme ihtimalini sevmedim. Sevemedim. Bursaspor’a iyi futbol oynattı ve şampiyon da yaptı. Fakat geçen yılki şampiyonluğun şans faktörünü göz ardı edemeyiz. Bu yılki Şampiyonlar Ligi kadrosu seçimlerini de beğenmediğimi eklemem gerek. Batalla’nın takıma uyumu çok iyiyken tecrübe düşüncesiyle Insua’yı oynatması hataydı. Neyse tek örnekten yola çıkarak birini beğenmediğini belirtmek pek dayanaklı değil. Fakat bence gelmese olur.
Benim adayım Abdullah Avcı. Artık gelmesinin vakti geldi. İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da devam ettiği sürece 3-5 yıl sonra şampiyon bile olabilir. Bu öngörünün gerçekleşmesi onun elinde olan bir şey elbette ancak kariyeri açısından en iyisini o bilir tabi… Elindeki kısıtlı kadroyla neler başarabildiğini, takımına nasıl güzel ve üst düzey bir oyun oynatabildiğini biliyoruz. Galatasaraylı kültürünü biliyor olması da cabası. Son 5 yıldır adının Galatasaray’la anılması da tuzu biberi…
Gidenin gitmesinin bir şey değiştirmeyeceği gerçeğini unutmamamız gerektiği gibi getirilenden öte getirenin değişmesi gerektiğini hatırlatalım. Saygılar…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 01 Kasım 2009. Etiketler: Adnan Polat, Arda Turan, Galatasaray, Haldun Üstünel, Metin Oktay
“Ucuz Kahraman” başlıklı yazımın bağlantısını facebook’tan paylaşmamın ardından yazımı okuyup yorumlarını iletenler oldu. Arkadaşlarımdan biri kendisine vurulan kişinin Galatasaray Kaptanı olduğunu unutmamam gerektiğini iletirken Cristian’ın Arda’ya vurmasından sonra Arda’nın gidip Brezilylı futbolcuya vurmasını beklediğini söyledi. Arda’nın da böyle bir bekenti hissedip Cristian’a yöneldiğini düşününce ürktüm! Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 12 Ağustos 2009. Etiketler: Adnan Polat, Aziz Yıldırım, baklava, Galatasaray, yıldırım demirören
Sabah’ın ilk ışıkları değil belki ama öğrenci bir kişi olarak saat 9.30’da işte olmak sabahın ilk saatleri demektir. Kalkıp geldik işe. Gazetleri okudum bir bir. Sonra sıra ajans takibine geldi. Klasik rutinler bunlar. Ntvspor’da başlayan Fuat Akdağ ve Mehmet Demirkol’un 11.30-12.30 arasında yaptığı “gülmenin yasak olduğu” Spor Servisi programı da artık bir rutin olarak yerini aldığından onu da açtık izliyoruz. Fuat Akdağ arada bir laf etti ki şaştım gerçekten. Adnan Polat’a yeni uygulamasından dolayı teşekkürlerini sunuyordu. Sezon başı ve ortası kamplarda çok klişe bir durum olan taraftar-basın-baklava-futbolcu ilişkisi tersine dönmüştü. Bu sefer ilişkinin sıralaması Galatasaray Yönetimi-baklava-basın olarak yer değiştirmişti. Öğle saatlerine doğru İmam Çağdaş imzalı baklavalar bizim servise de ulaşmıştı. Yemeğin üzerine gelen baklavalar ilaç gibi gelmişti. Adnan Polat’ın yaptığı bu uygulamayı nefis “tatlı” buldum. İnanılmaz bir hareket. Kulübü herkesten büyük görüp, ego şişirmektense, birliktelik ve hiyerarşiyi ortadan kaldıran bir mesaj veriyordu. Belki de transferlerin hiçbirini tutturamayan basın mensuplarına “siz bizim transferleri konuşmayın. buyrun tatlımızdan alın üstüne de soğuk bir su için.” demeye getirmek istedi. Bilemeyiz. =) Darısı Aziz Yıldırım ve Yıldırım Demirören başta olmak üzere diğer kulüp başkanlarımızın başına…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 14 Temmuz 2009. Etiketler: Adnan Polat, Alex Ferguson, Antonio Valencia, Cristiano Ronaldo, FIFA, Manchester United, Michael owen, Wayne Rooney
Bugün açıklandı Manchester United’da gelecek sezon kimin hangi formayı giyeceği. En çok merak edilen konu da elbetteki 7 numaranın sahibinin kim olacağıydı. Herkes Cristiano Ronaldo’nun forması diye bahseder olmuş o ‘sihirli’ numaradan. Eski numaralandırma sistmine göre klasik bir sağ açık numarasını, sanki Portekizli oyuncu efsane haline getirmiş gibi konuşuyorlar. Görüldüğü gibi o 7 numaranın hastası değil, 9 numaraya sattı hemen ‘efsane’ numarayı. Gerçi o da biraz Raul etkisi ancak farketmez 77 giyebilirdi =). Zaten Manchester United’a ilk geldiğinde de 7 numara aklında yoktu. Zira Manchester’a ilk geldiğinde 28 numarayı istemiş amaFerguson ona 28 numarayı değil de, ”Manchester’da 7 numarayı efsaneler giyer” diyip 7 numarayı vermişti. (Bknz. Kanatları olmadan uçabilen tek canlı) Sir, bu sefer aynı davranışı Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 17 Haziran 2009. Etiketler: Adnan Polat, Galatasaray, Hasan Şaş, marsilya, Rijkaard, Servet Çetin
Dün ilk aceto‘dan okudum. Servet’in Marsilya’ya gitmesi için iki kulüp küçük pürüzler dışında oyuncunun bonservisi konusunda anlaşmıştı. Yani yönetimden Servet’in gidişi konusunda onay çıkmıştı. Polat söylediği bir sözün daha arkasında duramıyordu. Ancak yönetimin “iyi bir teklif geldiği takdirde çok ısrar etmeyiz” düşüncesi de herkes tarafından bilinen bir gerçek. Bu yüzden “ulan yine sözünü tutamadın be Polat. Ne biçim başkansın!” gibi lafların anlamı. Devre arasında Meira’nın gidişi ne kadar takımın geleceği için kötü sonuçlar doğurduysa da maddi açıdan en isabetli transferdi. Meira’yı bir daha 1,5 milyo Euro farkla satmak şansı doğmayabilirdi. Meira gitmeseydi de kazanmak için mücadele ettiğimiz tüm kupaların bizim olacağı garanti miydi hem…
İşte Servet de tam da bu yüzden gitmeli. An itibariyle resmi sayfadan henüz bir açıklama yok… Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 13 Mayıs 2009. Etiketler: Adnan Polat, Galatasaray, UEFA Kupası
“Biz bu sene UEFA kupası ve lig şampiyonluğu için yola çıktık. Ciddi hatalarımız oldu. Futbol şubesini, yöneticisinden teknik heyetine, futbolcusuna kadar yeniden oturup değerlendiremeye tabi tutacağız. Galatasaray menfaatleri için ne gerekirse yapacağız. Bundan emin olabilirsiniz.”
Hataları kabullenmek önemli bir erdem. Onlardan ders çıkarmak ve hataları tekrarlamamak gerek. Galatasaray’ın menfaati bahanesiyle 4 sene ne gerekirse yaptınız. Bir 4 sene daha aynı şeyleri yapacaksanız alın ceketinizi gidin. Galatasaray’ın menfaatleri için…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 21 Nisan 2009. Etiketler: Adnan Polat, Alpaslan Erdem, Ankaraspor, Arda Turan, aydın yılmaz, Barış Özbek, Bülent Korkmaz, Bursapor, Galatasaray, Gaziosmanpaşaspor, kayseri erciyesspor, Mehmet Güven, Mehmet Topal, Mersin İdman Yurdu, Mustafa Sarp
Bülent Korkmaz takımın başına geldiğinden bu yana hemen Galatasaray’a oyuncu transfer edilmeye başlandı. İlk isim de Mustafa Sarp’tı! Duyar duymaz kaçtım bu haberlerden. Nefret ettim bu haberleri yazanlardan… Doğruluk yanı yoksa bile Mustafa Sarp’ı Galatasaray’a layık gören düşünceden korktum! Bugün sporx’te çıkan doğan haber ajansının yaptığı haberden sonra benim canım çok sıkıldı! Mustafa Sarp’ın Galatasaray’a geleceği yönünde çıkan bu haber üstüne üstük bir de akşam LİG TV’den gelen cep mesajıyla kısmen onandı diyebilirim. Çünkü oradan gelen bir çok mesaj doğru çıktı. Mesajda yöneticilerimizin Mustafa Sarp’la görüştüğü ve gelecek yıl için çok büyük oranda anlaşıldığı yazıyordu. Canım bir kez daha sıkıldı.
Mustafa Sarp’ı neden bu kadar çok istemiyorum. Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 25 Şubat 2009. Etiketler: Adnan Polat, Antalyaspor, Benfica, Berlin, Bordeaux, Bülent Korkmaz, De Sanctis, Emre Güngör, Galatasaray, Hakan Balta, İbrahim Altınsay, Kayserispor, kırmızı kart, Lincoln, Meira, Murat Akça, Olympiakos, radikal, Semih Kaya, Servet, Sivasspor, skibbe, Uğur Vardan
Sonunda hep beraber Skibbe’yi gönderdik. Ardından da sağolsun güzel türkçemizin kıvraklığı sayesinde en azından arkadaş arasında geyiğin dibine vurduk. En canlı örneği olarak Kocaelispor maçından sonra eve “Ben böyle işi Skibbe!” diyerek girdim. Eh tabi o zaman daha kovulmamıştı. Ancak tam da o saatlerde radikal kararlar alınıyordu hakkında. Eve girdiğimdeki sitemim Skibbe gitsin amaçlı değildi. Yenilgiyeydi, Adnan Polat’ın yine bir teknik direktörü kovacağınaydı. Kovuldu ve değer verip dinlediğim yorumcular, “aman gitti de ne iyi oldu” gibi cümlelerle “biz demiştik zaten”e getirdiler. Kendilerini geleceği gören bir yorumcu olarak gösterip, doğru tahminde-yorumda bulunduğunun altını çizip prim yapmak mıydı niyetleri bilemedim-anlam veremedim. Fakat hakkında bir kaç kelime tuşlamaya vakit bulamadığım Bordeaux ve Kocaeli maçları hakkında, hatta Kayseri ve Antalya maçlarında da kuracağım bir kaç “dilek-şart kipinde” cümleyle, oh gitti de kurtulduk düşüncesindekileri Skibbe’nin gidişi hakkında biraz beyin fırtınası davet ediyorum. Yapacaklarım sadece Şeytan’ın avukatlığıdır. Dedim ya -se,-sa cümleleri olacak bunlar…
Skibbe’nin gönderilişinin sebebi olarak ocak’tan itibaren alınan kötü sonuçlar gösterildi. Ocak’ta oynadığımız maçlara bakalım. Oynadığımız futbolun iyiliğine kötülüğüne bakamayacağım ama çok rezildik diyebileceğim maçımız bir tek Antalyaspor maçı idi. Hayatımda daha sıkıldığım bir maç olmamıştı. Diğer maçlarda ise eksiklere karşın hep üst düzey mücadele ve tümünde de kılpayı kaçan galibiyetler mevcut.
Bakınız ki, sezonun ikinci yarısına Sivasspor’la deplasmanda oynadığımız ilk maçta Ümit Karan’ın nasıl bir kırmızı kartla oyundan atıldığını gördük. Hala mantıklı bir açıklaması yok. Defansta Servet, Meira,Emre Güngör sakatlığı veya kart cezası sebebiyle oynayamadı. Hakan Balta stoperde mecburcuydu. Evet gollerde hata yapmış olabilir ve denilebilir ki o zaman Semih Kaya, Murat Akça gibi genç stoperlere şans verseydi… Diyelim ki o iki genç oyuncu sahaya sürülseydi ve o oyuncular hata yapsalardı – Stoper pozisyonunda oynuyorlar diye hiç hata yapmayacaklar diye bir şey yok. -ve bu hataları da golle sonuçlansaydı “bu önemli maçta neden 18 yaşındaki çocukları oynatıyorsun ” diye eleştirilecekti. Eleştirilmeyecek miydi? Bu maçta sakat veya cezalı olduğu için oynayamayan Servet, Meira, Emre Güngör takımda olsaydı..
Kupada oynanan Sivas maçlarında da eksiktik. Ancak deplasmandaki ikinci maçta öne geçmedik mi? Geçtik. Yediğimiz golü kim çıkarabilirdi ki? De Sanctis de yiyebilirdi o golü. Tertemiz bir gol yedik. Maçı da eksiklere karşın berabere bitirip penaltılara götürmüştük. Turu penaltılarla geçebilirdik. Petkovic günündeydi. Bizimkiler gününde değildi… Sonuçta elendik iyi oynayarak. Eksiklere karşın. Ama Sıvas’ı eleyebilirdik. Ya eleseydik!?
Bir fiyasko bir kırmızı kartın çıktığı maç da Kayseri maçıydı. Dünyada örneği yok. 2 metre uzaktaki Lincoln ayağını uzatıyor sadece ve top çarpıp taca çıkıyor. Ya çarpmasaydı Selçuk Dereli yine kart gösterebilecek miydi? O maçta çok iyi başlamışken ve Lincoln de oldukça iyi bir oyun sergilerken maçtan ucubik bir kartla oyun dışı kalmasaydı o maçta puan kaybedilir miydi??
Antalyaspor maçında kötü oynadğımızı itiraf ediyorum. Etmeliyiz de ancak o maçta da Baros’un direkten dönen topu, verilmeyen bir penaltı ve yine kırmızı kart gördüğü için takımda olmayan Lincoln’süz oynamıştık. O maçta o pozisyonlar gol olsa, Lincoln takımda olsa o maçta o kötü rezil felaket oyuna karşın en azından maçı kaybetmezdik.. Ve kaybetmeseydik o Antalya maçını?
Sonrasında ise sadece kadro ve maç öncesi yorum yapabildiğim Bordeaux maçı oynandı. Sahaya 3-5-2 de dense 3-4-3 çıktık. Oldukça tehlikeli, riskli, maceracı bir taktikti. İlk yarıda sağ tarafta çok açıklar vermiştik nitekim de oradan gelişen atak sonrası Wendel’in attığı şut az kalsın gol oluyordu. Fakat maç boyunca çok iyi defans yaptığımızı, abartılan Gourcuff’u sahadan silmiş olduğumuz gerçeğini kim inkar edebilir? Maçın başında Kewell o golü atsa, ikinci yarıda kontraataklarla yakaladığımız pozisyonları gole çevirebilisek…
Kocaeli maçında Skibbe’ye dibine kadar eleştirebiliriz. Çünkü 3-5-1-1 bu maçta tutmadı. Tutar gibi yaptı. Öne bile geçtik. Hatta Topal golü bulunca ben çok sevindim. Fakat De Sanctis’in bireysel bir hatası geldi ki o da evlere şenlikti. Tutabileceği topu saçma sapan bir yere yumrukladı o da gitti Taner’in ayağına oturdu. Nefis de bir gol oldu. İkinci gol üçlü defansta daha önce beraber oynamamış üç stoperin pozisyon alma hatasından kaynaklandı. Birbirlerine çok yakın durunca ceza yayının hemen önünden arkalarına atılan bir pasla oyundan düştüler. Hacıoğlu da kaval kemiğiyle bir gol attı. Yediğimiz diğer goller hep müdahale eksikliğinden kaynaklandı. Durum 3-2 iken kaçırdığımız bir penaltı var ki.. işte ya o gol olsaydı ardından dört gelmez miydi? Rakiplerin puan kaybetmişken “kötü oynarken de kazanmasını bildik” diyerek Skibbe’yi hafiften köşeye çekip, “Bordeaux maçında olmasın bunlar adam ol, takımı adam gibi oynat” denecekti. Baros’un kaçırdığı penaltı gol olsa Skibbe Sami Yen’deki Bordeaux maçında takımın başında olmayacak mıydı?
Skibbe değil miydi, Benfica, Berlin, Olympiakos zaferlerini kazandıran takımına?? O maçlarda müthiş oynamıyor muydu Galatasaray? O maçlar bugüne ne kadar uzak ki? Kaç adam bu gerçeği göz önüne alabiliyor Skibbe’nin ardından. Bir İbrahim Altınsay, bir de Uğur Vardan‘ı okudum bugün Radikal’de… Bir onlar bu açıdan yazmış. Bu açıdan bakmış olaya. Bir bu yazılar var benim gördüğüm. Sizin gördüğünüz, duyduğunuz başka var mı?
Skibbe gitti, sonuçların bir anda değişmesi beklenecek. Bülent futbolculuğunda da güçlü karakterli biriydi. Prensipliydi. Bu özelliği özel hayatında da böyle. Teknik adamlığında da prensiplerinden vazgeçmemişti Bülent. Öyle olmaya da devam edecek… Yine öyle olacak, başkanla takışacak vs. Benim Bülent hakkındaki tek endişem ya sonuçlar ters giderse… Polat onu gönderirse… Bülent’e yazık olmayacak mı?..
Danke Schön Herr Skibbe. Takımdan ayrılırken gösterdiğin açık sözlülük, efendilikten dolayı. Senin gibilere ihtiyaç var… 10 yıl sonra bir daha görüşmek üzere… Ölmez sağ kalır-sa-k
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 20 Şubat 2009. Etiketler: Adnan Polat, Beşiktaş, cumhuriyet gazetesi, habervesaire, Harry Kewell, metin tekin, rakı, süleyman seba, süleyman seba heykeli
Zaman zaman haber-yorum şeklinde yazdığım habervesaire haber portalı, Beşiktaş’ın Fulya Projesi hakkında çok şahane bir haber hazırlamış. Fulya’daki tesisleri açan kişinin değil de tesislere ismini veren kişinin daha önemli olduğunun farkında olduğunu gördüğüm tek haber buydu konu hakkında. Zaten tesislerin açılışına giden Cumhuriyet gazetesindeki Beşiktaş muhabiri arkadaşım, bine yakın kişinin ve hatta Abdullah Gül’ün katıldığı açılışta tuvatlerin hala inşaatına devam ettiğini, suların akmadığını söylemesi, projeyi bitiren yönetimin ne kadar önemsiz olduğunu da gösteriyor bence…
Habervesaire ise kısa bir giriş metni ile hazırladığı görüntülü haberde Seba’yı eleştiren gazeteciler, Beşiktaş’ın yönetiminde, tribününde, Seba’yla aynı takımda, Seba’nın başkanlığını yaptığı takımda bulunan önemli Beşiktaşlılarla konuşmuşlar. Kısa bir belgesel hazırlamışlar yani “heykeli dikilen adam” hakkında. Belgeselin en sonunda ise Metin Tekin konuşuyor. Ulusal Takımlar bünyesinde ikinci adam konumunda olan Tekin’in söyledikleri gerçekten ilginç ve bir o kadar da samimi: Hani Süleyman Seba’yı tek bir cümleyle anlat derseniz, başkan çok iyi rakı içerdi. Ben ondan daha iyi içtiğimi sanıyordum ama başkan benden çok daha sağlam çıktı… Hani geçenlerde Adnan Polat moral yemeği verdiğinde karşısında oturan Kewell’a şarap içiyor diye eleştiri getirenler vardı ya, onlara da bir cevap olur..
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 08 Eylül 2008. Etiketler: 2002 dünya kupası, Adnan Polat, borussia dortmund, emre belözoglu, Euro 2008, Fatih Terim, Fenerbahce, Galatasaray, inter, internazionale fc, italya ligi, joey barton, Kewell, Mehmet Topal, newcastle, Nuri Şahin, Premier Lig, selçuk inan, tff 2. lig, Türk Milli Takımı, UEFA Kupası, uğur inceman, zeytinburnusppor
Başlık bile tek başına her şeyi anlatıyor aslında. Aynı anda çok da önemli mesajlar barındırıyor. Bir futbolcu sahada 90 dakika mücadele ettikten sonra bu cümleyi sarfediyorsa döneminin sonlarına geldiğini anlamış olabilir mi?
Zeytinburnuspor’dan transfer edildiğinde ufacık çocuğa bu kadar para verilir mi diye kızmışlar Adnan Polat’a. Altyapı eğitimini aldığı Galatasaray forması altında 16 yaşında Borussia Dortmund maçında sahaya adımını attı. Daha o yaşlarda bir şeyler olacağı belliydi. 11 kez U-15, 37 kez de U-16 formasını giymiş olması bile bu yorumu yapmaya yeter. Ama o zamanlar çok daha büyük futbolcu olması gereken Emre Belözoğlu şimdilerin “tahammül edilen oyuncusu.
Galatasaray’da oynarken takımın “ufaklığı” Leeds maçında Kewell’dan sonra kırmızı kart görerek oyun dışı kalmıştı. Böylelikle final’de oynama şansını kaybettikten sonra kariyerine finale çıkan bir takımın oyuncusu olmayı ekleyebildi. Sonraki sezonda da şampiyonlar liginde çeyrek final oynadı. Buraya kadar her şey güzelken, sevenlerini bir kenara atıp bedelsiz olarak Inter’e gitti. Kariyer olarak çok iyi bir adım attı elbette. Ancak taraftar bu adamı vezir de eder rezil de… Galatasaraylılar yine de ona destek vermeye devam etti. Ne de olsa Avrupa’da bir “Galatasaraylı” vardı.
Bir sezonda minimum 50 maça çıkan takımda “il Turco” 4 sezon boyunca 78 maç oynayabilmiş. 200 maçın 79’unda oynamak bir şey olarak görülebilir ama Pele tarafından en iyi 100 futbolcu arasında gösterilen bir futbolcunun performansı tatmin edici olabilir mi? En mükemmel oynadığı 7.12.2002’deki Lazio maçı dışında akıllarda kalan bir performansı yok. Takımını beraberliğe taşıyan inanılmaz iki golünü unutmak mümkün değil tabi ki… Ancak 2004’te başlayıp peşini bırakmayan sakatlıklar sonrası kariyerinde ister istemez düşüşe geçti. Premier Lig İtalya Ligi’ne göre iyi konumda olsa takımlar karşılaştırılınca yeni takımı Newcastle daha düşük seviyede bir takımdı.
Yine sezonda aşağı yukarı 45 maç yapan bir takımda 3 sezonda 58 maç yapabildi. Yine fazla tatminkar olmaya bir performans sergilerken iyi oynadığı bir kaç maç dışında çok bir şey yapamadı. ‘Inter’de yıldızlara tercih edilip forma şansı bulamadı Newcastle’ı alır götürür…’ denilirken sakatlıklarla boğuşmak zorunda kaldı. Bu süreçte bir de Joey Barton gibi TFF 2. Lig’de bile oynayamayacak bir oyuncuya tercih edilir oldu.
Bu sene, muhtemelen evlilik sebebiyle, Avrupa’ya açılırken kalbini kırdığı taraftarların kalbini ikinci kez kırarak ülkeye geri dönüş yaptı. Kariyerinde bir geri adım daha atan Emre, ayrıca büyük bir taraftar kitlesini de kaybetti. Kaybettiği taraftar kitlesinin Milli Takım maçlarında ilk hatasında tepki göstermesi de bu yüzden. Onun açısından bakarsak, teklif edilen paraya hayır demek kolay değil. Zaten son 7-8 senesini yaşadığı kariyerinde sürekli sakatlanan bir oyuncu olarak bu parayı da başka yerde vermezler.
2002 Dünya Kupası’nın ardından avrupanın aranan oyunculardan olan Emre, 2008 Avrupa Şampiyona’sı sırasında ise sahada “aranan” oyuncu oldu. Tek maça çıkıp sakatlandıktan sonra yedek kulübesinin demirbaşı oldu. 2010 Dünya Kupası yolunda da Ermenistan maçında “tahammül edilen” futbolcu. Bence tahmmül edilen oyuncu statüsüne 17-19 yaşları arasında ilk defa A takıma çıkan futbolcular girer.
Fatih Terim ise “90 dakika sahada tutarak oyuncumuza güven aşılamak istedik” diyor. Milli Takım’ın kaptanı ve en kariyerli futbolcusu özgüvenini kaybetmişse, burada hem o takım için hem de o futbolcu için çok büyük bir problem var demektir. Böyle kariyere sahip bir futbolcunun sahada güvensiz olmasının sebebini kendisi bulup, kendine artık çeki düzen vermeli. “Bana tahammül etti” diyerek bazı şeylerin farkına vardığı kesin. Ancak hala 16 yaşında Borussia Dortmund maçına çıkan güven kazanması için tahmmül edilmesi gereken biri olmadığını da unutmamalı. Çabucak toparlanmalı, çünkü devir artık Nuri Şahin’in, Mehmet Topal’ın, Selçuk İnan’ın, Uğur İnceman’ın devri… Eğer bu sene de bir şeyler yapamazsa bu kadar çok alternatif var iken onun için kapılar kapanabilir…
Kategorisi Genel