Eklendigi tarih 14 Eylül 2010.
Eklendigi tarih 23 Ocak 2010.
Messi geçen hafta 101. golünü attı. 6. sezonunda böyle bir sayıya ulaşmasına şaşıranların sayısı çok. Nedeni ilginç. Bu adam santrafor değilmiş! Bu yüzden 187 maçta 101 golü geçmesi anormal bir durum olarak görülüyor. Bu savı üzerine basa basa dile getirmek çağdaş futbolda çok doğru değil. Değişen futbolda, artık golcü oyuncu tanımı da değişiyor. Santrafor olmak çok gol atmak anlamına gelmediği gibi, forvet ya da kanat oyuncusu olmak da az gol atmak anlamına gelmiyor artık.
Barcelona’nın oynadığı taktikte santrafor yok! İleri üçlü yani forvet elemanları var. Ve doğal olarak bu üç isim, bu takımın gol yükünü çekecek isimler. Aralarından biri de illa ki öne çıkacaktır. Bu da Messi oldu. Dünyanın en iyi takımının, belki de futbol tarihinin en iyi takımının forvet oyuncusunun 101 gole ulaşmasına santrafor olmadığı için şaşırmak kimi kalıplardan hala kurtulunamadığının göstergesi olsa gerek. Bu konuda soru işareti oluştu kafamda:
Messi dönüşen futbolda santraforsuz oynanan sistemin gol ayağıdır. 101 gol atmasına şaşırmak zekilik ile delilik arasındaki ince çizgide olmaktır. Dönüşen futbolda santraforlar değil, forvetler gol kralı olmaktadır artık. Forlan, C.Ronaldo, Anelka… Gol krallığını zorlamaktadır… Tevez, Totti, Ronaldinho…
Asıl şaşırılması gereken konunun, hakiki bir sağ kanat oyuncusu olan, gerçekten bir santrafor olmayan George Best’in Manchester United kariyerinde 361 maçta 137 gol atması değil midir? Messi’nin bu kadar çok gol atmasına şaşıran kişilerin George Best’in bu yaptığı karşısında şaşkınlıktan o ince çizginin dışına çıkmaları gerekmez mi?
Kendi döneminde sağ kanat oyuncularının giydiği 7 numaralı formayı efsaneleştiren George Best Manchester United kariyerinde 361 maçta 137 gol attı. Kariyeri boyunca oynadığı 579 maçta ise 205 gole ulaştı. Üstelik santrafor değil… Gel de şaşırma!
Eklendigi tarih 09 Temmuz 2009.
Bak ya sen şu işe! Yine sadece bize has olmayan bir olay daha! Manchester United’ın eski oyuncularından Kamerunlu Eric Djemba-Djemba The Sun gazetesine demiş ki;
“Cristiano Ronaldo Real Madrid’den daha çok Barcelona’ya sempati duyuyor…“
Ya Djemba-Djemba, senin Danimarka Ligi’nde canın sıkıldı ve başka liglere transfer olmak için gündeme gelme çabalarındasın sanırım. Bırak böyle ucuz hamleleri. Zaten sen söylemesen de The Sun gazetesi bildiğim en dedikoducu İngiliz spor haberleri yapan yazılı basın olarak bunları senin ismini yazmadan da sallayabilirdi.
Allah Allah! Messi’nin babası da, Di Stefano’dan dolayı Real Madrid’e hayranmış ve Messi’ya aldığı ilk yabancı takım forması Real Madrid’miş…
Fotoğraf da fotomontaj heralde ama değilse de iyi yakalamışlar…
Eklendigi tarih 07 Temmuz 2009.
Adidas’ın Güney Afrika’da düzenlenecek dünya kupası öncesi reklam kampanyası. Çizimler fena değil. En güzeli, en benzeri Gerrard ve Pienaar olmuş. Nereden bulduğumu hatırlamıyorum ama buldum işte. Koyalım bloglayalım evelallah dedim. Paylaşalım dedim. Paylaşım için sağol, yüreğine sağlık diyenlerinizi duyar gibiyim, duymazdan geleyim…
Her çizimin üzerinde Kopanya yazıyor ya. Dedim nedir bu kopanya. Vuvuzela vari bir şey mi acaba derken öğrendim ki adidasın dizayn ettiği resmi dünya kupası topunun adıymış. Şuna benziyor…
Eklendigi tarih 09 Nisan 2009.
Barcelona – Bayern Münich: 4-0
Nou Camp’ta iki Fransız. Sağdaki sahadaki oyuna Fransız.
Ribery: Abi ben hiç bir şey anlamadım bizim oynadığımız toptan sizi görünce. N’aptınız abi siz öyle bir anlatsana? İki maçta 9 gol yedik bu nası iş yaa…
Henry: Koçum, İspanya’da futbol böyle oynanıyor. Tak, tak, tak ayağa oynuyor…
Ribery: O Messi diye bi ufaklık var o ne biçim bişeymiş ya? Boyundan büyük işler yaptı yine. Tango yaptı resmen, ayağının ne zaman nerden çıkacağı belli olmuyor valla?
Henry: Eee ikinci golde de bu özelliğini kullandı kerata. Sizin sağ bekle stoperin arasından pat diye çıkardı kimse görmeden ayağını…
Ribery: Valla bende kendimi bişey sanıyodum… Bu ufaklıktan iyisi yokmuş ben bunu anladım bugünden sonra…
Henry: Sen de iyisin ya Ribery… Ulusal takımı iki maçta da kurtaran sendin yani senin de hakkını yememek lazım… Oyuncuyu iyi gösteren takımıdır. Hepimiz iyiyiz, takım oyunu oynuyoruz…
Ribery: Haklısın abi. Napsam ya seneye size mi gelsem valla kafam karıştı.
Henry: Gel kardeşim, gel. Sen, ben, Abidal, Keita falan frankofon takılırız yabancılık çekmezsin…
Dün akşam bu güzelim maçı izleyemedim ama bence bu fotoğraf maç hakkında her şeyi anlatıyor. Ribery, neye uğradığını şaşırmış. Haftasonu da 5 gol yedikten sonra 4 gol daha yemek adamı adeta şoka sokmuş… Henry ile Ribery arasında ne tür bir sohbet geçti bu kare çekilirken bilemiyorum ama buna yakın bir sohbet olmadığı ne malum… Ribery seneye Barça’ya gelir mi bilemeyiz ama keşke diyorum…
Eklendigi tarih 08 Mart 2009.
Maçın ilk yarısında hafif kestirdim. Günün yorgunluğu kontrollü futbola yenik düştü.. Forlan da golünü o arada atmış.. İkinci yarı gerçekten enfesti diyebilirim. Çok hızlıydı. En az Rafael Nadal-Roger Federer tenis maçı kadar bir oraya bir buraya gitti top. Orta sahaların oyundan düşmesi olarak değil de, takımların hızlı oyunu tercih etmesi, bu yüzden topları direk ileriye atmaları oyunu hızlandırdı. Real Madrid’in defansını ileride kurmasıyla A.Madrid’de Agüero, Forlan, Maxi Rodriguez ile kontralara çıktı. Konuk takımın istediği de buydu zaten. İki takım da çok fırsat kaçırdı. Özellikle Sergio Agüero. 3-4 gol atıp İspanya’da yılın oyuncusu olabilirdi tek maçla… En azından Madrid derbilerinde yeri çok özel olurdu.
Bence ve sebepleriyle maçın “en”leri… (İzlediğim kadarıyla)
Eklendigi tarih 16 Şubat 2009.
Bir kaç hafta önce Barcelona bir çok bahis şirketi tarafından şampiyon ilan edildi. Bu şirketlerin Barcelona’nın şampiyonluğuna oynayan bahisseverlere daha lig bitmeden ikramiyelerini dağıtmaya başladığı bile söylendi. Ben böyle bir duruma şahit olmadım. Sağolsunlar devlet büyüklerimiz kumarı haram gördükleri için bu bahis şirketlerine erişimi engelledikleri için bahis bile oynayamıyoruz bu şirketlerden…
Bahis şirketleri neye dayanarak Barça’yı şampiyon yaptı ben anlam veremedim. Sadece puan farkına baktılarsa çok yanlış. Ligin bitimine henüz 15 hafta varken ve rakiplerinin alması muhtemel 45 puan varken bu kararı verebilmek büyük cesaret. Çünkü Barça’nın arkasındaki tehlikeler hafife alınacak gibi değil. Her takımda da birbirinden yıldız ve oyunun kaderini değiştirebilecek oyuncular mevcut. Ayrıca Barça’yı taşıyan üç oyuncu Henry,Eto’o ve Messi oldu ya üçü birden bir-bir buçuk ay sakatlansa ve Barça çıktığı 5 maçtan puan kaybıyla ayrılsa ve aradaki puan farkı kapansa ve Real Madrid bu açığı kapayıp zirveyi ele geçirse ve lig sonunda şampiyon Barcelona olamasa… Ne olur o zaman Real Madrid’in şampiyonluğuna bahis oynayanların hali? Barcelona’ya oynayanlara verdiğin ikramiyeyi geri alabilecek misin? Sanmıyorum.. E alamadın diyelim. Real Madrid’e bahis oynayanlara ve kazananlara paralarını ödemek zorundasın ancak Real Madrid’de öyle para kazandırıyor ki karşılayamadın Real Madrid’in şampiyonluğuna oynayanların kazancını.. O zaman ne yapılacak ben merak ediyorum..
Şu anda Barcelona ile benzer durumda olan iki takım daha var avrupanın üst düzey liglerinde. Biri Hollanda’dan AZ Alkmaar diğeri de Yunan ekibi Olympiakos. Alkmaar, şu anda Hollanda Eredivisie’de birinci sırada ve ikinci Twente ile aradaki puan farkı 9. Olympiakos ise şimdiden puan farkını 14’e çıkarmış durumda. Üstelik evinde 12’de 12 yaptı.
Bu liglere de bahis oynatan bahis şirketleri bu iki takım neden şampiyon ilan etmediler acaba? Gerçi ülkemizde yasal olmadığı için sürekli kapatılan, ama sürekli tekrar açılan bahis sitesi Yunanistan Ligi şampiyonluğu bahislerini kapamış. Oynatıyor muydu, bilmiyorum dikkat etmedim ama Yunanistan’da ligin bitimine 8 hafta kala Olympiakos’un yarattığı puan farkı kapanacak gibi değil… Hollanda’da ise Alkmaar ligin bitimine 11 hafta kala puan farkını 9 yaptı. Kolay kolay da vermezler şampiyonluğu.. Bahsettiğim bahis şirketinde ise Hollanda’da şampiyonluk bahisleri hala açık. Alkmaar’a 1.071 oran veriliyor.
Lig bitimine 15 hafta kala puan farkı sadece 10 olan bir ligde ligin şampiyonunu haftalar önce ilan eden bahis şirketleri neden Alkmaar ve Olympiakos’un şampiyonluklarını ilan etmemesinin altında ne var ben bilemedim ancak bu iki takımın yakaladığı bu başarı, hatta bu yıl yakalayacağı bu başarı oldukça aşağılanıyor bence…
Eklendigi tarih 09 Aralık 2008.
(Cumhuriyet Spor Eki Sayı:124 / 9.12.2008)
George Best‘in hızı ve golcülük becerisi, Bryan Robson‘ın oyun zekası, Cantona‘nın havalı gol sevinçleri, Beckham‘ın ölümcül frikikleri… Yukarıdaki oyuncular kendi içinde farklılık gösterse de, hepsinin ortak bir özelliği var. Hepsi de, Manchester United’ta giydikleri 7 numaralı formayı efsaneleştirdi. Ama Kırmızı Şeytanlar’a, şimdiye kadar yukarıda saydığım özelliklerin bir arada bulunduğu başka bir oyuncu gelmedi.
“Bir çok genç oyuncu United’ta kupa kazandı. Bunu ben neden başaramayayım ki? Daha çok gencim ve elimden gelenin en iyisini yapmaya devam edeceğim” sözleriyle Manchester’a ilk geldiği yıllarda bu kadar fazlasını yapabileceğini tahmin ediyor muydu bilinmez ama Ferguson ona 28 numarayı değil de, ”Manchester’da 7 numarayı efsaneler giyer” diyip 7 numarayı verirken geleceği görmüş gibiydi. Öyle ki geçtiğimiz sezon Manchester United formasıyla oynadığı 49 maçta attığı 42 golle sadece United efsanesi değil, dünya futbolunun efsanesi haline geldi. Messi,Torres,Kaka gibi yıldızları geride bırakıp, “France Football” dergisinin her yıl aday futbolcuların oylarıyla belirlediği Avrupa’nın En İyi Futbolcusu, yani “Ballon d’Or” (Altın Top) ödülünü kazandı.
Portekiz’deki özerk Madeira bölgesinin 100bin kişilik başkenti Funchal’de 5 Şubat 1985’te dünyaya geldi. Tam adı “Cristiano Ronaldo dos Santos Aveiro” olan futbolcu ikinci adını, babasının o dönem en çok sevdiği aktör olan eski ABD Devlet Başkanı Ronald Reegan’dan almış. Futbola doğduğu bölgenin amatör futbol kulübü CF Andorinha’da 8 yaşında başlayan Ronaldo, 2 yıl sonra ada kulübü Nacional Madeira’ya transfer oldu. Burada yetenekleri farkedilen genç oyunucu, Portekiz’in başkenti Lizbon’un yolunu tuttu.
12 yaşında altyapısına girdiği Sporting Lizbon’un A takımına 16 yaşında çıkıp 2 sene boyunca yeşil-beyazlı ekibin formasını giydi. Sporting’in Manchester United ile karşılaştığı 2003-04 sezon açılışı maçında Kırmızı Şeytanlar’ın defansını dağıtarak Alex Ferguson’ın dikkatini çekti. Ferguson daha önce hiç izlemediği bu oyuncunun takıma katılması için harekete geçti ve çok geçmeden onu United’lı yaptı.
Takıma ilk katıldığında çöp gibi bir delikanlı olan futbolcuya, o zamanki oyunuyla birçokları tarafından “Bu şımarık,bencil,çelimsiz çocuktan hiçbir şey olmaz” yorumları yapıldı. Ferguson’ın yavaş yavaş forma şansı verdiği genç kanat oyuncusu yapılan eleştirilere karşın ilk sezonunda çıktığı 40 maçta 6 gol attı. Aynı yıl ülkesinin ev sahipliğini yaptığı Avrupa Şampiyonası’nın da altın karmasına girdi.
Ertesi yıllarda ilk 11’de oynadığı maç sayısını arttıran genç futbolcu eleştirilmeye devam etse de gol sayısı ve kazandığı ödül sayısındaki artış, Ferguson’un önderliğinde emin adımlarla ilerlediğini gösteriyordu. İlk sezonlarında oldukça savruk bir görüntü sergileyen futbolcu, takım oyununa uyum göstermekte zorluk çekiyor ve topu her zaman ayağına istiyordu. Kaptanı Giggs, bunu altyapısının eksikliğine bağlarken zamanla bunu aşacağını düşünüyordu. Bitiricilik konusunda da sıkıntı yaşayan yetenek, Ferguson’ın bitmek bilmeyen şut antremanları sayesinde kendini geliştirip, 2006-07 sezonunda şampiyon olan takımın 23 golle en çok gol atan oyuncularından oldu.
Daha 25’ine bile gelmemiş olsa da ilk geldiği yıllara göre aşırı yol kateden bu top cambazı artık düşmüyor, yorulmuyor, durmuyor, rakip defansı dağıtıyor, oyun disiplininden kopmuyor. Bencil değil bilakis oyun kurucu. Fizik gücü,tekniği, oyun zekâsı ve yaratacılığı üst düzeyde. Çalım repertuarı gördüğümüzün en genişi, hızı ve hızlanmasıyla henüz dünyada eşi benzeri olmayan falsolar alabilen şutlarıyla rakip kaleyi gole boğuyordu. Kafa vuruşlarındaki başarısı ise birçok forvette olmayan düzeyde. Bu özellikleriyle Premier Lig ve Şampiyonlar Ligi’nin son gol kralı oldu. George Best’e “Yeni George Best olarak lanse edilen birkaç oyuncu olmuştu ama ilk defa Ronaldo’ya yapılan bu benzetme benim için iltifat oluyor” dedirten bu yıldız, artık sadece futbol tarihinin en başarılı teknik direktörlerinden Sir Alex Ferguson’ın değil, Avrupa’nın bir numaralı futbolcusu.
Eklendigi tarih 16 Eylül 2008.
Bu yılın en flaş transferlerine imza atan takımlardan biri. Sadece aldıklarıyla da değil, takımdan gönderdikleriyle de öyle. Uzun yıllardır bu takımla bütünleşmiş ve takımı sırtlayıp kaptanlığını yapmış Robbie Keane ve gol yükünü çeken diğer isim modern pivot santrafor Dimitar Berbatov’la yollar ayrıldı. Sürekli oynayan bu oyuncuların takımdan gitmesi ne kadar kötüyse gitmemesi de işten bile değildi. Dile kolay Keane için Liverpool 24 Milyon, Berbatov için de 38 Milyon Euro önerdi Manchester United. Transferin son saatinde de olsa gitmelerine izin verildi. Gitmelerine izin verilmedi diye sürekli mutsuz olan iki golcünün olmasındansa yeniden yapılanmaya gitmeyi tercih etmek mantıklı yoldu.
Çift UEFA Kupalı Juande Ramos’un teknik direkörlüğe getirilmesinden bu yana takımın havasında, oyun yapısında bir değişiklik olacağı belliydi. Başarılara alışmış bir hoca, başarılar kazanmış sistemiyle takımın başına getirilmişti. Gelir gelmez de farkını öyle bir belli etti ki gol sayısındaki artma bile bunu göstermeye yeterli olabilir. Ancak o somut bir şeylerle başarısını kanıtlamaya alışkın olduğundan Arsenal ve Chelsea gibi güçlü takımları sırayla mağlup edip Lig Kupasını kaldırdı.
Geldiğinde tek galibiyeti olan takıma 10 galibiyet daha kazandırdı. 27 maçta 10 galibiyet tatmin edici gözükmese de, 4-0 dan 4-4’e çevrilen Chelsea maçı ve ezeli rakipleri Arsenal’i 5-1 yenmeleri geçtiğimiz sezon için iyi sonuçlardı. Lig Kupasıyla da kitabını yazdığı UEFA Kupası’na gidişin garantilenmiş olması ligdeki 11. liği göz ardı ettirdi.
Yeni sezona da genç ve parlamaya müsait yetenekleri transfer ederek girdiler. Gidenlerin yerlerine transfer edilen oyuncular hem fizik hem de oyun stili açısından birbirine yakın isimler. Pavlyuchenko, Berbatov’un yerine alınabilecek en iyi futbolcu. Keane’in yerine Bentley uygun bir seçenek. Kanatta olduğu kadar destekçi forvet olarak da uygun bir oyun yapısı var. Dos Santos kariyeri açısından harika bir transfer yaptı. Barcelona’da Messi’nin yedeği olmaktansa burada Ramos’un elinde parlamaya çok müsait. Luka Modric, Cruyff’un klonu gibi. Takımın oyun kurucu eksiğini iyi kapatacak. Ama güçlenmesi gerek lakin daha son maçta sakatlanıp yerini Jenas’a bıraktı. Corluka Premier Lig’e alışkın bir oyuncu ve sağlam oyunu tercih ediyor. Cesar Sanchez tecrübeli, Heurelho Gomes ise yan toplarda muhteşem olduğu kadar normal toplarda da iyileşirse gol yemesi zor olan bir kaleci. Defansla uyumunun da iyi olması gerek tabi ki… Fraizer Campbell ise ManU’dan kiralanan süpriz bir yetenek…
Peki Tottenham yeni ve yıldız transferlerine karşın neden hala bir galibiyet alamadı. Sebep çok açık: İstikrar. Sayılarla konuyu biraz daha açalım. Tottenham bir önceki sezonki kadrosundan, transfermarkt.de sayfasına göre 14, wikipedia’ya göre 18 oyuncusunu takımdan gönderdi. Giden oyunculardan 8’i sürekli forma şansı bulan, bunlardan 5-6 tanesi de ilk 11’in değişmez oyuncularındandı. İlerideki Berbatov, Keane ve Aaron Lennon üçlüsü bu sene bozuldu. Takımdan ayrılan ikili geçen sezon toplam 46 gol atmışlar. Görüldüğü üzere takım için büyük bir kayıp. Artık takım gol yollarında alışık olduğu varyasyonlardan mahrum. Gelen oyunculardan 8’inden 5’i lige ilk defa adım atıyor. 4’ü ise son Aston Villa maçında ilk 11’de başladıi. 2 yeni oyuncu da maça sonradan dahil oldu.
Yukarıda saydığım küçük ayrıntılar aslında küçük gibi gözüken büyük dezavantajlar. Henüz birbirine alışmamış, ilk defa yeni bir ligde oynayacak genç oyuncuları hemen sahaya sürmek bir risktir. Ancak gelecekte çok önemli başarıların temeli olması kuvvetle muhtemeldir. Tottenham’ın yeni kadrosunu oluşturacak bu isimlerin öncelikle birbirlerine uyum sağlamaları gerekecek. Bu 8 yeni oyuncunun lig maçlarında bir anda ilk 11’de yer bulması oynanan 4 maçta puan kayıplarının en büyük nedeni.
Ama şimdiye dek 4 maçtaki tek puanını Chelsea’ye karşı alınmış olması ümit verici. Önümüzdeki 5 hafta kısmen daha zayıf rakiplerle karşılaşak olmaları fikstür avantajı olarak gözükmekte bunu iyi değerlendirip takımın birbirine uyumunu iyi sağlamalı Ramos. Arsenal maçına kadar takım kendini toparlamazsa bu sezon Spurs için sıkıntılı geçecek gibi gözüküyor.
Eklendigi tarih 07 Ağustos 2008.
Futbolsuz, olimpiyatlar bile çok zevkli olmazdı. Nitekim oyunlar futbolla ve Arjantinli yıldız Lionel Messi’yle başladı. Çünkü Messi, pek çok futbolcunun aksine mahkemenin kararına uymayarak olimpiyat formasını giydi. (Medyakronik)
Pekin Olimpiyat Oyunları önceki gün Almanya-Brezilya kadın futbol takımları arasında yapılan karşılaşmayla başladı. Panzerlerin en etkili gol silahı Birgit Prinz’i durdurmayı başarabilen Brezilya, gol yollarında zorlanmasaydı sonuca gidebilirdi. Ama Alman disiplini, kadın kategorisinde de kendini gösterdi.
Top, Brezilya takımının Ronaldinho’su diyebileceğimiz Marta’dayken, benzetildiği kişi de ekranlara yansıdı. Bugün Belçika ile karşılaşacak Brezilya Erkek Futbol Takımı, teknik direktörü Carlos Dunga’yla birlikte maçı izliyordu.
Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında sakatlıklar, taraftar ve medyayla boğuşan Ronaldinho, -futboldan uzun süre uzak kalmanın getirisiyle biraz gıdısı çıkmış gözükse de- halinden oldukça memnundu. Yaşı, olimpiyat takımında oynamak için büyük olan futbol fenomeni, 23 yaş üstü üç oyuncu bulundurma kontenjanından faydalanarak ve yeni kubülü A.C. Milan’ın izniyle takıma girebildi.
Yaşları 23’ün altında olan iki Brezilyalı, Schalke 04’te oynayan Rafinha ve Werder Bremen’de top koşturan Diego, Bundesliga’nın bu hafta sonu başlayacak olması nedeniyle kulüplerinin Pekin’e gelmesine razı olmadığı oyunculardı. Kulüplerin, oyuncularına izin vermek istememesinin bir gerekçesi de, Olimpiyat Oyunları’nın FIFA’nın takviminde bulunmamasıydı. Ancak iki oyuncu da, kulüplerine karşı gelerek olimpiyat kafilesine katıldı. Bir diğer Brezilyalı, Real Madridli Robinho da kulübüyle anlaşarak olimpiyat formasını sırtına geçirdi.
Olimpiyatların, bir bakıma küçük bir dünya kupası görünümü veren futbol branşı, genç yeteneklerle tecrübeli yıldızların bir arada oynayabildiği bir takım oluşturmaya itiyor takımları. Bu şekilde tecrübeliler liderlik yaparak gençlere yol gösterip onların yeni birer yıldız olmasına ön ayak oluyor. Ama bir de Arjantinli Lionel Messi gibileri var.
Messi hem genç, hem de tecrübeli. 21 yaşındaki yıldızı, FIFA-CAS-IOC ve kulübü Barcelona arasındaki davalarda kimin kampına katılacağını bilemezken dün, CAS’tan (Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi) çıkan karar üzerine kulübüne dönmek zorunda bırakıldı.
FIFA desteklemiyor ama başkan Blatter üzgün
Bu durumu üzüntü ama saygıyla karşılayan FIFA Başkanı Sepp Blatter, karara karşın takımların futbolcularını olimpiyata göndermelerini rica ettiğini bildirdi. Blatter, kararın çıkmasından önce de 23 yaşındaki sporcuların olimpik takımlarda bulunması gerektiğini söylemişti. Olimpiyat ruhunu düşünmeden bu kararın alınmasını da oldukça üzücü bulduğunu belirten Blatter, genç oyuncuların, kendileri için büyük bir fırsat olan bu oyunlara katılmasının engellenmemesi gerektiğini ekledi.
Arjantin’in Teknik Direktörü Batista ise, CAS’ın kararının ardından, bugün çıkacakları Fildişi Sahili karşılaşmasında Messi’nin oynamak istediğini bildiğini ve Barcelona’nın da buna karşı gelmeyeceğinden dolayı rahat olduğunu ve onu ilk maçta ilk 11’de sahaya sürmek istediğini söylemişti.
Nitekim, son dakikada da olsa Batista haklı çıktı. Genç yıldız, CAS’ın kararına rağmen Barcelona ile yapılan anlaşma sayesinde Fildişi Sahili karşılaşmasında forma giydi. Ve bir gol atıp, bir de asist yaptığı karşılaşmada takımının 2-1 galip gelmesini sağladı.
Barcelona Messi’den ne istiyor?
Geçen sezonu üçüncü bitirerek kaybedilen şampiyonluğun ardından takımda büyük revizyona giden Barcelona Dos Santos, Deco ,Ronaldinho gibi oyuncuların takımdan ayrılmasından sonra belli ki takımı Messi’nin üstüne kurmaya çalışıyor. Ancak Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarında Wisla Krakow’a karşı oynatamayacağı için CAS’a kadar başvurup Messi’yi mini dünya kupası zaferinden alı koymak, takımın durumunun iyi olmadığının bir göstergesi.
Messi, dünyanın en iyilerinden biri olsa da tek bir oyuncuya bağlı takım kurmanın takıma önemli zarar verdiği olduğu zamanlar da çoğunlukta. Barcelona’nın Wisla Krakow’u eleyemeyeceği şüphesiyle Messi’yi geri istemesi, takımın diğer oyuncularına oldukça güven kaybına da yol açacaktır.