Eklendigi tarih 14 Ağustos 2012.
Kategorisi 6-EfektifpasTVYorum (0)
Eklendigi tarih 12 Nisan 2009.
Hiç bir önemi yokmuş gibi bekliyorum akşamki derbiyi. Kazananın şampiyonluk ümitlerini yeşerteceği, Şampiyonlar Ligi’ne gitme ihtimalini arttıracağını söylüyor ya, kısmen doğru olsa da gülüyorum… Çünkü bu maç henüz hiç bir şeyi belli kesinleştirmeyecek. Öyle ki Fenerbahçe de Galatasaray da çok iyi oynayıp yendiği bir maçın ardından farklı yenilebiliyor. İkisi de birbirinden dengesiz iki takım. Ne kadar iki takımın kadrolarını bir çırpıda sayabiliyorsak da bu takımların oturmuş takım yapılarından değil, eldeki malzemelerden daha iyi oyuncuların olmamasındandır. Oturmuş takım olsalardı, kadro istikrarı skorlara da yansımış olurdu. Ne diyo lan bu lavuk…
Eklendigi tarih 23 Mart 2009.
Sabah Ntvspor’da Fuat Akdağ ve Mehmet Demirkol’un spor haberlerini yorumladığı Spor Servisi programını izledim. Mehmet Demirkol güzel bir hatırlatma yaptı Harry Kewell‘ın yerine Mehmet Güven‘in oyuna girmesi konusunda. Ne diyo lan bu lavuk…
Eklendigi tarih 17 Şubat 2009.
Televizyonların futbol programları işgali altında olduğu bir dönemde futbol programı olmayan bir futbol programı vardı CNNTurk’te .. Ortaokuldan beri izlediğim 90. Dakika programı bu yüzden ikinci plana düştü. Uzun bir süredir her pazartesi oturup izliyordum CNNTurk’ü. Zaman zaman ıskalıyordum topu ama bunun tekrarı vardı. Gece tekrarlarını yakalıyordum. Zaman zaman top ayağıma oturduğumda attığım golün tekrarını da izliyordum. Çift dikişi severim bilen bilir. Fakat ne hikmetse 3 hafta önce bir anda bitiverdi. Programı kaparken de Bağış Erten çok şık bir hareket yaparak “Bu programa şapka çıkarıyorum” diyerek çıkardı yıllardır programlarda çıkarmadığı şapkasını… Banu’suz France Football’u takip ederken yelkovanımız şaşkıın gezinecek sayfalarda. Prpgram neden kapandı sorusunun cevabını ararken “Kanalın tasarrufu” dedi Alp Özgen 4,5 yıllık Futbol Ekstra’nın son programında. Biz de yedik… Bekledim bakalım yerine nasıl bir program getirecekler diye. Başlayan program İlker Yasin’le “3. Devre” idi. Bu muydu yani? Bunun için miydi? Çok de seviniyordum İlker Yasin’i televizyonlarda az görüyorum diye. Ama bir de baktım ki ekranda o. İlk konukları ise Erman Toroğlu ve Fatih Terim’di. Çok özlemiştik ikisini de… Özellikle pazar gecesi ERman hocayla yattıktan sonra pazartesi gecesi onu çok özlemiştik.
Bu mudur yani.. Futbolun güzelleşmesi, gelişmesi için bu oyunu yorumlayanların da yenilenmesi gerekirsen biz döndük kürkçü dükkanına. Bugünkü konukları da Acun ve Hakan Şükür’dü. Yahu bıktım zaten Acun her gün evimde. Varlığımla yokluğumlu sorgulayıp duruyor. Halbuki “varlığım da yokluğum da yetmiyooor…” Ve zaten her attığımız golde de Hakan Şükür’üz.. Bu yüzlerini her gün görebileceğimiz, futbol hakkındaki düşüncelerini her zaman bilebildiğimiz adamları tekrar programda yine neden görmek isteyelim ki? Programın başlarında İlker Yasin Fenerbahçe’yi tartışırken Acun’a gidip Aurelio ve Tuncay’ın eksikliğini sordu. Yahu bunun cevabını artık kim merak ediyor? Aylardır aynı soru, aynı cevaplar zaten piyasada çoktan seçmeli olarak soruluyor. Hem atı alan “adalara” geçmiş, lig bitiyor, Marco haftasonu 90 dakika sahada kalıp Barcelona’yı son anda elinden kaçırıyor sen hala tüh gitmeseydi soruları soruyorsun… Neden ki? Bana ne katıyor ki, gidenin ardından ağlamak. Kime ne katıyor ki hala Aurelio’yu sorguluyoruz.
Halbu ki Futbol’un ekstraları var hep. Yazı, çizgi, sanat yönü var. Ben bu ekstralara ulaşıyordum bu güzelim programda. Vedat Özdemiroğlu’nun ne kadar da futbol delisi bir adam olduğunu öğreniyordum. Dilin kemiğinin olmadığını futbol sayesinde bir daha görüp Bağış’la her takımı desteklerken, Alp’le tango izleyip, Banu’yla fransa’dan şarap siparişi veriyorduk… Arada bir İbrahim Altınsay geliyordu, Beşiktaş’a, İngiliz futboluna bakış açılarımıza yeni şeyler katıyorduk. Feridun Düzağaç’ın kurduğu ilk 11’i ezberden sayamasam da Simon & Garfunkel ile M.F.Ö.’yü birbirleriyla olan muhteşem uyumu sebebiyle yanyana oynatmasını hiç unutmam. Program bitmeden her hafta yaptığı yarışmalara da bir çok kez katıldım ve payıma düşeni de aldım. Adidas spor kitimin çalınmayan kısmı hala mevcut ve aktif bir biçimde kullanımda. Soru da ezberimde: Şampiyonlar ligi kupasını kaldıran en genç oyuncu kimdir? Şıklar: Iker Casillas,Nwankwo Kanu,Patrick Kluivert, Clarence Seedorf. Cevabı ise mailimde yollarken aynen şöyle yollamışım.
Eklendigi tarih 28 Ekim 2008.
Fenerbahçe’nin 14 milyon euro verip aldığı bu oyuncu gol sayısı olarak hala kimseyi tatmin edemedi. Kaçırdıkları attıkların fazla olan olan ispanyol forvet aslında iyi bir bitirici olmadığını ancak takımı için iyi bir savaşçı olduğunu gösterdi bu süreç içerisinde…
Kariyer olarak ilk defa şampiyonluklara alışmış büyük bir takımın bünyesine giren Güiza’nın geçmişinde çatısı altına girebildiği en büyük kulüp Barcelona olsa da, katalan ekibin B takımından yukarı çıkamamış. A takıma çıkma şansını ise muhtemelen takımın yıldızlar karmasına bürünen yapısından dolayı yakalayamadı.
Kadrosunda bulunup çift haneli maç ve gol sayısını eş zamanlı yakaladığı ilk takım Ciudad Murcia olmuş. 2 yıl içerisinde 81 maçta 36 gol atarak %50’ye yakın bir gol ortalamasını yakalamış bu takımda. Sonra Getafe’de de 2 yıl içinde 61 maçta 20 gole ulaşmış. Asıl patlamasını ise 1 yıl oynamasına karşın Real Mallorca’da yapıyor hepimizin bildiği gibi. Ligde çıktığı 37 maçta penaltıdan gol atmadan takımına toplam 27 sayı kazandırdı. Bu performansıyla da şampiyon olması işten bile olmayan İspanya’nın EURO 2008 kadrosuna girmeyi haketmişti. Şampiyona’da da tek gole imza attı.
Şimdi Fenerbahçe’nin formasını terleten Güiza’yı daha yakından izliyoruz. Her maçında gözümüz onun üstünde. Her hareketi, her pası, her şutu eleştirilmekte. En çok da aldığı parayı hak ediyor mu tartışması yapıldı, yapılıyor. Kolay değil tabi ki 14 milyon Euro’nun hakkını vermek. Şimdiden en az 10 gol atmış olması gerekiyordu insanları tatmin etmiş olması için. Hele ki ezeli rakibinin son transferi Milan Baros 11 maçta 9 gol atmışsa…
İkisini karşılaştırmaya yönelmeyeceğim bile ki ikisi de kendini kanıtlamış farklı tipte golcüler. Mesela Güiza’nın bir sezonda 27 gol atmış olması golcü olduğunu göstermiyor bence. Top rakipteyken takım defansını ileri uçtan başlatması oyun düşüncesinin bir parçası. Rakibe baskı yapmayı bırakmıyor ve her zaman oyunun içinde. Dalıp başka diyarlara gitmiyor. Çapraza boş koşular yapıp rakip defansı üstüne çekerek topla giden arkadaşının önünü açması aslında bir forvet oyuncusunda olması gereken en önemli özellik. Bu bile asist sayılabilir. “Al da at” dercesine bir “gol yatağı” açıyor takımdaşına. Asistçi yönü de bir hayli ortaya çıktı Fenerbahçe’de. Son 123 maçında 16 asist yapan “okçu” sarı-lacivertli ekipte 7 asiste çoktan ulaşmış.
En büyük eksikliği ise son vuruşlarda yaşıyor. Arsenal karşılaşmasında Alex’in 5 kez aynı pası vermiş olmasına karşın ancak birini gole çevirebildi. Ayrıca Almunia ile karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda nasıl goller kaçırdığına şahit olduk. Bu kaçan goller bana birini hatırlatıyor. Bu benzetmeyi beğenmeyenler çıkacaktır tabi ki ama sadece oyun tarzı olarak Hakan Şükür’e benziyor. Aynı koşuları yapıp aynı pasları atıyorlar. Aynı golleri kaçırıp, aynı gollere imza atıyorlar. Hakan Şükür de gol atmaktan çok gol attıran bir yapıya sahipti. Bu açıdan Güiza’dan gol beklemek, Hakan Şükür’den gol beklemeye eşdeğer…
Eklendigi tarih 13 Temmuz 2008.
Galatasaray’s youth programme continues to produce quality young talents. Its latest shining star is Arda Turan. He was a well known player in Turkey, through his involvement at every level of football up to his eventual breakthrough for Galatasaray’s senior team. The talented youngster announced his arrival on the international stage at this summer’s Euro 2008 championships in Austria/Switzerland.(insidefutbol)
In Turkish football Galatasaray have an important role and many look to them to provide some of the talented youngsters that will form the next generation of international players. We could call them the Ajax of Turkey in this respect. Tugay Kerimoðlu and Emre Belözoðlu are the well known players in England that came from the Galatasaray youth setup. Further players of note are Okan Buruk and Bülent Korkmaz. They all started their professional career at “GS” just like Arda Turan. They have become world stars and now it is his turn.
Arda Turan began at the amateur club of his quarter, “Bayrampasa Altintepsispor” and he didn’t take long to display a high level of technical ability far beyond his tender years. Legendary Galatasaray coach Fatih Terim saw the potential in him, and signed him to the Galatasaray youth team when he was just 12. He played consecutively for four years in the youth teams of “GS” and as part of the so called “Golden Generation” team he won many titles as he progressed.
In Turkey, youth players are often given the job of ball-feeders at official games. Once Arda Turan was feeding the ball back in play to Hagi. When Georghe Hagi arrived as coach at Galatasaray, in 2004-2005, Arda found himself a place in the first team. Even if he could play in friendly games before the season, he couldn’t get so many chances to play throughout the season proper. In the 2005-2006 season he has loaned out to Vestel Manisaspor. Arda didn’t lose faith at being loaned out and simply worked even harder for the time he was at Manisaspor, even though on some occasions he was played at right-back! He improved his skills throughout the season with very good performances, clocking up 15 games and two goals, even making an assist that didn’t go unnoticed against none other than Galatasaray!
When Arda returned to Galatasaray for the next season he proved to coach Eric Gerets that he was a player worthy of being involved in the senior squad. He started in the first eleven in a Champions League qualification game against Mlada Boleslav. In his very first game in European competition, Arda scored twice in an excellent performance and helped Galatasaray to reach the next stage. Arda was fast on the road to being considered as indispensable to the first team.
Arda continued his good European form soon after by picking up the Man of the Match award in his first Champions League game at home to Bordeaux.
A dream came true for the young potential star. Arda was given the chance to become an important part of the first team by coach Gerets and managed to play in all Galatasaray’s games in the group stage of the Champions League, except Liverpool. The reason for him missing the Liverpool game was a so called “moment of madness”. The Turkish youngster was punished by the referee in the group game against Bordeaux after he headbutted the French side’s Pedretti. After this incident Arda garnered much critiscm from the Turkish media, who before had had nothing but praise for the young star. Arda was forced into making a public apology and declared he did not know what had come over him, but that it would not happen again.
Last season at Galatasaray began with high expectations for Arda, especially with the signing of Brazilian Lincoln, who everyone was eager to see him link up with. The pressure didn’t get to him and he continued where he had left off the season before by providing two assists in the first game of the season. During the title winning campaign Arda clocked up 30 league appearances, fourteen assists and seven goals. Perhaps his most important performance for his club came right near the end of the season when the pressure was on in the title race, Arda fired in a hat-trick against rivals Sivasspor in a game that moved his club closer to that Super Lig crown.
Arda’s international career started with the youth national teams where he picked up twenty one caps, scoring eleven goals. However, the reason everyone now knows Arda Turan is all due to his performances in Euro 2008. Even in the qualifying stages he was making a name for himself, playing nine games and providing three assists.
Arda may not have started the first game of Euro 2008 against Portugal, because of Fatih Terim’s gamble of playing Kazim and Mevlut, but he did get a chance against Switzerland, and how he took it! Arda’s fantastic run and shot in the 92nd minute sent Turkey into that last game against the Czech Republic with a real chance of qualifying from the group.
One of Arda’s often overlooked skills is his ability to hold up the ball and wait for his team-mates to join the attack. Some people think the reason he does this is because he lacks pace, but he has often said before that he feels it is important for the team to attack together. Against the Czech Republic and Croatia Arda did this many times and the team were much stronger when they attacked in force.
Whilst Arda has an amazing ability to dribble past opponents, what he perhaps lacks is a powerful shot from outside the box. People who saw his great strike against Switzerland in the Euros would be surprised at this, but in Turkey it is well-known. The goal against Switzerland however did show that this is an area of his game he is working hard at.
To be a world star, a player should win many titles says tennis player Roger Federer. Winning titles is necessary but furthermore, to do this, you need a strong character, which Arda has, too. Arda is a livewire in training, joking with his team-mates and always motivated.
With his comments after the Euros he showed that he has the potential to be a world star. For example, he scored the first penalty against Croatia, and when a journalist asked him about taking the first penalty he said: “It was an important opportunity not to miss, because you can not play all the time in the semi-final. You can not know what the future brings, maybe that is my last competition. It was a big risk but I’ve taken it and raised my hand when my boss asked who is going to take the first penalty.” That is Arda, never afraid to shy away from taking responsibility and feeling, importantly, that not to take responsibility is to miss out.
The youngster’s biggest dream was to play with Hakan Sukur, a dream he realised, and whilst Arda says he hopes to play more times alongside this legend of the Turkish game, that seems impossible now he has departed Galatasaray.
After the Euros ended there were many transfer rumours about this potential star. In my opinion he should make the move to a big European team in another league to continue his personal development. The national team would surely feel the benefit of that. Also if Arda left then perhaps the next star can emerge from the Galatasaray youth factory.
At the time of writing however a move for Arda looks out of the question. Galatasaray president Adnan Polat stated that none of the team’s stars will move before the Turkish giants have won a European Cup. So for this next year it seems certain that Arda will stay a Galatasaray player and that is something the fans will not compain about!
Eklendigi tarih 05 Haziran 2008.
Milli takımın yeni futbol çabası, Türk futbolu için Euro 2008’de başarılı olmanın ötesinde önemli. Bu turnuva bir “artık Hakan Şükür’ü tartışmama” fırsatı. (MedyaKronik)
Sadece saatler kaldı. Sekiz yıl aradan sonra Türk Milli Takımı, Avrupa şampiyonluğu için mücadele verecek. “Bu değil de, şu olsaydı” gibi yorumların artık bir anlamı yok. (Milli takım başarılı olamazsa elbette kadro tercihi de tartışılacak. Başarılı olursak, elbette, bu konu hatırlanmayacak.) Bu noktada, mevcut kadrodaki oyunculardan beklentilerimizi, tek tek değerlendirmek istiyorum.
Kalede Rüştü Reçber ve Volkan Demirel’in tercih edilmesi, elbette bu ikilinin uluslararası maç tecrübesinin fazlalığına dayanıyor. Ancak yine her ikisinin ortak özelliği, umulmadık hatalar yapabilmesi. Bunların en aza inmesini ümit etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Rüştü, katıldığı ilk Dünya Kupası’nın bir çok yorumcuya göre en iyi kalecisi olmayı başarmış bir futbolcu. Volkan’ın Chelsea karşılaşmasındaki performansı da, kalede sorun yaşamayacağımız konusunda bizi umutlandıran bir başka neden. Trabzonspor’da iyi bir sezon geçiren Tolga Zengin’i büyük ihtimalle sahada göremeyeceğiz. Ancak bu isim de bizi olumsuz düşünmeye sevk etmiyor.
Endişe veren hat: Defans
Tartışmaya en müsait mevkiimiz defans. Sakatlığı ile korkutan ama 10 gün topa değmeden, sabırla tedavi olup geri dönen Servet Çetin, sadece azmiyle bile bu hatta en güvenilecek isim. Servet’e Çek Cumhuriyeti maçında çok iş düşecek. Forvet Jan Koller’i durdurabilecek bir oyuncu Servet. Kullandığımız korner atışlarında onun kafayla gol attığını görmek, eminim hiçbirimiz için sürpriz olmayacak.
Servet’in yanında ise Emre Güngör’ün oynaması taraftarıyım. Çünkü özellikle defansın göbeğindeki iki oyuncunun uyumu, savunma hattı için en önemli gereklilik. Bülent Korkmaz ve Alpay Özalan ikilisi, bu uyumun önemini bize gösteren en iyi örnek. Emre Galatasaray’da Servet’le kısa sürede harika bir ikili oluşturup Kamerunlu Song’u bile kesti. Milli takımdaki yerini de, Fenerbahçe maçlarında sergilediği oyunla hak etti.
Ama korkarım ki sahada Emre Güngör yerine, Gökhan Zan’ı göreceğiz. Sık sakatlanması nedeniyle “cam adam” lakabı takılan Zan, kulübü Beşiktaş’ta da endişeyle karşılanıyor. Nitekim Beşiktaş geçen onun mevkiine iki yabancı ve bir de Türk stoper transfer etti. Zan’ın, Uruguay maçında kaptırdığı topla kalemizde gole neden olması endişelerimi arttırıyor.
Savunmadaki dördüncü oyuncu Emre Aşık, mevkisinin en tecrübelisi. Euro 2000’de de Rüştü ile forma giyen iki oyuncudan biri. Nitekim onun sorunu da, çok iyi oynadığında bile kontrolsüz hareketlerle penaltıya ya da oyunda dışında kalmasına neden olabilmesi. Emre de Uruguay maçında bu tehlikeyi hissettirdi.
Hakan Balta sakatlanmamalı
Sol savunma kanadında Hakan Balta alternatifsiz görünüyor. Fatih Terim, üç hazırlık maçında da ilk 11’de onu oynattı. Hakan’ı Uğur Boral’a göre daha güçlü kılan tarafı, savunmada daha iyi olması. Slovakya maçındaki golleriyle atakta da verimli olabileceğini gösterdi. Sakatlanırsa, yerini doldurmak için en çok zorlanacağımız mevki.
Sağ tarafta ise Gökhan Gönül’ün sakatlığı, Süper Lig’in son düzlüğünde eski günlerine dönen Sabri Sarıoğlu’nu birinci tercih haline getirdi. Sabri, Slovakya maçındaki gol pasıyla kendisine güvenenleri selamladı. Hamit Altıntop’un daha çok orta sahaya destek vereceğini düşünürsek onun koridorunda da alternatif oyuncu sıkıntısına girebiliriz. Sabri sadece milli takım için değil, tribünde onu izleyen İtalyanları da düşünerek sinirlerine hakim olmalı.
Orta saha, iki yöne de hakim
Orta sahaya geldik. Burası en güvendiğimiz bölge. Mehmet Aurelio, Emre Belezoğlu ve Hamit Altıntop’tan oluşması beklenen orta üçlü, mevcutların en iyisi. Futbolda, iki yönlü ve efektif oynayabilen orta saha oyuncularının öneminin arttığı bu dönemde Emre ve Hamit bu ihtiyacı karşılıyor. Aurelio ise sağ ve sol kanat defans oyuncularının atağa çıktığı dakikalarda, defanstaki orta ikiliye vereceği destekle orta saha ve defans bloğunun kopmasını engellemeye çalışacak. Alternatifi Mehmet Topal da bu işin üstesinden gelebilecek kapasitede.
Çok tartışılan Emre, takım kaptanı olarak sahaya çıkacak. Kaptanlık bandı onu daha arzulu ve sakin oynamaya itiyor. Premier League’de kendine kattığı, çapraz uzun top atma özelliği ile takımı bir anda atağa kaldırabilir. Yine de bu bölgede Hamit, ataklarda en etkili olacak isim. Uzaktan şutları, ceza alanı çevresinde duvar pasları, ortaları, duran top becerisi ve sakinliği ile en güvenilen oyuncular arasında.
Ayhan Akman, son dönemlerdeki performansıyla iyi bir alternatif. Ama sadece alternatif. Çünkü topu yavaşlatıyor. Tümer Metin, 2006 Dünya Kupası elemelerindeki grup maçlarında ne kadar verimli olabileceğini gösterdi. Maçın gidişatına göre Emre Belezoğlu’yla değişebilir.
Nihat Kahveci ortada olmamalı
İleri üçlüdeki üç formanın yedi adayı var. Nihat Kahveci forması en garanti oyuncu. Onu bu üçlünün sağında oynatmak, ortada olmasından çok daha fazla şey katacaktır takıma. Ortada oynatılıp, verimli olamaması Nihat’ı kaybetmemize bile neden olabilir. Çünkü Nihat kaleye sırtı dönük oynamayı becerebilen bir oyuncu tipi değil. Önüne atılan hızlı toplarda adam eksiltip gol atabiliyor. Ayrıca serbest vuruşlarda gole en yakın oyuncumuz.
Üçlünün ortasında hedef adam olarak oynayabilecek tek isim Semih Şentürk. Büyük turnuva eksikliği ve sonradan oyuna girdiğinde daha verimli olması, onu bu bölgede ikinci sıraya itiyor. Solda Tuncay Şanlı’nın oynaması kesin. Sağın ise dört adayı var: Kazım Kazım, Mevlüt Erdinç, Arda Turan ve Gökdeniz Karadeniz. belirsizliği mevcut.
Hazırlık maçlarında forma şansını yeterince bulamayan Gökdeniz, hızlı oyunda takıma çok şeyler katabilecek bir oyuncu. Mevlüt ve Kazım, sadece bu mevkinin değil, tüm takımın en sürpriz isimleri. Hazırlık maçlarında bu formanın hakkını verebilecekleri gösterdiler. Neredeyse aynı tipteler: Hızlı, adam geçebilen ve sert şutları ile gol kovalayabilin. Rakiplerin bu ikiliyi daha az tanıyor olmaları bence avantaj. Belki de Fatih Terim iki oyuncuyu bu yüzden tercih etti.
Arda, öyle ya da böyle bu turnuvada oynayacak. Ona ne kadar güvensek de ilk 11’de girmesi kesin değil. Üst düzey bir turnuvaya ilk defa katılıyor olması ekliği olarak gözükebilir. Oysa Genç milli takımlarla Avrupa şampiyonluğu, dünya dördüncülüğü görmüş bir oyuncu. Yani aslında, hafife alınmayacak kadar tecrübeli.
Hakan Şükür “geleneği” sona erecek mi?
1990’dan beri, milli takımla ilgili hemen her tartışmanın Hakan Şükür’e çıktığı futbol vizyonumuz bu turnuvada genişleyecek mi? Ben öyle umuyorum. Kadro ve hazırlık maçları da beni doğruluyor. Ayağa, hızlı, alan daraltan, derinlemesine çapraz uzun paslarla kanat bindirmeleri bol, uzaktan şutları bol, havadan ileriye şişirmesi az, geride pas hatası az, defansif zaafı az, yan toplarda zaafı az bir milli takım var olmaya çalışıyor.
Bu anlaşışı, Manchester United ve Roma’nın oynadığı, yarım forvet özellikli üç ileri uç oyuncusuyla yapmaya çalışacak Fatih Terim. Bunları yapabilirsek Fatih Terim’in dediği gibi kendimizi hatırlatabiliriz. Ama bir de milli takım bu taktikle başarılı olamazsa, o zaman vay halimize! İşte o zaman takıma giremeyenler, hazırlık kampından döndürülenler, İsviçre maçında rakibi dövenler, basın tribününe yumruk kaldıranlar ve elbette Hakan Şükür hatırlanacak.
Eklendigi tarih 14 Nisan 2008.
Galatasaray futbol takımı başarılı olursa, yöneticilerin başarısızlığını değil, teknik direktörlük kurumunun gerekliliğini tartışmaya başlayacağız. (MedyaKronik/HaberVesaire/14.04.2008) + Gökhan Tan
– Galatasaray Futbol Takımı Özhan Canaydın’ın başkanlığından beri, takımın yaşadığı bütün başarısızlıkların sorumlusu olarak gördüğü ve sezon sonu kellesini aldığı teknik direktör listesine Karl Heinz Feldkamp’ı da ekledi. Feldkamp’ın ayrılışı zamansızdı ama pek çok kişi için sürpriz olmadı. Teknik adam, çalıştığı süre boyunca sadece basın tarafından değil, kulüp içinde de sürekli eleştirildi.
Eleştirilere tek başına göğüs geren, elbette “Kalli”yi getirmek için bir “one man show” sergileyen Adnan Polat’tı. Polat 22 Mart 2008’deki seçimini kazandı ve kendi sözleriyle “düşlerini süsleyen başkanlık rüyasını” gerçek kıldı. Ve bu rüyanın ilk icraatı, tek başına kefil olduğu teknik direktörünün kulüpten kopmasını sağlamak oldu.
“Kalli” Feldkamp, kağıt üzerinde istifa etmiş görünüyor. Ama işine karıştırmayan, karışıldığı anda da tepki vereceği çok açık olan teknik adama “Artık ön libero deneme, Nonda’ya şans ver, futbolcularla iyi geçin” gibi uyarılarda bulunulması zaten istifasının istenmesi anlamına geliyordu.
Bu süreçte kaçınılmaz katkısı bulunan spor basını da yeterince sorgulamadı Feldkamp’ın gidişini. Öyle ya, adam ikide bir hasta olup, takımı yalnız bırakıyor, bir maçta orta sahada oynattığı adamı, diğer maçta “stoper” yapıyor, vazgeçilmezleri kadro dışı bırakıyor, özetle koskoca takımı “tek patronmuş gibi” yönetiyordu!
Takımın tek patronu. Feldkamp’ın futbol şubesindeki konumu aslında tam da buydu. Bu onun, yıllar önce Fatih Terim örneğinde olduğu gibi, kendini kabul ettirmek için mücadele ederek kazandığı bir ayrıcalık değildi. Aksine, durum tam da tersiydi. Polat bir taraftan Feldkamp’ı göreve getirmek için kendi yönetimiyle mücadele ederken, diğer taraftan da Feldkamp’ı bu göreve ikna etmek için didindi. Adnan Polat bir önceki yönetimi temsil ediyorsa -ki Feldkamp göreve geldiğine göre bunu sorgulamak artık yersiz-, “Kalli”nin takımın tek patronu olması kulübün kararıydı.
Kulüp, Feldkamp’ın gelişini “geleceğe yatırım” olarak duyurdu. Teknik adama önerilen şey, futbol şubesinin danışmanlığıydı. Sadece futbolcuları değil, şubede bulunan tüm takımların organizasyonunu ve teknik direktörlerini de o belirleyecekti. 74 yaşındaki “Kalli”nin, istememesine rağmen yönetimin “ricasıyla” eşofmanlarını giyip A takımının başına geçmesi de “geleceğe yönelik” bu planın ilk adımıydı.
Gelinen nokta, Türk futbolunun “henüz”, bu kadar ileriye bakmaya hazır olmadığını, hatta niyeti bile olmadığını gösteriyor. İsmi ve başarılarıyla, uzun vadeli plan yapmaya belki de en yakın kulübümüzün bile karnesi sınıf geçmeye yeterli değil. Kafamız, düşünce yapımız, temelimiz buna uygun değil.
Feldkamp’ın ayrılmasının Galatasaray açısından yarattığı en hazin tablo, kulübün “yeni” yönetiminin, gündeminde herhangi bir plan olmadığını ortaya koyması. Daha bir ay öncesinde rotasını, Karl Heinz Feldkamp’ın fikirlerine göre çizeceğini açıklayan yönetim, piyasadaki birçok teknik direktöre teklif götürmeye başladı. “İyi bir isim olsun da, kulübün büyüklüğünü anlaşılsın” görünümündeler. Bu isimlerin oyun anlayışlarının çok farklı olması, bu “yeni” döneme dair bir strateji geliştirilmediğini gösteriyor.
Galatasaray, Süper Lig şampiyonluğunu kovalarken ve Türkiye Kupası’nın en güçlü adayıyken, Feldkamp’ı hatırlamamız mümkün değil. Onu, Galatasaray şampiyon olunca hatırlayacağız: “Bak, teknik direktörsüz takım daha başarılı” diyeceğiz. Ya da “takım teknik direktörsüz şampiyon oldu, düzgün birini başa getirirlerse daha neler yaparız” diyeceğiz.
Kimse, dokuz ay önce söylediğini, başkan olur olmaz çiğneyen Adnan Polat’ı hatırlamayacak. Evinde emekliliğini kutlayan futbol adamını, kulübüne rağmen, bin bir ricayla takımın başına getiren o günkü ikinci, bugünkü asil başkanın “başarısızlığını” göremeyecek.
Hadi o kadar abartamayalım. Elbette birileri çıkıp, onun hakkını verecek:
“Vay be, adam işi biliyormuş!”
Feldkamp “yeniçeriler”e karşı
(Volkan Ağır-MedyaKronik) – Karl Heinz Feldkamp’ın, hakkındaki onca olumsuz eleştiriye rağmen takıma kattıkları kaybettirdiklerinden kat be kat fazla. Tıpkı Galatasaray’ın başında olduğu 1992-1993 sezonunda olduğu gibi Türk futbolunun çehresini değiştirme potansiyeli çok yüksek oyuncular topluluğu bıraktı ardında. Ve tıpkı o sezon kazandığı şampiyonluğu tekrarlamak ister gibi bir görüntü çizdi.
16 yıl önce Bülent Korkmaz, Mert Korkmaz, Tugay Kerimoğlu, Arif Erdem, Suat Kaya, Hakan Şükür, Okan Buruk gibi isimlere güvendiği gibi, şampiyonluğu gençlerle almak istediğini göstermek istedi. Uğur Uçar, Orkun Uşak, Barış Özbek, Serkan Çalık, Mehmet Güven ve Mehmet Topal sürekli forma şansı bulan yeni isimler oldu.
Her zaman Avrupa kupalarında başarılı olmayı daha çok önemsemiş bir kulüp olan Galatasaray’ı UEFA Kupası maçlarında alınan sonuçlar hiç bir zaman tatmin etmedi. İlk maçtan, son maça kadar futbol şansıyla yürüdü takım Avrupa’da. Gruptan bir üst tura çıkma şekli bir hayli mucizevi ve bir o kadar da acınası olan -Austria Wien maçının son düdüğünden sonra Bordeux maçının sonucunu öğrenen oyuncuların sahada “sevinçten” nasıl koşuştuğunu görmeliydiniz- takımın bu durumu çokça eleştirildi.
Leverkusen karşısında alınan 5-1’lik mağlubiyetle UEFA Kupası’ndan elenmeyi hiç mi hazedemeyen yönetimde kimsenin Kalli’ye güveni kalmadı. Sadece Özhan Canaydın, Adnan Polat ve Adnan Sezgin kaldı. Bu elenmenin şokunu atamayan takım da üst üste aldığı süpriz mağlubiyetlerle şampiyonluk yarışından kopma noktasına geldi. Ama oyuncular ve Kalli de maç boyunca maçı değişterek hiç bir harekete kalkışmadı. Günümüz futbolunda mağlup durumda olan takımların maçı çevirmek için forvet sayısının değil, orta sahadaki oyuncuların sayısının fazla olmasının gerektiğini gözleyememiş olacak ki Kasımpaşa maçında sahada beş forvet vardı takımda. Orta sahada onlara top atacak adam yokken o beş forvet ne yapabilir ki? Kalli bu konuda bence gerçekten geride kalmış.
Kalli, Fortis Türkiye Kupası’nda Fenerbahçe ile Ali Sami Yen’de oynanan maçın kazanılmış olmasına rağmen yine aynı hataları yapmaya devam etti. Hatta bu sefer abartarak, son dakikalarda oyuna giren Serkan Çalık son 10 dakika defansta son adamdı. Bol kartlı geçen ve şans golüyle kazanılan maçın yorumu ise Adnan Polat’tan geldi. “Saçmasapan bir maçtı.”
Sene boyunca oyuncuların yerini sürekli değiştirdi Feldkamp. Hazırlık maçlarında ve menejerlik oyunlarında yapılmasına tahammül edilebilir mevki değişikliklerini lig maçlarında yapması ve verim alamamasına rağmen bu konuda ısrar etmiş olması Galatasaray’daki herkesi çileden çıkardı. Emre Güngör’ü ön liberoda, Hasan Şaş’ı sağbekte, Ismael Bouzid’i ön liberoda, Nonda’yı orta sahada, Barış Özbek’i sağbekte deneyen Kalli, oyuncuları da futboldan o kadar küstürmüş ve sabırlarını o kadar taşırmış olacak ki, takım içindeki huzursuzluklar medyaya oyuncular tarafından verilen demeçlerle yansıdı.
Mart ayındaki seçimleri kazanıp başkan olan Adnan Polat, 4 Nisan 2008 akşamında oyuncularla tek tek görüşüp, “Bazı arkadaşlar hiç alışık olmadıkları yerde oynatılıyor ve taraftarların önüne atılıyor. Bizi hep yanlış oynattı. Kalli olmazsa şampiyon oluruz. Yoksa sonumuz kötü” cevabını alması ve kendi getirdiği Kalli’yi göndermesi, bir nevi yeniçeri ayaklanması olarak Galatasaray’ın tarihine geçecek bir olay haline geldi.
Galatasaray’ın içine düştüğü bu oyuncuya dayalı düzen kısa zamanda farklı sonuçlara yol açabilir. Bundan önceki Gerets’li dönemde kazanılan şampiyonlukta, parasızlıkla boğuşan ve tamamen duygularıyla oynayan oyuncular bu sezon iki kupaya da bu şekilde ulaşabilir. Ancak asıl soru şu ki, eğer bu iki kupa da bu şekilde kazanılırsa, gelecek sezon takımın başına geçecek teknik direktör karşısında teknik direktörsüz de şampiyon olabilen bir takım varken istediklerini nasıl yaptıracak? Yönetim ise iki kupa da kazanıldıktan sonra oyunculara karşı nasıl bir tavır alacak? Çünkü böyle bir durum gerçekleşirse oyuncuların herhangi bir yönetimsel sıkıntı da, yöneticiler üzerinde fazlasıyla baskı ve istediklerini yaptırabilme gücü olacaktır.
103 senelik bir kulübün oyuncuya dayalı düzene gelme potansiyelinin zirve yapmış olması, kulübün tarihiyle, prensipleriyle, gelenekleriyle çelişen bir görüntü çiziyor. Duygusal bir topluluk olduğumuz için kısa vadede başarılara ulaşmak için bir çözüm olabilir bu düzen. Ancak yönetimin uzun vadede bu düzeni nasıl şekillendirip, dönüştüreceği merak konusu.
Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, Galatasaray, İnceleme, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden FutbolYorum (0)
Eklendigi tarih 07 Mart 2008.
Kupa maçında 15 sarı, dört kırmızı kart gösteren FIFA kokartlı Hakem Cüneyt Çakır bir daha derbi yönetebilecek mi? (Medyakronik/HaberVesaire/07.03.2008)
Birçok maçta (ama en çok derbilerde) olduğu gibi, geçen hafta Galatasaray-Fenerbahçe arasında oynanan Fortis Türkiye Kupası çeyrek final karşılaşmasında da, futboldan çok maçın hakemi Cüneyt Çakır’ın yönetimi konuşuldu. Karşılaşmayı izleyenlerin çoğu hakemin, taraflı olmasa bile tartışmaya açık kararlar verdiğini düşünüyor. İkinci ve azınlıktaki grup ise hakemin kartlarını, futbolu çirkinleştiren ve oyunun sağlıklı seyretmesini engelleyen kötü niyetli oyunculara karşı kullandığını savunuyor… Galatasaray Kulübü Başkan Yardımcısı Adnan Polat, hakemin gereksiz kartlar çıkardığını belirterek, “Saçma sapan bir maçtı” diyor. Polat’ın görüşünü, Sportif A.Ş. Müdürü Adnan Sezgin, “Hakemin kart kararlarının irdelenmesi gerekiyor” görüşüyle, Teknik Direktör Karl-Heinz Feldkamp ise “Bir ara hakem beni ve Zico’yu da sahadan atacak diye korktum” sözleriyle destekliyor. Takım kaptanı Hakan Şükür ise Cüneyt Çakır’ın kuralları iyi uyguladığını ve kararlarında doğru hareket ettiğini ifade ediyor. Fenerbahçe cephesinde yapılan yorumlar ise malum. Başkanvekili Nihat Özdemir’in “Seyircimizin bu hakeme karşı göstereceği tepkiyi biz önleyemeyiz” sözlerinde olduğu gibi, tehdide varan açıklamalara gidiyor. Konuyla ilgisi olmayan kulüpler bile hakeme öfke kusuyor. Beşiktaşlı yönetici Halim Aydın, Cüneyt Çakır’ın, maçı katlettiği görüşünü savunuyor. Anlaşıldığı üzere oyunun kazananı da, kaybedeni de ve hatta oynamayanı da, hakemi bir daha kendi maçında görmek istemiyor!
Mahalle baskısı
Başta da söylediğimiz gibi bu, alışık olmadığımız bir durum değil. Ancak irdelenmesi gereken şey Türkiye Futbol Federasyonu’nun da, kulüplerle aynı görüşte olması. Hakem Cüneyt Çakır, maçın gözlemcisi Murat Ilgaz tarafından 10 üzerinden 7,1 notuyla değerlendiriliyor ve Çakır, federasyon tarafından altı hafta boyunca “dinlendirme”ye alınıyor. Büyük ihtimalle Çakır’ı, uzun bir süre derbi maçlarında da göremeyeceğiz. Gözlemci Murat Ilgaz’ın verdiği 7,1, çok düşük bir not olmalı ki FIFA kokartlı Cüneyt Çakır uzunca bir süre görev yapamayacak. Ilgaz bu “düşük” nota gerekçe olarak hakemin maç boyunca gösterdiği kartlarda “standartlara uymaması”nı gösteriyor. Peki, bu değerlendirmede bir gariplik yok mu? 10 üzerinden 7,1 bir alan bir kişi neden ceza alıyor? Gerekçe standartlara uymamaksa, bu standartlar neler?
Bir maçı “gözlemek”
Futbol oyun kuralları kitabında hakem, oyun kurallarını tam yetkiyle uygulayan kişi olarak tanımlanıyor. Ve ekleniyor: “Hakemin oyun ile ilgili verdiği kararlar nihaidir”. Ancak bu konuda söyleyecekleri dikkate alınan, hakemin maç içinde verdiği kararları notlandıran tek bir kişi var: Gözlemciler ve Temsilciler Kurulu’nun atadığı gözlemci. Gözlemcinin görev sınırı hakemlerin müsabadaki hatalarını bulup rapora yazmak, hakemlerin başarısını değerlendirmek, gelişimine katkıda bulunmak, eğitimlerine temel olacak konuların seçimine yardımcı olmak ve klasmanlar ayrılmasına yönelik objektif veriler sunmak olarak belirlenmiş. Gözlemciler, bu sınırlar içerisindeki değerlendirmelerini “gözlemci raporu”na işliyor. (Rapor örneği için tıklayın) Ve bu raporu doldururken onlara “Gözlemci El Kitabı” rehberlik ediyor. (Gözlemci El Kİtabı için tıklayın) Türkiye Futbol Federasyonu Gözlemci Raporu’nda, maçın baş hakemi 10 ile beş arasında kalan toplam yedi not derecesi ile değerlendiriliyor. Buna göre 10 ile dokuz arasında bir notla değerlendirilen bir hakem “mükemmel/eksiksiz performans” göstermiş sayılıyor. En düşük aralık olan 5,9 ile beş arasında notla değirlendirilen bir hakem ise “çok zayıf/kabul edilemez performans”a layık görülüyor.
Çakır’ın gerçek notu 2,1
Görüldüğü gibi, herşeyden önce değerlendirme sanıldığı gibi 10 üzerinden değil, beş üzerinden yapılıyor. Beşin altında bir notun verilmesi mümkün olmayan bir sistemde, değerlendirmenin 10 üzerinden yapılıyor gibi gözükmesi elbette bir soru işareti. Gözlemci ve Temsilci İşleri Müdürü Baki Şahin’den edindiğimiz bilgiye göre bu, FIFA ve UEFA tarafından uygulanan bir sistem. Sisteme göre, hakemin sahaya adımını atması 5 puan. Hakem, başlama düdüğünü çaldıktan sonra başka hiçbir şey yapmasa, mesela saha kenarına gidip bir seyirci gibi maçı izlese bile demek ki bu notu alacak. FIFA, UEFA ve Türkiye Futbol Federasyonu böyle bir sistemi uygularken ne düşünüyor, bilemiyoruz ama bu sistemin biz izleyicileri yanıltığı kesin!.. “10 üzerinden 7,1 notu alan bir hakem neden dinlendiriliyor” diye kendi kendimize soruyoruz. Oysa, sıfırın karşılığı bu sistemde beş ile ifade edildiğine göre, Cüneyt Çakır’ın aldığı 7,1 gerçekte sadece 2,1’e karşılık geliyor.
Vasat performans, tutarsız ceza
Gelgelelim 7,1 notu tabloda, 7 ile 7,4 arasındaki tüm notlar gibi “vasat/beklenenin altında performans” olarak değerleniyor. Bu durumda maçta “vasat” bir yönetim gösterdiği kabul edilen Cüneyt Çakır’ın neden altı hafta dinlendirildiği de cevaplanması gereken diğer soru. Gözlemcinin verdiği nota göre, hakemlerin ne kadar dinlendirileceğine Merkez Hakem Kurulu (MHK) karar veriyor. Ancak, Gözlemci ve Temsilci İşleri Müdürü Baki Şahin’e göre “Şu kadar puan alan, şu kadar hafta maç yönetemez” diye bir kural da mevcut değil. Hakemlere verilen cezalar tümüyle bu kurulun tasarrufunda. Kuralı olmayan bir “cezalandırma” sisteminde geçerli kriterlerin ne olduğu ise, yazının başında yer alan, kulüp yöneticilerinin açıklamalarından anlaşılıyor…
Mahalleden dışarı çıkamamak
Bağımsız MHK’nin “mahalle baskısıyla” aldığı kararlar sonunda ortaya çıkan tablo ise, Türk futbolunun nerede tıkandığı, neden “hak ettiği” uluslararası başarılara ulaşamadığı konusunda fikir veriyor. Türkiye’de FIFA kokartı sahibi, yani uluslararası karşılaşma yönetme yeterliliğine sahip sekiz hakem bulunuyor. Ve bu hakemlerin en az altısı, daha önceki derbi maçlarda gösterdikleri “vasat” ve belki de daha üstü performanslardan dolayı Süper Lig’de önemli maçlarda istenmiyor. Mahalle baskısını aşamayan, kendi liginde büyük maç yönetemeyen hakem, dış sahada ne kadar başarı gösterebilir?
Kitaptaki sorular
Gözlemci El Kitabı’na göre gözlemcilerin hakemleri değerlendirirken kriter olarak almaları istenen temel sorular şunlar:
– Hakemlik yeteneklerine sahip mi?
– Futbolu biliyor ve ruhuna uygun yorum yapabiliyor mu?
– Oyun alanını, çevresini, teknik alanı ve oyuncuları kontrolünde bulundurabiliyor mu?
– Kritik anlarda doğru kararlar verebiliyor mu?
– FIFA ve MHK talimatlarını uyguluyor mu?
(Bir insanın hakemlik yeteneklerine sahip olup olmadığının cevabını, o insanı bir maçın yönetimine atadıktan sonra almaya çalışan ilk soru sizce de komik değil mi?)
Gözlemcilerin dikkat ettiği en mühim konu ise hakemin maç içinde verdiği kararın maçın sonucuna direkt etki edip etmediği. Sonucu olumlu veya olumsuz etkileyen kararlardan üç tanesini raporunda, pozisyon açıklamaları bölümüne yazması gerekiyor. Özellikle olumsuz olan kararların nedenini ve nasıl düzeltilmesi gerektiğini… Bu pozisyonlar hakemin puanını, dolayısıyla sezon ortalamasını ve klasman atlamasını veya düşmesini doğrudan etkiliyor. Hakemlerin notlandırıldığı gibi gözlemciler de kendi denetim kurulları tarafından notlandırılıyor. Belirlenen hata türlerine göre kesilen puanları da buna göre fazla oluyor. Gözlemciler, belirli tarihlerde yapılan 40 sorulu yazılı ve görsel bir sınavla belirleniyor. Sınavın içeriği futbol oyun kurallarından oluşmakta. Görsel kısımda ise bazı pozisyonları yorumlamaları isteniyor.
Gözlemciler sadece orta hakemi değil diğer iki yan hakemi ve dördüncü hakemi de gözleme ve değerlendirme altında tutmakla yükümlü. Bu açıdan bakılınca bir gözlemcinin dört hakemi birden ne kadar kontrol edebildiği tartışılır. Bu sayının arttırılması konusunda da bir girişim olmadığını söylüyor Gözlemci ve Temsilci İşleri Müdürü Baki Şahin. Bir görevleri de hakemlerin gelişmesini sağlamak olan gözlemcilerin 4 kişiyi birden notlandırırken bunu nasıl sağlayabileceği de ayrı bir konu… Herhalde hakemleri eleştirirken artık gözlemcileri ve gözlemcilerin çalışma koşullarını da göz önünde bulundurmakta fayda var…
Kategorisi 0-Özel Dosyalar, İnceleme, Türkiyeden FutbolYorum (0)
Eklendigi tarih 12 Mart 2007.
2006 sonbaharıydı. Her zamanki gibi aynı hevesle koşup gidip aldım oyunu. Yükledim, başladım oynamaya. Galatasaraylıyız ya, ilk o takımı yönetmeye başladık. Para var, kaynak var, genç yetenek bol, eh bu koşullarda rahatça şampiyonluklar ve kupalar birbiri ardına geliyordu. Başarıya doyunca tat vermedi oyun ve hemen yine Türkiye Ligi’nde kötü bir takım alayım diye düşündüm. Uzun süre bakındım ama bütün takımlar iyiydi – bana göre – , ya da ben mi gözümde büyütüyorum bizim bu Türkiye Ligi’ni? En kolay çare olarak gazeteye baktım ve sonuncu olan takımı seçtim. Kayseri Erciyesspor’a sempatim böyle başladı. İlk sezonu, 7.lik ve Türkiye Kupası ile bitirince ayrı bir bağ oluştu aramızda.
Galatasaraylı olduğumu hissettiğim ilk an ise, sanırım tam olarak Ulubatlı Souness dönemine denk geliyor. O bayrağı oraya dikişi büyük bir cesaret işi idi. Yabancı bir adamın, kültüründen bir haber olduğu yabancı bir ülkede, ezeli rakibinin sahasına takımının dev bayrağını dikmesi yürek ister!
O yürekli insanlardan biri daha vardı o takımda. Florya toprakken , o “Cesur”du. Her yeni teknik direktör ilk onu kesti takımdan. Türk’tü ya, ne anlardı defanstan, yabancı gerekti o bölgeye. Ama bir sürü yabancı geldi ve gitti, o kaldı bir tek. Çalıştı, çabaladı kaptı yine formasını. Heralde adetten olacak ki, onu keşfedenlerden Fatih Terim bile kesmişti takımdan 1999-2000 sezonunun başında. Gidecekti , gönderilecekti derken , boş mukaveleye imza attı. Ya gönlü gitmesine el vermedi ya da kahve fallarında çıkan “haçlı kupa” tuttu onu sarı kırmızılı kulüpte. Takım kamptayken, Ayvalık’taki yazlığında kamp yaptı o da. En nihayetinde sporcuydu, sağlığına dikkat etmeliydi. Kuşlar haber uçurmuş olmalı ki, onun azmini takdir etmek için tekar kadroya girdi.
Mahalle aralarında, toprak sahalarda aşkımızın peşinde koşarken, defansif görevi üstlendiğimden ve herkes gibi kendi takımından kahraman seçme hevesinden onu benimsedim ben de. Sonra ona benzemek için saçımı bile uzattım, Kayseri Erciyes forması bile aldım. Ama onu UEFA Finali’nde, kolu çıkık bir şekilde savaşmasından sonra fena bir şekilde içselleştirdim.
Dillere destan hayranlığımı geçtiğimiz kasım ayında onunla tanışarak, sohbet ederek nihayete erdi. Ve tabi ki futbol konuşup, futbol izledik. Galatasaray”ımız” hakkında konuşmamak olmazdı. Cihan’ın sol bekte oynatılmasına, hem Cihan’a hem de futbola hakaret olarak nitelendirdi. Eh haklıydı. Puan kaybettiğimiz bir haftaydı zannedersem ve o maçı öyle güzel analiz edip, yapılması gerekenleri öyle basit bir dilde açıklamıştı ki bana sadece hak vermek ve hayranlığımı yükseltmek kalmıştı. Gerçi o durumda ne derse hayranlığım artacaktı ya…
Sohbetimiz arasında ufukta transfer olup olmadığını sorduğumda her şey olabilir cevabını verdi. Hemen ardından Eskişehirspor ile anlaşmak üzere olduğu ama anlaşamadığı haberi geldi. Devre arasında ise beni “acaba kaderimizde mi var , yoksa gerçekten hoş bir tesadüf mü bu?” diye düşündürten haberi aldığımda sevincimden dört köşe olmuştum.
Futbolculuk hayatındaki istikrarı,disiplini,hırsı,başarıyı yeni takımına yansıtmakta olduğunu daha ilk maçında Fenerbahçe’ye karşı göstermişti. Ve bunun tesadüf olmadığını da gözlerimin önünde Galatasaray’ı Türkiye Kupası’ndan eleyerek kanıtladı. Cuma gecesi yine aynı şeyi yaptı. 25 senesini verdiği, onu “o” yapan takımını eledi. Ama bu sefer şampiyonluktan…
Kayseri Erciyes ligin ilk yarısını 11 puan toplayarak kapatabilmiş. İkinci yarısında ise topladığı puan sayısı 17 oldu, üstüne bir de Türkiye Kupası’nda son dördü ekleyin. O son dört ki, Galatasaray’ın grubundan gelip, -nasıl olduysa?- tekrar Galatasaray’ı eleyip, üç büyüğün arasında bir son dört. Sezonun başından beri takımın başında olsaydı kim bilir neler yapardı? Belki de yapamazdı ve “yüce” medyamız onu harcardı…
Gerçekten inanmış bir takım çıkmıştı sahaya ve ilk dakikalardan itibaren sıkı pres ile Galatasaray’ı bozmaya başladı. Akılda kalan bir atak bile şansı vermeden Galatasaray’a biraz tesadüf ve biraz şans eseri de olsa golü buldu Kayseri Erciyes. Sonrasında ise hocalarının en iyi bildiği şeyi ve takımına empoze etmeye çalıştığı şeyi yapmaya başladılar. Tatlı , sert defansif oyun oynadılar.
Üç forvetle ve kanatsız sahaya çıkan Galatasaray, mağlup duruma düştükten sonra klasik çözüm yoluna başvurdu. Erciyes savunması da canhıraş bir şekilde düşme korkusuyla olağanüstü bir performans gösterince olan yine Hakan Şükür’e oldu.
Gerets’in anlamamakta ısrar ettiği “çok forvet,çok gol” düşüncesi ne kadar yanlış bür düşünce olduğunu bu mağlubiyetle bir kez daha kanıtladı. Herkesin doğrusu kendine elbette , ancak neredeyse tüm avrupada futbol tek forvetle oynanıyorken ve çok da gol atılıyorken, Gerets forvetleri besleyecek orta saha oyuncularını eksiltip gole nasıl gidebileceğini düşünüyor, anlayamadık gitti. Biraz olsun hak verebiliriz diyerek empati kurma çabasına girmeye çalışsak bile hemen kendi kendimi çürütecek fikirler üretiyorum.
Hasan, Arda , Aydın, Carrusca yok. Hepsi de kanat oyuncuları. O yüzden ortadan delmeyi düşünmüş olabilir. Ama elinde Sabri’nin yerine oynayabilecek Song var ve böylece Sabri’yi açığa çekebilirsin. Song’u oynatmama inadın mı var? E Cihan var elinde, en kötü onu koy sağ beke ve kendine bir sağ açık yarat. Hiç birini beğenmedin mi? Tamam sağ bekte Sabri olsun, onun önüne içeride oynattığın Okan’ı koy. Gelmiş geçmiş en iyi sağ açıklardan biri Türkiye’de Okan Buruk. Solda mı var problem? Geçen hafta Ayhan Akman kaç kere sol kanattan çizgiye indi de orta yaptı göremedi herhalde Gerets ve o yüzden oynatmadı onu orada…
Boylu boyuna yanlış oynatıldı Galatasaray cuma akşamı. Olan Hakan Şükür’e , Hasan Kabze’ye oldu… Necati’yi maç boyunca gösterdiği iyi performanstan dolayı tebrik ediyorum. Ondan başka da yoktu zaten Galatasaray’da iyi oynayan. Onun bütün çabası da oynatıldığı yerden dolayı boşa gitti. İlic’in bu maç, Hasan Şaş’ın da geçtiğimiz maç yaptığı ihanetlerin derinine inmek bile istemiyorum.
Bu sezon sahasında hiç yenilmeyen, geçen sezonla beraber de 23 maça ulaşan bu yenilmezlik rekorunu, “bence” rahat ama bir o kadar da şanslı bir şekilde sona erdiren Kayseri Erciyesspor’u ve kahramanım BÜLENT KORKMAZ’I tebrik ediyorum. Bütün büyük maçlarını korkmadan oynadı , cesur oynadı. Mükafatını da dört puan olarak hanesine yazdırdı. Ama Galatasaray on kişi kaldıktan sonra çok fazla boş alan bırakmaya başladığı andan itibaren daha cesur davranabilse , 1-0 değil, 3 veya 4-0 bile alabilirdi bu maçı.
Bana kalırsa, o da bu düşünceyi çok kez geçirdi aklından ama kendini dizginledi, çünkü onun için önemli olan kümede kalmaktı. Hem elindeki mevcutları , hem içinde bulunduğu durumu , hem de 4-0 kazanma riskini alayım derken, 4-1 kaybedebilme ihtimalini düşündü hep. Bu yüzden maçlarını 1-0, ya kazandı ya da kaybetti. Bu bile istikrarlı olduğunu göstermiyor mu?
Hayatının bir parçasını şampiyonluktan etti. Ama hayatının yeni parçasını da başarılarla doldurmak zorundaydı. Kimse ona eski takımına, onu “Büyük Kaptan” yapan takımına ihanet etti diye yorumlamasın. O her zaman ki profesyonelliği ile işinin gereğini yaptı. İhanet eden biri varsa o da Trabzon maçında sahaya o çakıyı atan, attıran kişilerdir. Şampiyonluk yolunda takımını yalnız bırakmıştır o taraftarlar…
Kalan yedi maçın hepsini de kazansa Galatasaray şampiyon olamayacak ama Kayseri Erciyes bunu başarırsa kesinlikle Süper Lig’de kalacak ve en az Galatasaray şampiyon olmuş kadar sevineceğim, hele bir de Türkiye Kupası’nı alırsa üstümde Mavi-Siyah Kayseri Erciyes formamla turlara bile çıkarım …
Güzel futbolu paylaşmak için…
Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, Galatasaray, İnceleme, Türkiyeden FutbolYorum (0)