Etiketler | "Premier Lig"
Eklendigi tarih 19 Ağustos 2009. Etiketler: Glen Johnson, Harry Redknapp, Liverpool, Premier Lig, Rafael Benitez, Steven Gerrard, Tottenham, Tottenham Hotspurs
Tüm stadında “to dare is to do” yazar büyük puntolarla White Hart Lane’in tribünlerinin hepsinde. “Yapmak Cesaret Etmektir” diye çevrilebilir. Şimdi bulamadım ama daha önceki Tottenham yazılarımdan birinde bundan bahsetmiştim. Ve Tottenham’ın tarihi hakkında daha ayrıntılı yazılar yazacağımı da belirtmiştim. Bu projemi de bugünkü maçın ardından gerçekleştireceğimi tekrardan bildiriyorum. İkinci kez söyledikten sonra da yazmamazlık edersem kendime büyük ayıp olacak. Haydi maça geçelim. Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 20 Nisan 2009. Etiketler: AC Milan, Alan Gilzean, Bill Nicholson, Charity Shield, Chingford, Darren Bent, Doncaster Rovers, FA Cup, İlk Uefa kupasını kim kazandı, İngiltere Federasyon Kupası, İngiltere Lig kupası, James Edward Neighbour, Jimmy Neighbur, Jimmy Pearce, Komşu, Liverpool, Martin Chivers, Milan, Newcastle United, Norwich City, Premier Lig, Roger Morgan, St. Albans City, Stoke City, Tottenham Hotspurs, UEFA Kupası, West Ham, West Ham United, Wolverhampton
Dün heyecan katsayısı had safhada olan Tottenham Hotspurs-Newcastle United maçını izledim. Oyun çok hızlıydı. En önemli sebebi de hakemin her pozisyona düdük çalmamasıydı… Darren Bent’in golüne şaşırdım. Kalecinin büyük hatası vardı. Ben topu kucakladı diye gözümü ekrandan ayırırken gol sesi geldi White Hart Lane’den… Fakat maç öncesinde saygı dolu alkış sesleri vardı tüm statta. Saygı duruşu esnasında stattaki skorbordda bir resim, Jimmy Neighbour kalbimizdesin… –“hıhı evet neighbour ingilizcede komşu demek. hıhı evet”–
Sezonun başından beri Tottenham özel ilgi alanımda olduğu için, belki de artık bir Spurs taraftarı olduğum için merak ettim 11 Nisan 2009’da geçirdiği kalça kemiği değiştirme operasyonu –hip replacement operation– sırasında futbol sahalarına 58 yaşında veda eden Tottenhamlıyı. Bu kadar saygı gösterilen bir futbolcuysa bilmem(k) gerekir… Ne diyo lan bu lavuk…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 12 Ocak 2009. Etiketler: arsenal, Chelsea, Liverpool, Manchester United, Premier Lig, Scolari
Scolari’yi bir kulüp takımının başında menejerlik yaparken ilk defa görüyorum. Bildim bileli, Brezilya ve Portekiz’in başındaydı. Bu iki önemli futbol ekollerinin yöneticiliğini yaptıktan sonra Premier Lig’e terfi ederek önemli bir basamak daha atladı. Sezon başından bu yana kendisinin başarısız olduğunu iddia edip duruyorlar. Ancak bakıyorum bir kere ligin en çok gol atan takımı 40 golle onlar. Yani oldukça atak bir futbol sergiliyor Premier Lig’de Chelsea. Sadece de Liverpool, Arsenal ve Manchester Utd.’ye yenildiler. Bu kadar maddi yatırım yapan bir takımda şampiyonluk beklentisi olması normal tabi ki ama maddi yatırım gelene kadar Chelsea’nin son şampiyonluğunu 50 yıl önce kazandığını tekrar hatırlatmak gerek. Yani bu takım zaten şampiyonluklara alışmış bir takım değildi. Fakat bir takımdan şampiyonluk beklerken şampiyonluğun bir gelenek olduğunu, takımın şampiyonluğa alışmış olması gerektiğini unutmamalı. Mesela Liverpool,Manchester Utd. vs. …
Scolari son olarak Manchester Utd.’ye hezimet niteliğinde bir sonuçla boyun eğdi. Scolari de sıcak ülke insanı olaraktan hakem Howard Webb’e biraz sallamış. Ama önce suçu da kendinde bulmuş: “Maça çıktığımız taktik yanlıştı ama hakem de Manchester’ın attığı bir goldeki faulu görmedi. ” demiş ve eklemiş.. “Artık bu maçı unutup, geleceğe bakmalıyız. Çok geri kaldık ve bir an önce toparlanmalıyız. Başka bir şansımız yok“…
Goal.com sitesi Scolari’nin açıklamalarını bu başlıkla girmiş. Eh akla gelen ilk şarkıyı Scolari’ye sevgilerle gönderiyoruz… Demet Akalın-Acilen Toparlanmalıyım (Tatil)
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 17 Aralık 2008. Etiketler: Blackburn Rovers, Premier League, Premier Lig, Sam Allerdyce, Tugay Kerimoğlu
Bir kaç gündür konuşuluyor Tugay Kerimoğlu Blackburn Rovers’ın asistan koçluğuna getirilecek diye. Böyle bir şey gerçekleşecekse de Greame Souness’ın yardımcısı olarak bu görevde bulunacaktı.. Greame Souness bbc’ye aradığınız kişi ben değilim diye açıklama yapmıştı… Bu durumda Greame Souness’ın BR’ın başına geçme şansı ortadan kalktı. Hem de öyle bir ortadan kalktı ki, daha bugün takımın başına geçeceği söylenen “Big Sam” lakablı Sam Allerdyce takımın başına geldi bile… Big Sam Bolton’dayken kulaklığı sayesinde iyi işler başarmıştı! ama Newcastle’da iken işler pek iyi gitmemişti.. Sam artık Blackburn’ün yeni menajeri, asistan koç Tugay olur mu bilinmez… Ama Tugay’ın İngiltere’de antrenörsüz kalmış bir takımın oyuncusuyken, takımı bir süreliğine de idare edeceği söylentilerinin çıkması bile onun İngiltere’deki,Blackburn’deki saygınlığını ortaya koyuyor… Bu ise hepimiz için mutluluk verici bir durum.. Bugün olmaz Ali belki yarın…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 14 Aralık 2008. Etiketler: Aaron Lennon, Cristiano Ronaldo, Darren Bent, Darren Fletcher, David Bentley, Didier Zokora, Dimitar Berbatov, Fraizer Campbell, Fulham, Giovani Dos Santos, Harry Redknapp, Jermaine Jenas, Jonathan Woodgate, Liverpool, Luka Modric, Manchester United, Michael Carrick, Paul Scholes, Premier Lig, Roman Pavlyuchenko, Ryan Giggs, Tottenham, Tottenham Hotspurs, tottenham-manchester maçı, Vedran Corluka, Wayne Rooney
Son Tottenham yazımı 30 Ekim’de yazmışım.. Ben zamana yenilirken, beyaz-lacili takımım sadece iki kez yenildi.. İkisi de bence biraz süpriz sonuçlardı. Fulham’ın çok iyi oyunculara sahip değil ama iyi bir uyum içinde. Andrew Johnson da zaten tek yıldızları olarak göze çarpıyor ki Spurs’ü 2-1 yendikleri maçta da bir golü var. Everton’sa Spurs’ten daha oturmuş bir takım ama yine de evinde yenilmemesi gerektiğini düşünüyordum. Neyse bazen keybetmek güzeldir, kazanmanın kıymetini daha anlamak için..
Liverpool’u lig maçında son dakika golüyle yendiğimiz maçı izleyemedim ama hafta içi oynadığımız Lig Kupası mücadelesi, son günlerde izlediğim en eğlenceli maçlardan biri oldu. Bu kupanın hakkını pek vermeyen büyük kulüplerden Liverpool’un yedek ağırlıklı kadroyla çıktığı maçlardandı. Rafa Benitez için gençlerini sahada görmek iyi olabilir tabi ama bu takımlar böyle yaparak taraftarlarına yazık ediyor biraz.
Fraizer Campbell’ın efsaneleştiği maçta iki golü bir de asisti falan vardı. Tamamen gidişata damgasını vuran adam oydu. Tabi Liverpool defansının hataları da sağolsun.. Tottenham Manchester’dan kiraladığı bu çocuğu takımda tutmalı. Hem altyapısı sağlam hem de çağdaş futbolun gerektirdiği hücum oyuncusunun özelliklerine sahip. Forvet sıkıntısı çeken takımda gezici (all-rounder) tipinde oynayabilecek yek pare şahsiyet.
Premier Lig maçı izlemeye hasret kalmışım. Bunu bugün anladım.. Aman ki heyecan dolu son dakikalarda gol olmadı da lig’in dört büyüğüne çelme takmayı başardı “sıcak mahmuzlar” -HotSpurs-
Manchester United maçı benim için, muhtemelen Redknapp için de çok önemli, çok kilit bir maçtı. Avrupa’nın en iyi futbolcusu takımdaydı elbette ama ilk 11’in bir hayli eksik olduğunu belirtelim. Orta sahada Scholes olmadığı zaman takımın pas hızı, oyunu yönlendirme gücü ve dikine oyundan yoksun kalıyorlar. Carrick ve Fletcher yardımcı oyuncu rolünde iyiler ama her filmde en az bir baş rol oyuncusu bulunur. Bu sefer kenarda oturuyordu Scholes. Rooney’siz sahaya çıkan kırmızılarda Giggs ve Scholes neden kenardaydı ben anlamadım. Harry Redknapp ManU’nun sahaya Rooney’siz çıkmasına verdiği esprili cevap da her daim hatırlanmalı: “Ufak tefek Tevez adında bir Arjantinli oynayacakmış onun yerine. Sanırım sahaya Rooney yerine bu adamla çıkmaları dünyanın sonu değil..” Ne tonton adam şu Redknapp..
Woodgate sahalara çabuk döner umuyoruz ki ama sakatlanıp oyundan çıkması takım adına bu maçlık iyi oldu. Kalın ve kısmen yavaş Corluka yerine hızlı,çarpışan, kolay geçit vermeyen Zokora’nın Ronaldo’yu savunması atak gücü portekizliye bağlı olan ManU’yu durdurma açısından kolaylaştı. Defansın göbeğinde yer alan Dawson da takımın savunma gücündeki en önemli adam oldu bu maçta..
BBC, “Kararlı-Azimli Tottenham ManU’yu durdurdu”, diye manşet atmış.. Orta sahada Manchester’dan daha etkindiler. Lennon takımı çok iyi sürüklüyor. Müthiş hızlı bir oyuncu, top hakimiyeti,tekniği çok iyi.. Son vuruşlarda biraz daha iyi olsa çok daha iyi yerlere gelir. Maç boyu Manchester Utd’nin tıfıl sağ beki Rafael Lennon’la çok iyi boğuştu…
Diğer kanatta oynayan yakışıklı David Bentley’nin tarafından fazla bindirme olmadı bugün. En azından göze batan bir pozisyon gelişmedi o bölgeden. Ama uzakça bir mesafeden serbest vuruştan kaleye gönderdiği top enfesti.. Van der sar da aynı enfeslikte topu kornere tokatladı.
Cruyff’a benzediği için yeteneği abartılan Modric’in Premier Lig’de tutunması için çok fazla çalışması gerektiğini bu maçta ben gördüm. Ama Harry’cim göremedi. Gitti takımın kaptanı, orta sahayı toparlayan adam Jenas’a maçın son yarım saatinde top oynamayı yasak etti. Aynı bölgede oynayabilen özkaynak O’Hara o dakikalar için en doğru tercihti ama çıkan oyuncu Modric olmalıydı. Henüz ne lige ne de takıma alışamamış.. Rio Ferdinand’ın yanında ufak kaldığı gibi üflediğin zaman uçuyor. Maç boyu tek hareketi 70 civarı kaleye attığı şut idi. Modric kenara gelseydi, bu maçı kazanma şansımız daha fazla olurdu.
Şansımız artardı çünkü, oyuna takımın esas forveti girmişti. Jenas’la uyumunun daha iyi olduğunu düşündüğüm Darren Bent, Modric’ten pek beslenemedi. Sonuç olarak oyuna pek fazla ısınamayınca varlık da gösteremedi. Pavlyuchenko tabi ki çok kaliteli bir oyuncu ama bu takımın hücumcusu Darren Bent’tir.
Telegraph da; “Berbatov Tottenham taraftarlarının yuhalamalarına sessiz kaldı” şeklinde atmış manşetini. Koca maçı tek adama indirgeyerek yoruma açmışlar. Güzel oyunu gölgede bırakan bir başlık. Ama maçın en ilgi çeken anlarıydı topun Berbatov’la buluştuğu saniyelerde tribünlerden gelen “booooooo” sesleri. Liverpool maçında Robbie Keane’e daha bir edepli davranmışlar. Bağırlarına basmışlar İrlandalıyı. Heralde transferin son dakikasında gitmiş olmasını içerlemiş Londralılar…
Güzel futbol ve güzel bir sonuçla üst sıralara doğru yürüyüşünü devam ettirdi “zambak beyazı” renkli takımım! Fakat bu takımın hücumcularını daha iyi kullanması gerek. Forvette Bent’in hemen arkasında Bentley’i kullanılırsa bu adamın uzaktan attığı mermi gibi şutlardan daha çok yararlanılır. Lennon ve Dos Santos (Gio sakat olmasa mesela) kanatları değişimli,dönüşümlü kullanarak atak bindirmeleri yaparak çok büyük tehlikeler yaratabilir. Jenas ve Zokora ortada sigorta! Beklerde Ekotto ve Corluka mevcutların en iyileri.. Tandemde ise Woodgate ve Dawson harika ikili! Kaleci Gomes dengesini bulursa bu takım ligi çok rahat ilk 10’da bitirir.
Yakında: Tottenham Hotspurs’ün 126 yıllık tarihi..
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 09 Aralık 2008. Etiketler: 2008 yılında Avrupanın En iyi Futbolcusu, Alex Ferguson, Ballon d'Or 2008, Beckham, Bryan Robson, Cristiano Ronaldo, Cristiano Ronaldo Biyografisi, Cristiano Ronaldo'nun kariyeri, Eric Cantona, George Best, Giggs, Kaka, Kırmızı Şeytanlar, Manchester United, messi, Premier Lig, Sporting Lisbon, Torres
(Cumhuriyet Spor Eki Sayı:124 / 9.12.2008)
George Best‘in hızı ve golcülük becerisi, Bryan Robson‘ın oyun zekası, Cantona‘nın havalı gol sevinçleri, Beckham‘ın ölümcül frikikleri… Yukarıdaki oyuncular kendi içinde farklılık gösterse de, hepsinin ortak bir özelliği var. Hepsi de, Manchester United’ta giydikleri 7 numaralı formayı efsaneleştirdi. Ama Kırmızı Şeytanlar’a, şimdiye kadar yukarıda saydığım özelliklerin bir arada bulunduğu başka bir oyuncu gelmedi.
“Bir çok genç oyuncu United’ta kupa kazandı. Bunu ben neden başaramayayım ki? Daha çok gencim ve elimden gelenin en iyisini yapmaya devam edeceğim” sözleriyle Manchester’a ilk geldiği yıllarda bu kadar fazlasını yapabileceğini tahmin ediyor muydu bilinmez ama Ferguson ona 28 numarayı değil de, ”Manchester’da 7 numarayı efsaneler giyer” diyip 7 numarayı verirken geleceği görmüş gibiydi. Öyle ki geçtiğimiz sezon Manchester United formasıyla oynadığı 49 maçta attığı 42 golle sadece United efsanesi değil, dünya futbolunun efsanesi haline geldi. Messi,Torres,Kaka gibi yıldızları geride bırakıp, “France Football” dergisinin her yıl aday futbolcuların oylarıyla belirlediği Avrupa’nın En İyi Futbolcusu, yani “Ballon d’Or” (Altın Top) ödülünü kazandı.
Portekiz’deki özerk Madeira bölgesinin 100bin kişilik başkenti Funchal’de 5 Şubat 1985’te dünyaya geldi. Tam adı “Cristiano Ronaldo dos Santos Aveiro” olan futbolcu ikinci adını, babasının o dönem en çok sevdiği aktör olan eski ABD Devlet Başkanı Ronald Reegan’dan almış. Futbola doğduğu bölgenin amatör futbol kulübü CF Andorinha’da 8 yaşında başlayan Ronaldo, 2 yıl sonra ada kulübü Nacional Madeira’ya transfer oldu. Burada yetenekleri farkedilen genç oyunucu, Portekiz’in başkenti Lizbon’un yolunu tuttu.
12 yaşında altyapısına girdiği Sporting Lizbon’un A takımına 16 yaşında çıkıp 2 sene boyunca yeşil-beyazlı ekibin formasını giydi. Sporting’in Manchester United ile karşılaştığı 2003-04 sezon açılışı maçında Kırmızı Şeytanlar’ın defansını dağıtarak Alex Ferguson’ın dikkatini çekti. Ferguson daha önce hiç izlemediği bu oyuncunun takıma katılması için harekete geçti ve çok geçmeden onu United’lı yaptı.
Takıma ilk katıldığında çöp gibi bir delikanlı olan futbolcuya, o zamanki oyunuyla birçokları tarafından “Bu şımarık,bencil,çelimsiz çocuktan hiçbir şey olmaz” yorumları yapıldı. Ferguson’ın yavaş yavaş forma şansı verdiği genç kanat oyuncusu yapılan eleştirilere karşın ilk sezonunda çıktığı 40 maçta 6 gol attı. Aynı yıl ülkesinin ev sahipliğini yaptığı Avrupa Şampiyonası’nın da altın karmasına girdi.
Ertesi yıllarda ilk 11’de oynadığı maç sayısını arttıran genç futbolcu eleştirilmeye devam etse de gol sayısı ve kazandığı ödül sayısındaki artış, Ferguson’un önderliğinde emin adımlarla ilerlediğini gösteriyordu. İlk sezonlarında oldukça savruk bir görüntü sergileyen futbolcu, takım oyununa uyum göstermekte zorluk çekiyor ve topu her zaman ayağına istiyordu. Kaptanı Giggs, bunu altyapısının eksikliğine bağlarken zamanla bunu aşacağını düşünüyordu. Bitiricilik konusunda da sıkıntı yaşayan yetenek, Ferguson’ın bitmek bilmeyen şut antremanları sayesinde kendini geliştirip, 2006-07 sezonunda şampiyon olan takımın 23 golle en çok gol atan oyuncularından oldu.
Daha 25’ine bile gelmemiş olsa da ilk geldiği yıllara göre aşırı yol kateden bu top cambazı artık düşmüyor, yorulmuyor, durmuyor, rakip defansı dağıtıyor, oyun disiplininden kopmuyor. Bencil değil bilakis oyun kurucu. Fizik gücü,tekniği, oyun zekâsı ve yaratacılığı üst düzeyde. Çalım repertuarı gördüğümüzün en genişi, hızı ve hızlanmasıyla henüz dünyada eşi benzeri olmayan falsolar alabilen şutlarıyla rakip kaleyi gole boğuyordu. Kafa vuruşlarındaki başarısı ise birçok forvette olmayan düzeyde. Bu özellikleriyle Premier Lig ve Şampiyonlar Ligi’nin son gol kralı oldu. George Best’e “Yeni George Best olarak lanse edilen birkaç oyuncu olmuştu ama ilk defa Ronaldo’ya yapılan bu benzetme benim için iltifat oluyor” dedirten bu yıldız, artık sadece futbol tarihinin en başarılı teknik direktörlerinden Sir Alex Ferguson’ın değil, Avrupa’nın bir numaralı futbolcusu.
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 16 Eylül 2008. Etiketler: arsenal, Aston Villa, Cesar Sanchez, Chelsea, cruyff, David Bentley, Dimitar Berbatov, Fraizer Campbell, Giovanni dos Santos, Heurelho Gomes, Jermaine Jenas, juande Ramos, Liverpool, Luka Modric, Manchester United, messi, Pavlyuchenko, Premier League, Premier Lig, Robbie Keane, Roman Pavlyuchenko, Tottenham, Tottenham Hotspurs, transfermarkt, transfermarkt.de, UEFA Kupası, Vedran Corluka
Bu yılın en flaş transferlerine imza atan takımlardan biri. Sadece aldıklarıyla da değil, takımdan gönderdikleriyle de öyle. Uzun yıllardır bu takımla bütünleşmiş ve takımı sırtlayıp kaptanlığını yapmış Robbie Keane ve gol yükünü çeken diğer isim modern pivot santrafor Dimitar Berbatov’la yollar ayrıldı. Sürekli oynayan bu oyuncuların takımdan gitmesi ne kadar kötüyse gitmemesi de işten bile değildi. Dile kolay Keane için Liverpool 24 Milyon, Berbatov için de 38 Milyon Euro önerdi Manchester United. Transferin son saatinde de olsa gitmelerine izin verildi. Gitmelerine izin verilmedi diye sürekli mutsuz olan iki golcünün olmasındansa yeniden yapılanmaya gitmeyi tercih etmek mantıklı yoldu.
Çift UEFA Kupalı Juande Ramos’un teknik direkörlüğe getirilmesinden bu yana takımın havasında, oyun yapısında bir değişiklik olacağı belliydi. Başarılara alışmış bir hoca, başarılar kazanmış sistemiyle takımın başına getirilmişti. Gelir gelmez de farkını öyle bir belli etti ki gol sayısındaki artma bile bunu göstermeye yeterli olabilir. Ancak o somut bir şeylerle başarısını kanıtlamaya alışkın olduğundan Arsenal ve Chelsea gibi güçlü takımları sırayla mağlup edip Lig Kupasını kaldırdı.
Geldiğinde tek galibiyeti olan takıma 10 galibiyet daha kazandırdı. 27 maçta 10 galibiyet tatmin edici gözükmese de, 4-0 dan 4-4’e çevrilen Chelsea maçı ve ezeli rakipleri Arsenal’i 5-1 yenmeleri geçtiğimiz sezon için iyi sonuçlardı. Lig Kupasıyla da kitabını yazdığı UEFA Kupası’na gidişin garantilenmiş olması ligdeki 11. liği göz ardı ettirdi.
Yeni sezona da genç ve parlamaya müsait yetenekleri transfer ederek girdiler. Gidenlerin yerlerine transfer edilen oyuncular hem fizik hem de oyun stili açısından birbirine yakın isimler. Pavlyuchenko, Berbatov’un yerine alınabilecek en iyi futbolcu. Keane’in yerine Bentley uygun bir seçenek. Kanatta olduğu kadar destekçi forvet olarak da uygun bir oyun yapısı var. Dos Santos kariyeri açısından harika bir transfer yaptı. Barcelona’da Messi’nin yedeği olmaktansa burada Ramos’un elinde parlamaya çok müsait. Luka Modric, Cruyff’un klonu gibi. Takımın oyun kurucu eksiğini iyi kapatacak. Ama güçlenmesi gerek lakin daha son maçta sakatlanıp yerini Jenas’a bıraktı. Corluka Premier Lig’e alışkın bir oyuncu ve sağlam oyunu tercih ediyor. Cesar Sanchez tecrübeli, Heurelho Gomes ise yan toplarda muhteşem olduğu kadar normal toplarda da iyileşirse gol yemesi zor olan bir kaleci. Defansla uyumunun da iyi olması gerek tabi ki… Fraizer Campbell ise ManU’dan kiralanan süpriz bir yetenek…
Peki Tottenham yeni ve yıldız transferlerine karşın neden hala bir galibiyet alamadı. Sebep çok açık: İstikrar. Sayılarla konuyu biraz daha açalım. Tottenham bir önceki sezonki kadrosundan, transfermarkt.de sayfasına göre 14, wikipedia’ya göre 18 oyuncusunu takımdan gönderdi. Giden oyunculardan 8’i sürekli forma şansı bulan, bunlardan 5-6 tanesi de ilk 11’in değişmez oyuncularındandı. İlerideki Berbatov, Keane ve Aaron Lennon üçlüsü bu sene bozuldu. Takımdan ayrılan ikili geçen sezon toplam 46 gol atmışlar. Görüldüğü üzere takım için büyük bir kayıp. Artık takım gol yollarında alışık olduğu varyasyonlardan mahrum. Gelen oyunculardan 8’inden 5’i lige ilk defa adım atıyor. 4’ü ise son Aston Villa maçında ilk 11’de başladıi. 2 yeni oyuncu da maça sonradan dahil oldu.
Yukarıda saydığım küçük ayrıntılar aslında küçük gibi gözüken büyük dezavantajlar. Henüz birbirine alışmamış, ilk defa yeni bir ligde oynayacak genç oyuncuları hemen sahaya sürmek bir risktir. Ancak gelecekte çok önemli başarıların temeli olması kuvvetle muhtemeldir. Tottenham’ın yeni kadrosunu oluşturacak bu isimlerin öncelikle birbirlerine uyum sağlamaları gerekecek. Bu 8 yeni oyuncunun lig maçlarında bir anda ilk 11’de yer bulması oynanan 4 maçta puan kayıplarının en büyük nedeni.
Ama şimdiye dek 4 maçtaki tek puanını Chelsea’ye karşı alınmış olması ümit verici. Önümüzdeki 5 hafta kısmen daha zayıf rakiplerle karşılaşak olmaları fikstür avantajı olarak gözükmekte bunu iyi değerlendirip takımın birbirine uyumunu iyi sağlamalı Ramos. Arsenal maçına kadar takım kendini toparlamazsa bu sezon Spurs için sıkıntılı geçecek gibi gözüküyor.
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 08 Eylül 2008. Etiketler: 2002 dünya kupası, Adnan Polat, borussia dortmund, emre belözoglu, Euro 2008, Fatih Terim, Fenerbahce, Galatasaray, inter, internazionale fc, italya ligi, joey barton, Kewell, Mehmet Topal, newcastle, Nuri Şahin, Premier Lig, selçuk inan, tff 2. lig, Türk Milli Takımı, UEFA Kupası, uğur inceman, zeytinburnusppor
Başlık bile tek başına her şeyi anlatıyor aslında. Aynı anda çok da önemli mesajlar barındırıyor. Bir futbolcu sahada 90 dakika mücadele ettikten sonra bu cümleyi sarfediyorsa döneminin sonlarına geldiğini anlamış olabilir mi?
Zeytinburnuspor’dan transfer edildiğinde ufacık çocuğa bu kadar para verilir mi diye kızmışlar Adnan Polat’a. Altyapı eğitimini aldığı Galatasaray forması altında 16 yaşında Borussia Dortmund maçında sahaya adımını attı. Daha o yaşlarda bir şeyler olacağı belliydi. 11 kez U-15, 37 kez de U-16 formasını giymiş olması bile bu yorumu yapmaya yeter. Ama o zamanlar çok daha büyük futbolcu olması gereken Emre Belözoğlu şimdilerin “tahammül edilen oyuncusu.
Galatasaray’da oynarken takımın “ufaklığı” Leeds maçında Kewell’dan sonra kırmızı kart görerek oyun dışı kalmıştı. Böylelikle final’de oynama şansını kaybettikten sonra kariyerine finale çıkan bir takımın oyuncusu olmayı ekleyebildi. Sonraki sezonda da şampiyonlar liginde çeyrek final oynadı. Buraya kadar her şey güzelken, sevenlerini bir kenara atıp bedelsiz olarak Inter’e gitti. Kariyer olarak çok iyi bir adım attı elbette. Ancak taraftar bu adamı vezir de eder rezil de… Galatasaraylılar yine de ona destek vermeye devam etti. Ne de olsa Avrupa’da bir “Galatasaraylı” vardı.
Bir sezonda minimum 50 maça çıkan takımda “il Turco” 4 sezon boyunca 78 maç oynayabilmiş. 200 maçın 79’unda oynamak bir şey olarak görülebilir ama Pele tarafından en iyi 100 futbolcu arasında gösterilen bir futbolcunun performansı tatmin edici olabilir mi? En mükemmel oynadığı 7.12.2002’deki Lazio maçı dışında akıllarda kalan bir performansı yok. Takımını beraberliğe taşıyan inanılmaz iki golünü unutmak mümkün değil tabi ki… Ancak 2004’te başlayıp peşini bırakmayan sakatlıklar sonrası kariyerinde ister istemez düşüşe geçti. Premier Lig İtalya Ligi’ne göre iyi konumda olsa takımlar karşılaştırılınca yeni takımı Newcastle daha düşük seviyede bir takımdı.
Yine sezonda aşağı yukarı 45 maç yapan bir takımda 3 sezonda 58 maç yapabildi. Yine fazla tatminkar olmaya bir performans sergilerken iyi oynadığı bir kaç maç dışında çok bir şey yapamadı. ‘Inter’de yıldızlara tercih edilip forma şansı bulamadı Newcastle’ı alır götürür…’ denilirken sakatlıklarla boğuşmak zorunda kaldı. Bu süreçte bir de Joey Barton gibi TFF 2. Lig’de bile oynayamayacak bir oyuncuya tercih edilir oldu.
Bu sene, muhtemelen evlilik sebebiyle, Avrupa’ya açılırken kalbini kırdığı taraftarların kalbini ikinci kez kırarak ülkeye geri dönüş yaptı. Kariyerinde bir geri adım daha atan Emre, ayrıca büyük bir taraftar kitlesini de kaybetti. Kaybettiği taraftar kitlesinin Milli Takım maçlarında ilk hatasında tepki göstermesi de bu yüzden. Onun açısından bakarsak, teklif edilen paraya hayır demek kolay değil. Zaten son 7-8 senesini yaşadığı kariyerinde sürekli sakatlanan bir oyuncu olarak bu parayı da başka yerde vermezler.
2002 Dünya Kupası’nın ardından avrupanın aranan oyunculardan olan Emre, 2008 Avrupa Şampiyona’sı sırasında ise sahada “aranan” oyuncu oldu. Tek maça çıkıp sakatlandıktan sonra yedek kulübesinin demirbaşı oldu. 2010 Dünya Kupası yolunda da Ermenistan maçında “tahammül edilen” futbolcu. Bence tahmmül edilen oyuncu statüsüne 17-19 yaşları arasında ilk defa A takıma çıkan futbolcular girer.
Fatih Terim ise “90 dakika sahada tutarak oyuncumuza güven aşılamak istedik” diyor. Milli Takım’ın kaptanı ve en kariyerli futbolcusu özgüvenini kaybetmişse, burada hem o takım için hem de o futbolcu için çok büyük bir problem var demektir. Böyle kariyere sahip bir futbolcunun sahada güvensiz olmasının sebebini kendisi bulup, kendine artık çeki düzen vermeli. “Bana tahammül etti” diyerek bazı şeylerin farkına vardığı kesin. Ancak hala 16 yaşında Borussia Dortmund maçına çıkan güven kazanması için tahmmül edilmesi gereken biri olmadığını da unutmamalı. Çabucak toparlanmalı, çünkü devir artık Nuri Şahin’in, Mehmet Topal’ın, Selçuk İnan’ın, Uğur İnceman’ın devri… Eğer bu sene de bir şeyler yapamazsa bu kadar çok alternatif var iken onun için kapılar kapanabilir…
Kategorisi Genel
Eklendigi tarih 25 Nisan 2008. Etiketler: Barnsley, Cardiff, Cardiff City, Championship, Chelsea, Erciyesspor, Federasyon kupası, Fransa Ligi, Galler, Galler Spor Bakanı Rhodri Glyn, İngiltere, Liverpool, Manchester United, Michel Platini, Monaco, Monako Prensliği, Portsmouth, Premier Lig, UEFA Başkanı Michel Platini, UEFA Kupası, Wembley Stadyumu, West Bromwich Albion
İngiliz Futbol Federasyonu Cardiff’in UEFA Kupası’na katılma hakkını onayladı. Sonuç, UEFA’nın kararına kaldı. (MedyaKronik/HaberVesaire/25.04.2008)
İngiltere’nin en prestijli kupalarından Federasyon kupasında bu sezon bir çok süpriz yaşandı. Son dört takım arasına sadece bir tek Premier Lig ekibi girebilirken, diğer takımlar ise Premier Ligin bir alt ligi olan Championship’tendi.
Yarı final karşılaşmalarından galip gelen iki takımdan biri West Bromwich Albion’ı eleyen Premier Lig ekibi Portsmouth, diğeri de Liverpool ve Chelsea’yi eleyip büyük bir sürprize imza atan Barnsley takımını eleyen Cardiff City oldu.
Geçtiğimiz yıl Federasyon kupası finalini Manchester United ve Chelsea’nin oynamasının ardından bu seneki final, futbol açısından biraz sönük geçecek gibi görünüyor. Ancak bu yılki final de farklı yönleriyle öne çıkıyor.
Daha önce 1927 yılında kupayı kazabilen Cardiff’in, 81 yıl sonra finale çıkması taraftarlar arasında büyük bir sevince yol açsa da, İngiltere Futbol Federasyonu ve UEFA’yı çok farklı tartışmalara itti.
Kurallara göre kupayı kazanan takım gelecek sezon doğrudan UEFA kupası’nda oynama hakkını kazanıyor. Kupayı kazanamayan takım ise eğer kupayı kazanan takım Premier Lig’de bulunduğu sıralama sayesinde UEFA Kupasına katılmaya hak kazanmışsa, geçtiğimiz sezon Erciyesspor’da olduğu gibi kupaya katılma hakkını elde ediyor.
Kupayı kazanmaları durumunda Avrupa kupalarında oynamayı hak eden takım, Galler takımı olduğu için bu iki hakka da sahip olamıyor. Çünkü Galler takımları ancak kendi şampiyonalarında başarı elde etmeleri halinde Avrupa kupalarında mücadele etmeye hak kazanabiliyor. İngiltere Futbol Federasyonu’na kayıtlı olan Cardiff, UEFA Kupasında oynayabilmek için çoktan harekete geçip itirazlarını Federasyon’a ve UEFA’ya iletti.
İngiliz Federasyonu’ndan olumlu yanıt alan Kulüp, gelecek sezon Avrupa kupalarına katılabilme konusunda ümitli. Emsal oluşturan örnekleri ise çok tanıdık. Monako Prensliği’nin takımı olan Monaco Kulübü yıllardır Fransa Ligi’nden Avrupa kupalarına katılıp başarılar kazanıyor.
İngiliz Futbol Federasyonu UEFA kupalarında oynayabilme hakkını Cardiff’e verirken bunun karşılığında seremonide Galler milli marşının çalınması konusunda baskı yapmamasını istiyor. Galler Spor Bakanı Rhodri Glyn Futbol Federasyonu’nun kendi milli marşlarını çalmasını istese de Cardiff Teknik Direktörü, bu kupanın finalinde Wembley Stadyumu’nda olma onurunun yeterli olduğunu düşünüyor.
Cardiff City takımının UEFA Kupası’na katılması konusundaki kararını önümüzdeki günlerde verecek olan UEFA yetkilileri, Cardiff’in Federasyon Kupası’nı kazanmasına rağmen Avrupa kupalarına katılamamasının çok üzücü olacağını düşünüyor. Yani UEFA Başkanı Michel Platini de Cardiff City takımından yana…
Taraftar forumlarında ise konu farklı açılardan değerlendiriliyor. İngiliz taraftarlar Galler’in bir takımının Avrupa kupalarında bir İngiliz takımının yerini alıp İngiltere’yi temsil edecek olmasını kabul etmiyorlar. Galler’in bir takımına kendi liginde yer veren İngilizlerin böyle bir ihtimali hesaplamadığı da buradan anlaşılıyor.
Futbolun beşiği İngiltere’nin Futbol Federasyonu bu konuda biraz çuvallamış gibi görünüyor. Tek maçlı eleme sisteminin sürprizler yaratması için uygulandığı açık. Ama bu kadar da sürpriz olabileceğini kim bilebilirdi ki?
17 Mayıs’ta oynanacak finalde Cardiff’in kupayı alması durumunda futbol ve federasyonlar bundan nasıl etkilenecek izleyip göreceğiz.
Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, İnceleme, İngiltere Ligleri
Eklendigi tarih 14 Mart 2008. Etiketler: AC Milan, alex, ashley cole, aurelio, Beşiktaş, carvalho, Chelsea, Didier Drogba, edu dracena, Frank Lampard, Gökhan Gönül, Joe Cole, John Obi Mikel, juliano belletti, Liverpool, Michael Essien, nicolas anelka, petr cech, Premier Lig, roberto carlos, rosenborg, Salomon Kalou, şampiyonlar ligi çeyrek finali, Selçuk, sevilla, Shaun Wright Phillips, Shevchenko, terry, Uğur Boral, Vederson, Volkan Demirel
Bu sezon tüm Avrupa’yı şaşırtan Fenerbahçe, bu maçlarda da şaşırtmaya aday. (MedyaKronik/HaberVesaire/14.03.2008)
Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali’nde eşleştiği Chelsea ile bugüne kadar hiç karşılaşmadı. Kuruluşundan bu yana maçlarını 42,055 kapasiteli Stamford Bridge’de oynayan Chelsea, 2004-2005 sezonundan itibaren bu statta oynadığı 118 maçta -ikisi Liverpool, biri Barcelona’dan olmak üzere- sadece üç mağlubiyet aldı. Bu açıdan bakıldığında Fenerbahçe’nin Londra’daki maçta işi çok zor. Az gol yeme özelliğine de sahip takım, bu yıl Premier Lig’de bu statta oynadığı maçlarda dokuz yedi. Şampiyonlar Ligi’nde grup maçlarında kendi evinde oynadığı maçlarda yediği tek gol ise Norveç ekibi Rosenborg’dan geldi. Avrupa’nın güçlü ekipleri içinde ismi çok geçmeyen bir takımdan gol yiyebilmesi, Fenerbahçe için bir umut olabilir. Fenerbahçe’nin umudunu arttıran ikinci bir neden ise, Chelsea’ye grup maçlarında gol atamayan hemen tüm takımların, bu sezon istikrarsız performans göstermesi.
Hızlı oynamak şart
Kalesinde Avrupa’nın en iyilerinden Petr Cech bulunan Chelsea’nin defasında John Terry, Ricardo Carvalho, Alex, Ashley Cole, Juliano Belletti gibi çok önemli oyuncular yer alıyor. Özellikle Terry ve Carvalho’nun uyumu takımın yediği gol sayısındaki en önemli etken. Hızlı ve oyun görüşü çok iyi olan bu ikili, birebir mücadelelerde sert ve etkili defanslarıyla rakip forvetleri yıldırıyor. Bu ikilinin karşısında ayakta kalkmak gerekecektir. Ya da akıllıca davranıp, ceza sahasına yakın bölgelerde serbest vuruş kazanılmalı. Bunu yapabilmenin ilk şartı ise hızlı oynayabilmek. En son, Vestel Manisa maçında hızlı atak yapabileceğini gösteren Fenerbahçe’nin karşısında bu sefer, 24 milyon sterlin ettiğine kendisi bile inanmayan Ganalı yıldız Michael Essien, John Obi Mikel ve son maçta Derby County’ye karşı takımının altı golünün dördünü atıp, bu sezonki en yüksek performansına ulaşan Frank Lampard var. Aurelio, Selçuk, Uğur Boral’lı orta sahanın bu isimler karşısında hataya düşmeleri çok ağır cezalandırılabilir.
Destekçi forvetlere dikkat
Forvet hattında Fildişi Sahilli, “Kara İnci”’ Didier Drogba, Ukraynalı Shevchenko ve eski bir Fenerbahçeli olan Nicolas Anelka var. Oynaması durumunda Drogba’nın karşısında ayakta dimdik durabilmek gerekecek. Dünyanın, fizik kuvvetini en iyi kullanan golcülerden Drogba, uzaktan, sert ve beklenmedik şutlarıyla Volkan’ı avlayabilir. Sevilla maçından sonra bunu deneyeceklerinden şüpheniz olmasın. Topla hareketli ve hızlı olan diğer iki forvet iiçin büyük boşluklar bırakmak da golle cezalandırılacaktır. Anelka’nın bu konuda neler yapabileceğini çok iyi biliyoruz. Shevchenko’nun ise Fenerbahçe’ye karşı Milan’da oynadığı maçları hatırlamak yeterli. En tehlikeli atak organizasyonlarını kanatlardan, destekçi forvetleriyle geliştiren Chelsea’de Joe Cole, Salomon Kalou ve bu sezon iyi bir çıkış yakalayan Shaun Wright Phillips’e dikkat edilmeli. Gökhan Gönül ve Vederson’un Sevilla maçlarındaki performansları bu konuda bizi olumlu düşüncelere itiyor. Roberto Carlos oynarsa, sol kanatta daha güvenli durabilir Fenerbahçe. Ayrıca kanatlardan gelişecek hızlı ataklarda ön direğe kesilecek sert ortalarda, Edu’ya dikkat!Bu sezonki performansıyla tüm Avrupa’yı şaşırtan Fenerbahçe, bu maçlarda da şaşırtmaya aday. Ümitlenecek çok şeyleri var. Güzel ve ayağa top oynamaları takımın artısı iken yavaş oynamaları dezavantaj.
Beşiktaş’ın 2003’te Stamford Bridge’de Sergen’in attığı gollerle kazandığı maç, Chelsea’nin üzerinde hâlâ geçerli bir baskı oluşturma ihtimalini de göz ardı etmemek lazım. İlginç bir tesadüfle Chelsea de, tıpkı Sevilla gibi 1905’te kurulmuş. Fenerbahçe’nin bu yılda kurulup, Avrupa’da kupa kazanan ekiplere karşı bir üstünlük sağladığını düşünürsek, bu takımlarla aynı kadere sahip olan Chelsea’yi yenmek çok da uzakta görünmüyor. Bol şans Fenerbahçe.
Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, 2007/08, Chelsea, Dünyadan Futbol, Erkekler Şampiyonlar Ligi, Fenerbahçe, İnceleme, İngiltere Ligleri, Premier Lig, Şampiyonlar Ligi, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol