“Böyle olacaksa hiç spor da yapmayalım futbol da oynamayalım..”
Eklendigi tarih 21 Ağustos 2012.
Kategorisi 6-EfektifpasTV, Galatasaray, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden FutbolYorum (0)
Eklendigi tarih 26 Kasım 2011.
Fatih Terim ona “Dasaev” diye sesleniyor; o ise, Şampiyonlar Ligi’nde kariyerinin en parlak günlerini yaşarken “Şenol Güneş olmayı” hayal ediyor. (HaberVesaire – 26.11.2011)
Şampiyonlar Ligi’nde beklenenin üzerinde başarı elde Trabzonspor, bir sonraki tura çıkma şansını koruyor. Çarşamba akşamı Avni Aker’de “maçın adamı” Arjantinli orta saha oyuncusu Gustavo Colman seçilse de, İnter’le yapılan iki karşılaşmada da kaleciTolga Zengin’in performansı da göz ardı edilemez.
Futbola Trabzon’un en eski kulüplerinden Trabzon İdmanocağı’nda başlayan Zengin, 10 Ekim 1983, Artvin, Hopa doğumlu. Kaleci olmasaydı öğretmen olmak istediğini söyleyen başarılı isim 15 yaşına geldiğinde şehrin Süper Lig’deki temsilcisi Trabzonspor tarafından keşfedilip kulübün altyapısına katıldı. Aynı yıl milli takım formasını ilk kez sırtına geçirdi ve 2006’ya dek 29 kez giydi. 12 Nisan 2006’da Azerbaycan’la yapılan özel maç için ilk kez Fatih Terim tarafından A takıma çağrıldı ve 90 dakika sahada kaldı.
İlk maçta dört gol
1998’de katıldığı Trabzonspor’un kalesini ise Süper Lig’de ilk kez 2 Ekim 2005’de Galatasaray karşısında, hem de Ali Sami Yen’de korudu. O karşılaşmada, çalkantılı bir süreçten geçen Karadeniz ekibinin başında sadece bir maçlığına görev yapan Orhan Çıkrıkçı vardı. Ve Tolga Zengin kalesinde 4 gol birden görmüştü. Maçı tribünden izleyen biri olarak genç kaleci için, “Yarın manşetlerde yine genç bir kaleciyi harcayacağız” diye geçirmiştim içimden. Ancak Çıkrıkçı’nın yerine getirilen Vahid Halilhodzic de ona sezon sonuna dek 10 maçta forma verdi. Takımın birinci kalecisi değildi ancak takip eden iki sezonda da sık sık ilk 11’de yer buldu.
Kendi takımında istikralı şekilde forma bulmamasına rağmen Euro 2008 kadrosuna alınması tartışmalara yol açmıştı. Hepsi bir yana, 2008 grup elemelerinde hiç bir maçta kadroya alınmamıştı. (Eleme maçlarında Türkiye’nin kalesi Hakan Arıkan, Orkun Uşak, Serkan Kırıntılı, Volkan Demirel ve Rüştü Reçber’e emanet edilmişti.) Nitekim turnuva boyunca da görev şansı bulamadı. (Almanya ile oynanan yarı final maçında sakat oyuncularımızın da çok olması nedeniyle üçüncü oyuncu değişikliği gerektiğinde orta saha ya da forvet olarak oynatılması konuşulmuştu.) Peki yukarıda sayılan isimler dururken neden Tolga Zengin tercih edilmişti? Rüştü Reçber, 2007’deYeniŞafak’taki röportajında bu soruyu şöyle cevaplamıştı:
Rüştü Reçber: “Halefim Tolga”
“Kaleci olarak yerime Tolga’yı düşünüyorum. Genç ve yetenekli biri. Ümit ediyorum çok daha iyi yerlere gelecek.” Aynı haberde Rüştü, Fatih Terim’in Tolga hakkında araştırma yaptığı da belirtmişti.
Turnuva dönüşü de parlak değildi Tolga için: Birinci kaleci olarak başladığı 2008/09 sezonunda, sekiz maçta 11 gol gördü kalesinde. Tony Sylva’nın transferiyle oturmaya başladığı kulübeden ise uzun süre kurtulamayacaktı. Ta ki, ekibinin yıllar sonra şampiyonluk mücadelesi verdiği 2010/11 sezonunda, kendisinden sonra gelerek takımın kalesini teslim alan Onur Kıvrak sakatlanana kadar… Tolga, Şenol Güneş döneminde ve yıllar sonra gelen bu şansı iyi değerlendirdi.
Trabzonspor, Tolga’nın kalede olduğu Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk beş karşılaşmada 5 gol yedi. Bu sıradan bir istatistik gibi görülebilir. Ancak özellikle Inter’le oynanan iki maçtaki üstün performansı olmasa ne yenen gol sayısı bununla sınırlı kalır, ne de önemli bir başarı olarak nitelenen 5 puan toplanabilirdi.
Trabzon’da Şenol Güneş olmak
Süper Lig kariyerine Galatasaray’dan 4 gol yiyerek başlayan Tolga, geldiği noktayı “Kötü bir başlangıç yaptım sonra çıkışa geçtim… Birden zirveye çıkmaktansa emin adımlarla çıkmak daha güzel” diye değerlendiriyor, Trabzon merkezli bir internet sitesine.
Fatih Terim’in ona eski Sovyet Rusya’nın efsane kalecisi Rinat Dasaev’in adıyla sesleniyordu. Bugün 28 yaşındaki Tolga, 2007’deki bir röpörtajda ise bu duruma alıştığını söylemişti. Dasaev, 70’lerin sonu ve 80’ler boyunca milli takım kalesini domine etmişti. Dasaev’in “akranı” Şenol Güneş ise, benzer bir başarıyı Türkiye hem de takımı adına gerçekleştirdi, ki onun ardından Trabzonspor formasını yıllar boyunca çıkarmayan bir kaleci gelmedi.
“Yeni Şenol Güneş”in en güncel adayı Tolga Zengin. Kendisi de hedefinin bu olduğunu doğruluyor.
İlk İnter maçının ardından adı Avrupa’nın önde gelen kulüpleriyle anılmıştı. Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’nde bir sonraki tura çıkması ve Tolga’nın formunu sürdürmesi bu olasılığı güçlendirebilir. Ancak Türkiye’de kalması halinde kendisine koyduğu bu “yerel” hedef de hiç az değil.
(VA/GT)
Kategorisi 1-Futbol, İnceleme, Spor Toto Süper Lig, Trabzonspor, Türkiyeden FutbolYorum (0)
Eklendigi tarih 21 Eylül 2011.
Tam zamanlı işe girdik, iki kelime yazamaz olduk şu sayfalara. Bir de radyo programında bazı şeyleri dile getirmenin getirdiği tembellikle iyice boşladık blogu. Neyse ki, Onur Seçkin gibi, güzel dostlarımız, takipçilerimiz var da yazı yazma motivasyonu yaratıp, gecenin bir saatinde uykuyu bir kenara bıraktırıyorlar.. Sağ olun, var olun şimdiden..
Galatasaraylılığımızdan ötürü iki maçını da tamamen izleme buldum Galatasaray’ın. İstanbul Büyükşehir Belediye Spor maçıyla bir girizgah yapalım.
İBB lige çıktığından bu yana, artan istikrarıyla ve kendinden daha yüksek maddi değere sahip takımları yenmesiyle başarılarını normalleştirmeyi başardı. Bunda en büyük pay tabi ki Abdullah Avcı’nın. Kendisiyle gıptayla takip edip, saygıla takdir ederken, sevgiyle öpüyorum.
Kimsenin elinde sihirli değnek yok
Fatih Terim’in her gelişi 96-2000 yılları arasındaki başarının geleceği beklentisini her zaman beraberinde getirdi. O kadar ki; o dönemdeki yetenekli jenerasyon ve Hagi’nin liderliği hep gözardı edilir oldu. Hatta o takımın yabancılarını çıkarıp yetenekli yerlilerle oluşturan A Milli Takım’ın başarıları da unutuldu. Ve Fatih Terim her gelişinde sanki elinde sihirli bir değnek varmış gibi karşılandı. İkinci gelişinde böyle bir yetisinin olmadığını kanıtlamasına karşın “Allah’ın hakkı üçtür” kontenjanından bir kez daha aynı beklentilere sahip çok Galatasaray’lı var. Bu Galatasaraylıları pohpohlayacak, gözlerini boyayacak, kimi köşe yazarları ve yorumcular hariç, medyamız da mevcudiyetini sürdürmekte. Fakat ne İBB ne de Samsunspor karşısında oynanan futbolun ahım şahım bir yanı yoktu.
Ligin ilk hafta mücadelesinde Fatih Terim bizi yine şaşırtmadı. Hazırlık döneminde mayasının tuttuğuna inandığı Sabri’li orta saha, Gökhan Zan’lı defans ilüzyonuna kendini kaptırınca İBB’nin galibiyetini kolaylaştırdı. Fiorentina, Hamburg ve Atletico Madrid serüveninde 100’den fazla, Çek Cumhuriyeti Milli Takımı’nda da 41 maçta Ujfalusi sağlamcı ve sert bir stoper profiliyle tanıttı kendisini. Tecrübesinin ve pozisyon bilgisinin getirisiyle zaman zaman da, hatta yokluk zamanlarında sağ bek oynayabilecek potansiyeli olan Çek oyuncuyu Gökhan Zan gibi facia bir stopere sahipken banko sağ bek başlatmanın çok büyük bir hata olduğunu geç de olsa maç içinde anlayabildi Terim. Zira ikinci yarı ideal defans dörtlüsüne geri dönüldü Yekta’nın ikinci yarıda orta sahaya monte edilmesiyle. Ama pahalıya patladı bu durum da.
“Galatasaray’a git. Fatih Terim’i tanırım. Çok iyi biriyle çalışacaksın” öğüdüyle Eboue’nin transferinde etkin bir rol oynayan Arsene Wenger’i bile şaşırtacak kararları vardı Fatih Terim’in. Kariyerini sağ bek olarak geliştirip, Bacary Sagna’nın gelmesiyle sağ kanat oynamaya başlayan ve daha önce sol açıkta oynadığına da şahitlik edenin kırmızı bültenle arandığı Eboue’den bir sol bek yaratma derdi kendini gösterdi İmparator’un. Malum hazırlık kampları ve maçları sayesinde. Eboue’nin ters ayaklı olmasından yaralanıp hazır Hasan Şaş da yardımcısıyken yeni bir Hasan Şaş yaratma çabasından mıdır bilinmez ama Eboue’nin sol açık oynaması nasıl bir etkisizlik yarattı takımda herkes gördü. Elinde o bölgede oynayabilecek genç yetenek Emre Çolak’ı değerlendirmekten neden korktu Fatih Terim şahsen anlam veremedim. Riere niye oynamadı gibi toplara girmeyeceğim. İlk maçta ilk 11’de oyanasa ve kötü performans gösterse bir de yenilgi gelince onu da asardık. (topa girdim topu kaptım kontradan golü de attım galiba..)
Muslera’nın hatasıyla gelen gole girip de laf ebeliği yapmayacağım. Taffarel’in de yan top zaafı vardı hatırlatalım. O Taffarel’in yeri doldurulamadı çoğu kişi için. Gelelim orta sahaya. Ne Melo, ne Selçuk , ne Ayhan ne de Yekta bu takımın beyni olacak oyun aklına sahip değil. Yetenekleri tartışılır, çünkü yetenek görecelidir bir yerde. O yeteneğe sahip tek isim Selçuk ve Yekta’da da biraz potansiyel var. Ama ikisi de Galatasaray’ı sırtlayıp götüremez. Felipe Melo bakkala bile götüremez. Hatta gözleri gören, cesur ve vicdanlı hakemlerin yönettiği maçlarda yarı yolda bırakır. Daha ilk maçında Mahmut Tekdemir’e arkadan attığı kafanın görül(e)memesi ve kırmızı kartın gösteril(e)memesi bir hafta sonra attığı golle iyice gözümüzü boyadı. O pozisyonu görebilece ve kartı gösterebilecek bir hakem olsaydı, Samsunspor maçında o golü atamayacaktı. Bu yüzden ben Melo’nun attığı gole sevinmiyorum Samsunspor maçında. Haksız bir goldü o..
Samsunspor maçının götürdükleri
Çaktırmadan Samsunspor maçına da geçiş yapmış oldum. İkinci maçta ideal defans dörtlüsüne dönüldü. Eboue ise ancak kıtlık zamanında oynatılıp verim alınabileceği orta sahada başladı maça. Solda Riera ilk kez göründü. Takımda Servet, Riera değişikliği vardı bir tek pozisyon değişiklerinin dışında. Elindeki kadronun ideale yakınıyla sahaya çıktı Galatasaray. Bir çok ismi olan ama benim Ali Sami Yen demeye devam edeceğim, kendi sahasında olmanın avantajıyla baskıyla başlanan oyunda başka türlü gelmesi zor olan bir golle öne geçildi. Melo’nun uzaktan denediğini bilmeyen. Yine de o gole sevinmedim ben. Sevimsiz de bir goldü zaten. Golün de rehavetiyle bal yapmayan arı vızıldamaya devam etti fakat Riera ve Kazım’ın kanat etkisizlikleri fazla bal toplamaya elverişli olmadı. Hadi Riera “takıma uyum” mavrasıyla es geçilebilir eleştirirken de Kazım’ın kanattaki etkisizliğini bir ben mi görüyorum. O kanatta oynaması gereken Pino iken, en azından Kazım’dan daha iyi bir alternatifken gönderilmesi çok anlamsızdı. Pino’nun yerine birinin alınmaması daha da kanıtladı 2 kere yazdığım Galatasaray’ın transfer politikasızlığını.
Samsun maçında ikinci yarının başlarında facia Gökhan Zan’ın 30 yaşından sonra aklına gelen defanstan topu oyuna sokma yeteneğini geliştirme çabası olumsuz sonuçlanınca “ilahi adalet”e inanan; Adnan Sezgin’le aralarında, Ziya Doğan-Ayman ilişkisi olduğuna inanmaya başladığım Mustafa Sarp’a hediye bir gol verildi. İşte bu dakikadan sonra Galatasaray’ın kadro vahameti daha da falza hortladı. Aynı ilk maçta olduğu gibi Engin Baytar ve Sercan’ın oyuna girerek takımın kurtarıcıları rolü üstlenmeleri beni hüzünlere sürükledi. Bu oyuncular madem kurtarıcılardı da Bursaspor ve Trabzonspor’da neden kadro dışı bırakıldı, üzerine düşünmek lazım.
Kapatmadan önceki paragrafımda biraz Elmander’i öveyim de yiğidin hakkı yiğide gitsin. Johan’ın attığı gole lafım yok. Lincoln’den beridir yaşanılan, Sabri’ninkilerle avunmak zorunda bırakıldığımız uzaktan şut eksiğimizi giderdi İsveçli. Bundan sonra ondan böyle daha çok gol görürüz. Ama Sercan verdiği pasa akıl dolu demek, genç oyuncunun topu ilk kontrol edemeyişini es geçmek olur. Sonrasında da elinde tek seçenek olarak kalan topuk pası opsiyonunu kullanması da şanslı olmasına verilebilir. Şansı Elmander gibi aç bir oyuncuyla oynaması. Elmander’e alkış gönderirken, Sercan’a bol çalışmalar diliyorum. Yoksa Bursaspor menşeili top kontrolü zayıf bir Hakan Şükür’e daha merhaba diyeceğiz.
Galatasaray’a öneriler
Samsunspor maçından alınan 3-1’lik galibiyet gereğinden fazla şişirildi. Şişirenler hem medya hem de taraftarlar oldu. “Vay Melo ne gol attı” , “vay Sercan’ın topuk pası neydi be” , “Riera gün geçtikçe oturur” , “bu takım şampiyon olur” gibi hülyalara dalmaya gerek yok. Fatih Terim ve Galatasaray yönetimi transferde ne kadar hatalı davrandıklarını, “Ocak’a kadar bu forvet üçlüsü bizi idare eder” ve “Liderimizin takım içinden çıkmasını bekliyorum” açıklamalarıyla kabul ettiler. Ocak’a kadar bu takımın en az 5 maçta daha, beraberlik ya da mağlubiyetle, puan kaybetmesi muhtemeldir. Ocak’tan sonra ise bana göre orta sahada takıma liderlik yapabilecek, takımın temposunu ayarlayabilecek ve atak özellikleri gelişmiş Rosicky, Nasri, van der Vaart gibi bir oyuncu lazım. Harry Kewell kalsaydı, belki Misimovic kalsaydı, bu işi layıkıyla yerine getirebilirdi. Bu ismi Galatasaray transfer komitesi bulabilir demek isterdim gönül rahatlığıyla ama gidip Engin Baytar gibi bir oyuncuyu da alabilirler. Ayrıca eğer 4-3-3’te ısrar ediliyorsa sağ ve sol açığa da birer oyuncu gerekmetedir. Ağustos’un ortasında takımdan ayrılan Arda’nın ardından gelen parayla bu oyuncunun yerini kapatamamış olmak , üstüne de gittiği için Arda’ya yüklenmek bir yönetim zaafıdır.
Yönetimin ve Fatih Terim’in eldeki malzemeyle ocak ayına kadar maksimum verimi almak için duacı olması ve ocak ayında da, şampiyonluk yolunda süper derin kadroya sahip Beşiktaş ve Trabzonspor ile baş edebilmek için 3 bilemedin 5 oyuncuyla anlaşılması gerekir. Ocak ayına kadar da takım 4-4-2 dizilişiyle oynamalıdır ki ileri top götüremeyen bu etkisiz kanat organizasyonlarının zaafı ileride kalabalık oyuncu sayısıyla telafi edilebilsin. Yoksa Meleke’nin de dediği gibi “bu takım nasıl gol atacak?”
Kategorisi 1-Futbol, Galatasaray, İnceleme, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, YorumlarYorum (0)
Eklendigi tarih 19 Haziran 2011.
Baya oldu yine Türkiye’deki futbol ortamı hakkında yazmayalı galiba. Gerçi bir Bursaspor giydirmesi yapmıştık ama olsun, o farklı. Geleleim transfer sezonunda Galatasaray’ın içine düştüğü durum ve çıkamadığı ve çıkamayacağını düşündüğüm hallere.
Öncelikle belirteyim Galatasaray Selçuk İnan’ı Fenerbahçe, Trabzonspor ve Beşiktaş’ın ve hatta avrupadaki kulüplerin elinden kaparak önemli bir transfer yapmıştır. Bunu es geçmeyelim. Johan Elmander de isabetli bir transferdir. Umarım sonu vatandaşı Linderoth gibi olmaz ki Linderoth da çok isabetli bir transferdi. İskandinavya da bir Gravesen bir de Linderoth gelirdi akla 6 numara deyince. Sonrasında bir de Ceyhun Gülselam katıldı takıma. O da yerine bir transfer. Orta saha ve defansta oynayabilen ve ayağına hakim biri. Türkiye’de seveni yok ama ben Unterhaching günlerinden beri takip eder severim… Fakat ya sonrası.
Bugün Galatasaray’ın kadrosuna bakınca, bugünü geçtim geçen 2 yıldaki başarısızlığa bakınca orta sahada büyük eksikliklerden olduğunu söylesem hayır diyen çıkar mı? Mustafa Sarp geldiği gün bıraktım bu takımı diye yazmıştım. Barış Özbek’se kendini Kalli dışında gösteremedi geliştiremedi. Ayhan da hep taraftar sevgisizliğinden tahammül edilemeyen adam oldu. Yanındakilerin iyi olduğu dönemde ne kadar iyi maçlar çıkardığına şahitlik ettik. Bu bölgede Galatasaray’ın alternatifsizliğini Neill, Hakan Balta, Sabri gibi isimlerin orta sahaya devşirilmeleri kanıtladı. Lorik Cana ve Culio ise durumu biraz toparlasa da Galatasaray gibi bir takımda -eğer 3’lü orta saha oynandığını varsayacaksak- orta sahanın 2 ya da 3 adamı olabilirler ancak. 1 numaralı, yani Xavi’si, Lampard’ı, Emre’si, Selçuk İnan’ı, Guti’si olamazlar…
Kadrodaki forvet ve yabancı sayısına bakınca da inanılmaz bir enflansyon yaşandığı görülüyor. Baros, Stancu, Elmander, Pino yabancı forvetler. Kazım ve Mehmet Batdal da var. Arda’yı saymadım. Belirsizliğinden sayamıyorum. Yabancı sayısına bakınca da Lorik Cana, Culio ile bu sayı şu anda 6. Yani ilk 11’de oynatabileceğin oyuncunun sınır sayısı. Ve üstüne de bugünlerde çıkan haberlere bakıyoruz ki üç tane daha yabancı oyuncu gelecek. Bu 3 ismin de 2’si 6 tane forvetin olduğu bölgede oynayan oyuncular. İsimlerinin hiç bir önemi yok benim için. Çağdaş futbol oyunu çift yönlü oynayan orta saha oyuncularıyla oynanmaktadır. 6 tane forvetle dünyanın en iyi takımı olunsaydı Manchester City çoktan olurdu.
Galatasaray’ın transfer politikasının bölgeye olan ihtiyaca göre değil de rakiplerin transfer ettiği yıldız isimlere göre tercihler yapıldığını düşünüyorum. Fenerbahçe’de Alex var, Niang ve Lugano da yıldız isimler. Beşiktaş’ta Quaresma, Simao, Guti, Almeida, Trabzonspor’da da Zokora bulunuyor. Fakat unutmamak gerek ki geçen yıl Trabzonspor’un başarısında en önemli isimlerden biri nokta transferlerden biri olan isimsiz Glowacki ve Norveç Ligi’nden gelen Alanzinho idi.
Galatasaray eski şaşalı günlerine dönmek istiyorsa Hagi, Popescu, Taffarel üçlemesi yapması yerinde olacaktır, fakat bu adamların yanına da Ümit Davala, Capone, Ergün Penbe, Suat Kaya gibi gibi isimlerin bulunması gerekmektedir. Bu yönde bir hamle yapılmadığını görünce de Galatasaray’ın transfer politikasının olmadığını düşünüyorum. Varsa da ben anlamadım.
Eklendigi tarih 18 Mayıs 2010.
İstanbul dün sabaha “renksiz” uyandı. Trabzonspor’un Türkiye 1. Ligi’ni şampiyonlukla tamamladığı 1984 yılından bu yana İstanbul’da her apartmanın en az bir penceresinden bayraklar sarkardı. Sarı kırmızı, sarı lacivert ya da siyah beyaz… En olmadı yoldan geçen arabalar ya da şampiyon takımın taraftarları gururla renklerini belli ederdi. En büyük tartışmayı ise şampiyon takımın bayrağının Boğaz Köprüsü’ne çekilmesi, çekilen bayrağın fail-i meçhul kişilerce indirilmesi oluştururdu. Şampiyon İstanbul’dan çıkmadığı için sanki lig henüz bitmemiş gibiydi… Önceki gece sonlanan Turkcell Süper Lig’i Bursaspor’un şampiyon bitirmesiyle o bayrak mevzusu fiilen gerçekleşek mi bilemesek de yeşil beyazlı takım elde ettiği başarıyla o bayrağı mecazi anlamda İstanbul’un tam ortasına dikerek “Ulubatlı timsah” unvanını hak etti.
“Anadolu”nun ayak sesleri
Türk futbolundaki zihniyetin değişmesi için Anadolu’dan bir şampiyon çıkması gerekliliği yıllardır konuşulurdu. Son 10 yıllık sürece baktığımızda bunun gerçekleşebileceğinin sinyallerini aldığımız zamanlar olduğunu net bir şekilde görebilmekteyiz. Lig arşivlerine girip incelediğimizde 1999-2000 sezonundan bu güne dek Gaziantepspor, Denizlispor, Gençlerbirliği, Ankaragücü, Manisaspor, Kayserispor ve Sivasspor’un sezon boyunca şampiyonluğu kovalayıp son düzlükte nefesi tükenen takımlar arasında yer aldığını görülmekte. Bu takımlar değişmeli olarak bir kaç haftalığına birinci sıraya yerleşip sezonu da ilk beş içerisinde bitirmeyi başarmış. Bu isimlerin en önemlisi tabi ki Sivasspor. Son iki sezonda yaptıklarıyla Anadolu’dan şampiyon çıkması yolundaki en büyük umut ve değişmesi gerektiği söylenen “o” zihniyetin değiştirilebileceğine en çok inandıran takım oldu. Bu yıl da lige aynı ümitlerle başladılarsa da ligden düşmekten zor kurtular. Fakat başardıkları ile diğer takımlarda oluşturdukları umut 10 yıllık sürecin ardından Trabzonspor’dan sonra sonunda kupayı Anadolu’ya getirdi.
Bursaspor’un farkı
Sıradan bir Anadolu takımı görüntüsüyle başladı Bursaspor sezona. Sahasında oynadığı ilk iki maçı kazanıp ilk iki deplasmanından bir puanla döndüler. Ardından içeride alınan Fenerbahçe mağlubiyeti gidişatın diğer sezonlardan farksız olacağı yönünde bir görüntü veriyordu. Fakat şampiyonluk yolundaki en büyük rakipleri konumundaki İstanbul’un büyükleri ve Trabzonspor’a bir daha yenilmediler. Galatasaray’ı içeride yenip deplasmanda berabere kaldılar. Trabzonspor’a yenilmediler. Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 2-0 geriden gelerek 2-3 yendiler. Aynı başarıyı İnönü’de de Beşiktaş’a karşı gerçekleştirmişlerdi ve şampiyonluğa inandıran maçların mihenk taşı olarak gösterilebilir bu maçta alınan sonuç… Bursaspor’u şampiyonluk yolunda son yıllarda Kayseri ve Sivas’tan farklı kılan en önemli şey bu idi. Ki şampiyonluğu kovalayan Kayseri’de, Ertuğrul Sağlam tam iki sezon geçirmişti… Anlaşılan o ki Ertuğrul Hoca 2005 ve 2007 yılları arasında sarı kırmızılı takımda yaşadıklarından kendisine “sağlam” dersler çıkararak bu günlere gelmiş.
Ertuğrul Sağlam
Şampiyonluğun Bursaspor’la Anadolu’ya gelmesinin farklı bir anlamı daha var. Geçen iki yıl boyunca zirveyi kovalayan Sivasspor, istikrarlı futbolundan çok özellikle sezonun sonlarına doğru Bülent Uygun’un ilginç ve antipatik açıklamaları öne çıkmaktaydı. Sivasspor’un güzel oyunu ve başarılı sonuçları Fatih Terim ekolünden gelen Bülent Uygun’un sözleriyle gölgede kalıyordu. Sırf bu yüzden Sivasspor’un şampiyon olmasını istemediğini söyleyen kişi sayısı hiç de az değildi. Yıllarca Fatih Terim’in egosantrik tavırlarından çokça çeken Türk futbol seyircisi Sivasspor’un olası şampiyonluğu durumunda uzun bir süre daha benzer bir “şiddete” maruz kalabilirdi. Hele bir de kulüp başkanlarının şampiyonluğun bu şekilde geldiğini düşünerek Fatih Terim ve Bülent Uygun türevlerini teknik direktör olarak takımlarının başına geçirdiklerini düşünün…
Ertuğrul Sağlam’ınsa Beşiktaş’tan ayrılırken verdiği demeçler, Bursaspor’la yürüdüğü şampiyonluk yolundaki duruşu ve efendi kişiliği tam ters bir örnek olarak karşımıza çıktı. Sessiz sakin duruşu ile herkese Rumen Teknik Adam Mircea Lucescu’yu andırıyordu. Sağlam’ın, ligin son haftalarına doğru başarılı hocayla bir araya gelip fikir alışverişinde bulunması da kendisine kimi örnek aldığını ortaya koydu. Genç teknik adam elde ettiği başarıyla doğrunun, dürüstün, haklının yanında olanın, hakkını sahada arayanın da şampiyon olabileceğini göstererek Türk futbolunda önemli bir akımın başlangıcına adım attı. Diliyoruz ki Bursaspor’un şampiyon olmasının yarattığı enerji ile Türk futbolunda farklı Anadolu takımları da şampiyonluklar yaşar. Ve umuyoruz ki Fatih Terim ve Bülent Uygun örneklerini devam ettiren değil de, Şenol Güneş, Ertuğrul Sağlam örneklerini devam ettirebilecek Aykut Kocaman, Tolunay Kafkas, Mehmet Özdilek, Oğuz Çetin gibi isimler Süper Lig’de daha fazla “forma şansı” bulabilsinler…
***
Not: Çisem Çelikel’in Facebook’ta yaptığı yorum, pazar akşamının güzel bir özeti:
“Son düdükle birlikte herkesi mutlu eden bir lig finali yaşadık. Şampiyonluğu kutlayan Bursaspor, şampiyon olduğunu sanarak kutlama yapan Fenerbahçe, neyi kutladığını anlayamadığım Beşiktaş ve Galatasaray ve 1996’dan beri tek hedefi Fenerbahçe’yi şampiyonluktan etme başarısına ulaşıp sevinç yaşayan Trabzonspor…”
Tebrikler Bursaspor
Eklendigi tarih 10 Eylül 2009.
Manşette ‘Yazık!‘ dedik. Bence yazık mazık değil! Bilakis hak ettik biz bunu. Bakalım ders çıkarabilecek miyiz? Ya da yine bir mucize –veya Afrika büyüsü– gerçekleşir de gidersek hataları pas pas altı mı edeceğiz? Bunu zaman gösterecek.
İlk yarı hızlı başlayıp golü getirmemiz hayra alamet değildi. Çünkü biz skor olarak öndeyken oynamasını bilmiyoruz. Topu ayağımızda tutamıyoruz. Baskıyı görünce ayaklarımız birbirine dolaşıyor. Yıllardır bu durum böyle ve biz çözüm üretemedik. Euro 2008’den itibaren sayarsak, Ne diyo lan bu lavuk…
Eklendigi tarih 09 Eylül 2009.
Akşamki maç kader maçı diyorlar. Doğrudur. Ama kader maçı derken aslında normal bir maç olması gereken Bosna maçını bu hale getiren Fatih Terim’i eleştiren yok. Tek başlı yönetim sergilediğini söyleyerek bu tutumu eleştirenler şimdi ‘O işini bilir‘ tadında başlıklar atılyor. Evet şu durumda bir adamı koltuğundan etmeye kadar varabilecek eleştirilerin yapılması Türk futbolunun gelişimine taş koymak olacaktır. Fakat birini ‘yüceltirken’ yaptığı hataları paspas altı etmek bu durumu kısır döngü haline getiriyor ve biz her dönem hep ‘lokum gibi‘ kura çekip, grubun son karşılaşmalarında kader maçları oynuyoruz. Ne diyo lan bu lavuk…
Eklendigi tarih 20 Nisan 2009.
Derbinin son dakikalarında yaşananlar hakkında tuşlara fazla basmak içimden gelmedi. Aynı safsatalardı bir de benden duyacaktınız. Oyuna dair yorumlarımı ise oyun oynanırken tuşladığım için (ilk yarı – ikinci yarı) gerek duymadım oyunu da yorumlamaya…
Benim canımı en çok maç sonrası yapılan açıklamalar sıktı. Arda çıkıyor, “ilk o bana vurdu, sonra ben ona vurdum,sonra o bana , ben ona….” Volkan çıkıyor, Ne diyo lan bu lavuk…
Eklendigi tarih 23 Mart 2009.
Barış’ı Werder Bremen istiyormuş. Çok hoş! Etrafımdaki bir çok kişi de bu transferin gerçekleşmesi için can atıyordur. Çünkü “kimse Barış’tan söz etmiyor“… Ne diyo lan bu lavuk…
Eklendigi tarih 23 Mart 2009.
(24.02.2009 tarihli basın toplantısında Bülent Korkmaz: ) “Galatasaray taraftarının nasıl futboldan hoşlandığını biliyorum, öyle oynatmaya çalışacağım. Önümüze hangi takım çıkarsa çıksın her maçı kazanmak istiyoruz. Galatasaray kulübü her zaman kazanmak ve iyi futbol oynamak zorundadır. En iyi yerli oyuncular Galatasaray’da, kaliteli yabancılar ile birlikte çok iyi bir takım olduğunu her zaman söylüyordum. Bu kaliteli takımı, benim oyun şeklime nasıl sokacağımı düşünmem lazım. Ben kendi oyun yapımı takıma yansıtmaya çalışacağım.”