Etiketler | "Türkiye"

Geçen yıl bu gün aynı terane


Tam olarak 1 yıl evvel buraya bir yazı yazmaya başlamışım ve başlık da yukarıda gördüğünüz üzere “Ne yapsan beğenmeyeceğiz seni A Milli Futbol Takımım” olarak elimden çıkmış. O gün tarihinde hiçbir zaman şampiyona eleme gruplarını 1. sırada bitirip gidememiş erkek futbol milli takımı Avusturya ile oynamış ve 0-0 berabere kalmıştı. Matematiksel hesapların uzmanı Guus Hiddink için yeterli bir sonuçtu ve grubu da 2. bitirip yine play-off’a kalmış ama Avrupa Şampiyonası’na gidememiştik. Ancak o gün oynanan oyunda skoru, oyunu kontrol eden bir milli takım vardı. Ve biz hiçbir zaman bunu yapamamıştık. Sahadaki takımın çoğu birbiriyle ilk defa oynuyor ve ne olursa olsun gerekli puanla sahadan ayrılıyordu. O maçın ardından sahadaki futbola dair iyi noktalar değil de sahada olması gereken isimler üzerine yoğunlaşılıp, Hiddink’e eleştiriler daha hiçbir şey bitmemişken yönlendiriliyordu.

Bugün ise yine ve aslında beklenen bir sonuçla Hollanda’ya mağlup olan takımın oynadığı dengeli, baskılı oyun gözden kaçırılıp aynı şekilde ama bu sefer daha her şey yeni başlamışken Abdullah Avcı’ya, sahada olması gereken oyuncuların neden olmadığından yola çıkılarak eleştiri okları yönlendiriyor. Haklı yönleri yok mu bu eleştirilerin? Olabilir, vardır da.. Ancak bu kötüyü görme alışkanlığı iyi şeyleri görmeyi engeller derecede manasızca.

Selçuk İnan neden ilk 11’de başlamamış olabilir diye oturup düşünmek lazım öncelikle. Abdullah Avcı’nın ilk düşüncesi belli ki Hollanda’yı durdurmak üzerineydi. Bu düşünceyle de defansif özellikleri Selçuk İnan’a göre daha gelişmiş olan iki oyuncu Emre Belözoğlu ve Mehmet Topal ile başladı. Bu durum bu kadar basit. Kimse Selçuk’un Emre’den daha iyi defansif özelliklere sahip olduğu konusunda ısrarcı olmasın. Emre 17 yaşından beri Galatasaray’da, Inter’de, Newcastle’da defansif yönü ağır basan oyuncu olarak kullanıldı ve o yönde evrildi. Uluslararası tecrübelere bakınca da Mehmet ve Emre tercihleri kadar doğru ve saygı duyulacak bir karar olamaz. Ama saygıdan bir eser eleştirmenler olduğu sürece saygı duyulmaması normal. Selçuk’un sonrasında oyuna neden alınmadığı konusunda benim de soru işaretlerim oluştu kafamda. Fakat sırf bu yüzden de daha ilk resmi milli maçında bir teknik direktörü asıp kesmek ne kadar doğru?

 

Gökhan Gönül varken, neden Hamit Altıntop oynamış sağ bekte? Yıllarca aynı soyunma odasını, aynı yemek masasını, aynı antrenman sahasını Robben’le birlikte kullanan Hamit’in, rakibini daha iyi tanıma ihtimali olabilir mi bu tercihin arkasındaki neden acaba? Neden olmasın.. Ek olarak, eğer elinizde Cafu varsa bile sağ kanat hücumcunuz, sağ kanat savunmacınıza destek vermiyorsa orada yeller eser, Cafu’nuz bile madara olur. Tunay’ın defansif eksikliği orada Gökhan Gönül de bulunsa sonucu ne kadar olumlu yönde değiştirebilir ki?

Elimizdeki kadro bu. Bu kadronun hücum lideri Arda olacak en az 8 yıl daha. Bu takıma monte edilmiş harika yeteneklere ve fiziğe sahip Sercan Sararer’in performansını, Abdullah Avcı’nın onu kimse bilmezken Milli Takıma gözü kapalı monte etme cesaretini görmezden gelmek, maç yorumu yazmaya hata bulmak amacıyla oturmuş olmakla açıklanabilir. Ömer Toprak ve Semih Kaya’nın en 20’li yaşlarının başlarında olup bu takıma yıllarca hizmet edecek kapasiteye yaklaştıklarını, ileri üçlünün sürekli rakip yarı alanda baskı yapıp rakibin oyun kurmasını engelleme çabasının 90 dakikaya yayılışını, rakibi ve oyunu kontrol eden bir takımın sahada oluşunu, Hollanda’ya karşı girilen 6-7 pozisyonu hiç saymak, sırf gündeme gelmek için eleştiri yapmak hiçbir şekilde Türkiye’de futbolun ilerlemesine katkı vermez.

1 yıl geçmiş ve hala aynı eleştiri yazılarını temcit pilavı gibi önümüze serenlerin ağzından lütfen “Türk futbolu yapılanmalı, değişmeli, gelişmeli” laflarını bırakmalarını rica ediyorum. Zira inandırıcı değilsiniz. Birçoğunuz futboldan bihabersiniz. Olumlu eleştiri yapmaya tahammülünüz yok. Her maçta kötüyü görme alışkanlığınızı üzerinizden atmadıkça, maç yorumlarınızı yazmak için televizyon karşısına hataları sıralamak amacıyla oturduğunuz sürece çok şampiyona kaçırırız. Diyebilirsiniz ki “e onun görmediği ya da yaptığı hataları yazmazsak olmaz. işimizin, gazeteciliğin bir kısmı da bu”. Haklısınız da siz de hep hataları yazıyorsunuz…

Hollanda’yı buradaki maçta yenebiliriz. Geri kalan maçlarımızı kazanabilecek düzeydeyiz. Romanya, Macaristan ve hele Estonya’yı da kendimizden aşağı görmememiz gerek. Ancak bu şekilde 2014’te Brezilya’da var olabiliriz.

 

Kategorisi YorumlarYorum (0)

‘Olimpiyatta madalya için 7 yıl gerek’


Yüzme branşında 6 sporcuyla katıldığımız Londra Olimpiyat Oyunları öncesinde teknik direktör Dmitrij Mancevic HaberVs’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye bu yıl Olimpiyat Oyunlarına 114 sporcuyla rekor katılım sağlıyor. 114 sporcunun 6’sı yüzme dalında yarışacak. Burcu Dolunay, Buse Günaydın*, Hazal Sarıkaya*, Ediz Yıldırımer, Arda Gürdal ve Derya Büyükuncu tarafından temsil edilecek yüzme milli takımının başında ise işin doktoru Dmitrij Mancevic bulunuyor. Slovenya’da Maribor Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Mancevic’in spor üzerine yazdığı 33 akademik makale ve kitabı bulunuyor. Ayrıca Peter Mankoc gibi dünya şampiyonlarına bir dönem ambargo koymuş çok önemli bir ismin de hocalığı yaptı. Ve 2010’da da sessiz sedasız Türkiye ile çalışmaya başladı.

Röportaja başlamadan soğuk ülke insanı olmasından ötürü kafamda oluşan sert yapılı kişiliğini aşıp nasıl ağzından laf alabilirim diye düşünürken karşılaştığımızda ilk kelimeleri, “Günaydın, merhaba, nasılsınız?” olunca konuşmaya tebessümle konuşmaya. Türkiye’de kalırsa bundan sonraki röportajları Türkçe verebileceğini de söyledi.

Mancevic Türkiye’ye 1999’da İstanbul’da yapılan Avrupa Yüzme Şampiyonası’nda da buradaydı ve sporcusu Metka Sparavec’in bronz madalya kazanmasına yardımcı oldu. O günden bugüne İstanbul’da nasıl değişiklikler gördüğünü sorduğumdaysa “sanki 10 yıldır bu ülkede, bu şehirde kimse uyumamış ve sürekli bir şeyler inşa etmiş hissine kapıldım” cevabını verdi.

“Kulüplere bağlı bir düzen vardı”

Türkiye Milli Takımının başına geçmeden önce burada çalışan arkadaşlarıyla konuştuğunu belirten başarılı çalıştırıcı, bugüne kadar neyi yanlış yaptığımızı sorduğumda cevabı “bir dokun bin ah işit” türündendi: “Geldiğimde gözlemlediğim problemlerden en önemlisi sistemin olmamasıydı. Asıl büyük bir sorunsa ismini vermeyeceğim ama büyük kulüplerden birinin çalıştırıcısı bana milli takımı umursamadığını, kuracağı takımın milli takımdan daha iyi olmasını arzuladığını söyledi. Bu çok büyük bir yanlış. avrupa şampiyonasında Ediz Yıldırımer’in ABD’deki koçuyla konuştum ve ona şu soruyu sordum: ‘Milli takıma çağrılan sporcunun takıma gelmememsi gibi bir şansı var mı?’ Bunun mümkün olmadığını söyledi. Ama Türkiye’de birini milli takıma çağırıyorsan, sporcuyla konuşman lazım, parasını ödemen lazım, arkasından koşturman lazım belki o zaman sporcu kısa bir süreliğine takıma katılabilir. Eğer ABD, Japonya, Avustralya ile yarışıyorsan, onlar gibi olmalısın. Sporcuların bu konuda seçim şansı olmamalı. Milli takım ülkenin en güçlü takımı olmalı.

Diğer bir problem ise milli takım sporcuları birlikte çalışmıyordu. Onları bir araya getirmek için ortak bir plan yapmamız lazımdı. Ortak plan yoksa ortak çalışma da olmaz. Fakat gördük ki kulüpler bu planların yapılmasına engel teşkil ediyor. Kulüpler sürekli yarış tarihlerini, yarışların programlarını, milli takıma seçilme kriterlerini değiştiriyorlardı. Bir standart yoktu. Bunları ortadan kaldırmak lazımdı. Hedeflerimizi belirledik. yarışma tarihlerini çıkardık ve hazırlık süreçlerini hesapladık. Sonra testler yapmaya başladık. İlk yılımda bunu gerçekleştirmemiz hiç kolay olmadı. İkinci yıl biraz daha kolaylaştı. Bu sene ise hiç sorun yaşanmadı.”

“Milli duygularını uyandırdık”

Kulüpleri ve sporcuları mevcut sistemsizliği değiştirmek konusunda ikna etme yöntemleri ise çok bilindik. Çalışmalarını etrafı camlarla kapalı olan İstanbul Teknik Üniversitesinde gerçekleştiren takım sporcularına 19 Mayıs günü camdan dışarı bakıp ne gördüklerini soran Mancevic aldığı cevap karşısında şaşırdığını belirtiyor: “Bana dışarıda bulut olmadığını ve güneşin çok yakıcı olduğunu söylediler önce. Şaşırdım. Etrafta bir sürü Türkiye bayrağı vardı ve kimse buna dikkat etmemişti. Bayrağı işaret ederek, ‘Bayrağınızı görünce ne hissediyorsunuz? Onurlanmıyor musunuz, heyecanlanmıyor musunuz, duygularınızda bir değişiklik olmuyor mu? Şimdi hayal etmeye çalışın, madalya kazandınız ve bir seremonide bayrağınız dalgalanıyor. Şimdi ne hissediyorsunuz?’ diye sordum. Kısacası sporcular milli duygularını kaybetmişler gibiydi. Hem sporcuların hem kulüplerin içlerindeki ulusal duyguları uyandırmaya çalışıyoruz. Türkiyeli olmakla onur duymanız lazım. Büyük bir tarihi var bu ülkenin.”

Milli Takımdaki antrenörler ve sporcularla ilişkisinin nasıl olduğunu sorduğumda ise röportajın gerçekleşmesinde önemli katkısı olan Milli Takımlar Teknik Kurulunda görevli Erkan Mutlu’ya dönüp gülerek “Bilmiyorum, onlara sorun” dedi ve devam etti: “Hiçbir sorunum yok. Çünkü hiçbir gizlim saklım yok. Tabi ki profesyonel bazı sırlarım var. Ama bunları da mezara götürecek değilim. Bütün bilgilerimi tüm koçlarla ve sporcularımla paylaşıyorum. Tartışmaya da açığım. Karşıdan bir soru gelmezse ben onların ne düşündüğünü bilemem. Ben buraya insanlara bir şeyler öğretmeye geldim. Sanırım onlar da bunun farkındalar ve artık bu konuda daha açığız birbirimize.”

İlk geldiği zamanla bugün arasında milli takımdaki gelişimi değerlendirmesini istediğimiz Mancevic, bilimsel çalışmalar açısından oldukça farklı bir konumda olduğumuzu belirtirken bunu yüzücülerin derecelerine bakıp görebileceğimizi de anlatıyor. Yine de fazla bir beklenti içinde girilmemesi gerektiğini söyleyerek 2 sene içinde büyük gelişmeler olmasının mümkün olmadığını ifade ediyor. Henüz iki senedir Türkiye’de olan Mancevic uluslararası bazda büyük başarılar kazanmak için istatistiklere göre 6-8 yıllık bir süre geçmesi gerektiğini belirterek, Londra’daki hedefinin öncelikle yarı final görmek olduğunu vurguluyor.

“İstanbul’da Olimpiyat Çok Anlamlı Olur”

Tabi ki kendisine Türk spor serzenişleri lügatının muhteşem iki deyişimizi sormadan olmazdı. “Türkiye’nin 3 yanı denizle kaplı ama yüzmede bir tane bile olimpiyat madalyamız yok.” ve “70 milyonluk ülkeyiz ama bir olimpiyat madalyalı yüzücümüz yok” sözlerini duyduğunda ve bunu nasıl yorumladığını sorduğumda kendine özgü bilimsel bakış açısıyla cevap verdi:

“Bu tamamen kültürel, geleneksel bir durum. Bazı ülkeler yüzme sporuna 100 yıl önce başlamıştır. (Erkan Mutlu ekliyor: Türkiye’de ayrıca çok az yüzücü var. Bunu arttırmaya çalışıyoruz.) Türkiye Avrupa’da ekonomik olarak 6. sırada, dünyada 16. sırada. Ekonomisi gelişmiş ülkelere bakarsanız hepsinin yüzmede başarılı olduğunu görürsünüz. Yüzme sporu çok pahalı bir spor. Yüzme havuzu pahalı bir şey. Futbol, basketbol, voleybol gibi günlük hayatımızda yaptığımız hareketleri tekrarladığımız bir spor değil. Her gün yüzmüyoruz ama her gün koşuyoruz.”

2020 Olimpiyat Oyunları’na İstanbul’un adaylığı hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzdaysa bunun İstanbul için de, Türkiye için de, dünya için de çok önemli bir gelişme olacağını söyleyerek, “İstanbul, Avrupa, Asya, Arap kültürlerinin, Hıristiyanlığın, Müslümanlığın birleştiği bir yer. Tam bir köprü. Hem Avrupa’da hem de Asya’da olimpiyat düzenlemek için iyi bir şans olacaktır. Bence Türkiye çok hızlı gelişen ekonomiye sahip büyük bir ülke. Bir çok büyük organizasyon burada gerçekleşebilir.” dedi.

*29 Temmuz Pazar günü 100 metre kurbağalamada yarışan Buse Günaydın ve 100 metre sırtüstünde yarışan Hazal Sarıkaya elemeleri geçemeyerek Olimpiyat Oyunları’na veda etti.

Dmitrij Mancevic kimdir?

Dmitrij Mancevic 17 mart 1959, Belarus’un başkenti Minsk doğumlu. Ritmik Jimnastik dalında Dünya ve Avrupa Şampiyonluğu bulunan Olga Mancevic’ten biri diplomat diğeri de diplomat olma yolunda adımlar atan 2 oğlu var. Oğullarından da 2 torun sahibi. Yüzme antrenörü olmadan önce Belarus Yüzme Milli Takımı’nın önemli bir parçasıyken henüz 21 yaşında bu kariyerine nokta koymuş. Bu kararı nasıl verdiğini sorduğumda, neden daha hızlı yüzmeyeyim sorusunu kendisine sorduğunu ve bu konuda araştırma yapmaya karar verdiğini söyledi. O kadar derin bir araştırmaya girmiş ki doktora tezini bu konu üzerine yazmış. Araştırmalarının sonucunda da bugün toplamda spor üzerine 33 adet basılmış makale ve kitabı bulunan Mancevic 2007’den bu yana da Maribor Üniversitesi Pedagoji Bölümünde yüzme antrenörlüğü dersleri vermeye de devam ediyor.

Sovyetler Birliği henüz dağılmamışken 1983 yılında Birliğin Yüzme Takımının bir parçasıydı. Sovyetler ile bir çok başarıya imza attıktan sonra 1991’de Slovenya Yüzme Milli Takımının başına geçerek Peter Mankoc, Metka Sparavec, Blaz Medvesek gibi dünya çapında yıldızları çalıştırdı. 2006’da bir yıl İsrail Yüzme Milli Takımını çalıştırdıktan sonra sporcularla bireysel olarak çalışmalarına devam etti ve son olarak da 2010’da Türkiye Yüzme Milli Takımı’nın başına geçti.

(Bu röportaj 30.07.2012 tarihinde HaberVesaire‘de yayınlanmıştır. Fotoğraflar Ferhat Yurdam tarafından çekilmiştir. Lütfen kaynak göstermeden kullanmayınız.)

Kategorisi 5-Olimpik Sporlar, Ropörtaj, YüzmeYorum (0)

Hak odaksız spor medyası


Beşiktaş’ta parasını alamayan sporcular haklarını hukuki yönden ararken, medya mağdur durumdaki sporcuları suçlayan nitelikte haberler yayınlıyor.

Yıldırım Demirören Beşiktaş’ın başına geçtiğinden beri kulübe maddi olarak yarattığı zarar gün geçtikçe arttı. Her başkanlık seçiminde de babasının koltuğuymuş gibi -artık babasının koltuğu demek de mümkün- mevkisine yapıştı ve “paramı verin başkanlık sizin olsun” tehditini savurmaktan da çekinmedi. Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün başkanlık koltuğunu satın aldı ve kimsenin de gıkı çıkmadı.

Tam sayıyı bilmiyorum ama bugünlerde Beşiktaş’ın borcu 400 milyon TL’nin kapılarını tıklamakta. UEFA kriterleri de kapıda. Bu süreçte kulübün borçlandıkları arasında tabi ki sadece kurumlar veya Yıldırım Demirören yok. Futbolcular, basketbolcular, voleybolcular, hentbolcular, diğer sporcular, kulüp çalışanları, Ümraniye personeli vesaire. Hal böyleyken herkes alacaklarını tahsil etmek için hukuki yollara başvurmaya başladı.

Bu konudaki ilk haber, basketfaul.com sitesinde yer alan, takımın basketbol oyuncusu Bekir Yarangüme’nin başkanın makam otosuna yaptığı haciz işlemi oldu. Bu haberi çok okunan-yaygın medyada pek fazla göremedik. Daha sonra geldiklerinde omuzlarında taşınan ama bugünlerin belalı çetesinin üyesi Portekizli Hugo Almeida, FIFA’ya ihtar çekip parasını aldı. Ardından Holosko, Sivok ve Fernandes de aynı yöntemle paralarını aldı. Sonrasında ise Eurosport Türkiye kendi imzalı haberinde Fabian Ernst’in de aynı yöntemle parasını alma girişiminde bulunduğunu yazdı. Ve son olarak da Nihat Kahveci’nin aynı yöntemle alacaklarını tahsil etmek için girişimlerde bulunduğu haber TRTSpor ‘dan geldi. Ferrari, Del Bosque, Tigana, Zapotocny’yi saymadım bile.

Derdim futbolcuların paralarının alıp alamamalarından çok, spor medyasında bu haberlerin nasıl yazıldığı.

Görsel TRTSpor.com.tr adresinden alınmıştır.

Sabah.com.tr : Kadıköy’de, ezeli rakibi Fenerbahçe’ye yenilen Beşiktaş’a bir darbe de futbolcusu Almeida vurdu. Portekizli oyuncunun geçtiğimiz ay FIFA’ya başvurup “Ücretim zamanında ödenmiyor” diyerek ihtar yazısı gönderdiği ve Beşiktaş’ı şikayet ettiği öğrenildi.

Eurosport Türkiye : Yakaladığı çıkışın ardından son üç maçını kaybeden Beşiktaş’a Fabian Ernst’ten de kötü haber geldi. Maddi sıkıntılar ile mücadele etmek zorunda kalan siyah-beyazlılar’da orta sahanın dinamosu Alman futbolcu alacaklarını tahsil edemediği gerekçesiyle FIFA’ya başvurdu.

TRTSpor.com.tr: (Anasayfasındaki manşet) – Bir darbe de ondan – Udinese ve Ferrari’yle mahkemelik olan, futbolcularının alacaklarını ödeyemeyen Siyah-Beyazlılar’a son darbe Nihat Kahveci’den geldi. . İşte bu olumsuz şartlarda bir de Nihat Kahveci’nin geçmişten kalan alacakları nedeniyle mahkemeye başvurduğu ortaya çıktı. Yaklaşık 2 milyon 440 bin Euro alacağı bulunan yıldız futbolcunun icra takibi başlattığı, Beşiktaş cephesinin itiraz için 1 hafta süresinin bulunduğu kaydedildi.

Görüldüğü üzere tüm haberlerde hakkı olanı isteyen ve bu açıdan hukuki süreçlere başvuran futbolcuların, Beşiktaş’a darbe vurduğu yönünde yazılmış. Haberlerde kullanılan bu dile göre futbolcular Beşiktaş’ın bu zor günlerinde kulübüne böyle bir şeyi yapmamalılar çıkarımına varmak mümkün. (bknz. İşte bu olumsuz şartlarda bir de Nihat Kahveci’nin geçmişten kalan alacakları nedeniyle mahkemeye başvurduğu ortaya çıktı.-TRTSpor) Bu durumda şu soru akıllara geliyor: Beşiktaş Jimnastik Kulübü , geçindirmek zorunda olduğu bir ailesi olan sözleşmeli futbolcusunun hakkı olan emeğinin karşılığı parayı sporcusuna vermeyerek, onun ailesine ve hayatına bir darbe vurmuyor mu? 

Yazılan bu haberlerde kullanılan dile göre hakkını aramak suçlu olmak manasına geliyor. Hele ki bu suçu Beşiktaş’a, Galatasaray’a karşı falan işlemek suçların en büyüğü haline getiriliyor. Fakat Türkiye spor medyası (bu genellemenin dışında kalanlara saygım sonsuz) İtalya, İspanya, İngiltere gibi liglerde sporcuların yaptığı hak arama eylemlerini öve öve bitiremeden sayfalarında, ekranlarında yer veriyor. Sonrasında da en oturaksız hayıflanma sorusu geliyor: “Bizim futbolcularımız neden sendikalaşmıyor? Biz de neden böyle bir eylem yapılmıyor?”

Bu ülkede spor medyası sporcuların hakkını aradığı haberleri bu şekilde, bu dille yayınladıkça sporcular sendikalaşamayacak. Çünkü bu şekilde medya sporcuyu kulübe düşman, dolayısıyla kulübüne aşık taraftarına da düşman konuma getiriyor. Halbuki tam tersini yapsa, mesela “Ernst hakkını arıyor” manşeti atsa ya da “Futbolcuların hak mücadelesi” dese bu konuda bir kamuoyu yaratıp belki de medyanın bu etkisiyle futbolcular daha kolay örgütlenebilecek. (Tabi ki bu konuda başka engeller de var ancak ben medya ayağını eleştirmekteyim bu yazımda.) Ama ülkemin medyası bu tür başlıkları atmak, bu tür eleştirileri için altındaki koltuğunu kaybedebileceği korkusunu da göğüslemek zorunda kalıyor. Ya da bu tür bir eleştiri yaptığında “Ne oldu, Vatan’dan istifamı ettin Güntekin?” sorusunun muhatabı olmak zorunda kalıyor. Ne zaman, yaygın medyada yukarıda verdiğim örnekler gibi başlıkları görmeye başlarız, ne zaman Vatan Gazetesi, Milliyet Gazetesi (ikisinin de sahibi Demirören olduğu ve konu da Beşiktaş’tan çıktığı için örnek verilmiştir. Yapmışlarsa da gözümden kaçmış.) spor servisleri bu tür hak haberlerini manşetten vermeye başlayabilir, o zaman yavaş yavaş sporcu sendikaları kurulabilir. Şirket-patron yandaşı spor gazeteciliği değil de, hak odaklı spor gazeteciliği talebimi de buradan duyurayım.

Bitişi de aşağıdaki fotoğrafla yapalım. Sloganı şöyle dönüştürelim:
Baba Hakkı yarattı. Demirören dağıttı. 

 

Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 1-Futbol, Beşiktaş, Spor Toto Süper Lig, Türkiyeden Futbol, YorumlarYorum (0)

Hata Hiddink’te mi?


Beşinci dakikada direkten dönen top, Hırvatistan karşısında “mucizeci” ruhu çağırabilirdi, olmadı. Hata görevden alınması beklenen Hiddink’te mi? (HaberVesaire – 16.11-2011)

İstanbul’da yaşanan hezimetin ardından Zagrep deplasmanında Türkiye sekiz farklı oyuncuyla sahadaydı. Ay yıldızlı takımın bu kadar farklı oyuncuyla sahada olması mücadeleye hazırlık maçı havası katsa da etkili başladı. Ömer Toprak’ın ilk maçında daha 2. dakikada yarattığı gol tehlikesi yeni oluşuma hazır bir milli takımın işaretini verdi. Ve Hırvatistan’ın bize Türk Telekom Arena’da yaptığına Maksimir Stadı’nda karşılık verme ümidi de yarattı. Ardından gelişen atakta direkten dönen topu golle sonuçlandıramayan Kazım’ın pozisyonu da maç öncesi oluşan heyecansızlığımızı giderdi doğrusu.

İlk maçta kaleyi bulan ilk şutumuzu ikinci yarıda atabilmişken dünkü karşılaşmada 6 dakikada üç şut attık. İstanbul’daki şutsuzluğumuzu ruhsuzluğa bağlayabiliriz. Dünkü şut atma yetimiz de kaybedecek bir şeyimiz olmamasının getirisiydi. İlk 15 dakikada maçı tek kaleye çevirmiş olmamız da aynı nedenle açıklanabilir. Daha sonra maçı dengeledi Hırvatistan. Kimi tehlikeli ataklar geliştirseler de onlarda da ilk maçın getirdiği rahatlık skor elde etme isteklerini törpüleyen etkendi. Caner Erkin’in sol kanatta atak yönüyle etkisizliği de gol üretme konusundaki sıkıntılarımızdandı. İlk yarıyı en azından önde kapatabilmek, rakibimizle üç yıl önce Avrupa Kupası’nda oynadığımız “mucizeci” ruhu da çağırabilirdi belki.

30. dakikada oyuna giren Gökhan Töre’nin de katkısıyla ikinci yarıya biraz daha etkili başlayan takımımız atakta daha etkili olmaya başladı. Ancak uç oyuncularımızın yetenek konusundaki eksiklikleri skor üretkenliğimize engel oldu. 60’tan sonra Hırvatistan’ın geliştirdiği kontrataklarda hem takımca hem de bireysel olarak verdiğimiz defansif tepki sadece takımımızın geleceğine olumlu bir not olarak kayıtlara geçti ancak. Özellikle İsmail Köybaşı’nın sol kanatta rakip takımın en tecrübeli ismi Dario Srna’yı sahadan silecek derecedeki güzel oyunuyla bu takımın sol savunmacısı olması gerektiğini söyledi. Önem değeri yüksek bir mücadelede forma giyen Sinan Bolat’ın da performansı Rüştü sonrası yaşadığımız kaleci pozisyonundaki sıkıntılarımızı en 10 yıl bir kenara atabiliriz. İki ekibin de orta sahaları yorulunca karşılaşma karşılıklı kontra atak oyununa döndü. Maçın bu kimliğe bürünmesi Burak Yılmaz’ı aramamıza neden oldu. Yine de Gökhan Töre, Kazım, Serkan Balcı gibi hızlı oyuncularımızla bu fırsatları değerlendirmemiz gerekirdi. Yine de mücadeleyi beraberlikle tamamlamış olmak mühim.

Milli takımda hoca “değişikliği”

Gelelim önümüzdeki günlerin “hoca değişikliği” tartışmasına…
Hiddink de maç sonrası verdiği ropörtajda takımdan ayrılma ihtimalinin yüksek olduğunu kabul ediyor. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) tarafından doğrulanmamakla birlikte, kimilerine göre yeni teknik direktörün ismi de belli: Abdullah Avcı. Teknik direktör değişikliği ve bu “değişiklik” için isim önermek bu konuda söylenebileceklerin en kolayı. Ama sorun bu değil. Daha doğrusu sorun hep aynı: Sistemsizlik ve sabırsızlık.

TFF daha bir ay önce, sadece iki yıl önce göreve getirdiği Futbol Genel Direktörü Ersun Yanal’ı, mesaisinin karşılığını görmeyi bile beklemeden kovdu. Yanal A Milli Takım’ı çalıştırırken de aynı akıbeti yaşamış ve sözleşmesi dolmadan gönderilmişti. Şimdi yerine Gaziantepspor’dan geçen ay ayrılan Tolunay Kafkas getirildi. Gelgelelim Kafkas da, daha önce U-21 Milli Takımı’nı çalıştırmış ve ligin dayanılmaz cazibesine dayanamayarak bu görevden ayrılmıştı.

Ne tesadüf ki Kafkas’ın yerine de, dört yıldır U-17 Milli Takımı’ı çalıştıran meslektaşı Abdullah Ercan getirildi. Federasyonun henüz doğrulamadığı Abdullah Avcı da 2004-2006 arasında U-17 Milli Takımı’nın başındaydı. Avcı o tarihten itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u çalıştırıyor. Görünen o ki mütevazı bir ekiple Süper Lig’in en istikrarlı takımını yaratan Avcı da “milli takımlar ve lig arasındaki teknik direktör maçına” davet ediliyor.

Sistemi kim bozuyor?

Karşımızdaki tablo şunu söylüyor: Genç takımlardan başlayarak bir sistem ve bu sisteme dayanan bir ulusal takım yaratma görevi verilen isimler ya görevlerinden alınıyor ya da “görev” tamamlanmadan ayrılmalarına göz yumuluyor. Fakat aynı isimler, bir süre sonra yarım kalan “sistemi” yaratmak üzere tekrar göreve çağırılıyor.

Dünyaca ünlü, “kariyeri başarılarla dolu” hocaların doygunluğunun takımımıza tepkisizlik olarak sirayet edişini Hiddink döneminde gördük. Yerli ya da yabancı, futbolumuzun başına cesur kararlar alabilecek, kadro düzeninde radikal kararlar alabilecek, risk alabilecek, takıma kazanma arzusunu tekrar aşılayabilecek isimler gelmeli. Ve yukarıdaki örnekler de görüldüğü üzere buna aday yeterince isme sahibiz. Ama aynı şekilde, süreklilik olmadığını zaman bu isimlerin tek başına çözüm getirmediğinin de bizzat tanığıyız.

Sizce hata Hiddink’te mi?

(VA/GT)

Kategorisi 1-Futbol, A Takım, Milli Takımlar, YorumlarYorum (0)

Emre Belözoğlu’na tepki ve milliyetçi refleks


Şike operasyonu devam ederken Guus Hiddink “Türkiye’nin futbol imajı zedelendi. Bunu temizlememiz gerek” demişti. Dünkü radyo programımda da Utku’yla aramızda geçen milli takım sohbetinde bu konudaki görüşümü söyle açıklamıştım: “Eğer bu imajı Emre ile temizleyeceksek hiç samimi bir davranış değil bu”.

Şimdi demokrasi kültürü çok gelişmiş Türkiye insanı hemen atlayıp “Ama suçu kanıtlanana kadar herkes masumdur” diyecek. Bizim demokrasiden anladığımız şey de zaten bu kadar. Demokrasi hakkında çok fazla bir şey olduğumuz da yok Türkiye insanları olarak. Neyse. Hiddink’in açıklamalarının ardından bu seçimi yapması neden samimi gelmiyor. Üstüne bir de milli takım kaptanlığının verilmesi hiç samimi gelmiyor. Nedenleri ise çok basit ve apaçık.

Öncelikle şike operasyonu hakkında imaj tazelenecekse iddianamelerde adı yer alan birini takıma alıp kaptanlık vermek doğru bir hareket değil. Bu imajı yabancı ülkelere karşı temizlemeye çalışıyoruz ama yabancı basına da “şike soruşturmasında adı geçen oyuncu kaptan oldu” kozu veriyoruz. Şimdi şike operasyonları sonucunda Emre Belözoğlu suçlu falan bulunsa cezalar alsa, üzerine laf söyletmediğimiz bayrağımızın sahaya en önde çıkan kişisi şikeci, dolayısıyla onun arkasında duran takım ve federasyon da şikeci olacak. Olmayacak, olmaz demeyin. İkisi farklı hiç demeyin. Lütfen.

Yine Emre’nin Macaristan’la 2007 yılında oynadığımız maçta attığımız golden sonra kaptanlık pazu bandı taktığı maçta el-kol hareketi yaptıktan sonra kaptanlığı alınmamış mıydı? Milli dürtülerle milli formayı giyen, Türkiye’nin bayrağını göğsünde taşıyan kişinin böyle bir davranışta bulunamayacağı söylenmemiş miydi? İsviçre maçı muhabbetine girmeyeceğim fakat ek olarak da İsviçre maçı bireysel değil toplumsal bir ayıptır.

Bu hareketin ardından kaptanlık Nihat’a, Tuncay’a, Hamit’e geçmişti. Şimdi üçü de yok diye mi verildi bu kaptanlık bandı yoksa Emre’den başkası yok muydu kaptanlık yapacak? Selçuk, Arda, Servet olamaz mıydı kaptan? Hepsi Galatasaray’lı olabilir ama kendi takımlarının kaptanlıklarını yapmış-yapan isimler diye bu isimleri örnek verdim.

O gün kaptanlık bandı alınan, TSYD tarafından “Kendisi bizim gözümüzde bundan böyle sadece futbolcu Emre”dir. Çünkü sporcular, ancak sporcu davranış ve erdemleri ile o unvanı hak ederler. Emre Belozoğlu bu davranışları ile hayatının en büyük yanlışını yapmıştır. Bundan sonra dileyeceği özür de içimizdeki üzüntü ve acıyı asla dindirmeyecektir. Sportmentlik ve sporcu kavramlarını benliğinde yaşatamayan bu gibilerin insanlık sınavından başarıyla geçmesini beklemek hayalperestlikten başka bir şey değildir. Aferin Emre, bizlere gerçek yüzünü gösterdin. Artık gerçek yüzün ve davranışlarınla gerçek yerini bulursun.  Futbolcu Emre Belözoğlu”nu spor medyasına davranışlarından dolayı esefle kınıyor, bu kabul edilemez durumu, gereği için yetkili kurulların, bilgi için spor kamuoyunun takdirlerine saygı ile sunuyoruz” cümleleriyle kınanan, Profesyonel Futbolcular Derneği tarafından, “Emre Belözoğlu”nun Türkiye-Macaristan maçında tribünlere yaptığı çok çirkin hareketi profesyonel Türk futbolcusuna yakıştıramadık. Kendisini en ağır şekilde kınıyor ve aklını başına almasını diliyoruz” ayarı verilen ben değildim, Emre idi. Bugün aynı Emre’ye nedense ve nasılsa ‘manidar’ bir destek var.

Esasen Emre’ye verilen iki tepki de birbiriyle çok istikrarlı. İkisinin temelinde de milliyetçi refleksler öne çıkmış durumda. Nasıl mı? Macaristan maçında “milli bayrağı taşıyan kişi buna nasıl cüret eder?” cümlesi ile “milli bayrağı taşıyan kişiye böyle protesto yapılır mı?” cümlelerindeki aynı söz öbeklerini bulursanız her şey ortaya çıkıyor. Yardım ettim kalın kalın yazdım.

Mevzu kişiler, taraftarlar, protesto şekli falanda değil milliyetçi reflekslerden ibarettir. Kendi çıkarına göre her şeyi yapmaya hazır ve çelişkiler içindeki düşünce akımı milliyetçilik istikrarını korurken Türk spor basını da alt metinde bu istikrarı sürdürmekte. Benim tek arzum o gün Emre’yi yuhlayanlar, terbiyesiz diyenler, milli takıma yakışmıyor, milli takıma alınmasın diyenler, bugün Emre’ye sahip çıkan yazılarıyla ikisini yan yana alıp okusun.

Oktay Derelioğlu gibileri de faşistlik yapmasın. Dün Emre’yi yuhlayanları bugün NTVSPOR’daki programda “Yuhlayanlar Türk değildir” dedi.. En yakın maçta yuhlanması gerekenler listesinde 1 numaraya Oktay Derelioğlu’nu aldım ben..

Kategorisi 1-Futbol, Milli Takımlar, Türkiyeden FutbolYorum (0)

Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonası


 

Türkiyenin ve Dünyanın spor gündemi bu aralar hayli dolu. Son haftalar da gazeteleri elinize aldığınızda(hangi gazete olursa olsun karşımıza çıkan haberler neredeyse aynı) Tabii ki Türkiye de gündem Galatasaray’ın yap(ama)dığı transferler.(son haftalarda ki gündemden bahsediyorum Fenerliler kızmayın) 1 aydır Forlan ve Reyes’le yatıp Urfalijiyle(namı değer spartacus) kalkıyoruz. Arda gidiyor mu kalıyormu ? Bu 1 aydır değil yıllardır gündem.
Ardından diğer büyük takımların transfer haberleri, arayada biraz anadolu kulüplerinden haberler , antreman günlükleri vesaire vesaire. Al sana spor.
Birazcık daha sporu sadece ‘futbol’ değil, spor olarak gören medya da futbol dışında kalan diğer başlıklar ise Wimbledon Tenis Turnuvası ve Almanya’ da düzenlenen Kadınlar Futbol Şampiyonası ve henüz geçtiğimiz günler de başlayan Copa America ve Arjantinin berabere kalmasıyla Messi futbolcu değil, Arjantin takım değil , messiyi oynatan Xavi-İniesta klişeleri…
Bunları neden yazıyorum çünkü 18 Haziran’ da Polonya’da başlayan Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonasından bahseden spor medyası yok denecek kadar az. Zaten Ntvspor olmasa ve kadın milli takımımız -nam-ı değer Potanın Perileri- finale çıkmasa böyle bir şampiyona dan haberdar dahi olmayacağız.Hoş milli takımımız turnuvaya katılmasa zaten hiç haberimiz olmazdı da…
Çünkü Bizim kadın basketbolundan hatta abartarak -futbol dışında kalan tüm  amatör sporlardan-anladığımız şey ve gündeme getirme sebebimiz Galatasaray – Fenerbahçe veya Bjk takımlarından herhangi ikisinin karşı karşıya gelmesi. Nitekim kadınlar basketbolu içinde durum farklı değil bkz. Gs- Fb kadın basketbol takımlarının geçtiğimiz aylarda finalde karşılaşması ve twitter ve facebook tan taraftarların birbirine şataşması. Bizim takım her alanda ultra süper, siz eziksiniz aman allah diye başlayan sonunda arkadaşlık bozan genelde küfürlü atışmalar..
(son oynanan erkek maçından bahsetmiyorum ki final maçına olan ilgi dışında erkek basketbolu da medya da minimal yer bulmakta)
Neyse dönelim konumuza, Dediğim gibi turnuva yaklaşık 2 hafta önce başladı ve Türk Kadın takımımız şuanda finalde ve Pazar günü Rusyayla karşılaşacak. Türk basketbol tarihinde yakalanmış en büyük başarı bu.
Tabii turnuva da tek maçı dahi izlediğinden şüpheli olduğum çoğu yazarımız hemen başarının adını koymuş.

12 DEV YÜREK
Türk milli takımının tecrübesi, yetenekli oyunculardan oluşan bir takım olması pek önemli değil basınımız için sadece yürekli olması finale kalması için yeter. Birçok gazete de ve internette okudugum haberler de şu şekilde
”Onlar bizden daha uzun,onlar bizden daha tecrübeli onlar böyle onlar şöyle ammmaaa bizim kadar yürekleri yok.” Kadınlar ve yürekliler, bu Avrupa Şampiyonası gibi kadın basketbolu için en önemli organizasyonlardan biri için yeterli galiba. Gerçi bizim spor tarihin de aldığımız çoğu başarı futbol olsun , basketbol olsun sırf yürekten. Hatta Marsel İlhan’ın Wimbledon’da ana tabloya girmeside sırf yürek. Mesela Galatasaray neden başarısız son yıllarda cevap çok basit. Yürekli futbolcu yok.
Baya uzattım farkındayım konu basketboldan nerelere geldi, dönelim tekrardan Potanın Perilerine. Yakaladığımız bu başarı sadece sportif açıdan değil, başka açılardan da çok önemli. Türkiye de kadın olmak bile hayli zorken, değil sporla sanatla uğraşmak, bazı bölgelerde
okumak bile kadına çok görülüyorken , 12 kadınımızın sporcu olarak şuanda olabilecek en üst düzey maçlardan birine çıkması çok çok önemli.
Umarım bu şampiyona ve kadınlarımızın başarası Türk medyasında hakettiği ilgiyi görür ve en merkez köşesinden en uç köşesine kadar tüm Türkiye’ de tüm kız çocuklarımıza sporun önemini aşılar, sporun ve basketbolun gelişmesini sağlar.
Bakalım yarın finalde Rusya’ ya karşı ne yapıcak kadın basketbolcularımız, gerçi niye düşünüyorsam kazanacağımız kesin çünkü anladığım kadarıyla finale kadar gelmiş bizden daha uzun, daha atletik , daha tecrübeli nebileyim daha iyi beslenen ,olabilecek bütün iyi özellikleri bizden daha ”en” olan  Rusya takımında pek yürek yok 🙂 Kaybedersek de çabaladık olmadı der geçer medyamız.

konuk yazar: Emre Ünal

Kategorisi 0-Özel Dosyalar, 2-Basketbol, Konuk Yazar, Türkiyeden BasketbolYorum (0)

Çek bi hazırlık*


TÜRKİYE – ÇEK CUMHURİYETİ 22.05.2010 @ Red Bull Arena

Volkan Demirel-Sabri Sarıoğlu-Servet Çetin-Emre Aşık (Gökhan Zan)-Çağlar Birinci-Volkan Şen-Emre Belözoğlu-Okan Buruk (Selçuk Şahin)-Arda TuranHalil Altıntop-Nihat Kahveci

TÜRKİYE – ÇEK CUMHURİYETİ 15.06.2008 @ Stade de Geneva

Volkan Demirel-Hamit Altıntop-Emre Güngör-Servet Çetin-Hakan Balta-Mehmet Topal-Mehmet Aurélio-Arda Turan-Tuncay Şanlı-Nihat Kahveci-Semih Şentürk

semih şentürk
Euro 2008’deki efsanevi maçta forvette yine Nihat vardı. Cech’in koruduğu Çek Cumhuriyeti kalesini yıkmıştık Nihat’la ve Semih’le…  (edit @ 23.05.2010 o maçta semih değil golü atan ardaymış… olsun Semih de iyiydi o gün… =)) Semih’i biraz evvel ısınma turlarında görünce keşke forvette o başlasaydı da maça (psikolojik olarak) 1-0 önde başlardık diye düşündüm… Halil’e gıcığımdan değil, nostalji sevdamdan… He bir de Çek kalesinde yine Petr Cech var… o günkü maç yazısı da burada (edit @ 23.05.2010 00:42 o günkü değilmiş ama olsun okuyun iyi yazıdır o da =))
*Başlıkta “Çek bi Letonya” manşetine gönderme yapayım dedim… kahrolsun içimdeki nostalji sevdası =)) maç sonrası burdayım…
*************
Birden farklı öneme sahip bir maçtı. Emre Aşık ve Okan Buruk’a güzel bir veda maçı oldu. İkisi de hem Galatasaray’ın hem de Milli Takımın en başarılı yıllarının önemli isimleriydi… İkisi de kişilik olarak çizgilerini hiç bozmadılar. Okan hem Beşiktaş hem de Galatasaray’da, Emre Aşık’sa İstanbul’un üç büyük takımında da forma giydi. Her renkten taraftar da sahadaki sert oyunu dışında onu sevdi. İkisinin de kafasının yarıldığı maçlarda, kafalarına geçirdikleri patates fileleriyle oynadıkları maç sayısı az değildir. Öyle fedakar isimlerdi. Ellerine ayaklarına sağlık yaşattıkları-izlettikleri için…
Genç isimlerin yeni yeni formalarına alışacağı bir maçtı. Volkan Şen’in topu bir kaç kez ayağına dolamasa daha iyi bir maç çıkarabilirdi. Çağlar Birinci hakikaten yıllardı o formayı giyiyormuş gibi, yıllardır uluslararası arenada maçlara çıkıyormuş gibi bir izlenim verdi. Haldun Üstünel ve Adnan Sezgin bu maçı izledilerse yarın imzayı basarlar, formayı verirler bu oyuncuya. Arda’yla uyumları da bu olasılığı güçlendirmekte tabi… He Arda demişken; Rıdvan’ın maç boyu dediği gibi bu çocuk moralliyse onu kimse durduramıyor. Zira attığı gol ve Nihat’a yaptığı asistte bunu kanıtlar nitelikteydi.
Parladığı maçlardan biriydi Cech’i iki kez mağlup ettiği Çek Cumhuriyeti maçı. Cech’i görünce yine dayanamadı ve tekrar etti aynı başarıyı. Nihat iyi ki gol attı. İhtiyacı vardı. Her futbolcunun kariyerinde bir duraklama dönemi olur. Açılması için de bir maç lazımdır. O maç bu maç olsundur inşallah… Beşiktaş’ın da milli takımın ihtiyacı var ona. Gerçi alternatifi de diri bir Necati Ateş olur…
Neyse ona buna dağılmadan; Emre Güngör yine yapmış yapacağını. İzleyemediğim son 15 dakikasında maçın skorun u değiştirmiş. Gökhan Zan’la bir yere kadar gider bu orta ikili ama Servet hala vazgeçilmez isim. Rijkaard ya bir daha düşünsün ya da en az 7 milyon Euro fiyat biçilsin bu adama… Bayern Münich alır belki…
Maçta dikkatimi çeken diğer ayrıntı ise Selçuk’un Kazım’ı kaçırdığı 2 pozisyon vardı ki… Sevilla maçında yaptığı hataladan sonr dibe vuran oyuncu sanki aynı kişi değildi… Kazım da akıllansa bile benim gözümde-düşücemde yeri yok. Oyun içi laubaliliğini çözmesi lazım.
Çek Cumhuriyeti takımı için denecek tek şey var. Sağlam bir jenerasyon yakalayamazlarsa çok çekeceleri var… Önemli olan kazanmaktı. Hazırlık maçlarında yapamadığımızı yaptık ve kazandık. Bu maç ölçü değil elbette ve bence… Önemli olan Dünya Kupası’nda oynayacak olan A.B.D. maçıdır… O maçtaki performans daha belirleyici olur…

Kategorisi GenelYorum (0)

Küresel Futbol no.2


sadik_468x3452Arnavutluk kökenli, Makedonya pasaportuna sahip, futbol hayatına Finlandiya’da başlayıp,bir ara İtalyan Vicenza takımında denenen, şu anda bonservisi Alman Arminia Bielefeld’de bulıunan ve ilk ulusal maçını 29 Mayıs 2008’de Türkiye’ye karşı oynayan ve muhtemelen birçoklarınızın Football Manager’dan adını bildiği Berat Sadik, 27 Mart’ta İsveç’e karşı Finlandiya 21 yaşaltı forması altında attığı golle takımına galibiyeti getiren isim oldu.

Kategorisi GenelYorum (0)

Onlar yoksa…?


xavi-iniestaCumartesi günü oynanacak İspanya-Türkiye maçında ikisi de orta sahada olmayacak. İniesta en az 10, Xavi de haftasonu oynadığı maç sonrası yaşadığı sakatlıktan dolayı 2 hafta top oynayamayacak. İkisi de stada gelmezlerse muhtemelen evlerinde maçı böyle izleyecekler.  Yerlerine Xabi Alonso, Cazorla ve Senna oynayabilir. Belki de kadroya Guti’yi çağırabilir Del Bosque. Real Madrid’de en çok güvendiği isimlerden biri oydu. Bu arada İspanya’da defansta Puyol’un da olmadığını hatırlatalım. Bu durumda İspanya karşısında şansımızın biraz daha artacağını düşünüyorum…

Kategorisi GenelYorum (0)

Roaring for Galatasaray: Arda Turan


Galatasaray’s youth programme continues to produce quality young talents. Its latest shining star is Arda Turan. He was a well known player in Turkey, through his involvement at every level of football up to his eventual breakthrough for Galatasaray’s senior team. The talented youngster announced his arrival on the international stage at this summer’s Euro 2008 championships in Austria/Switzerland.(insidefutbol)

In Turkish football Galatasaray have an important role and many look to them to provide some of the talented youngsters that will form the next generation of international players. We could call them the Ajax of Turkey in this respect. Tugay Kerimoðlu and Emre Belözoðlu are the well known players in England that came from the Galatasaray youth setup. Further players of note are Okan Buruk and Bülent Korkmaz.  They all started their professional career at “GS” just like Arda Turan. They have become world stars and now it is his turn.

Arda Turan began at the amateur club of his quarter, “Bayrampasa Altintepsispor” and he didn’t take long to display a high level of technical ability far beyond his tender years. Legendary Galatasaray coach Fatih Terim saw the potential in him, and signed him to the Galatasaray youth team when he was just 12. He played consecutively for four years in the youth teams of “GS” and as part of the so called “Golden Generation” team he won many titles as he progressed.

In Turkey, youth players are often given the job of ball-feeders at official games. Once Arda Turan was feeding the ball back in play to Hagi. When Georghe Hagi arrived as coach at Galatasaray, in 2004-2005, Arda found himself a place in the first team. Even if he could play in friendly games before the season, he couldn’t get so many chances to play throughout the season proper. In the 2005-2006 season he has loaned out to Vestel Manisaspor. Arda didn’t lose faith at being loaned out and simply worked even harder for the time he was at Manisaspor, even though on some occasions he was played at right-back! He improved his skills throughout the season with very good performances, clocking up 15 games and two goals, even making an assist that didn’t go unnoticed against none other than Galatasaray!

When Arda returned to Galatasaray for the next season he proved to coach Eric Gerets that he was a player worthy of being involved in the senior squad. He started in the first eleven in a Champions League qualification game against Mlada Boleslav. In his very first game in European competition, Arda scored twice in an excellent performance and helped Galatasaray to reach the next stage. Arda was fast on the road to being considered as indispensable to the first team.

Arda continued his good European form soon after by picking up the Man of the Match award in his first Champions League game at home to Bordeaux.

A dream came true for the young potential star. Arda was given the chance to become an important part of the first team by coach Gerets and managed to play in all Galatasaray’s games in the group stage of the Champions League, except Liverpool. The reason for him missing the Liverpool game was a so called “moment of madness”. The Turkish youngster was punished by the referee in the group game against Bordeaux after he headbutted the French side’s Pedretti. After this incident Arda garnered much critiscm from the Turkish media, who before had had nothing but praise for the young star. Arda was forced into making a public apology and declared he did not know what had come over him, but that it would not happen again.

Last season at Galatasaray began with high expectations for Arda, especially with the signing of Brazilian Lincoln, who everyone was eager to see him link up with. The pressure didn’t get to him and he continued where he had left off the season before by providing two assists in the first game of the season. During the title winning campaign Arda clocked up 30 league appearances, fourteen assists and seven goals. Perhaps his most important performance for his club came right near the end of the season when the pressure was on in the title race, Arda fired in a hat-trick against rivals Sivasspor in a game that moved his club closer to that Super Lig crown.

Arda’s international career started with the youth national teams where he picked up twenty one caps, scoring eleven goals. However, the reason everyone now knows Arda Turan is all due to his performances in Euro 2008. Even in the qualifying stages he was making a name for himself, playing nine games and providing three assists.

Arda may not have started the first game of Euro 2008 against Portugal, because of Fatih Terim’s gamble of playing Kazim and Mevlut, but he did get a chance against Switzerland, and how he took it! Arda’s fantastic run and shot in the 92nd minute sent Turkey into that last game against the Czech Republic with a real chance of qualifying from the group.

One of Arda’s often overlooked skills is his ability to hold up the ball and wait for his team-mates to join the attack. Some people think the reason he does this is because he lacks pace, but he has often said before that he feels it is important for the team to attack together. Against the Czech Republic and Croatia Arda did this many times and the team were much stronger when they attacked in force.

Whilst Arda has an amazing ability to dribble past opponents, what he perhaps lacks is a powerful shot from outside the box. People who saw his great strike against Switzerland in the Euros would be surprised at this, but in Turkey it is well-known. The goal against Switzerland however did show that this is an area of his game he is working hard at.

To be a world star, a player should win many titles says tennis player Roger Federer. Winning titles is necessary but furthermore, to do this, you need a strong character, which Arda has, too. Arda is a livewire in training, joking with his team-mates and always motivated.

With his comments after the Euros he showed that he has the potential to be a world star. For example, he scored the first penalty against Croatia, and when a journalist asked him about taking the first penalty he said: “It was an important opportunity not to miss, because you can not play all the time in the semi-final. You can not know what the future brings, maybe that is my last competition. It was a big risk but I’ve taken it and raised my hand when my boss asked who is going to take the first penalty.” That is Arda, never afraid to shy away from taking responsibility and feeling, importantly, that not to take responsibility is to miss out.

The youngster’s biggest dream was to play with Hakan Sukur, a dream he realised, and whilst Arda says he hopes to play more times alongside this legend of the Turkish game, that seems impossible now he has departed Galatasaray.

After the Euros ended there were many transfer rumours about this potential star. In my opinion he should make the move to a big European team in another league to continue his personal development. The national team would surely feel the benefit of that. Also if Arda left then perhaps the next star can emerge from the Galatasaray youth factory.

At the time of writing however a move for Arda looks out of the question. Galatasaray president Adnan Polat stated that none of the team’s stars will move before the Turkish giants have won a European Cup. So for this next year it seems certain that Arda will stay a Galatasaray player and that is something the fans will not compain about!

Kategorisi GenelYorum (1)


Takip et // Follow

Açık Radyo – Efektifpas

15 günde bir her pazartesi 19.30'da, 94.9 Açık Radyo'dayız. Duyurularımızı takip etmek için Twitter hesabımızı takip edebilirsiniz...

RadyoEfektifpas

Programlarımızın tüm podcast kayıtları online olarak bulunmasa da dinlemek isteyenler için bir kaç adet program mevcut

‘Salvador’ Guti

Johan Cruyff

Arşivler

Bülent Korkmaz – 3

Tottenham Hotspurs

Nazım Hikmet Ran

HaberVesaire Spor

Video Bug Report

Açılmayan bir video varsa resme tıkla, videonun linkini yolla Teşekkürler...

Facebook Hayran Sayfası

Ekim 2024
P S Ç P C C P
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031